20. Muhtarlar Toplantısı’nda Yaptıkları Konuşma

10.02.2016

Çok değerli muhtarlarımız,

Değerli kardeşlerim;

Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz.

Bir yıldır sürdürdüğümüz Muhtarlar Toplantımızın 20’ncisinde sizlerle birlikteyiz.

Bugün de Aksaray, Artvin, Bursa, Erzurum, Iğdır, Karaman, Kars, Kırıkkale, Kocaeli, Konya, Muş, Samsun ve Sinop illerimizden gelen siz değerli muhtarlarımızla bir aradayız.

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta Güney Amerika’ya, 3 ülkeyi kapsayan bir ziyarette bulunduk. Bu ziyaretimiz en güneyden Şili, ardından Peru, daha sonra Ekvador olmak üzere, yanımızda da 100’ü aşkın bir iş adamı heyetiyle birlikte bu ziyaretleri gerçekleştirdik. Şili, Peru ve Ekvador’dan sonra dönüşte bir de Senegal ziyaretimiz de oldu, Senegal’de de havalimanında Senegal Cumhurbaşkanıyla Türkiye-Senegal ilişkilerini masaya yatırdık.

Ve bu gezi gerçekten çok çok verimli, faydalı bir gezi oldu. Hem resmi görüşmelerimizi gerçekleştirdik, hem de iş adamlarımızın gezisini organize eden DEİK’in o ülkelerdeki muadilleriyle düzenlediği iş konseyi toplantılarına katıldık.

Türkiye olarak yaklaşık 10 yıl önce Afrika ve Güney Amerika açılımı başlatmıştık. Daha önce çok sınırlı ilişkilerimizin olduğu bu coğrafyalarla bugün hem diplomatik temas, hem ticaret, hem de insani münasebetler bakımından oldukça yakın işbirliği içindeyiz. Güney Amerika ile olan ticaret hacmimiz geçtiğimiz 13 yılda 1,5 milyar dolardan 9 milyar dolara yükseldi. Bu artış önemli olmakla birlikte, bölgenin potansiyeli dikkate alındığında henüz kat etmemiz gereken çok mesafenin olduğunu da görüyoruz.

Bu gezimizle bölgeyle ticari ve insani ilişkilerimize ivme kazandırma konusunda yeni kapılar araladığımıza inanıyorum. Esasen bunun ilk işaretlerini şimdiden görmeye başladık, bir şirketimizin Ekvador’da gerçekleştireceği 750 milyon dolarlık liman yatırımının anlaşmasını bu ziyaret vesilesiyle imzaladık. Bölgeyle olan ticaretimizin ve karşılıklı yatırımlarımızın süratle artması bu ülkelerle hemfikir olduğumuzu görmekten de ayrıca memnuniyet duyuyorum.

Güney Amerika dönüşümüzde yakıt ikmali için mola verdiğimiz Senegal’de Devlet Başkanı Sayın Macky Sall ile bir çalışma kahvaltısı yaptık ve bu kahvaltıda da gerçekten verimli görüşmeler gerçekleştirdik. Karşılıklı olarak şu anda Senegal’de bazı müteahhitlik işleri üstlenmiş olan firmalarımızın yeni dönemde ne gibi yatırımlara da girebilirler; bunların da görüşmelerini yaptık ve hatta orada da ikili anlaşmalar yapmak suretiyle imzaları attık.

Değerli kardeşlerim,

Oturulduğu yerde netice alınmıyor, kimse oturduğun yerde seni gelip bulmaz, sen dolaşacaksın, koşacaksın, koşturacaksın ve netice alacaksın. İşte biz 13-14 yıldır bunu yaptık, hala yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Görüldüğü gibi birileri Türkiye’yi ısrarla kendi içine kapatmaya, kendi iç meselelerine gömmeye çalışsa da biz küresel vizyonumuzu koruyor ve hedeflerimize adım adım yürümeye devam ediyoruz.

Türkiye ne zaman atağa kalksa, ne zaman kendi ayakları üzerinde durmaya çalışsa hep aynı oyun sahneye konmuştur. 1960 darbesinden beri Türkiye’de bu oyun hep oynanmış ve maalesef netice de alınmıştır.

2023 hedeflerine yürüyen Türkiye’nin ayağına bugün bir kez daha aynı çelme takılmak isteniyor. Suriye’de 400 bin masum insanın canı pahasına kurulan tezgâhın amacını çok iyi biliyoruz. Silah bırakma aşamasına gelen bölücü terör örgütünün yeniden bölgeyi kana ve yıkıma sürüklemesinin gerisindeki saiklerin de gayet iyi farkındayız. Ama işte burada siz muhtarlarımızın huzurunda bir kez daha söylüyorum: Başaramayacaklar.

Değerli kardeşlerim,

Milletimizi bölemeyecekler, ülkemizi parçalayamayacaklar, ay yıldızlı bayrağımızın göklerde dalgalanmasına mani olamayacaklar. Minarelerden günde 5 vakit okunan ezanları susturamayacaklar. Biz 79 milyon vatandaşlarımızla, sınırlarımız dışında da bulunsa, gönlü bizimle olan tüm kardeşlerimizle birlikte tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet demeye devam edeceğiz.

Unutmayınız, Türkiye sadece bir ülkenin adı değildir. Türkiye aynı zamanda 100 milyonlarca mazlum, mağdur mümin için umudun adıdır. Türkiye’nin başarısı 100 milyonun sevinci, Türkiye’nin sıkıntısı 100 milyonların üzüntüsü demektir. Bu bakımdan sorumluluğumuz çok büyüktür.

Eğer biz bu ülkeyi sağlam tutmazsak, kardeşlerimize yardım eli uzatma imkânımız kalmaz. Bunun için bir olmalıyız, iri olmalıyız, diri olmalıyız, kardeş olmalıyız, hep birlikte Türkiye olmalıyız. Allah’ın izniyle bin yıldır sayısız şehidin, sayısız gazinin fedakârlığıyla bugünlere gelen ülkemizi bizden sonraki nesillere daha güçlü, daha müreffeh, daha büyük bir şekilde teslim edeceğiz.

Çünkü bu vatan kimindir biliyor musunuz? Şairin değişiğiyle, “Bu vatan toprağın kara bağrında,/ Sıra dağlar gibi duranlarındır./ Bir tarih boyunca onun uğrunda,/ Kendini tarihe verenlerindir.” Bu vatanın sahipleri bunlar… Bitmedi; “İleri atılıp sellercesine,/ Göğsünden vurulup tam ercesine,/ Bir gül bahçesine girercesine,/ Şu kara toprağa girenlerindir.”

Evet, bir gül bahçesine girer gibi kara toprağa girenler var oldukça, uğruna kendini tarihe verenler eksilmedikçe, Allah’ın izniyle bu milleti kimse bölemez, bu vatanı kimse parçalayamaz, bu bayrağı kimse indiremez, bu devleti kimse yıkamaz.

Kardeşlerim,

Türkiye 2023 hedeflerine doğru olan kutlu yürüyüşünü ve terörle mücadelesini kararlılıkla devam ettirecek. Bölgemizdeki krizler karşısında izlediği insani politikayı da sürdürecektir. Birileri bizim bu üç yükü birden omuzlayamayacağımızı, geçmişte sıkça yaşandığı gibi dizlerimizin üzerinde çöküp kalacağımızı sanıyor, ama yanılıyor. Hep diyorum: Türkiye eski Türkiye değildir. Yeni Türkiye’nin henüz inşa sürecinde olabiliriz, ama hamdolsun temelleri sağlam attık.

İşimiz zorlaşmış olabilir, ama istikametimizi ve azmimizi kaybetmedik, kaybetmeyeceğiz. Hani diyor ya İstiklal Marşı’nda merhum Akif; “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,/ Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.” İşte bizimde karşımıza hangi güçler, hangi piyonlar çıkartılırsa çıkartılsın millet olarak tarihimizden, medeniyetimizden, kültürümüzden aldığımız gücümüz var.

Eğer mesele sayı üstünlüğü, silah üstünlüğü olsaydı, Alparslan başaramazdı, Kılıçarslan başaramazdı, Melikşah başaramazdı, Murat Hüdavendigar başaramazdı. Eğer mesele sadece teknoloji olsaydı, Çanakkale Savaşı farklı sonuçlanırdı, Kurtuluş Savaşı farklı sonuçlanırdı, Vietnam farklı sonuçlanırdı, Afganistan farklı sonuçlanırdı.

Biz karşımızdakilerin ve onların arkasındakilerin cesametine değil, kendi doğrularımıza, kendi yüreğimize, kendi vicdanımıza bakacağız, böyle yürüyeceğiz. Şayet doğru yolda olduğumuza inanıyorsak ki bundan zerre kadar şüphemiz yok, sonuna kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.

Dün akşam arkadaşlar bana bir tweet gösterdi, iki özel harekâtçı ellerinde Türk Bayrağı, silahlarıyla yan yana duruyorlar, arkasındaki duvarda bir yazı var; ‘Seni seviyoruz Uzun Adam’; altında da RT demişler. Şimdi bunlar nerede? Güneydoğu’da, şu anda orada mücadele ediyorlar, bir mücadelenin içindeler. İşte biz o kardeşlerimizin, o yavrularımızın yanındayız, onlarla beraberiz, onları asla yalnız bırakmadık, yalnız bırakmayacağız. Ama onlar da bir şeye inanıyorlar; nedir o? Şehadet. Mesele bu. Bunu küçümseyenler olabilir, ama bunun hakikatine inananlar işte o insanlar. Ben de o polisimizi, polislerimizi, o askerimizi, askerlerimizi, o köy korucularımızı alnından, gözlerinden öpüyorum, Allah yar ve yardımcıları olsun.

Kardeşlerim,

Birileri yurt dışına gidiyor, bunlar ana muhalefetin temsilcileri. Ne diyorlar? ‘PYD, YPG terör örgütü değil.’ Bal gibi de terör örgütü; PKK nasıl terör örgütüyse, onlar da aynı şekilde terör örgütü… Ama bu ifadeyi kullananlar ne yazık ki bu terör örgütlerinin avukatı konumundalar, onları savunanlar bunlar. Hele hele bunlar bir de ana muhalefet partisinin mensupları olunca durum çok daha farklı bir hale geliyor. Şu hale bak, ne günlere kaldık. Bunlar ki ülkemizi şu anda kana bulayanlar ve onlarla müşterek hareket edenler. PKK’yla, PYD’nin bir farkı var mı, YPG’nin bir farkı var mı? Bütün yazılı kayıtları bunlar bizim elimizde.

Biz Amerika’ya diyoruz ki, ‘Bu terör örgütüdür.’ Amerika’nın yetkilileri kalkıyor, ‘Hayır, biz onları terör örgütü olarak görmüyoruz.’ Ey Amerika, size kaç kere söyledim, siz bizimle mi beraber siniz, yoksa bu terör örgütü PYD’yle, YPG’yle mi berabersiniz? Ey Amerika, ne PKK’yı bize tanıtabilirsiniz, ne PYD’yi bize tanıtabilirsiniz, ne de YPG’yi tanıtabilirsiniz; bunları biz gayet iyi biliriz, DAEŞ’i de biz biliriz, bunları da biz biliriz. Ama siz bunların hiç birini bugüne kadar tanıyamadınız, tanıyamadığınız için bölge kan revan içinde, kan gölü halinde. Bu nasıl ortaklık, anlamak mümkün değil. Defalarca söylememize, anlatmamıza rağmen karşımızda susuyorlar, gıyabımızda ‘Biz böyle bakmıyoruz bunlara’ diyorlar, bu nasıl bir anlayıştır?

Siyasetin dilini, diplomasinin imkânlarını, pazarlık gücünü biz bugüne kadar ihmal etmedik, bundan sonra da etmeyeceğiz. Ama aslolan ne biliyor musunuz ey muhtar kardeşlerim? ‘La galibe illallah.’ Bu düsturu, bu ölçüyü aklımızdan çıkarmadan yolumuza devam edeceğiz. ‘Galip olan sadece Allah’tır’, bunu bileceğiz. Bugün verdiğimiz mücadele Habil ile Kabil’den beri devam eden mücadeledir. İki kardeş değil mi? Kabil katil, maktul Habil. Ne zaman başladı mücadele bak, şimdi de aynı şeyleri yaşamıyor muyuz? Müslüman Müslüman’ı öldürmüyor mu? Hem de ‘Allahu ekber’ diyerek öldürüyor. Ölen de ‘Allahu ekber’ diyor, öldüren de ‘Allahu ekber’ diyor; bu ne menem bir iş?

Onun için bu işi bizim düzeltmemiz lazım. Onun için siz muhtar kardeşlerim olarak bu işin mücadelesini hep beraber vermemiz lazım inşallah. Siz her köyün, her mahallenin cumhurbaşkanısınız. Kendinizi sakın hafife almayın, çok önemli bir konumdasınız. Birileri muhtarlıklara böyle çok farklı gözle bakabilir ama bilesiniz ki hayır, siz seçilmişsiniz, atanmış değilsiniz. Sizi kaç kişi seçerse seçsin seçilmişsiniz. Dolayısıyla sizi seçenlerin en öndeki temsilcisi sizsiniz. Demokrasinin siz en uç ayağısınız, bunu bilesiniz.

Cizre’de, Sur’da mahalleleri işgal eden teröristlerin camilerimize neler yaptıklarını, evlerdeki Kur’an-ı Kerim’leri nasıl tahrip ettiklerini medyadan eminim sizler de takip ediyorsunuz. Askerimizin, polisimizin, korucularımızın, Kur’an-ı Kerim’e olan saygısını, hürmetini bilen teröristler, mukaddes kitabımızın içine, çevresine bombalar yerleştirerek onlara tuzak kuruyor. Elinde bavuluna koyabildiği az sayıdaki eşyasıyla bölgeyi terk eden vatandaşlarımız örgütün eline geçip saygısızlığa uğramasın diye Kur’an-ı Kerim’ini de boynuna asıp öyle götürüyor.

Aynı şekilde örgüt camilerimizi silah ve malzeme deposuna çeviriyor. Geçtiğimiz günlerde bir köşe yazarımız bölgeye yaptığı geziyle ilgili intibalarını anlatırken, bir polisimizin Kurşunlu Camii ile ilgili çok çarpıcı ifadesini aktarıyor. Diyor ki gazilik şerefine ulaşan polis memurumuz; “Çok şehit verdik Kurşunlu Camii’nde; ama halkı kazandık. 15 yıldır bu bölgedeyim, halkın bize desteğini hiç böyle görmedim.” Gerçekten de karşımızda hiçbir kutsalı, hiçbir insani ve ahlaki ölçüsü olmayan bir örgüt var. PKK da öyle, PYD de öyle, DHKP-C de öyle, DAEŞ de öyle, bunların hepsi aynı.

Kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi destek vermeyen hiç kimseye hayat hakkı tanımayan, ideolojik saplantıları uğruna kendi yandaşlarını dahi ateşe atmaktan sakınmayan bir örgütle karşı karşıyayız. Çocukları, kadınları kullanmaktan çekinmeyen bu örgüte dünyadaki insan hakları savunucularının tek bir söz söylediğini bugüne kadar duymadık, görmedik. Tam tersine bu örgütün bir parçası olan PYD’ye müttefik dediğimiz ülkelerin dahi sahip çıktığını görmekten gerçekten üzüntülüyüm.

Avrupa ülkelerinin bir kısmı uzun süre PKK ve DHKP-C gibi örgütlere, bunların paravan kuruluşlarına müsamaha gösterdi, kaynak aktardı. Hatta tescilli katillerin ellerini kollarını sallayarak dolaşmasına dahi izin verdiler. Bunlardan biri, geçtiğimiz günlerde eylem için ülkemize geldi, biliyorsunuz yakalandı. Avrupa ülkeleri ne zaman ki bu örgütlere el uzatmaya kalktılar, işte o zaman terörün acı yüzüyle karşılaştılar. Yolları kapatan, araçlara zarar veren, güvenlik güçlerine saldıran örgüt üyeleri bu ülkelere yaptıkları yanlışı gösterdi.

Avrupa ülkelerinin bir kısmı çeşitli gerekçelerle hala aynı hatayı, aynı şekilde ısrarla sürdürüyorlar. Buradan bir kez daha ifade ediyorum: Bu iş akreple kurbağanın hikâyesi gibidir. O akrep mutlaka bir gün onları da sokacaktır. Çünkü onun karakteri böyledir. Düşmanımın düşmanı dostumdur basitliği müttefikliğe yakışmaz. Suriye’de yapılan işin adı işte budur. Eğer bir terör örgütünü diğer terör örgütüyle sırf çıkar çatışması yaşadığı için desteklemek caizse, öyleyse Suriye’deki kimi örgütler niçin dışlanıyor? Öyle değil mi, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ diyorsan, o zaman hepsi dost. Onlar da DAEŞ’le çatışma halindeler. Niye onları dışlıyorsunuz? İlkeli olmak lazım değerli arkadaşlar, ilkeli... Burada ilke yok.

Biz teröriste terörist demeyi, terör örgütüne terör örgütü demeyi, o şekilde muamele etmeyi sürdüreceğiz. DAEŞ’le mücadele bahanesiyle bölgeye yerleşip Suriye halkını çoluk çocuk demeden katledenlerin gerçek yüzlerini tüm dünyaya ifşa etmeye devam edeceğiz. Dün Çanakkale’de güç mücadelesi veren yedi düvel, bugün aynı işi kardeşlerim, Suriye’de yapıyorlar. Suriye’de yaşanan hadise artık bir tehcir, bir soykırım halini almıştır. Mültecileri öcü gibi görenlerin bu sorunun sebebi olan Esad rejimine kör ve sağır kalmaları ibret vericidir.

Ne diyor Birleşmiş Milletler; ‘Kapınıza dayananları içeri alın.’ Sen ne işe yarıyorsun? Şu ana kadar Irak ve Suriye olmak üzere 3 milyon insanı evimize biz aldık. Siz ne aldınız, hangi ülke ne aldı? 300 kişinin, 500 kişinin, 1000 kişinin hesabını yapıyorsunuz, biz 3 milyon kişiyi aldık. Birleşmiş Milletler olarak bize verdiğiniz destek 455 milyon dolar. Yaptığımız harcama 10 milyar dolara yaklaştı, bu sadece milli bütçeden. Belediyelerimizin, sivil toplum kuruluşlarımızın yaptıklarını konuşmuyorum. Hadi verin desteklerinizi. Verdik, veriyoruz, gereceğiz, proje getirin, bilmem ne getirin. İşte her şey ortada, kamplar ortada, her şey ortada. Kendileri geliyorlar, görüyorlar, geziyorlar; hala plan getir, proje getir, bilmem ne getir… Bırakın bu işleri, siz dalga mı geçiyorsunuz bizimle?

400 bin masum insanın katledildiği bir ülkeden çıka çıka rejimin kendini meşrulaştırma çabasının ürünü olan defile görüntülerinin, düğün görüntülerinin çıkması ne kadar acıdır değil mi? Artık kendi iç güvenliğimizin de bir parçası haline dönüşen Suriye meselesinde bizim herkesin gayet haklı ve rasyonel bulduğu çözüm tekliflerimizin hayata geçirilme zamanı gelmiştir.

Terörün artık mesafesi, sınırı ve sınırları aşan özellikle gücünü görmezden gelerek kendi evinde huzur içinde yaşayabileceğini sananlar, asla temenni etmiyoruz ama yanıldıklarını göreceklerdir. Türkiye’yi terörle, terör örgütleriyle, özellikle bu mücadelede yalnız bırakanlar o zaman bizi daha iyi anlayacaklardır. Ama iş işten geçmiş olacaktır.

Terör için İstanbul ve Ankara’nın Moskova’dan, Washington’dan, Berlin’den, Paris’ten, Roma’dan, Tahran’dan farklı olmadığını biz acı tecrübelerimizle çok iyi biliyoruz. Kimsenin canı diğerinden daha kıymetli değildir. Suriye’de ölenlerin canını, Avrupa’da, Rusya’da, Amerika’da yaşayanlardan daha az değerli görmek, insanlıktan nasibini almamaktır. Ankara’da, İstanbul’da patlayan bombayı Paris’te patlayan bombadan önemsiz görmek ikiyüzlülüğün ta kendisidir. Suriye’deki ateşe odun taşıyarak yanmakta olan alevi harlayanlar, bir gün benzer bir ateşin kendi evlerini sarabileceğini de düşünmelidirler. İşte o gün yanınızda güçlü destekler bulabilmeniz için şimdi doğru bir tutum ortaya koyabilmeniz şarttır.

Unutulmasın ki mazlumun ahı yerde kalmaz. Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste; bu böyle. Zulüm payidar olmaz. Allah bizleri zalimlerden olmaktan, zalimlerin yanında yer almaktan muhafaza eylesin. Rabbim bize bu imtihandan yüz akıyla çıkmayı nasip etsin.

Değerli muhtar kardeşlerim;

Benim bildiğim kadarıyla muhtar eğriye eğri, doğruya doğru diyen insandır, öyle mi? Şimdi size soruyorum; Türkiye terörle, terör örgütleriyle ciddi bir mücadele içinde, doğru mu? Peki, bu mücadelede tüm siyasi partilerimizin, tüm siyasetçilerimizin, tüm sivil toplum kuruluşlarımızın, akademisyenlerimizin, yazarlarımızın, meslek kuruluşlarımızın, devletinin ve milletinin yanında güçlü bir duruş sergilediğini söyleyebilir miyiz? Maalesef bunu söyleme imkânına sahip değiliz. Çünkü bakıyoruz bir gün kendilerine akademisyen diyen güruh, çıkıyor terör örgütü ağzıyla bildiri yayınlıyor. Bir başka gün siyasetçi sıfatı taşıyan birileri çıkıyor, devleti suçlayıp terör örgütünün yanında yer alıyor. Bir başka gün falanca sanatçı, filanca dernek, filanca yazar aynı şekilde örgütün kavramlarıyla hükümete, hatta şahsıma saldırıyor.

Daha açık bir şekilde ifade edecek olursam, terör operasyonları Ankara’da sadece iki partinin genel merkezini rahatsız ediyor. Biri malum partinin genel merkezi ki onlara zaten diyecek bir sözümüz kalmadı değil mi? Çünkü onlar talimatları Kandil’den alıyor, onlarla beraber turistlik seyahat yapıyor, gidiyor geliyorlar. Diğeri de ne yazık ki Ana Muhalefet Partisi’nin genel merkezi. Öyle ki, terör örgütünün bile ‘sonuna kadar direndiler, çarpıştılar’ diyerek sahip çıktığı teröristlere yönelik operasyonları, ana muhalefet partisinin milletvekilleri ısrarla toplu infaz şeklinde sunmanın çabası içindeler.

Hatta ana muhalefet partisinin milletvekilleri terör örgütünün en büyük hayali olan bölgeyi uluslararası müdahaleye açma projesine de destek vererek daha büyük bir ihanete ortak oluyorlar. Kendi devletinin karşısında terör örgütünün yanında yer alarak siyaset yapılmaz, siyasetçi olunmaz; dünyanın hiçbir yerinde bunun örneğini göremezsiniz. Kongre kazanabilirsin, delegeleri kazanabilirsin, ama milleti kazanamazsın.

Terör örgütünün güdümündeki parti, bizler için zaten yok hükmünde, ama ana muhalefet partisinin genel başkanını ve kimi milletvekillerini aynı yanlışın içinde görmek, gerçekten bizi endişeye sürüklüyor. Çünkü ana muhalefet partisi dediğiniz iktidar partisinin alternatifidir, yani teorik olarak hükümete gelme ihtimali en yüksek olan partidir. Bu anlayışla iktidara gelecek bir ana muhalefet partisinin terörle mücadeleyi nasıl yürüteceğini, Türkiye’nin birlik ve beraberliğini nasıl koruyacağını anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Gerçi milletimiz kendilerine böyle bir imkânı vermeyeceğini her seçimde defalarca ortaya koydu zaten.

Bakınız dünya yanıyor, Türkiye kavruluyor. Ana muhalefetin en önemli sorunu; fotoğrafı kimin indirdiği, öyle mi? Zaten o fotoğrafın sahibi sizin bu durumunuzu görmüş olsa sizi orada 1 saniye tutmaz. 50 günde fotoğrafı kimin indirdiği meselesini çözemeyenlerden ülkenin sorunlarının çözümüne katkı sağlamasını beklemek elbette hayalcilik olur. Buna rağmen sahip olduğu sıfat itibariyle bu partinin çok daha sorumlu bir politika izlemesini ümit etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.

Muhtarlardan ricam; bu çarpıklığı, bu yanlışı, bu tutarsızlığı mahallelerinizdeki, köylerinizdeki vatandaşlarımızla istişare etmenizdir. Şayet biz yanlış düşünüyorsak, meseleye yanlış bakıyorsak, lütfen bize durumu aktarın. Yok, bizim teşhisimiz, tespitimiz doğru ise vatandaşlarımızın bu gerçeği daha iyi görmelerini sağlayın. Bu mesele siyasi çıkar değil, devletin ve milletin bekası meselesidir. Dikkat ederseniz, aynı çarpık anlayış yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışmalarında da kendini gösteriyor. Ağızlarını açtıkları zaman ‘12 Eylül Anayasası darbe anayasası’ derler; ama ‘Gelin yenisini yapalım’ dediğinizde ise hemen işi yokuşa sürerler. Şimdi de daha masaya oturmadan masayı devirmenin çabası içindeler. İş lafa gelince mevcut sistemin yürütmeyi ve yasamayı birlikte kontrol eden yönünden şikâyetler ederler; ama ‘Gelin sistemi değiştirelim, güçler ayrılığını tahkim edelim’ dediğinizde, bu defa da ipe un sererler. Çünkü bunların sorun çözmek diye bir derdi yok, çünkü bunların kendileri sorun… Bugüne kadar milletin hiçbir yarasına merhem olmadıkları gibi, sürekli yaraları kaşıyarak kanatmayı marifet sanarlar, siyaset sanarlar.

Oysaki biz 13 yıldır milletimizi birleştirmenin, kenetlemenin, kanayan yaraları sarmanın Türkiye’nin her bir köşesine muhabbet mayalamanın peşindeyiz. Biz 79 milyonun tamamının kucaklaşmasının; Mardin’den Edirne’ye, Rize’den Hatay’a kadar her bir vatandaşımızın geleceğe umutla, güvenle bakmasının mücadelesini veriyoruz. Biz dünyanın en gelişmiş ülkelerinde olan standartları, hizmetleri Türkiye’ye taşımanın, insanımızın istifadesine sunmanın çabası içindeyiz.

Kardeşlerim,

Eski Türkiye’yi hatırlarsınız değil mi? Yokların, yoklukların, sefaletin, mağduriyetlerin Türkiye’sini yaşı 35’in üzerinde olanlar daha iyi bilir. Hele hele babalarımızdan dinlediklerimiz… Babalarımızın nüfus cüzdanlarını şöyle bir sandıklardan, kenardan köşeden bir çıkartırsanız onun içindeki mühürlerden çok daha iyi anlarsınız. Orada çok sana yağı damgasını görürsünüz, ekmek damgasını görürsünüz. Dağıtılan karnelerle de neyi nasıl verdiklerini görürsünüz. Benzinden tutunuz mazotuna varıncaya kadar… Yani o kullanacağın traktördeki mazotu nasıl verdikleri, onlar orada var. Bunları biz hep yaşadık; şekerine varıncaya kadar, çayına varıncaya kadar hepsi karneyle…

Biz işte bu Türkiye’yi Cumhuriyet tarihinin tamamına denk, hatta pek çok alanda onu da aşan hizmetlerle hamdolsun dönüştürdük, değiştirdik. Her ilimize, ilçemize, mahallemize 250 bini aşkın yeni derslik kazandırdık. Bakın az önce buraya 30 bin yeni öğretmen ataması töreninden geliyorum. Onlara da onu söyledim; şimdi bu 30 bin yeni öğretmeni atıyoruz ve Türkiye genelinde okullarımızdaki öğretmen ihtiyacımızın yüzde 93’nü inşallah halletmiş oluyoruz, yüzde 7 açığımız var, inşallah o da gidecek.

Bakın 117 yeni üniversite kurarak şu anda Türkiye’de üniversite sayımızı 193’e çıkardık. Artık Türkiye’de üniversitesi olmayan ilimiz yok. O fakir fukara yavrularımızı kazandığı üniversiteye nasıl giderim endişesini taşıyordu; dedik ki ‘Endişelenme, şimdi biz üniversiteyi senin ayağına getiriyoruz.’ Ve tuttuk üniversiteyi onların ayağına getirdik.

2500 yeni sağlık kurumu inşa ederek, 688 bin yeni sağlık çalışanı istihdam ederek, 4500 yeni ambulansı hizmete alarak doktor yüzü görmeyen, ilaç alamayan kardeşimiz kalmasın diye gayret ettik. Bir zamanlarlar sen SSK’nın genel müdürü değil miydin? O SSK’nın genel müdürü olduğun zamanlar, o hastanelerin koğuşları ne alemdeydi? O tuvaletler ne alemdeydi, o serumlar takıldığı zaman benim o vatandaşım ne hallere düşüyordu? Ölüler bile rehin alınıyordu. Bu dönemleri yaşadık, bütün bu gerçekler ortada. Şimdi helikopter ambulanstan tut, jet ambulansa varıncaya, paletli ambulanslara varıncaya kadar 4500 ambulans kadar dağ-taş demeden, kar-kış demeden buralara çıkabilmek için şartları sonuna kadar zorluyoruz.

13 yılda 18 bin kilometreyi aşan bölünmüş yol yaptık. 177 tünel yaptık. Dağları deldik dağları. Dağları delmek için aşık olmak lazım. Bizim bu millete aşkımız vardı, onun için bu dağları deldik. Hala da bu dağları delmeye devam ediyoruz. Bakın şimdi Cankurtaran Tüneli bitiyor, dolayısıyla Yusufeli, Artvin sahile daha da çok kısa olacak değil mi?

Değerli kardeşlerim;

‘Aşkınan çalışan yorulmaz’ diyor Neşet Ertaş değil mi? Şimdi biz aşkınan çalışıyoruz, onun için de yorulmadık, yorulmuyoruz. 1200 kilometreden fazla hızlı tren hattı inşa ederek ve ülkemize de 25 tane havalimanı varken 29 yeni havalimanı kazandırarak ulaşım sorununu ortadan kaldırmanın gayreti içinde olduk. Şu anda evinden çıkıyorsun yarım saat, 45 dakika mesafede havaalanına ulaşıyorsun değil mi? Eskiden böyle bir imkân var mıydı? Şöyle bir 15 sene önceye gidelim, bu imkânlar var mıydı? Yoktu. Şimdi inşallah bu daha da artacak, daha da iyi olacak. Çünkü benim vatandaşımın ne George’den, ne Helga’dan geri kalır yanı yok. Benim Ahmet’im de, Emine’m de onlardan geri değil. Onlar hangi insani haklara sahipse, benim vatandaşım da aynı insani haklara bu ülkede sahip olacak; biz bunun adımlarını atıyoruz.

Irmaklarımız boşa akıyordu, boşa akmasın diye 279 tane yeni baraj yaparak topraklarımız şimdi suya ne yaptı? Kandı, kana kana şimdi topraklarımız da suyu içiyor. Eskiden ne diyorlardı? ‘Su akar, Türk bakar.’ Şimdi su akar, Türk yapar; bu noktaya geldik. Ve artık açık kanalet sistemiyle bunları da yok ediyoruz, hep kapalı sisteme geçiyoruz.

Türkiye’nin her bir köşesinde 701 bin toplu konut inşa ederek vatandaşlarımızı uygun şartlarda ev sahibi yaptık. Yılda 25 milyar liralık sosyal yardımla 10 milyon vatandaşımızın derdine derman olmaya gayret ettik. Emeklilerimizi, ücretlilerimizi insanca yaşayabilecekleri bir gelir düzeyine çıkarmanın mücadelesini verdik. Tabii muhtarlarımızı da ihmal etmedik. Şimdi 2002 yılında göreve geldiğimizde muhtarlarımızın maaşları 100 lira bile değildi. 97 liraydı. Bugün Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren kanunla muhtar maaşlarımız 1300 liraya yükseldi, hayırlı olsun. Hükümetimiz, Parlamentomuz da sağ olsun.

Tüm bunlarla birlikte, demokraside ve ekonomide yeni Türkiye’nin inşası için çalıştık. Eğer yeni Türkiye hedefimizi sizler de doğru buluyorsanız, destekliyorsanız, mahallerinizde, köylerinizde bu gerçekleri her gün bıkıp usanmadan tekrar tekrar anlatmanız gerekiyor. Çünkü ‘hafıza-i beşer nisyan ile maluldür’, yani insanoğlu unutur. Dolayısıyla unutturmamak için ne yapacağız? Büyüklerimizin güzel bir sözü var, ‘et tekraru ahsen velev kâne 180’ diye… Yani 180 kere de olsa tekrar tekrar anlatacaksın, yılmayacaksın, usanmayacaksın.

Terör örgütünün saldırılarına rağmen, paralel devlet yapılanması örgütünün ihanetine rağmen, ihtiraslarının eseri haline gelmiş kifayetsiz siyasetçilere rağmen, inşallah sizlerle birlikte yeni Türkiye’yi inşa edeceğiz, ihya edeceğiz.

Bu düşüncelerle bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, milletin evini teşrifiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımı, saygılarımı, muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum.

Biraz sonra yemekte beraber olacağız, birarada olacağız, ondan sonra yine birlikte fotoğraflarımızı çektireceğiz.

Şimdilik sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum, Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum.