Kültür ve sanat dünyamızın kıymetli mensupları,
Değerli misafirler,
Hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
2015 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Töreni için Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz. Bugün kendilerine ödül tevdi edeceğimiz kıymetli kültür, sanat ve ilim insanlarımızı, onlar adına ödül alacak yakınlarını tebrik ediyorum. Türkiye’nin kültür ve sanat hayatına, ilim dünyamıza yaptıkları katkılar için ülkem ve milletim adına kendilerine şükranlarımı sunuyorum.
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’ni vereceğimiz kişileri herhangi bir yarışma yoluyla belirlemediğimizi özellikle ifade etmek istiyorum. Biz burada bugüne kadar ortaya koydukları eserleriyle, emekleriyle, ürünleriyle başlı başına birer kıymet olan bu insanlara milletimiz ve devletimiz adına haklarını teslim ediyor, şükranlarımızı ifade ediyoruz.
Ülkemizde her alanda gerçekten çok büyük değerler, çok önemli kıymetler var. Her yıl bunlardan bir kısmına Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri çerçevesinde milletimiz ve devletimiz adına takdirimizi, minnetimizi, sevgimizi göstermeye çalışıyoruz.
Bugün de sinema alanında Sayın Münir Özkul adına kızı Sayın Güner Özkul’a, edebiyat alanında Sayın Rasim Özdenören’e, müzik alanında Sayın Orhan Gencebay’a, sosyal bilimler ve tarih alanında Sayın Mehmet Genç’e, geleneksel sanatlar alanında Sayın Hüseyin Kutlu’ya ve kültür sanat vefa ödülü kapsamında da rahmetli Cemil Meriç üstadımız adına onun kızı Sayın Ümit Meriç’e ödüllerini tevdi ederek bu hissiyatımızı kendileriyle paylaşacağız.
Değerli misafirler;
Anadolu insanlık tarihinin her bakımdan en mümbit medeniyetlerine, devletlerine, toplumlarına ev sahipliği yapmış kadim bir coğrafyanın kalbidir. Bu topraklar üzerinde yaşayan her toplumu maddi-manevi zenginleştirmiş, ufkunu açmış, vizyonunu genişletmiştir. Aynı şekilde bizim milletimiz de gittiği her yerde, her bölgede doğru gördüğü, güzel gördüğü, faydalı gördüğü her şeyi hiçbir kompleks duymadan alan, ama aynı zamanda oralara da bir şeyler veren, kazandıran bir toplumdur. Anadolu coğrafyasıyla milletimizin kaderinin birleştiği, bütünleştiği bin yıldır bu toprakların insanlığa kazandırdığı büyük değerlerin gerisinde işte böyle bir terkip vardır.
Anadolu coğrafyasıyla milletimizin bir başka ortak noktası da, yapılarında asla ümitsizliğin, yeisin, pes etmenin bulunmuyor olmasıdır. Ne diyor Yunus Emre? “Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası.” Yunus’un bu sözü coğrafyamızı ve milletimizi çok güzel anlatıyor.
Aramızda Osmanlı tarihi konusunda, söz sanatları konusunda üstat olan hocalarımızın, büyüklerimizin bulunduğu bir yerde bunu söylemek bize düşmez, ama naçizane şu görüşümü ifade etmeden geçemeyeceğim: Son 200 yılımızın bu milletin bitişinin, tükenişinin, teslimiyetinin beklenişiyle geçtiğine inanıyorum. Yaşadığımız onca badireye, yaptığımız onca hataya, maruz kaldığımız onca saldırıya rağmen hamdolsun böyle bir durum gerçekleşmedi, ama aynı bekleyiş hala sürüyor.
İşte 2015 yılı da bitmek üzere. Milletimiz yine dimdik ayakta. Yine kendisiyle birlikte tüm kardeşlerinin, dostlarının ümidi olan vasfını devam ettiriyor. Dünya, özellikle İslam dünyası yine Türkiye’ye bakıyor.
Dünyadaki güç dengelerinin bilim, teknoloji, sanat alanlarını da kapsayacak şekilde Batıya kaydığı bir dönemde biz hala kendimiz olmayı müktesebatımızı korumayı hamdolsun başardık. Yeterli mi? Değil, bunu artırmaya devam edeceğiz. Bu süreçte çok yara aldık, çok kayıplar verdik, çok mevzi kaybettik.
Buna rağmen bulunduğumuz yer çok önemlidir. Bakınız Doğu ile Batının temas noktaları içinde hala varlığını, özgünlüğünü, gücünü, iddiasını sürdürebilen tek coğrafya burasıdır, Anadolu’dur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tarihsel sürekliliğimiz içinde son devletimiz olarak görüyoruz. Bu bakımdan Cumhurbaşkanlığı forsundaki yıldızlara yüklediğimiz mana çok önemlidir. Aynı şekilde Külliyemizde yapılan resmi törenlerde temsili olarak yer alan unsurlar çok önemlidir. Bunların hiçbiri de rasgele seçilmiş, öne çıkarılmış semboller değildir. Bugün bizi hala ayakta tutan gücün gerisinde işte bunların ifade ettiği anlayış vardır, arka plan vardır. Ülke ve millet olarak bizim için ne siyasi, ne ekonomik krizler yıkıcı bir tehdittir. Bizim için asıl tehlike, coğrafyamızla ve milletimizle ilgili bu vizyonu kaybetmemizdir.
Bizi biz yapan diğer toplumlardan farklı kılan ve yaşadığımız bunca badireye rağmen ayakta tutan gücü çok iyi anlamalı, çok iyi kavramalıyız. Kültür ve sanat alanı işte bu bakımdan çok önemlidir. Çünkü milletlerin geçmişleriyle olan bağlarını sürdürmede tarihi sürekliliği sağlamada kültür ve sanat hayati bir role sahiptir. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nin gerisindeki en önemli kaygılardan, en önemli kriterlerden biri de budur.
Bugün burada ödüllerini tevdi edeceğimiz isimlerin her birine bu gözle bakıyor, çalışmalarını, eserlerini bu yaklaşımla anlamlı hale getiriyoruz. Bu isimlerin hepsinin de ortak özelliği; şahsımın her zaman ifade ettiği ‘yerli ve milli’ diyerek ısrarla vurgulamaya çalıştığım çizginin kendi alanlarındaki en mümeyyiz temsilcileri olmalarıdır. Kökleri bu toprakların derinlerine uzanan, mazisi bu milletin geçmişine giden, eserleri buram buram kendimiz, özümüz, mayamız kokan bu değerli kültür, sanat ve ilim insanlarımızı bir kez daha saygıyla selamlıyorum.
Değerli misafirler,
Biraz önce hem 2015 yılı ödüllerimizi takdim edeceğimiz isimlerle ilgili kısa tanıtım filmlerini izledik, hem de kendilerinin duygularını dinleme imkanı bulduk. Buna rağmen ben her bir kültür, sanat ve ilim adamımızla ilgili düşüncelerimi, hissiyatımı kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu yıl 90 yaşını geride bırakan Sayın Münir Özkul, tiyatroyla başlayan, ardından sinemayı da ekleyerek devam ettirdiği 75 yılı bulan sanat hayatına sahip bir sanat çınarımızdır. Sayın Özkul’u farklı kılan, hem tiyatroda, hem sinemada günlük hayatın estetik bir yorumu olan geleneksel temaşa sanatlarımızı başarıyla temsil etmiş olmasıdır. Mizahı ve sevgiyi en samimi, en yalın haliyle sanatına yansıtmayı başaran Sayın Münir Özkul’un yeni nesiller arasında da biliniyor ve seviliyor olmasını ben buna bağlıyorum.
Sayın Münir Özkul, kimi zaman fakir ama gururlu aile babası, kimi zaman vefakar ve cefakar öğretmen olarak hafızalarımızdaki mümtaz yerini daima muhafaza edecektir. Tabi bizleri zaman oldu çok güldürdü, ama zaman oldu ağlattı. Ben kendisine Allah’tan şifalar diliyorum.
Sayın Rasim Özdenören; evet, ülkemizin en önemli edebiyatçılarından biridir, ama yanı zamanda kendisi ‘7 Güzel Adam’dan biridir. Bir neslin değil, adeta nesillerin ağabeyidir, benim de ağabeyimdir. Bir dava ve mücadele adamıdır. Sayın Özdenören Mavera Dergisi’nin çıkış gerekçesini ifade ederken, ‘Tarihte hiçbir uygarlık ilkin bir edebiyat hazırlığı geçirmeden, kelam eğitimini tamamlamadan, yani düşünce söze, söz de eyleme dönüşmeden var olma ortamına kavuşamamıştır.’ diyordu. Tek başına bu cümlenin dahi onun edebiyatla birlikte bir bütün olarak hayata bakışını da yansıtmaya yettiğine inanıyorum.
Evet, kendisi 75 yıllık hayatına başarılı bir bürokrasi kariyeri, ki Devlet Planlama Teşkilatımızda uzun yıllar orada aldığı görevlerin hakkını verme dönemi oldu, onlarca hikaye ve deneme kitabı, çeviriler, binlerce gazete yazısı, her biri hala birer efsane olarak anılan edebiyat dergileri sığdırmayı başarmış bir abide isimdir. Sayın Özdenören’in eserlerinin yeni kuşakları da doyuracağına, aydınlatacağına inanıyorum.
Sayın Orhan Gencebay, bir dönem çok avami olarak telakki edilen, öyle görülen veya gösterilen, itilen, kakılan, adeta boğulmaya, yok edilmeye çalışan bir müzik türünün en özgün, en verimli, aslında en kıymetli temsilcisidir. Sayın Gencebay’ın müziği köklerini, tınısını, ritmini bu coğrafyadan alan, aynı zamanda insanımızın günlük hayatındaki sevdaları, isyanları, üzüntüleri, beklentileri, hatta ümitleri konu edinen bir özelliğe sahiptir. Onun sevdasını da, isyanını da doğru anlamayanlara inat milletimiz kendisine sahip çıkmış, sanatını bağrına basmıştır.
1970’lerni, 1980’lerin o sıkıntılı dönemlerinde takside, dolmuşta, kahvehanede, evde, velhasıl günlük hayatımızın her safhasında Orhan Gencebay müziğiyle karşılaşmamız olağan bir durumdu. Geçmişte başkalarının yanında Orhan Gencebay’ı ve müziğini eleştiren, ama muhtemelen yalnız kaldığında yine onu dinleyenlerin olduğunu da biliyorum. 1990’lardan sonra biz özellikle bunu çok daha farklı yaşadık, hatta bazı özel yaşadıklarım var ki burada bunu söylemem yanlış olur, insanı hakikaten şaşırtıyordu. Çünkü bunlar sanata ve sanatçıya da değer vermeyi anlayamamışlardı, ne yazık ki böyle bir yanlışın içindeydiler. Bugün Sayın Gencebay’a verdiğimiz bu ödülün, kendisine geçmişte yapılan haksızlıkların da telafisi manasına geldiğine inanıyorum.
Sayın Mehmet Genç, insanlık birikiminin son büyük sentezi olarak nitelendirdiği Osmanlı’ya, Osmanlı iktisat tarihine en vakıf tarihçilerimizden biri olarak onların başında geliyor. Sohbetleriyle, konferanslarıyla, dersleriyle her yaştan insanımızın kendisinden istifade ettiği Hocamız, alanındaki derinliği yanında tevazu ve zarafetiyle de tebarüz etmiş bir tarih pınarıdır. Hocamızın her kelimesi aslında yılların imbiğinden geçirilerek yazılmış eserleri Osmanlı’ya, Osmanlı tarihine, iktisadına, bürokrasisine, daha da önemlisi yaygın Osmanlı algısına yönelik bakış açısını kökten değiştirmiştir.
İlmi ciddiye alan, tercihini güncelden değil kalıcı olandan yana kullanan ve bu duruşunu yarım asırdır devam ettiren Mehmet Genç Hocamızı ülkemizin sahip olduğu en önemli değerlerden biri olarak görüyorum. Bugün burada kendisine takdim edeceğimiz ödül, milletimizin ve devletimizin bu kıymetli ilim adamımızın emeğine olan saygısının ifadesi olarak kabul edilmelidir.
Bir diğer adımı atıyorum, biliyorsunuz ‘Kur’an Mekke’de nazil oldu, Kahire’de okundu, İstanbul’da yazıldı.’ Bu sözün bugün hala eğer geçerliliği varsa, bunda da Hüseyin Kutlu Hocamızın ve temsilcisi olduğu geleneğin çok büyük katkısı vardır.
Hat sanatı bizim tarihimizde ve medeniyetimizde çok büyük öneme sahip. Bursa Ulu Camii, Selimiye, Süleymaniye, Sultan Ahmet ve diğer şehirlerimizdeki abide camilerimiz büyük bir ruh inceliğiyle yazılmış hat ve tezhip sanatının en güzel örnekleriyle doludur. Allah lafzı ve Peygamberimizle birlikte Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, elbette Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin isimlerini hat sanatının en güzel örnekleriyle camilerimizin duvarlarına benzeyen anlayıştaki inceliğe bugün ne kadar çok ihtiyacımız var değil mi? İşte hattat Hüseyin Kutlu Hocamız lafzıyla, manasıyla bir ruh hendesesi olan hat sanatını ilim, irfan ve hikmetin diviti ve mürekkebinden damıtarak bugüne ve gelecek nesillere taşıyan bir sanatkarımızdır.
Bilgi, sonu gelmeyen bir fetihtir diyen merhum Cemil Meriç üstadımızı anlatmaya ne sözümüz, ne zamanımız, ne de gücümüz yeter. Az önce muhtereme kızları Hocamızı dinlerken doğrusu gözlerim yaşardı. Çünkü ‘Kubbealtı Sohbetleri’ aklıma geldi, Milli Türk Talebe Birliği’ndeki hafta sonu sohbetler aklıma geldi, bizi ‘Ümrandan Uygarlığa’ taşıdığı o sohbetler aklımıza geldi.
Güneşin ülkeleri aydınlattığı gibi, sözlerin de milletleri aydınlattığına inanan rahmetli Cemil Meriç, tüm ömrünü bu yolda harcamış, geride nesiller boyunca okunsa, tartışılsa, üzerinde düşünülse bitmeyecek bir hazine bırakmıştır. Üstadımız insandan başlayarak aydın, din, sağ-sol, tarih, irfan, ümran gibi pek çok kavramı yorumlayışıyla, bu yorumlar üzerinde hayata bakışıyla fikir hayatımızda nevi şahsına münhasır bir yer edinmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.
Değerli misafirler,
Bugün bu anlamlı törenle işte tüm bu sanat, kültür ve fikir insanlarımıza, onların temsilcilerine ödüllerini veriyoruz. 2015 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’ni tevcih edeceğimiz tüm hocalarımıza, sanatçılarımıza, büyüklerimize bir kez daha tebriklerimi, şükranlarımı sunuyorum.
Ve bu değerlendirmeyi yapan heyetimizdeki tüm arkadaşlarıma özellikle çok çok teşekkür ediyorum. Törenimize iştirakiniz için sizlere tekrar teşekkür ediyorum, kalın sağlıcakla.