99 Baraj Ve Hidroelektrik Santralinin Toplu Açılış Töreni’nde Yaptıkları Konuşma

14.01.2016

Orman ve Su İşleri Bakanlığımızın kıymetli mensupları,

Değerli iş adamları,

Kıymetli misafirler,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum.

Şu anda canlı bağlantıyla bizleri izleyen Artvin, Ardahan, Erzincan, Tokat, Adana, Düzce ve Sakarya illerimize, bu şehirlerimizde bizleri takip eden valilerimize, milletvekillerimize, belediye başkanlarımıza, firma temsilcilerimize ve vatandaşlarımıza da Ankara’dan selamlarımızı gönderiyorum.

Toplu açılış törenini gerçekleştirdiğimiz 99 baraj ve hidroelektrik santralimizin ülkemize, milletimize, bu yatırımları yapan firmalarımıza hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum.

Toplam yatırım tutarı 10 milyar lirayı bulan bu eserlerin ülkemize kazandırılmasında emeği geçen Sayın Bakanımız ve ekibiyle iş adamlarımıza, firmalarımıza teşekkür ediyorum.

Kalkınan, büyüyen, üreten ve refah düzeyi de buna göre artan Türkiye’nin enerji talebini karşılamak için bu yatırımları kesintisiz olarak sürdürmek mecburiyetindeyiz.

Dikkat ediniz, son yıllarda ülkemizdeki güven ve istikrar ortamını zarar vermeye yönelik saldırıların ilk hedeflerinden biri hep enerji yatırımlarımız olmuştur. Gezi olayları sırasındaki taleplerden biri neydi biliyor musunuz? HES inşaatlarının durdurulmasıydı. 17-25 Aralık darbe girişiminde hedef alınan iş adamlarına bakıyoruz, onların da çoğunun ülkemizin enerji yatırımlarında büyük pay sahibi şirketlerin sahipleri olduğunu görüyoruz.

Bakınız, Türkiye özellikle 2003 yılından beri gerçekleştirdiği çok büyük yatırımlara rağmen 180 milyar kilovat saat olarak hesaplanan hidroelektrik potansiyelinin ancak 91 milyar kilovatsaatini, yani yarısını kullanabilmiştir. Bu oran Amerika’da yüzde 86, Japonya’da yüzde 78, Norveç’te yüzde 72’dir. Peki, siz bu ülkelerde HES yatırımlarından vazgeçilmesi için eylem yapıldığını duydunuz mu, gördünüz mü? Bu yatırımları yapan iş adamlarının hedef alındığını duydunuz mu? Elbette göremezsiniz, duyamazsınız. Ben ne gördüm, ne duydum. Çünkü bu ülkelerde bizdeki gibi kendi ülkesine, kendi milletine husumet besleyen kesimler, onları destekleyen siyasetçiler ve medya kuruluşları bulamazsınız.

Değerli kardeşlerim,

Maalesef ülkemizde bedeni bu topraklarda yaşayan, ama ruhu bu coğrafyanın, bu milletin tüm birikimine, değerlerine düşman sayıca az, fakat sesi çok çıkan bir kesim var. Bunlar buldukları her fırsatta içlerindeki kini, husumeti, çirkinliği ortaya saçıyorlar, dışa yansıtıyorlar. İşte son örneğini Pazartesi günü hep birlikte yaşadık. Kendisine akademisyen diyen bir grup, bir güruh, çıkıp alenen terör örgütü yanında saf tutarak devletine ve milletine kin kustu.

Kardeşlerim,

Bu barajların en büyük düşmanı hangi güruhtur biliyor musunuz? Bölücü terör örgütüdür ve onu destekleyen siyasetçilerdir ve onu destekleyen akademisyenlerdir. Her ne kadar bu bildiriyi ülkemizdeki 151 bin akademisyenden sadece 1200’ü imzalamış da olsa ortaya çıkan durum çok düşüncüdür. Burada bir hususu özellikle belirtmek istiyorum, benim itirazım bu akademisyenlerin farklı düşünmelerine, farklı görüş ortaya koymalarına değildir.

Değerli kardeşlerim,

Türkiye’nin demokraside, hak ve özgürlüklerde geldiği yer itibarıyla hoşumuza gitmese de farklı görüşlere, düşüncelere, bunların ifade edilmesine elbette ki saygı duyuyoruz. Buradaki mesele, kendilerine akademisyen diyen bu kitlenin tamamı yalandan, saptırmadan, propagandan oluşan terör örgütünün dilini, üslubunu kamuoyuna dayatmasıdır. Terör örgütü adına elinize silah alıp kurşun sıkmanızla, onup propagandasını yapmanız arasında hiçbir fark yoktur. Bunun düşünce ve ifade özgürlüğüyle bir ilgisi kesinlikle bulunmuyor.

Bu ülkenin, bu vatanın birliğine, beraberliğine karşı olan herkes bilsin ki, bizim karşımızdadır. Çünkü biz ülkemizde bir şeyin müdafaasını, savunmasını açıkça yapıyoruz; nedir o? Biz tek millet olmanın gayreti içerisindeyiz, tek millet. Yani tüm etnik unsurlarıyla tek millet, 78 milyon olarak tek millet… Ve biz tek bayrak peşindeyiz, bu ülkede ikinci bir bayrak dalgalandırılamaz. Bayrağımız bu, rengi şehidimizin kanıdır, bağımsızlığın ifadesi olan hilali vardır, şehidimizin sembolü olan yıldızlarımız vardır.

Kardeşlerim,

Ekranları başında bizi izleyen tüm milletime Ankara’dan sesleniyorum; zira bu çok önemli, bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Tabii ki yeri geliyor canımız yanıyor, kolay değil, şehitlerimiz toprağa düşüyor. Ama şunu bilmemiz lazım ki; toprak şehitlerimizle vatan oluyor. Zira, ‘Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda / Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda, ? Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda’ diyen anlayış bizim anlayışımızdır.

Bütün bu olanları, bildiri imzalarını; hadi bunları sineye çektik. Peki, kendi ülkesine yabancıları davet etmek neyin nesidir? Bu mandacı zihniyeti biz çok iyi tanıyoruz. 100 yıl önce bu topraklar dört bir yandan düşman işgaline uğradığında da aynı zihniyet benzer taleplerle arzı endam etmişti. Milletimizin istiklaline ve istikbaline sahip çıkması sayesinde bu mandacı zihniyet hüsrana uğramıştı.

Dünya üzerinde hiçbir devlet kendi toprak bütünlüğüne yönelik tehditler karşısında sessiz ve hareketsiz kalmaz, kalamaz. Hiçbir ülke kendi vatandaşlarının hayatlarının, can ve mal güvenliklerinin hendek siyasetiyle, hendekle, bombalı barikatlarla, silahla tehdit edilmesine rıza göstermez.

Kardeşlerim,

Bakın dün gece Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde teröristler polis lojmanlarına ve emniyet kuvvetlerimizin binalarına saldırdılar. Bombalı araç, roket ve silahlarla gerçekleştirilen saldırıda bir polisimiz ve 5 vatandaşımız hayatını kaybederken, 6’sı polis, kalanı sivil 39 vatandaşımız da yaralandı. Şehit polisimize ve vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara şifa temenni ediyorum. Çınar saldırısı dahi tek başına terörün ve terör karşısında haysiyetli bir duruş sergilemeyenlerin alçak, ahlaksız, karanlık yüzünü göstermeye yeter.

Kardeşlerim,

Bu sözde aydınlar aydın değil, bunlar karanlıktır karanlık; bunu böyle biliniz. Zira bunların vatan diye bir meselesi yoktur, bunların millet diye bir meselesi yoktur, bunlar sadece şu güzel ülkemizi, şu güzel vatanımızı ‘nasıl karıştırırız, bu milleti nasıl birbirine düşürürüz’; bunun gayreti içindeler. Bu mesele kesinlikle demokrasi meselesi, hak ve özgürlükler meselesi, düşünce ve ifade hürriyeti meselesi değildir; Türkiye’nin bu konularda hiçbir eksiği yoktur. Bu mesele, sadece ve sadece devletin ve milletin bekası meselesidir. Milletin varlığına, birliğine, dirliğine yönelik saldırılar karşısında gereken her türlü tedbiri almak, ülkeyi yönetenler olarak bizim en başta gelen vazifemizdir.

Unutulmasın ki, devletin olmadığı yerde ne özgürlük olur, ne demokrasi, ne hak, ne hürriyet… Devletin olmadığı yerde sadece kaos olur, kan olur, gözyaşı olur. Dünyanın pek çok yerinde ve bölgemizde yaşanan durum ortada... Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki çeşitli ilçelerimizde, mahallelerimizde teröristlerin yol açtığı sıkıntılar karşısında devlet olarak vatandaşlarımızın hakkını, hukukunu korumak mecburiyetindeyiz. Güvenlik kuvvetlerimizin sivil vatandaşlarımıza zarar vermeme hassasiyetiyle hareket etmeleri, bu bölgelerin teröristlerin arındırılması sürecini yavaşlatıyor.

Kardeşlerim,

Düşünebiliyor musunuz, bitişik nizam evlerde, evler alttan birbirlerine tünellerle bağlanmış ve bu evlerdeki benim Kürt kardeşim evden çıkartılıyor, onlar göçe zorlanıyor ve dağdaki teröristler buralara yerleşiyor. Şimdi devlet olarak bizim görevimiz nedir? Can güvenliğidir, mal güvenliğidir, akıl güvenliğidir, neslin korunması anlayışıdır; bütün bunları biz yapmak zorundayız, bunu yapacağız.

Biz ‘çözüm süreci’ derken, çözüm sürecine bir yerlerden geldik, ‘demokratik açılım’ dedik, ‘milli birlik ve kardeşlik projesi’ dedik, ama hiçbirinden bunlar anlamadılar. Normal şartlarda 3-5 günde teröristlerden arındırılabilecek yerlerdeki operasyonlar bu hassasiyet sebebiyle haftalarca, aylarca sürebilir, sürebiliyor. Burada devletin herhangi bir zaafı yoktur, bunu biliniz. Bu işi çözmedikten sonra da asla bu operasyonlar durmayacaktır, bunu da biliniz.

Değerli kardeşlerim,

Biz 780 bin kilometrekarelik bu vatan topraklarını, 78 milyon vatandaşımızı bu 1100 tane sözde aydınlardan izin alarak, icazet alarak mı yöneteceğiz? Biz izni ve görevi milletten aldık ve şimdi milletin bize verdiği yetkiyi kullanıyoruz, bunu sonuna kadar da kullanacağız. Burada sadece devletin kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliğine duyduğu saygı vardır.

Buna karşılık terör örgütü mensupları vatandaşlarımızın malına, canına, mahremiyetine ve diğer tüm haklarına fütursuzca saldırmaktadır. Kürtleri temsil diye bir şey yok, bunu biliniz. Bunlar benim Kürt kardeşlerimi temsil etmiyor, tam aksine bunlar benim Kürt kardeşlerimin oradaki mahremiyetlerini bile çiğniyorlar. 6-7-8 Ekim’deki olaylarda dağın siyasetteki temsilcisi eş başkan benim Kürt kardeşlerimi sokağa davet etmedi mi? Ve sokağa davet ettikten sonra benim o zaman 50 tane Kürt kardeşim ölmedi mi? Ve bu 50 kişinin ölümüyle birlikte değerli kardeşlerim, 15 yaşındaki Yasin Börü’yü bunlar bir binanın 3’üncü katından atmak suretiyle arabayla da çiğnemediler mi? Ne yapıyordu Yasin Börü? Kurban eti dağıtıyordu. Bunları yaşamadık mı? Yaşadık. Buna benzer daha nice olaylar var. Bunların böyle bir derdi yok.

Ve biz bu ülkede 78 milyon vatan evladına hizmet verdik, biz 780 bin kilometrekareye hizmet verdik. İşte şimdi bu 99 barajı görüyorsunuz, bu barajlar ülkemin dört bir yanında var, şu ana kadar yapılan hakeza öyle.

Değerli kardeşlerim,

Bu bölücü terör örgütü ve onların siyasetteki temsilcileri özellikle Güneydoğu’da baraj yapılmasını istemiyorlar biliyor musunuz? Şu Ilısu Barajı’yla ilgili çektiğimiz çileyi bir ben bilirim, bir Bakanım bilir, bir de onun müteahhitleri bilir. Ve bunu yaparken de yapmadıkları, etmedikleri şey bırakmadılar; ama biz onlara rağmen Ilısu Barajı’nı da yapıyoruz, yapacağız ve bitireceğiz. Onlar yıkar, biz yaparız, aramızdaki fark bu.

Şimdi bu tablo karşısında terör örgütünün yanında yer almak için ancak o bildiriye imza atan sözde akademisyenler gibi ruhunuzun kirlenmesi, kararması, her türlü insani hasleti yitirmiş olmanız lazımdır; bu mümkün mü? Milletimizin bu mandacı artıklarına hak ettikleri cevabı vereceğinden ben şüphe duymuyorum.

Şimdi buradan ben ilgili kurumlarımıza sesleniyorum, dün seslendim, bugün de sesleniyorum; ilgili kurumlarımızın da anayasamıza ve yasalarımıza göre açık suç teşkil eden bu ihanet karşısında anayasal ve yasal gerekenleri yapacaklarına inanıyorum, buradan asla taviz verilemez.

Değerli kardeşlerim,

Sadece bu sözde akademisyenlerin değil, kimi siyasetçilerin de benzer tavırlar içinde olduklarını üzüntüyle görüyorum. Terör örgütünün güdümündeki siyasi partiyi ve siyasi arenada yer alan bu temsilcilerini hiç saymıyorum, gerek yok. Çünkü benim gözümde onlar artık siyasetçi değil, terör örgütünün bir maşasıdır. Şayet siyasetçi olsalardı kedi görüşleri, kendi iradeleri, kendi politikaları olur, onu uygular, ona göre hareket ederlerdi. Bunların tek yaptığıysa, terör örgütünden aldıkları emirleri yerine getirmekten, Türkiye’ye husumet besleyen kim varsa gidip ona yanaşmaktan ibarettir. Böyle bir siyaset olmaz, bu şekilde davranan siyasetçi de olmaz.

Benim asıl üzüldüğüm, başta genel başkanları olmak üzere bu ülkenin ana muhalefet partisini temsil eden siyasetçilerin ortaya koydukları tutumlar ve beyan ettikleri ifadelerdir. Ana Muhalefet Partisi’nin Genel Başkanı çıkıyor, terör örgütünün propagandasına alet olmasından duyduğu pişmanlığı dile getiren bir televizyon programcısını dik duramadın diye eleştiriyor. Bu genel başkana göre o televizyon programcısı bu durumdan üzüntü duymak bir yana, aynı tavrını sürdürmeli, yani terör örgütünün propagandasına devam etmeliymiş, öyle diyor genel başkan.

Biliyorsunuz aynı zat daha önce hendekçi teröristleri de arkadaşı olarak ilan etmişti. Beyefendi, bir kazma-kürek de sen eline al, sen de git orada hendek açıver. Bu partinin kimi mensupları da çatışmalarda yaralanan teröristleri hastanede ziyaret etmekten, güvenlik güçlerini tahkir etmeye, teröristlerle dayanışma ilanları asmaya kadar sergilemedik kepazelik bırakmadılar.

İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda bir terör örgütü bomba patlatıyor, misafirimiz olan turistlerin ölümüne, yaralanmasına yol açıyor, bu genel başkanın takıldığı yer savcılığın koyduğu yayın yasağı; hale bak... Ne olacaktı? Oradaki o tabloları tüm dünyaya izletecek miydik?

Fransa’da terör eylemleri yapıldığında hem bu ülkenin medyası, hem de dünya medyası rahatsız edici en küçük bir görüntüyü servis etmeme konusunda hassasiyet göstermişti, doğrusu da budur. Fakat benzer bir hadise ülkemizde yaşanınca bu hassasiyetin zerresini göremiyoruz. Hatta ülkemizdeki kimi basın yayın kuruluşları attıkları manşetlerde sergiledikleri o çifte standartla gerçek yüzlerini bir kez daha gösterdiler.

Bir şey çok önemli, çok da ağırıma gitti. Fransa’daki Paris saldırısını söylüyorum, saldırıyı manşetlerinden benim ülkemdeki bir gazete ‘Fransa çocuklarına ağlıyor’ başlığıyla verdi. Fakat Sultanahmet’teki olayı ‘Katliam Ülkesi” diyerek sunması bizi şaşırtmadı. Ama umuyorum birilerinin aklını başına getirmiştir. Böyle şey olabilir mi? Sen bu ülkenin bir yayın organısın ve benim ülkemi ‘katliam ülkesi’ olarak sürmanşetten veriyorsun.

Tabii Avrupa menşeili basın yayın kuruluşlarının Paris ve İstanbul saldırıları karşısında sergiledikleri çifte standardı da gördük kaydettik. Bundan sonra kimse bizim karşımıza ‘objektiflik, tarafsızlık, insan hakları, terör karşısında ilkeli tutum’ gibi argümanlarla gelmesin.

Esasen Paris’te ölenlerin haklarıyla İstanbul’da ölenlerin haklarını aynı görmeyen bu zihniyetin çirkin yüzüne biz yıllardır pek çok konuda sayısız defa şahit olduk. İstanbul’daki saldırı sonrasında sergilenen ikiyüzlü tavır ne ilktir, ne de son olacaktır. Bu utanç verici çifte standart, insanlık tarihine kara bir leke olarak kaydedilmeye devam edecektir.

Suriye’de katledilen 400 bin masum insanı Akdeniz’in, Ege’nin karanlık sularında kaybolan hayatları görmeyenlerin İstanbul’daki manzara karşısında hassasiyet sergilemesini beklemenin çok fazla iyimserlik olduğunu biliyoruz. Buna rağmen yine de ‘Acaba bu sefer hakkaniyetli davranırlar mı?’ diye umut etmekten kendimizi alamıyoruz. Biz hayal kırıklığına uğramaktan yorulduk, ama onlar bu haksızlıktan, adaletsizlikten, ahlaksızlıktan usanmadılar.

Ne diyor Mehmet Akif? ‘Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyunum / Kesilir belki fakat çekmeye gelmez boynum. / Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim / Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. / Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım. / Çiğnerim, çiğnenirim, Hakkı tutar kaldırırım. / Zalimin hasmıyım, amma severim mazlumu.’ Biz kanayan yaralar karşısında ciğeri yanan, zalimin hasmı, mazlumun da dostu olan bir milletiz. Başkaları ne yaparsa yapsın, biz bu şekilde davranmaya devam edeceğiz. Biz 2,5 milyon değil daha fazla da olsa; gelen mazlumlara, mağdurlara bu topraklarda ev sahipliği yapmaya, ensar olarak görev yapmaya devam edeceğiz.

Değerli kardeşlerim;

Türkiye’nin bölgesel ve küresel krizlerin de tetiklemesiyle sıkıntılı bir dönemden geçtiğini biliyorsunuz. Bu süreci herhangi bir ekonomik, sosyal, siyasi kayıp yaşamadan geçebilmemiz için istikrar ve güven ortamına sımsıkı sarılmalıyız.

7 Haziran seçimleri sonrasında ortaya çıkan kısmi belirsizliğin içeride ve dışarıda kimlere nasıl cesaret verdiğini sizler de gördünüz. Hamdolsun, 1 Kasım seçimleriyle milletimiz yeniden istikrar ve güven ortamını tahkim etmiş, 2019 yılına kadar ülkemizin önünü açmıştır.

2015 yılı tüm zorluklara rağmen kayıp bir yıl olmamıştır. Geçtiğimiz yılın ilk üç çeyreğinde yüzde 4’lük büyüme oranı ve 25 çeyrektir kesintisiz süren büyüme istikrarıyla ülkemiz bu alanda OECD ülkeleri içinde ikinci sırada, G-20 ülkeleri içinde dördüncü sırada yer alıyor.

Yılın ilk 11 ayının sonuçlarına göre bütçe açığımızın milli gelirimize oranı yüzde 1,3 olarak gerçekleşerek bu konuda da 23 Avrupa Birliği ülkesinin önünde yer aldık, bu da önemli bir tablo.

Geçtiğimiz yıl yaşadığımız en ciddi olumsuzluk, ihracatımızın düşmesidir. İhracatımız bir önceki yıla göre yüzde 12’lik gerilemeyle yaklaşık 144 milyar dolar olarak gerçekleşti. Ve tüm bunlara karşı dış ticaret açığımızın yüzde 22,2 azalmış olmasını önemli bir kazanım olarak görüyorum. Otomotiv ve konut satışı gibi ekonomi bakımından önemli verilerimizin tamamında da bir önceki yıla göre ilerleme kaydetmiş durumdayız.

Uluslararası yatırımlar konusunda da benzer bir olumlu tabloyla karşı karşıyayız. 2014 yılında 12,7 milyar dolar olan ülkemize yapılan doğrudan uluslararası yatırım tutarı, geçtiğimiz yılın ilk 11 ayında 14,1 milyar dolara yükseldi. Bu tabii bizim için ideal değil; çünkü biz 22 milyar doları görmüş bir ülkeyiz. Bunu aşmamız lazım ve aşacağız. Biz Türkiye’nin büyüdüğünü, geliştiğini söylerken kendi kendimizi kandırmıyoruz. Daha iyi olacak, buna inanıyoruz.

Bakınız burada bir rakamı daha ifade edeyim; 2002-2014 yılları arasında dünya dış ticaret hacmi 2,9 katına çıkarken, Türkiye’nin dış ticaret hacmi 4,6 katına yükselmiştir. Küresel finans krizinin süren etkilerine rağmen Türkiye büyümesinden, kalkınmasından taviz vermemiştir, vermeyecektir.

Bölgemizde yaşanan sorunlar ilanihaye devam edecek değildir. Daha da önemlisi, Türkiye artık sadece bulunduğu bölgeyle sınırlı bir ticaret vizyonunu geride bırakmış, tüm dünyayı kucaklayabilecek bir duruma gelmiştir. İşte son Rusya krizinde hep birlikte gördük. Bu ülkenin anlamsız ve bizden ziyade kendisine zarar veren tutumu karşısında ilgili kurumlarımızın desteğiyle ihracatçılarımız hemen farklı pazarlara, diğer pazarlara yöneldiler, sağ olsunlar. Mesele bu. Aradığı zaman, azmettiği zaman evvel Allah bu millet taşı sıkar suyunu da çıkarır, bundan hiç endişem yok.

Dünyanın neresine gidersek gidelim, orada mutlaka iş adamlarımızla karşılaşıyoruz, onların başarı hikâyelerini dinliyoruz. İş adamlarını ben günümüzün alperenleri olarak, akıncıları olarak görüyorum. Bu kardeşlerimiz gittikleri yerlerde sadece ticaret imkânlarını araştırmıyor, aynı zamanda ülkemizin kültürünün, tarihinin, medeniyetinin temsilcisi olarak hareket ediyorlar.

Bana göre parayla birlikte gönül kazanmak için de çalışmayan iş adamımız vazifesini eksik yapıyor demektir. İnşallah 2016 yılı geçtiğimiz yıldan çok daha iyi, çok daha bereketli, çok daha hayırlı bir yıl olacaktır. Ülkemizin ve milletimizin geleceği için çalışan, üreten, eser ortaya koyan herkese, özellikle iş adamlarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Enerji sektörü bu bakımdan önemli ve öncelikli bir alandır. Nasıl Türkiye’nin hidroelektrik enerji üretimini 2003 yılındaki 26 milyar kilovat/saatten 91 milyar kilovat/saate çıkartmışsak, inşallah 2019 yılında bu rakamı 127 milyar kilovat/saate de ulaştıracağız, hep beraber el ele bunu başaracağız.

İşte gördünüz, doğalgazda dışa bağımlı olmamız karşımıza hiç beklenmedik zamanlarda hiç ummadık sorunlar çıkartabiliyor. Bunun için kendi kaynaklarımızı süratle devreye almalıyız. İş adamlarımızın daha fazla gayret, daha fazla yatırım bekliyorum. Nükleer santral başta olmak üzere enerjide dışa bağımlılığımızı asgariye indirecek diğer imkânları da kararlılıkla hayata geçirmeliyiz.

2023 Türkiye’si diğer hedeflerimizle birlikte enerji alanında da bizi 2053 ve 2071 vizyonumuza taşıyabilecek altyapıya sahip olmalıdır. Her kim ki bu ülkenin ve milletimizin geleceği için taş üstüne taş koyuyorsa Allah ondan razı olsun, bizim desteğimiz de sonuna kadar onların yanındadır. Her kim ki bu ülkenin ve milletin tekerine çomak sokmaya çalışırsa, biz sonuna kadar onlarla da mücadele edeceğiz, bu da böyle bilinsin.

Şu anda burada bizlerle birlikte olan iş adamlarımızın her türlü teşekkürü ve desteği hak ettiklerine inanıyorum. Bu barajlarımızın inşasında, yapımında emeği geçen tüm mimarlarımıza, mühendislerimize, işçilerimize şahsım ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.

HES’lerde özellikle yine bu sözde akademisyenlerin bu işlerin önüne geçmek için neler yaptığını bilirim. Biliyorsunuz bunlar ‘Greenpeace’çiler vesaire hep bir araya gelirler böyle bir şeyler yapıp önünü kesmeye çalışırlar vesaire. Yeşili biz isminde yeşil olanlardan çok daha fazlasıyla severiz. Onlarınki Greenpeace’tir, bizimki tam manasıyla bir yeşildir. Çünkü bu barajlar farklı güzellikler katar hem çevreye, hem o oluşan barajdaki imkanlara.

Mesela ben şimdi Yusufeli’ni düşünüyorum, Yusufeli bittiği zaman orası ne tür güzellikler arz edecek. Çünkü baraj ve barajın yanında yeni Yusufeli’nin ilçe olarak inşası ve ihyasını, o projeleri bizzat takip ettim. Sağ olsun Bakanım projeyi getirdi gösterdi ve bambaşka bir Yusufeli, bambaşka bir şehir ortaya çıkacak. Diğer yerler de hep öyle. Mesela Kayseri’de bir Yamula Barajı’nı düşünün, öyledir. Eskiden birileri geldi ne dedi, ‘Kayseri’ye deniz getireceğim’ dedi. Onlar getiremedi, ama biz Kayseri’ye denizi getirdik. Neyle? Yamula Barajıyla getirdik. Lafla olmuyor bu işler, attığınız hayati adımlarla oluyor.

Değerli kardeşlerim;

Bu duygularla bir kez daha açılışını yaptığımız 99 baraj ve hidroelektrik santralinin hayırlı olmasını diliyorum. Sağlıcakla kalın.

Şimdi açılış törenimize ve canlı bağlantılarımıza geçerek illerimizle birarada olalım, şöyle ekranlardan bunları da izleyelim.

Sağ olun, var olun.