18. Muhtarlar Toplantısı’nda Yaptıkları Konuşma

06.01.2016

Çok değerli muhtarlarımız,

Değerli kardeşlerim,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz.

Bir yıldır sürdüğümüzü muhtarlar toplantımızın 18’incisinde sizlerle biraradayız. Bugün de Antalya, Çanakkale, Çankırı, Denizli, İstanbul, Kayseri, Şanlıurfa, Tokat ve Trabzon’dan gelen siz kıymetli muhtarlarımızı misafir ediyoruz. Yeni yılın bu ilk muhtarlar toplantısında 2016 yılının ülkemiz, milletimiz ve tüm insanlık için hayırlar getirmesini Allah’tan temenni ediyorum.

Geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan’a resmi bir ziyaret gerçekleştirdik. Gerçekten çok verimli, çok önemli görüşmeler yaptığımız bu program vesilesiyle Mekke ve Medine’yi de ziyaret etme, bir umre yapma imkânımız oldu. Yılın son günlerini Mekke ve Medine’de geçirerek ülkemiz, milletimiz, ümmetimiz ve tüm insanlık için dua ettik.

Dualarımızda barış, huzur, güvenlik, esenlik temennilerimizi ifade ettiğimiz bu ziyaretin son gününde, Medine’de bir gazeteci arkadaşımızı, kardeşimizi, Hasan Karakaya dostumuzu kalp krizi neticesi kaybetmenin üzüntüsüyle kutsal topraklardan ayrıldık. Esasen o mübarek topraklarda son nefesi vermek her kula nasip olmayacak bir ayrıcalıktır, bir güzelliktir diye düşünüyorum.

Hasan Karakaya kardeşimiz son namazını Ranza-i Muahharda adeta bir veda namazı olarak kıldı ve o şekilde oradan veda ile ayrıldı ve yaklaşık 1-1,5 saat sonra da son nefesini vererek ayrı bir imtiyazla aramızdan ayrılmıştır, böyle inanıyorum. Kendisine bir kez daha Allah’tan rahmet, yakınlarına, Akit ailesine ve basın dünyasına başsağlığı diliyorum.

Değerli kardeşlerim,

2015 yılı hem ülkemiz, hem bölgemiz, hem de dünya için gerçekten zorlu bir yıl oldu. Geçtiğimiz yıl yaşadığımız 2 seçime rağmen Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarını muhafaza etmeyi başardı.

Buna rağmen seçim dönemlerinin belirsizliğini ve bölgedeki gelişmeleri fırsat bilen bölücü örgüt bazı ilçelerimizde ve bazı mahallelerde terör eylemlerine başladı. Güvenlik kuvvetlerimiz yerleşim yerlerinde süren bu terör eylemlerine bölgede yaşayan sivil halka zarar vermemek için azami bir dikkat ve hassasiyetle müdahale ediyor. Bu da aslında çok kısa sürede sonuçlanabilecek operasyonların nispeten uzun bir zaman dilimine yayılmasına sebep oluyor. Biz tek bir masum vatandaşımızın hayatını tehlikeye atmaktansa operasyonların uzamasını tercih ettik, tercih ediyoruz.

Geçtiğimiz yıl yurt içinde ve yurt dışında gerçekleştirilen operasyonlarda 3100’ü aşkın terörist etkisiz hale getirildi. Aynı dönemde asker, polis, geçici köy korucusu ve sivil vatandaşlardan da 300 civarında kaybımız var. Şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum. Gazilerimize, yaralılarımıza Allah’tan acil şifalar temenni ediyorum.

Biz bin yıldır bu topraklarda yaşamanın bedelini kesintisiz şekilde ödemiş bir milletiz. Bugün oynanan oyunların gerisinde bu coğrafyadaki bin yıllık hesaplaşmanın yattığını çok iyi biliyoruz. Fakat ne yapsalar boş… Özellikle son 200 yıldır yaşadığımız tüm acılara, maruz kaldığımız tüm haksızlıklara, kayıplara rağmen işte hala dimdik ayaktayız, evvel Allah ayakta durmaya devam edeceğiz.

Üstelik sadece ayakta kalmakla yetinmiyor, her alanda büyüyor, gelişiyor, ileriye gidiyoruz. Dünkü Türkiye’yi sarsmak, önüne engeller çıkartarak yavaşlatmak, hatta yolunu değiştirmek kolaydı. Bugünkü Türkiye bu tür operasyonlar, bu tür ameliyatlar konusunda çok daha dirençlidir, çok daha sağlamdır. Ne bölgemizde oynanan oyunlar, ne de içimizde sürekli ateşi canlandırılan fitneler, milletimizi yolundan alıkoymayacaktır, alıkoyamayacaktır.

Geçtiğimiz 13 yılda yaşadığımız badirelerin hepsini nasıl geride bıraktıysak, bugün önümüzde duran sorunları da o şekilde aşacağız. Şu ülke bize karşıymış, şu güç bizim aleyhimizdeymiş, bunların hiçbiri de önemli değil. Birisi kalkar Moskova’ya gider, nasihat alır döner. Ha, ona çok yardım yapacaklarmış, onun arkasında ona güç veren terör örgütüne silah yardımı yapacaklarmış, ne yaparlarsa yapsınlar; ne diyor ilahi emirde? ‘Allah bize yeter, o güzel bir vekildir.’

Eğer biz bu inanca, bu imana sahip olmasaydık Malazgirt’te 20-30 bin kişilik bir kuvvetle o dönemin en büyük askeri gücü olan 200 bin kişilik Bizans ordusunun karşına dahi çıkamazdık. Eğer biz bu inanca sahip olmasaydık, 600 yıl boyunca 3 kıtada hüküm süren tarihin en kudretli devletini kurup yaşatamazdık. Aynı şeklide bu iman olmasaydı, Çanakkale’de dönemin en güçlü silahlarla teçhiz edilmiş ordularını mağlup edemezdik. Kurtuluş Savaşımız da aynı inancın ürünüdür. Terörle mücadelede vatan savunmasında görev yapan güvenlik kuvvetlerimizin de, Malazgirt’teki, İstanbul’un fethindeki, Çanakkale’deki, Dumlupınar’daki ruhla, inançla mücadele ettiklerini biliyorum. Bu ruh, bu iman bizde oldukça, Allah’ın izniyle ne vatan toprağının bir karışını kimseye veririz, ne de hedeflerimizden vazgeçeriz.

Değerli kardeşlerim,

Üstadın ifade ettiği gibi; ‘Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes / Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es.’ Türkiye 2023 hedefleriyle bu doğrultuda attığı adımlarla surda işte o mukaddes gediği aşmıştır. Esasen bugün bölgemizde ve ülkemizde yaşadıklarımızın bir bölümünün gerisinde bu gelişmeden duyulan endişenin yattığını da çok iyi biliyoruz. Ve onlara diyoruz ki: Ne yaparsanız yapın, bizi yolumuzdan döndüremeyeceksiniz. Türkiye sizin üst aklınızın size verdiği akıldan çok daha güçlü bir ferasete sahiptir, bunu bir defa bilin. Türkiye 2023 hedeflerine de ulaşacak, 2053 ve 2071 vizyonlarını da hayata geçirecektir. Çünkü biz inandığımız için üstün olduğumuzu biliyoruz. Merhum Akif’in İstiklal Marşı’mızda veciz bir şekilde ifade ettiği gibi; ‘Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın / Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.’

Değerli kardeşlerim,

Ülke ve millet olarak yaşadığımız tüm sıkıntılara rağmen geleceğe ümitle bakmak için çok fazla sebebimiz olduğuna inanıyorum. Bunun için yapmamız gereken çok önemli işler vardır. Bölücü terör örgütünün tümüyle etkisiz hale getirilmesi sadece güvenlik açısından değil, siyasi ve sosyal değişimin sağlıklı yürümesi bakımından da şarttır.

Siyasi partilerimizin önemli bölümü bu konuda iyi bir imtihan vermiyor, sadece Hükümete, Başbakana, Cumhurbaşkanına karşı pozisyon almak adına terör örgütüyle aynı safta buluşmakta sakınca görmeyen bir siyaset anlayışıyla karşı karşıyayız.

Maalesef hendek kazan teröristleri ‘arkadaşı’ olarak gören, terör örgütünün eylemlerine billboard ilanlarıyla destek veren bir ana muhalefetimiz var. Meclis kürsüsünde dizi repliklerinden güvenlik güçlerimizi de töhmet altında bırakacak muğlak alıntılar yapan mektuplar okunarak terör karşısında dik duruş sergilenemez.

Terörün, terör örgütünün ya yanında olursunuz ya da karşısında olursunuz, bu işin ortası asla olamaz. Ana muhalefet partisine oy veren yüzde 25’in bu partinin terör örgütüyle aynı çizgiye gelmesinden rahatsız olduğundan ben eminim. Hatta bölgeden çok ciddi oy alan diğer partiye destek verenlerin de yaşananları, hendekleri, oralara döşenen bombaları, yakılan okulları, camileri, iş yerlerini, duvarları delinen evleri, mahremiyetleri ihlal edilen insanların durumlarını tasvip etmediklerine ben inanıyorum. Yaşanan hadiselerin bölge insanının hakkıyla, hukukuyla, talepleriyle, beklentileriyle, geleceğiyle bir ilgisinin olmadığı artık açık ve net bir şekilde görülmüştür.

Kardeşlerim;

O evleri yakılan-yıkılan, tarumar edilen o insanlar Kürt değil mi? Bu kar kışta o insanların evini barkını terk ederek başka illere veya akrabalarına gitmesi zulüm değil mi? Bu zulmü yapan bu bölücü terör örgütü ve onun temsilcisi konumunda olan siyasiler bunun hesabını ne bu dünyada, ne de ebedi alemde veremezler, veremeyecekler. Bu oyun bin yıllık hesaplaşmanın yeni bir tezahüründen başka bir şey değildir. Terör örgütü de, sırtını ona dayayan parti de bölgede hesabı ve çıkarı olan güçlerin oyuncağı haline dönüşmüş birer kukladan ibarettir.

Burada bir kez daha ifade ediyorum; Türkiye’de Kürt sorunu değil terör sorunu vardır, bunu böyle bilmemiz lazım; kimse bize bunu yutturmaya kalkmasın. Türkiye’de Kürt sorunu değil terör sorunu vardır. Türkiye’de tüm etnik unsurların hepsinin kendine has sorunları vardır. Başımız gözümüz üstüne, hep biz bu sorunları gidermeye çalışmışızdır; ama Türkiye’de kalkıp da yatıp kalkıp ‘Kürt sorunu da Kürt sorunu, Kürt sorunu da Kürt sorunu’; bunu yutturamazsınız. Biz bunu 2005’de biliyorsunuz Diyarbakır konuşmamda kapattık, dedik ki ‘Artık Türkiye’de böyle bir sorun yok’; bunu kimseye anlatamazsınız, Türkiye’de terör sorunu vardır.

Allah’ın izniyle devlet ve millet olarak bu sorunun üstesinden gelecek güce, imkâna, kararlılığa sahibiz. Siyasi partilerimizden bu konuda çok daha fazla hassasiyet bekliyoruz. Demokrasiyle terörün yan yana olamayacağını kabul eden her siyasetçi, her parti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin terör örgütlerine karşı verdiği mücadeleyi kayıtsız şartsız desteklemek mecburiyetindedir. Bu şekilde davranmayan her parti, her siyasetçi kendi varlık amacını inkâr etmiş, taşıdığı sıfata ihanet etmiş olur.

Bizim gözümüzde hendeği kazanla hendeği savunanın, bombayı koyanla bombayı savunanın, silahın kabzasını tutanla onu savunanın hiçbir farkı yoktur. Türkiyelileşmek iddiasıyla yola çıkıp varlıklarını hendeklere endeksleyenlerin, Kandil’in şamar oğlanına dönenlerin durumunu hep birlikte ibretle takip ediyoruz. Kürt kardeşlerimin adını istismar ederek bu ülkeye ve bu millete husumet besleyen kim varsa onun eteğinin altına girmenin adı siyaset değil ihanettir ihanet. En başta da Kürt kardeşlerime ihanettir, Çünkü onlar bu ülkenin ve bu milletin ayrılmaz birer parçasıdır. Türkiye’nin gördüğü her zarar, Kürt kardeşlerimin de zararıdır. Türkiye’nin ileriye doğru attığı her adımın kazanımı Kürt kardeşlerimin de kazanımıdır.

Bu gerçeğe rağmen Türkiye’nin tüm kazanımlarına, tüm değerlerine, tüm imkânlarına saldırmanın adı beşinci kol faaliyetidir. Siyasetin imkânlarını siyaseti imha etmek için, daha önemlisi kendi ülkesine saldırmak için kullananlara karşı çok daha kararlı bir duruş sergilemenin zamanı gelmiştir.

Dünyanın hiçbir yerinde kendi ülkesine ve toplumuna karşı bu derece aleni cephe alıp da varlığına ve faaliyetlerine izin verilen bir siyaset anlayışı yoktur. Siz gidip Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da, Rusya’da veya başka herhangi bir ülkede o ülkenin bütünlüğüne yönelik adımlar atmaya kalkın bakalım da görün başınıza neler gelir. Dünyanın hiçbir ülkesinde terör örgütlerini ve eylemlerini savunmanın adı siyaset değildir. Türkiye bu bakımdan gerçekten çok olgun, hatta gereğinden de fazla müsamahakâr bir ülkedir. Biz bunu yaptık, ama artık evet bıçak kemiğe fazlasıyla dayandı. Şu anda yargılanıyorlar, tabii bu yargılananların hem sayısı artacak, hem de arazide işte görüyorsunuz dağ taş demeden Silahlı Kuvvetlerimiz, polisimiz, geçici köy koruyucularımız, hepsi şu anda bir mücadeleyi kararlılıkla sürdürüyorlar.

Prensip olarak ben siyasi partilerin kapatılmasına karşıyım, gereksiz görüyorum, hiç düşünmeye bile gerek yok. Ancak herhangi bir siyasetçinin yaptığı suçun, hatanın bedelini kurumsal olarak partisi değil şahıs olarak kendisi ödemelidir. Bu genel başkan da olabilir, milletvekili de olabilir, belediye başkanı da olabilir, meclis üyesi de olabilir. Kim olursa olsun bunun bedelini ödemelidir; o kadar. Tercihini siyasetten, siyasetin imkânlarından yana değil terörden, terör örgütünün eylemlerinden yana koyanlar bunun hesabını hukuk önünde vermelidirler. Milletvekili sıfatı, belediye başkanı unvanı, parti yöneticisi pozisyonu hiç kimseyi, şayet terör örgütünün yanında saf tutmuşsa, hukuk önünde hesap vermekten kurtaramaz, kurtarmamalıdır.

Kardeşlerim;

Terör örgütünün diğer mensupları için hukuk neyi emrediyorsa bu kişiler için de aynı yöntemler işletilmelidir. Milletvekilli dokunulmazlığı, terör örgütüne perde olmak için değil Meclis’te millete daha iyi hizmet vermek için getirilmiş bir imtiyazdır. Bu imtiyazın istismarına artık Parlamentomuz izin vermemelidir. Terör örgütü mensubu gibi hareket eden milletvekilleri konusunda Meclis’in ve yargının harekete geçmesi şarttır diye düşünüyorum.

Aynı şekilde milletin kendisine hizmet için emanet ettiği imkânları terör örgütünün emrine sunan belediye başkanları konusunda da, meclis üyeleri konusunda da İçişleri Bakanlığı ve yargının harekete geçmesi gerekiyor ve geçtiklerini de biliyorum.

Yine üniversiteler, hastaneler, okullar başta olmak üzere kamu kurumları içinde görev yapanlardan terör örgütünün yanında yer alanların da süratle ayıklanmasına ihtiyaç vardır. Kimse, ama kimse bu devletin ekmeğini yiyip de bu devlete kılıç çalamaz. Cumhurbaşkanı olarak milletimizin vicdanını yaralan görüntülere, beyanlara daha fazla şahit olmak istemiyorum. Milletimizi ‘ya devlet başa, ya kuzgun leşe’ deme noktasına getirmemeliyiz.

Değerli kardeşlerim;

2016 yılında çözümü yolunda mesafe kat edileceğini ümit ettiğim bir diğer önemli meselemiz de yeni anayasa konusudur. Türkiye artık darbe dönemlerinin dışında siyasetin imkânlarıyla yeni anayasasını yapabilme iradesini ortaya koymalıdır. Darbe anayasalarıyla yönetilen ülke utancından artık kurtulmalıyız. Daha bismillah demeden dayatılan ön şartlar milletimizin arzu ettiği, beklediği, Türkiye’nin yaşadığı değişimi kucaklayacak, önünü açacak bir anayasanın inşasını zorlaştırıyor. Referansımız mevcut Anayasa ise, niçin yeni anayasa peşinde koşuyoruz? Adı üstünde, yeni anayasa yeni bir anlayışla, yeni bir yaklaşımla oluşturulmalıdır. Buna rağmen Sayın Başbakanın Meclis’te bu yönde bir uzlaşma sağlama istikametinde sürdürdüğü çabaları destekliyor, takdir ediyorum.

Şunu açıkça söylüyorum: Burada aslolan şey şudur: Toplumsal mutabakatın sağlanması. Bu ziyaretler niçin yapılıyor? Parlamentoda önce bu milletin vekilleri olarak bir mutabakat adımı atılsın, bu araştırılsın. Hatta nasip olur da şu anda kurulacak komisyonla bu adım atılırsa, sonunda bir de bununla ilgili bir arama konferansı da yapılabilir. Ve bunun neticesinde de millet ne diyor, milletin de kanaatini alıp milletin de kanaati neticesinde nihai kararı vekiller vasıtasıyla değil asıllar kararıyla vermek, inanıyorum ki bu işin en isabetlisi olacaktır. Ondan sonra da tabii şimdi bir taraftan milletimizin başkanlık sistemi veya yeni anayasayla ilgili bildiği nedir? İki; anlatanların bildiği nedir? Bunu da ortaya çıkarmamız gerekiyor.

Biliyorsunuz 2011 seçimlerinden sonra benzer bir tecrübemiz oldu. Bu defa geçmişteki tecrübenin ışığında daha müşahhas, daha hızlı ve daha samimi bir yeni anayasa süreci yaşanacağına inanıyorum. Meclis’te başlatılacak çalışmaların daha verimli sürdürülebilmesi için her partinin yeni anayasaya ilişkin kendi tekliflerini müşahhas bir şekilde ortaya koymasında da fayda görüyorum. Böylece kimin gerçekten yeni anayasa için çalıştığı, kimin de sadece sistemi tıkamanın peşinde olduğu tüm çıplaklığıyla görülmüş olur.

Tabii yeni anayasa çalışmaları kapsamında üzerinde durulması, tartışılması gereken hususlardan biri de, az önce ifade ettiğim başkanlık sistemidir. Açıkçası, muhalefet partilerinin bu konuda kendi geçmişleriyle, kendi tarihleriyle çelişen tutumlarını anlamakta zorlanıyorum. Tutarlı bir politika ortaya koymak yerine, sadece ‘Ötekiler ak diyorsa ben kara diyeyim’ gibi bir anlayışla yürütülen siyaset kimseyi başarıya götürmez.

Başkanlık sistemi, bu ülkenin, bu milletin tarihinde var olan, adı ne olursa olsun fiili uygulaması bulunan bir yönetim tarzıdır. Dünyadaki mevcut yönetim sistemleri olan parlamenter sistemin, yarı başkanlık sisteminin ve başkanlık sisteminin tamamının da başarılı ve başarısız örnekleri elbette vardır. Yine her sistemin ülkelerin kendi ihtiyaçları ve anlayışları doğrultusunda biçimlendiğini, adı aynı da olsa hiçbir sistemin diğerinin aynısı olmadığını da görüyoruz. İngiltere’deki parlamenter sistemle Türkiye’dekinin aynı olduğunu kim iddia edebilir? Amerika’daki başkanlık sistemiyle Güney Kore’dekinin aynı olduğunu söyleyebilmek mümkün müdür?

‘Parlamenter sistem diktatör üretmez’ diyenler var. Geçtiğimiz günlerde Hitler örneğini vermiştim. Meselenin önünü-arkasını bilmeyenler hemen buradan hareketle şahsıma hücum etmeye kalktılar. Hâlbuki benim söylediğim şey gayet basit; Almanya parlamenter sistemle yönetiliyordu, ama buna rağmen Hitler gibi bir diktatör ülkenin başına musallat oldu, ben bunu söyledim. Aynı şekilde Fransa parlamenter sistemde bulamadığı istikrarı yarı başkanlık sisteminde yakaladı, bunu söyledim. Yine başkanlık sistemiyle yönetilen pek çok ülke hem demokrasi bakımından, hem kalkınma bakımından bölgesindeki ülkelerin fersah fersah önüne geçebiliyor. Demek ki burada asıl mesele, ülkenin hedefleriyle yönetim biçimi arasındaki ilişkiyi doğru kurabilmektir.

İşte Türkiye’nin de kendi yönetim sistemini kendi ihtiyaçlarına göre belirlemeye ihtiyacı vardır. Ben ‘Türk biçimi veya Türkiye biçimi bir başkanlık sistemi’ dedim, başladılar saldırmaya. Bunlar kendi ülkelerinin markasını da istemiyorlar. Mecbur muyuz illa Amerikan sistemi, Fransız sistemi veya şu sistemi-bu sistemi söylemeye? Biz hepsinden alırız, adeta bir arı gibi ondan da, ondan da, hepsinden toplarız, balımızı yapar milletimize sunarız; olay bu kadar basit…

Ülkemizdeki mevcut parlamenter sistemin işleyişinden memnun olan var mıdır bilmiyorum, bugüne kadar olanını duymadım. Ama ben şahsen sürekli darbelere müdahalelere, krizlere çanak tutan bu sistemin ülkemin ve milletimin faydasına olmadığına inanıyorum. İşte biz parlamenter sistem yaşıyoruz güya. Ama devamlı ne getiriyor? Darbe üstüne darbe getiriyor. Çare olarak da, rahmetli Özal’dan rahmetli Türkeş’e kadar pek çok siyasetçinin teklifi olan başkanlık sistemini öneriyorum. Ama şu anda bakıyorum merhum Türkeş’in varisleri buna karşı çıkıyor. Demek ki iş kabir ziyaretiyle bitmiyor, ha zihin hazmedilmiş olsa karşı çıkamazlar. Demek o devam edemiyor. Başkanlık sisteminin altının nasıl doldurulacağına geçmişteki tecrübelerimize bakarak milletçe hep beraber karar vereceğiz.

Türkiye’nin hızlı karar alma ve uygulama ihtiyacı olduğu bir gerçektir. Başkanlık sisteminin bu ihtiyacı karşılayacak şekilde tasarlanması gerektiği kanaatindeyim. Bu sistemde yasama, yürütme ve yargı arasındaki sınırların doğru şekilde çizilmesi parlamenter rejimdeki pek çok sorunu ortadan kaldıracaktır. Yeni anayasa sürecinde diğer konularla birlikte bu hususun da günlük siyasi polemiklerin ötesinde bir anlayışla etraflıca ele alınarak tartışılması gerektiğini düşünüyorum.

Mesela çok önemli konulardan bir tanesidir işçi, memur meselesi, bu da çok önemli ve ülkemizde bu noktada çok ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Memur istihdamında yaşanan sıkıntılar, dolayısıyla 657’in elden geçirilmesi gerekiyor. Ama Tayyip Erdoğan bunu söyledi diye ‘istemezük’ diyenler çıkacaktır, onu da söyleyeyim. Ama mesele bu devlete, bu millete faydalı olur mu, olmaz mı; bunun üzerine gitmek lazım. Muhtarlar noktasında biliyorsunuz göreve geldiğimden itibaren sürekli olarak özlük haklarından tutunuz hepsini A’dan Z’ye ele aldık ve şimdi de yine aynı şekilde bu kararlı bir şekilde sürüyor ve sürmelidir.

Değerli kardeşlerim,

Sizden ricam şu: Özellikle İçişleri Bakanlığımızın sizlere dağıtmış olduğu formlara taleplerinizi en ince hassasiyetinizle yazın ve İçişleri Bakanlığımız, oluşturduğu bir ofisle, merkezle bu işleri takip ediyor, tüm ilgili bakanlıklarla bu işleri kovalıyor. Dolayısıyla, Sayın Bakanımız da şu anda heyetiyle zaten buradalar, onlar da bugün bu toplantımızı sizlerle birlikte takip ediyorlar.

Değerli kardeşlerim,

Bugün ‘Cumhurbaşkanı şuna karışmasın, buna karışmasın’ diyenlerin de hepsi de bu duruma mevcut sistemin yol açtığını aslında bal gibi biliyorlar. Cumhurbaşkanı olarak bugüne kadar anayasanın şahsıma vermediği hiçbir yetkiyi, tanımadığı hiçbir imkânı kullanmadım. Ve hangi yetkiyi veriyor, hangisini vermiyor, bunları da gayet iyi bilirim. Zira gökten zembille inmiş bir Cumhurbaşkanı değilim, siyasetin içinde ömrümün en verimli yılları geçti, hala da içindeyim. Ne yaptıysam hepsi de anayasaya uygundur, yasalara uygundur. Buna rağmen sürekli şahsımı eleştirenler, benim ‘Yönetim sistemimizi tartışmalıyız’ teklifime de karşı çıkıyorlar.

Bazı medya gruplarının ahlaki olmayan şekilde saldırılarını herhalde sizler de görüyorsunuz, izliyorsunuz. Acaba bu medya mensupları hiç ahlaktan nasipleri olmadı mı, olmaz mı? Bu ülkede yüzde 52’ye yapılan saygısızlığın ne olduğunu, bunlar ne anlama geldiğini biliyorlar mı?

Kardeşlerim,

Bunlar kendi isteklerinin, kendi arzularının yerine gelmeyişi sebebiyle çılgına dönüyorlar. Senin gazetenin tirajı ne? Sen bu yüzde 52’nin düşüncesine, iradesine bu kadar ahlaksızca nasıl saldırabilirsin? Nasıl onlara bu saygısızlığı gösterebilirsin? Tabi biz bütün hukuk yollarımızı sonuna kadar kullanacağız, kullanıyoruz.

Kardeşlerim,

Mevcut sistemden bu kadar memnunsanız, o zaman beni niye eleştiriyorsunuz? Mevcut sistemden memnun değilseniz alternatiflerinin tartışılmasına niye karşı çıkıyorsunuz? Milletimiz böyle durumlarda ne der? ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.’ Elbette ben bu eleştirilerin de, karşı çıkışların da, mevcut anayasayı sahiplenişin de herhangi bir siyaset, herhangi bir ilke ürünü değil, günlük reflekslerden ibaret olduğunu 40 yıllık siyasi tecrübeme dayanarak gayet iyi biliyorum. Her zaman ve her konuda olduğu gibi yeni anayasa ve başkanlık sistemi hususlarında da ben milletime, milletimin temsilcileri muhtarlarıma güveniyorum.

Kardeşlerim,

Şunu iyi bilin: Milletin talepleri önünde kimse duramaz. Yeni anayasa ve başkanlık sistemi konusunun milletimize mal olduğunu gittiğim her yerde görüyorum, kamuoyu araştırmalarında da görüyoruz. Siyasi partilerimiz ve Meclisimiz kendi üzerine düşeni yaptıktan sonra, nihai kararı verecek olan yine milletimizdir.

Ben anlamıyorum; siyasi parti önce buna ‘milletim ne diyor’ diye sorması lazım. Biz partimizi kurarken değerli kardeşlerim, 42 bin vatandaş üzerinde kamuoyu araştırması yaptık. Nerede yaptık? 81 vilayette yaptık, tamamen bilimsel ve birçok sorular sorduk. Türkiye’nin yeni bir siyasi partiye ihtiyacı var mı, yok mu? 42 bin denek üzerinde bunu yaptık, ondan sonra kurma kararını verdik. Yoksa parti kurmak için kurarsın; ama ondan sonra da geldiğin gibi gidersin değil mi? Ama biz böyle yapmadık, dediğim gibi yaptık ve 16 ay sonra da bizi milletimiz ne yaptı? İktidara getirdi, 16 ay sonra, bu çok önemli.

Kardeşlerim, Türkiye’nin değişik alanlarda adeta sistemini yenileme noktasında bir tazelenmeye, bir yeni başlangıca ihtiyacı var. Ne diyor Yunus Emre? ‘Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası.’ Evet, yeni doğmamız lazım. Bu millet, bu ülke değişime, yeniliğe, daha iyiyi, daha güzeli aramaya hiçbir zaman kapalı olmamıştır. Her kim ki bu gerçeğe sırtını dönmüşse, o tarihin tozlu raflarındaki yerini almıştır.

Parlamenter sistem gökten zembille inmemiştir, bu sistem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki ihtiyacın çok daha gerisinde Fransız sistemi örnek alınarak karşılanmasının ürünüdür. Daha sonraki yıllarda örnek aldığımız Fransa yarı başkanlığa geçerken, biz parlamenter sistemi fetiş haline getiren bir anlayışa saplanıp kalmışız. Başkanlık sisteminin en ideal yönetim sistemi olduğunu kimse zaten söyleyemiyor. Ben sadece başkanlık sisteminin Türkiye’nin ihtiyaçlarını bugünden daha iyi karşılayacağını ifade ediyorum. İnşallah 2016 yılı diğer hususlarla birlikte bu konuda da önümüzün açıldığı, ufkumuzun aydınlandığı bir yıl olacaktır diye düşünüyorum.

Değerli kardeşlerim,

Esasen gündemimizde değerlendirmemiz gereken daha pek çok konu var. Suriye’deki insanlık dramı, ülkenin içinde ve dışında her gün yürek parçalayıcı yeni görüntülerle tırmanarak sürüyor. Rejimin ve onu destekleyen Rusya’nın bombaladığı yerleşim alanlarında sürekli çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yani masum insanlar hayatlarını kaybediyor. Rusya, yüzde 10 itibariyle DAEŞ’i bombalarken, yüzde 90 itibariyle Lazkiye’nin kuzeyindeki Türkmen köylerini vuruyor; kimse kimseyi aldatmasın. Bombardımanlar sonucu yıkılan evler, okullar, fırınlar tahrip olan altyapı yüzünden insanlar sefalete mahkûm ediliyor. Akdeniz’in ve Ege’nin soğuk sularında hayatlarını kaybeden masumların haberleri günlük hayatımızın adeta bir parçasına dönüştü.

Avrupa’da dövülen, itilen, kakılan, kovulan, her türlü kötü muameleye layık görülen mültecilerin dramları artık dikkatleri çekmiyor. Ama ülkemizde hamdolsun biz bunlara müsaade etmiyoruz. Evet, acı ve ölüm istisna olmaktan çıkıp rutin haline gelerek insanlığın yüreğini her gün biraz daha nasırlaştırıyor.

Diğer taraftan mezhep fitnesi bir kez daha İslam dünyasını sarsıyor, Müslümanları karşı karşıya getiriyor. Bunu aslında bir üst akıl idare ediyor, bunu bilmemiz lazım. Mesele nedir? Mesele, İslam dünyasında bir mezhep çatışması olsun ve İslam dünyası kendi içinde paramparça olsun. Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Lübnan’da yaşanan görüntülerin gerisindeki en önemli sebebin mezhep fitnesi olduğunu biliyoruz.

Kardeşlerim, biz Peygamber Efendimizin tüm sahabelerine ve Ehlibeyt’e aynı derecede saygı duyan, hepsini aynı sevgiyle bağrına basan bir anlayışa sahibiz. Hazreti Ali (r.a) Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin adına, Hazreti Ebu Bekir’in, Hazreti Osman’ın tahkirine asla razı olmayız, bizde böyle bir şey yok. Tersine de asla rıza göstermeyiz. Mezhep görüntüsü altında sergilenen tavırların gerisinde bölgesel iktidar inşa etme çabası olduğunu gayet iyi biliyoruz. Suudi Arabistan’ın Büyükelçiliğinin roketatarla yakılması, yıkılması, aynı şekilde Irak’taki yine Suudi Arabistan’ın oradaki Büyükelçiliğinin yakılıp, yıkılması asla uluslararası münasebetler açısından kabul edilir bir yaklaşım değildir. ‘Biz bunu tasvip etmiyoruz’ demek o ülkelerin yönetimlerini de kurtarmaz. Niye? Sen gerekli tedbirleri aldın mı acaba?

Atılmış bir adım vardır, 47 kişi idama mahkûm edilmiştir. Türkiye’de bir idam müessesi yok. Doğrudur veya yanlıştır ayrı bir mesele; ama Suudi Arabistan’da bu müessese var, İran’da da bu müessese var, Amerika’da var, Rusya’da var, Çin’de var, buralarda hala idam çalışıyor. Buralarda yapılan idamlar noktasında ses-soluk çıkmıyor, ama şu anda Suudi Arabistan’da atılan bir iç hukuk meselesidir bana göre. Almıştır böyle bir kararı, bunların 46’sı Sünni’dir, El Kaide’yle bağlantılı olduğu için idam edilmişlerdir, bir tanesi de Şia. Ve bunun kararı da daha önceden verilmiş, bunun adımını da bu şekilde Suudi Arabistan atmıştır. Bunların kararıdır; tasvip edip-etmemek ayrı bir konu.

Mısır’da bini aşkın insan hakkında idam kararı verildi; ey dünya, neredesin, niye bunlarla ilgili konuşmuyorsunuz? Hele hele bunlardan bir tanesi Mursi’dir, Mursi ki halkının yüzde 52 oyuyla işbaşına gelmiş bir Cumhurbaşkanıdır, Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan bir insan idama mahkûm edilmiştir. Bir terörist miydi o? Değildi. Bir darbe; darbeyi yapan kim? Sayın Mursi’nin Milli Savunma Bakanı olan bir General. Kime yapıyor bunu? Kendi Cumhurbaşkanına. Peki, buna yönelik tüm dünyanın bir sesi çıktı mı, bir şey söylediler mi? Tek konuşan biz olduk. Niye? Çünkü adaletle hükmetmek bizim görevimizdi de onun için. İslam’ı ve Müslümanları böyle bir zilletle karşı karşıya getirenleri Allah ıslah etsin diyoruz.

Suriye’de 400 bin insan öldürülüyor, buna sessiz kalanlar bakıyorsunuz şu anda bir kişinin idamıyla ilgili her tarafı ayağa kaldırmaya çalışıyorlar. Niye oraya sesiniz çıkmıyor? 400 bin insan öldürülüyor, oraya her türlü örtülü-örtüsüz destekler veriyorsunuz. Para, silah, her şeyi veriyorsunuz; kime? Katil Esad’a. Hiçbir zaman kendinizi kurtaramazsınız, aklayamazsınız, bu gerçeği görmek gerekir.

2016 yılında başta Suriye olmak üzere, Müslümanların acı, gözyaşı ve kan içinde yaşadıkları tüm coğrafyalara barış, huzur, istikrar gelmesini temenni ediyorum.

Bu düşüncelerle bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni milletin evini teşrifiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımı, saygılarımı, muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum.

Biraz sonra yemekte bir arada olacağız. Şimdilik sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum.