Değerli misafirler,
Sanat Düşünce Eğitim Derneği’nin kıymetli yöneticileri,
İlim, sanat ve edebiyat camiamızın çok kıymetli mensupları,
Sevgili gençler, hanımefendiler, beyefendiler;
Asım’ın Nesli olan siz değerli evlatlarımı, kardeşlerimi en kalbi duygularımla hasretle, muhabbetle selamlıyorum.
Yarın vefatının 79. yıldönümünü idrak edeceğimiz vatan şairimiz, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u bir kez daha rahmetle, hürmetle, minnetle yâd ediyorum.
Evet, 27 Aralık 1936 tarihinde soğuk bir kış akşamında İstiklal Caddesi’ndeki Mısır Apartmanı’nda yorgun bir beden son nefesini verdi. Mehmet Akif, “Yarabbi, bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırtma” niyazını bizlere vasiyet bırakarak 79 yıl önce hayata gözlerini yumdu. O İstiklal Marşı’nı bu millete, özellikle de gençlere emanet bıraktı. Allah ondan razı olsun. Lütfu, şefkati, merhametiyle kuşatsın.
Bu akşam bizleri biraraya getiren böylesi müstesna bir atmosferi yaşamamıza vesile olan Sanat Düşünce Eğitim Derneği SADED’in yöneticilerine ve gönüldaşlarına şükranlarımı sunuyorum. Katılımlarıyla programımıza heyecan katan, coşku katan, gözlerindeki ışıkta 2023’ün Türkiye’sini gördüğüm Tenzile Erdoğan İmam Hatip Lisesi öğrencilerine ayrıca teşekkür ediyorum. Üsküdar Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencilerine teşekkür ediyorum. Mezunu olmakla iftihar duyduğum İstanbul Anadolu İmam Hatip Lisesi mezunlarına, mensuplarına teşekkür ediyorum. Tüm gençlere teşekkür ediyorum. Gerçekten duygulandığım, gözlerimin dolduğu, ancak göğsümün kabardığı hitaplarından ötürü de kendilerini tebrik ediyorum.
‘Büyük gelecekler büyük geçmişlerin bilgi ve birikimiyle kurulur’ anlayışıyla Hakk yolunda yürüyen SADED’e çalışmalarında başarılar diliyorum. Derneğimizin bilhassa gençlerimizi değerleriyle yeniden buluşturacak, onlara kadim geleneği, tevarüs ettikleri engin mirası keşfettirecek projelerini çok önemsiyorum. İnançtan hayata, gelenekten geleceğe, yerelden evrensele, insandan cemiyete uzanan kadim bir çizgiyi inşallah gelecekte de ısrarla, inançla, aşkla devam ettireceklerine inanıyorum. Biz de onların hayırlı çalışmalarında gençlerimizin ufkunu, yolunu açan çalışmalarında kendilerini desteklemeye devam edeceğiz.
Sevgili gençler,
Değerli misafirler; Mehmet Akif için ‘hayatı eserlerinden çok daha muhteşem bir şiirdir’ derler. Onun hayatı tıpkı eserleri gibi bizim için derslerle, örneklerle, ilhamlarla doludur. Sahici, sahih, samimi bir hayat süren Mehmet Akif, esasen bir merhamet şairidir. Kendisi büyük bir yoksulluk içinde yaşarken soğuktan titreyerek yazdığı İstiklal Marşı’nın 500 liralık para ödülünü fakir kadınlara ve çocuklara nakış öğreten Darül Mesai Vakfı’na bağışlamıştır. O şiirleriyle birlikte fikirlerini ve tüm hayatını millete vakfetmiş bir dava adamıdır. İstiklal Harbi sırasında dostu, yol arkadaşı Eşref Edip ile şehir şehir, kasaba kasaba dolaşarak vaazlarıyla, yazılarıyla Anadolu’da bağımsızlık ateşini harlamış, Kuvayi Milliye ruhuna can katmıştır.
Kendisi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde ders vermiş bir Darülfünun hocasıdır. Arapçayı, Farsçayı, Fransızcayı çok iyi bilen, dini ilimlere vakıf bir İslam alimidir aynı zamanda. Sırat-ı Müstakim Dergisindeki yazılarıyla millete ışık tutan bir ediptir. Buna rağmen Anadolu’ya doğru yola çıktığında Akif’in cebinde kaç kuruş vardı biliyor musunuz? 36 kuruş. Çünkü o derdin, çilenin, mesuliyetin çok genç yaşta olgunlaştırdığı bir gariptir.
Doğduğu topraklar artık kendini tüm varlığıyla ait hissettiği vatanının sınırları dışındadır. Gözleri önünde 600 yıllık bir Cihan Devleti parça parça koparılmış, geriye kalan son toprağımız Anadolu da işgal edilmiştir. İşte bunun için Mehmet Akif İstiklal Savaşımıza dört elle sarılmıştır. Anadolu da düşerse ümmetin umut kapılarının tamamen kapanacağından endişe etmiştir. 1918 yılında yazdığı Alınlar Terlemeli şiirinde bakın ne diyor:
“Cihan alt üst olurken seyre baktın, öyle durdun da,
Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda!
Hayat elbette hakkın... Lâkin, ettir haykırıp ihkak;
Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da'vâ-yı istihkak.
Bu milyarlarca da'vâdan ki, inler dağlar, enginler;
Oturmuş ağlayan âvâre bir mâsumu kim dinler?”
Evet, Mehmet Akif, ağlayan bir mazlum olmak yerine mücadele eden, hakkının peşine düşen bir dava adamı olmayı tercih etmiştir. Buna rağmen İstiklal Marşı’nı yazdığı yeni devletinin gadrine uğrayıp mülteci durumuna düşmekten de kurtulamamıştır.
Sürgün olarak 11 yıl yaşadığı Mısır’daki günleri hastalıkla, yoklukla, parasızlıkla ve en acısı da vatan hasretiyle geçmiştir. Sonunda vatanına kavuşabilmiştir; ama hayatı gibi ölümü de hüzünlü olmuştur. Dünyada cenaze namazına devlet erkânının katılımı yasaklanan belki de tek milli şairdir.
Bakınız o acı güne şahit olan bir üniversite öğrencisi manzarayı nasıl anlatıyor: “Biz birkaç öğrenci Akif’in cenazesinin Beyazıt Camii’ne gelmesini bekliyorduk. Bir süre sonra bir cenaze arabası yanaştı. İki kişi üstünde örtü bile olmayan bir tabutu indirmeye çalışıyordu. Cami avlusunda Akif’in cenazesini bekleyen birkaç üniversite öğrencisi de tabutun fakir ve örtüsüz haline acıyıp yardım etmek istedi. Cenazenin yanına yaklaşınca bu tabutun Mehmet Akif’e ait olduğunu anlayan öğrenciler ağlamaya başladı. İçlerinden birisi koşa koşa yakındaki lokantanın bayrağını alıp getirdi ve vatan şairinin tabutunun üzerine örttü. Namaz vaktine kadar olan kısa süre içinde yüzlerce üniversite öğrencisi Akif’in cenazesine akın etti. Vatan şairinin tabutu üniversiteli gençlerin omzunda tekbirlerle Edirnekapı Şehitliği’ne kadar taşındı.” Maalesef Mehmet Akif işte bu şekilde son yolculuğuna uğurlanmıştır.
Sevgili gençler;
Bakın bu milletin tarihinde neler olmuş neler. Düşünün, bir istiklal şairine devlet erkanından kimse onun ölümünde uğurlamaya gelmiyor, gelemiyor. Nerelerden geçtik be, hamdolsun şimdi neredeyiz.
Mehmet Akif her şeyden önce bir istiklal ve istikbal aşığıydı. Asım’ın Nesli’ni yetiştirmek için ter döken bir muallim, bir fikir işçisi olan Mehmet Akif ömrü boyunca bunun mücadelesini verdi. Onun tek umudu sizler, gençlikti. Nitekim ebedi istirahatgahına da hayatını adadığı o gençlerin omzunda gitti. Onun hayal ettiği gençlik, Paris’e gitmeden önce millete Fatih Camii’nin minaresinden, gelince de Eyfel Kulesinden bakan, yani kendine, değerlerine yabancılaşan bir gençlik değildi. Onun için gençler, Edirnekapı Şehitliğini ihmal etmeyin, uğrayın ve Mehmet Akif merhumu orada hayırla, bir de kabri başında yad edin.
Burada özellikle tarihine, medeniyetine, kültürüne sahip çıkan, bu birikimi batının fenniyle, bilgisiyle, tekniğiyle teçhiz eden, tahkim eden bir gençlik peşindeydi Akif. Az önce defaatle okundu, bu gençlik, “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem. Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” diyen cesaret abidesi bir gençlikti. Bu nesil hem kendi ilim pınarlarından doya doya içen, hem de nerede yeni, faydalı, müspet varsa onu bulup getiren, alıp kullanan bir gençlikti.
Yine kendi ifadesiyle ‘eskiyi eski olduğu için atmayacak, yeniyi de yeni olduğu için almayacak incelikte, böyle bir keskin şuura sahip bir nesil’ hayal ediyordu Akif. Mehmet Akif, toplumu doğruya, iyiye, Hakk’a yöneltecek şeyin eğitim ve ilim olduğuna inanıyordu. Amacı; toplumun kuruyan, kurutulan pınarlarını bilgi, ilim ve hikmetle doldurmaktı. Bunun için eğitimi, Çanakkale mücadelesiyle aynı mesabede, aynı değerde görüyordu. Onun gözünde Asım’ın Nesli bu milletin bağımsızlık mücadelesini bilgiyle, ilimle, irfanla sürdürecek, Çanakkale Destanı’nı gerçek zaferle taçlandıracak bir nesildir, sizsiniz.
Mehmet Akif’in Asım’ı; merhum Cemil Meriç’in “Haluk bir cins isimdir, tarihten kaçanların ismi” dediği yabancılaşmış, ruh kökünden kopmuş genç aydın tipinin zıddıdır. Bizim son 200 yıllık siyaset, kültür ve sanat hayatımız, aslında Tevfik Fikret’in Haluk’u ile Mehmet Akif’in Asım’ının mücadelesinin tarihidir.
Bir tarafta yerli ve milli olan vardır, diğer tarafta belli mahfillerin taklitçiliğini aydın olmak sananlar vardır, Geziciler vardır. Bir tarafta bu millete hizmet edenler vardır, diğer tarafta milleti tahkir edenler, aşağılayanlar vardır. Bir tarafta ‘Hakimiyet milletindir’ diyenler, diğer tarafta milleti mümeyyiz görmeyen vesayetçiler vardır. Bir tarafta bu ülkenin gençlerinin geleceği için canını siper edenler, diğer tarafta gençleri kör ideolojilerine kurban edenler vardır.
İşte şu anda Güneydoğu’da, Doğu’da yaşananlar, orada gençlerimiz için örülen ağlar... Bir tarafta ihya ve imar edenler vardır, diğer tarafta yakıp yıkanlar vardır. Bir tarafta herkesi için hak, adalet ve özgürlük mücadelesi verenler, diğer tarafta sadece kendi grupları, kendi çıkarları için çalışanlar vardır. Tüm bunlar, gençler size ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Bugünün Türkiye’sinde de aynı saflarda, aynı mücadele devam etmektedir.
Sevgili gençler,
İşte biz son 13 yıldır bu ülkeye faydalı bir nesil yetiştirmenin Asım’ın neslini ayağa kaldırmanın mücadelesini veriyoruz. Bu mücadelemizi de 78 milyonun tamamı için yapıyoruz. Bu ülkenin hiçbir gencinin heba olmasına, yitip gitmesine gönlümüz razı değil. Dün televizyon ekranlarında izlemişsinizdir, Güneydoğu’da düşünün bir kültür merkezini ateşe veriyorlar. İçinde genç yavrularımız var. Bunlar yanarak şehit olabilirlerdi. Rabbimin lütfuyla elhamdülillah kurtarıldılar. Okulları yaktılar, bu okullarda da yavrularımız gidebilirdi. Camilerimizi yaktılar, hala yakıyorlar. Ve lafa gelince de utanmadan-sıkılmadan barış kelimesini, hiç de yakışmıyor ya ağızlarına, alıyorlar. Ve şimdi bir de bu ülkede topraklarımızı bölmekten, böleceklerinden bahsediyorlar.
Gençler, hiç üzüntüye kapılmanıza gerek yok. Allah’ın izniyle bu ülkede herhangi bir operasyona, herhangi bir ameliyata asla ve kat’a müsaade etmeyiz, bunu böyle biliniz, asla ve kat’a… Zira biz şu terbiyeyle yetiştik: ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır’ diyerek yetiştik. Bunun için Rabia dedik; tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik; böyle yürüdük.
Zira 78 milyon tek milletiz; Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Arap’ıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla 78 milyon tek milletiz. Çünkü biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevdik.
Tek bayrak dedik. Bayrağımızın rengi, gençler biliyorsunuz, şehidimizin kanı. Hilal, bağımsızlığımızın ifadesi. Yıldız, şehidimizin ta kendisi.
Ve ardından da vatan toprakları, 780 bin kilometrekareyle bu vatan Türkiye Cumhuriyeti’nin vatan topraklarıdır. Gençler, şunu unutmayacaksınız: Dikleşmeyeceğiz, ama dik duracağız, hiç unutmayacağız.
Ve dördüncüsü tek devlet; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin içinde bir başka devlete asla müsaade edilemez. Gençler, bu millet geçmişte çok acı yaşadı. Bu ülke en değerli sermayesini, yani gençlerini kışkırtmalara, provokasyonlara, kirli hesaplara kurban verdi. Bir dönem bu ülkenin gençleri sağ-sol diye birbirine kurşun sıktı. Maalesef bu ülkenin kimi kandırılmış gençleri Gezi olaylarında olduğu gibi sokaklarda, meydanlarda bir piyon gibi kullanıldı. Bu ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’sundan binlerce genç, Kandil’de kurulan insan pazarında bozuk para niyetine harcandı. Aynı şekilde ekmeğinin peşinde yurt dışına giden vatandaşlarımızın evlatlarından, o en alttakilerden benliğinden kopanlar, yitip gidenler oldu.
İşte bugün de ODTÜ’de namaz kılan gençlerin üzerine saldırıyorlar. Ve ben buradan sesleniyorum: Yönetici kadrolar, bunlar lafa geldiği zaman özgürlükçüyüz diyorlar, sizin neyiniz özgürlükçü? Ellerine geçirdikleri bir dokunulmazlık zırhını bunlar maalesef bu tür aleyhte kullanma gayreti içerisine giriyorlar. Öyle bir şey olmaz, olamaz. Gereği neyse bunun da YÖK tarafından yapılması gerekir. Ve tabii ki Cumhurbaşkanlığı makamı olarak bizler bunun da takipçisi olacağız. Ama bunlar yönetim olarak hiçbir zaman özgürlükçüyüz diyemezler.
Aynı şekilde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muzda pek çok çocuğumuz, gencimiz, evladımız asla kendilerinin olmayan bir kavganın içinde birer-ikişer kaybolup gidiyorlar. Halbuki biz tıpkı Mehmet Akif gibi, elindeki çivili sopalarla eğitim görenlere, namaz kılanlara hücum eden değil; elindeki molotofla, kaleşnikofla, roketatarla devletine, kendi halkına saldıran değil Asım’ın Nesli bir gençliği görmek istiyoruz.
Ben şunu her fırsatta ifade ediyorum: Gençlerimizin farklı olması, farklı fikirlerden dünya görüşlerinden olması bizim için daima bir zenginliktir. Bu ülkenin en büyük hazinesi, üniversite kürsülerinde, amfilerinde, sınıflarda gençlerimizin görüşlerini özgürce ifade edebilmesi, tartışabilmesidir. Fikri olmayan insan şiddete sığınır. Üniversitelerde ve sokaklarda şiddet uygulayanları fikirleri olmadığı için bu yola başvuran zavallılar olarak görüyorum.
Bu durumda karşımızdakiler birer genç olmaktan, üniversite öğrencisi olmaktan, mazlum olmaktan çıkar, sadece birer adli suçlu haline gelir. Benim gönlüm böyle bir manzaraya asla razı değil. Gerek üniversitelerimizdeki, gerekse hendeklerin gerisindeki gençlerin en kısa zamanda kendilerine, ailelerine, milletimize ve insanlığa faydalı bireyler haline dönüşmesini temenni ediyorum.
Tabii bu arada, evet bölgenin belediyelerine de tekrar hatırlatıyorum, çok söyledim de tekrar hatırlatıyorum: Bu tür hendekler kazmayı bırakın da, temsilcisi olduğunu iddia ettiğiniz benim Kürt kardeşlerime o belediyenin iş makineleriyle lütfen hizmet veriniz. Onların çöplerini toplayınız, suyu olmayan o Kürt kardeşlerimin evlerine lütfen onların suyunu götürünüz, atık sularını taşıyacak kanalizasyonları yapınız. Bunlar var mı? Yok. O sayılan ilçelerde bugün kanalizasyonlar maalesef açıktan akıyor. Kürt kardeşlerime asıl zulmü, kendilerini temsil ettiğini söyleyen bu takım yapıyor.
Çok değerli kardeşlerim;
Uzun bir dönem medeniyetin merkezinde yer almış bir ülkenin aydını, yazarı, sanatçısı olmak elbette zordur. Bu bilhassa Türkiye gibi eskiye dair ne değer varsa ötelendiği, tahkir edildiği bir dönemde ona sahip çıkma misyonuyla hareket eden bir mütefekkir için çok daha zordur. Mehmet Akif hayatı boyunca işte bu ağır yüke talip olmuştur. “Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim… İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.” Onun çileyle, mücadeleyle, kimi zaman sürgünlerle yoğrulmuş hayatı nasıl bizden önceki nesillere ve bize örnek olmuşsa, inşallah gelecek nesillere de rehberlik edecektir.
Biz tıpkı Mehmet Akif’in özlemini çektiği gibi geçmişimizden aldığımız dersle, ilhamla, aşkla, inançla geleceğe yürüyen bir milletiz. Hamdolsun, işte şu karşımda gördüğüm manzara Çanakkale’de, Anadolu’da akan kanların suladığı fidanların bugün meyveye durduğunu işaret ediyor. Şu karşımdaki coşku, Asım’ın Nesli’nin bir hayal değil, bir hakikat olduğunu gösteriyor.
28 Şubat oldu, 28 Şubat’ta İmam Hatip Liselerinde 600 bin öğrenci vardı. İktidara geldik, bu öğrenci sayısı 60 bine düşmüştü, ama şimdi hamdolsun 1 milyon 200 bin öğrenci var. Evet, o güzeller güzeli ifadede ne diyor: “Men sabera zafera; sabreden kişi, kimse zafere ulaşır.” Sabrettik, ama sonunda zafer mukadder oldu. İnşallah istikbali 2053 Türkiye’sini, bunu biz göremeyeceğiz, ama temenni ediyorum, dua ediyorum ki bu nesil görecek inşallah veya görenler çıkacak. 2071 Türkiye’sini inşallah evlatlarınız ve torunlarınızla beraber sizler inşa edeceksiniz.
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, bir kez daha İstiklal Marşı şairimiz, büyük dava ve mücadele adamı Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle, hürmetle yad ediyorum. Üstat Necip Fazıl Kısakürek’i rahmetle yad ediyorum. Ve yine o yedi güzel adamdan ebediyete irtihal etmiş olanları rahmetle yad ediyorum.
Bu güzel organizasyonu tertip eden, bizleri biraraya getiren herkese gönülden teşekkür ediyorum.
Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.