16. Muhtarlar Toplantısı’nda Yaptıkları Konuşma

08.12.2015

Çok değerli muhtarlarımız,

Değerli kardeşlerim;

sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz.

Ocak ayından bu yana sürdürdüğümüz Muhtarlar Toplantımızın 16’ncısında birlikteyiz. Bugün de Aksaray, Artvin, Bursa, Elazığ, Kahramanmaraş, Kastamonu, Kayseri, Ordu ve Sakarya’dan gelen siz kıymetli muhtarlarımızı misafir ediyoruz. Ülkemizdeki muhtarların tamamıyla inşallah bu şekilde biraraya gelmeyi, hasbihal etmeyi, hasret gidermeyi hedefliyoruz.

Ne diyor o güzel türküde: ‘Şükür erenler geldi / Derdim derenler geldi / Yâri görmediysem / Yâri görenler geldi.’ Evet, bugün burada geldiğiniz şehirlerimizdeki vatandaşlarımız adına siz muhtarlarımız varsınız. Siz dertleri derenlersiniz. Sizleri görmekle, sizlerle hasbihal etmekle, o şehirlerimizdeki vatandaşlarımızla da kucaklaştığımıza inanıyorum.

Biliyorsunuz kelime anlamı ‘seçilmiş’ olan muhtarlık müessesesinin ülkemizde 200 yıla yaklaşan bir geçmişi bulunuyor. Esasen Osmanlı devlet yönetiminde yiğitbaşı ve kethüda gibi muhtarlara benzer görevler yürüten kişiler hep olmuştur. Devlet yapısının daha ayrıntılı şekilde yapılandırılması süreciyle birlikte bugünkü muhtarlıklar ortaya çıkmıştır.

Tabii ülkemizde muhtarlar sadece kendilerine kanunlarla belirlenen görevleri yapmakla kalmamışlardır. Nüfusumuzun önemli bölümünün köylerde yaşadığı uzun yıllar boyunca muhtar, imam, öğretmen üçlüsü ahali arasındaki sorunların çözümü konusunda da bir çeşit hakem vazifesi üstlenmişlerdir. Devletin kolluk güçleri ve adli birimlerinin yaygınlaşıp güçlenmesiyle bu ihtiyaç kısmen ortadan kalkmışsa da, halen muhtar, imam, öğretmen üçlüsü yaşadıkları yerlerin en muteber kişileri olmaya devam etmektedir.

Bugün valiliklerimiz, kaymakamlıklarımız, belediyelerimiz ellerindeki geniş imkânlarla çok önemli hizmetler ifa ediyorlar. Ama hala devletin milletimizle her gün yüz yüze ruberu ilişki içinde olan seçilmiş temsilcileri siz muhtarlarımızsınız. Hangi kurumun temsilcisi olursanız olun bir mahallede, bir köyde muhtara danışmadan, muhtara kulak vermeden adım atarsanız yanılma ihtimaliniz çok yüksektir. Kamu hizmetlerinin gerekleri kimi zaman farklı kararlar almayı icap ettirebilir. Ama bu kararların mutlaka halka doğru şekilde anlatılması, insanların ikna edilmesi yoluyla uygulamaya geçirilmesi gerekir. Günümüzde halkla ilişkiler denilen ve büyük bir sektör haline dönüşmüş olan ihtiyaç işte buradan doğmuştur.

Bakanlıklar, valilikler, kaymakamlıklar, belediyeler ve bunlara bağlı tüm kuruluşların muhtarlıklarımızın ve onlarla birlikte mahalle halkının, köy halkının gönlünü kazanması çok önemlidir. Herhalde burada bir yanlış yok değil mi? Ne diyoruz, ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.’ Veya ‘önce insan’ diyoruz. Hangi hizmet için yola çıkarsanız çıkın önce milletin fertlerinin gönül rızasını nasıl elde edebileceğinize bakmanız gerekiyor. Biz Yunus Emre gibi, ‘Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim’ diyoruz, demeye de devam edeceğiz.

Değerli kardeşlerim;

Bizim öteden beri seçilmişlerin önemine yaptığımız vurgunun sebebi işte budur. Siz önemlisiniz, seçilmişler önemli. Siz seçilmişsiniz, atanmış değilsiniz. Dolayısıyla atanmış sizden sonra gelir. Ama bunun kadr’ü kıymetini bilmeyenler var mı? Var. İşte bu bürokratik oligarşi dediğimiz olay budur. Onlar güçlenmek istiyorlar. Bazı seçilmişler de maalesef farkında olmadan da onları güçlendiriyorlar. Eğer sen böyle hareket edersen, ondan sonra bürokrat gelir senin ensende bozayı pişirir. Herkes yerini bilecek, konumunu bilecek. Burada şimdi aramızda atanmışlar da var, ama onlar da bunu bilmesi lazım.

Çünkü milli iradenin seçip iş başına getirdiği kişiye bürokrat da saygı duymalıdır. Tabii ki seçilmiş de ona saygıyı göstermelidir. Seçimle göreve gelen hiç kimsenin milletin tasvibini göz ardı etmek gibi bir lüksü yoktur, olamaz. Çünkü bürokrat seçilmişe oy veren değil midir, o da onun iş başına gelmesini sağlayan değil midir? Seçtin, o zaman saygı duyacaksın. Eğer böyle davranırsak, o zaman biz ülkemizi güçlendiririz. Bu ister filanca köyün, falanca mahallenin muhtarı olsun, isterse cumhurbaşkanı olsun fark etmez. Seçilmiş olan herkes vakti saati geldiğinde oyuna talip olduğu kişilere ne yapar, hesap verir.

Ülkemizde milletin tarihinden, kültüründen, tercihlerinden bir türlü memnun olmayan, bu yüzden seçtiklerini de beğenmeyen bir kesim var. Bunlar istiyorlar ki davul milletin boynunda asılı olsun, kaynağı millet sağlasın, külfeti millet çeksin. Buna karşılık tokmak da bunların elinde olsun, ülkenin kaymağını bunlar yesin; ama hiçbir sorumluluk da üstlenmesinler. Biz işte bu tekere çomak soktuk, bu düzeni değiştirdik.

Bize olan tepkilerinin, husumetlerinin gerisinde bu var. Geçmişte sadece bir avuç seçkine hizmet eden sistemi, bir avuç azınlığa akan kaynakları biz milletin tamamına mal ettik.

Yeni anayasa konusundaki tekliflerimize karşı oluşan direncin sebebi de aynıdır. Eski Türkiye’nin kodlarıyla oluşturulmuş mevcut Anayasa tümüyle yenilenirse, ellerindeki son kozları da kaybedeceklerini düşünüyorlar. Milletimiz çok partili sisteme geçildiği dönemden beri mücadeleyle adım adım ilerleyerek bugünkü haklarına, özgürlüklerine kavuştu. Sürekli darbelerle, muhtıralarla kesintiye uğrayan bu zorlu süreç halen bitmiş değil. Tek parti döneminin vesayet anlayışının kalıntıları bugün dahi hiç ummadığımız yerlerden hiç ummadığımız yöntemlerle karşımıza çıkabiliyor.

İşte sizler de görüyorsunuz, takip ediyorsunuz, Hatay’da sınırlarımızı ihlal eden yabancı bir savaş uçağını düşürüyoruz; birileri hemen çıkıyor tüm kinini, düşmanlığını, husumetini ülkemize, şahsımıza yöneltiyor. Ruslar bir yandan, bizdeki birtakım kişiler diğer taraftan, ‘Türkiye’nin neresi bombalanmalı?’ egzersizleri yapıyor. Hadi ötekileri anladık da bizimkilere ne oluyor? Bunlar nasıl bizimki? Bunun adı kendi milletine, kendi ülkesine körü körüne düşmanlık etmektir. Allah bunlara fırsat vermesin. Allah ülkemizi ve milletimizi bunların eline bırakmasın.

Ne diyor o güzel Maraş türküsünde? ‘Gökte uçan Hüma kuşu / Ne bilir dalın kıymetini. / Kargayı kondurmam dala / Ne bilir gülün kıymetini.’ ‘Meclislerden söz atanlar / Gerçeğe yalan katanlar / Sonra beyliğe yetenler / Ne bilir ilin kıymetini.’ Evet, bunlar ne dalın kıymetini bilin, ne gülün kıymetini bilir, ne ilin, memleketin kıymetini bilir. Bunlar sadece meydanı boş bulduklarında söz atmayı, yalanı, iftirayı, millete hakaret etmeyi bilir. Ama artık Türkiye dünkü Türkiye değil. Milletimiz istiklaline ve istikbaline sahip çıkma kararını her fırsatta ortaya koydu. 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarını da bu iradenin bir tezahürü olarak değerlendiriyorum. İnşallah devlet olarak, millet olarak bu kararlılığımızı sürdürecek, 2023 hedeflerimize hep birlikte ulaşacağız.

Değerli kardeşlerim;

Suriye ve Irak merkezli olarak yaşanan gelişmelerin ateşi bir yandan terör örgütlerinin kışkırtmalarıyla, diğer taraftan uluslararası güçlerin türlü türlü hesaplarıyla her geçen gün daha da tırmanıyor. Maalesef tüm bu hesapların içinde bölgede yaşanan derin insani dramın payı çok az. Biz tabii bu oyuna gelmeyeceğiz. Biz onların bu tür tavırlarına aynı şekilde cevap vermeyeceğiz. Geçen de söyledim, biz ne zaman, nerede, neyi, nasıl konuşacağımızı gayet iyi biliriz. Türkiye gibi meseleye kardeşlik ve komşuluk hukukuyla yaklaşan bir-iki ülke dışında herkes bölge üzerinden kendi stratejik hesaplarını tahkim etme peşinde. Biz Suriye’de katledilen 400 bine yakın insanın, evinden-yurdundan edilen 12 milyon insanın derdiyle dertleniyoruz.

Bunun için çatışmaların başladığı günlerden beri açık kapı politikası uyguluyor, bize sığınan herkese kucak açıyoruz. Şu anda ülkemiz toprakları üzerinde 2,5 milyon Suriyeli ve Iraklıyı biz misafir ediyoruz. Akdeniz ve Ege’den batan-batırılan botlardaki, teknelerdeki mültecileri bizim Sahil Güvenlik botlarımız topluyor, ülkemiz topraklarına getiriyor. Şu ana kadar 70 bin çocuk-yaşlı demeden, erkek-kadın demeden mültecileri, o denizin azgın dalgalarından toplayan bizim Sahil Güvenlik botlarımız. Ama birileri de o botları şişlemek suretiyle o insanları ölüme mahkûm ediyor. İşte bizim insani yaklaşımımız bu.

Vaktinde yetişip de kurtaramadığımız çocukların, kadınların, erkeklerin sahile vuran ölü bedenleri karşısında milletçe bizim yüreğimiz parçalanıyor. Onların böyle bir derdi var mı? Yok. Avrupa minik Aylan’ın görüntüsünün ardından bu meseleyle güya ilgilenmeye başladı. İşte buyurun, dün bir yavru daha vurdu Çeşme sahillerine. Hâlbuki o günden bugüne nice Aylan’ların cansız bedenleri kıyılarımıza vurdu. Ama kimilerinin yürekleri hala yumuşamadı. Bu meseleye sadece kendi güvenliklerini ve refahlarını koruma kaygısıyla yaklaşanlar karşısında biz insani duruşumuzu korumaya devam ediyoruz, devam edeceğiz.

Bu noktada değerli kardeşlerim, Avrupa Birliği’nin ülkemize yapmayı taahhüt ettiği yardım, bizim bu çabalarımızı sadece kolaylaştıracaktır. Bu yardım bizim bütçemize girmeyecek, bu yardım Suriyeli kardeşlerimize gidecek. Yani burada kimse de bir inayede bulunmasın, bir lütuf yapıyormuşuz havasına da girmesin; bunu da açıkça söylemek durumundayım. Şu ana kadar biz 9 milyar doları zaten harcadık. Türkiye yaklaşık 5 yıldır ciddi hiçbir yardım almadan bu meselenin üstesinden kendi imkânlarıyla gelmeyi başardı. Avrupa Birliği o yardımı yapsa da-yapmasa da biz kardeşlerimize, komşularımıza sahip çıkmayı sürdüreceğiz. Türkiye’nin yükünü paylaşmak yerine, sorunun kaynağı durumundaki Esed rejimini ayakta tutmanın peşine düşenlerin eline, ölen-öldürülen her masumun kanı bulaşmaktadır.

DAEŞ terör örgütü, bölge üzerinde hesabı olan herkesin kullandığı bir araç, bir kukla, bir bahane haline dönüşmüş durumdadır. Ya şu anda DAEŞ’in bir defa Esad rejimiyle müşterek yanları var. Bunların birbiriyle çatışıyor görünmesine filan bakmayın, petrolü rejime satan o. Aynı zamanda Suriye vatandaşı olan Rusya vatandaşı olan iki kişi petrolü alıyor hem rejime satıyor, hem dünyaya satıyorlar. Bunların resimleri vesaireleri yayınlandı-yayınlanıyor. Bu örgütle ciddi bir mücadele ortaya koymayanların aynı bahaneyle Suriye’de askeri varlık gösterme konusunda çok hızlı ve cevval olduklarını görüyoruz. Bunlar yavuz hırsız. Hani bizde bir söz var ya, ‘Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış’; bunların yaptığı bu.

Biz Suriye meselesine asla onlar gibi bakmadık, bakmayız. Suriye halkının 5 yıla yakın süredir yaşadığı acılar, maruz kaldığı zulüm tüm insanlığın yüzünü kızartmaya yetecek boyuta ulaştı. Artık bu meseleye bölgenin tarihi ve gerçekleri ışığında makul, mantıklı ve sürdürülebilir bir çözüm bulmak uluslararası toplum için ahlaki bir zorunluluk haline geldi.

Değerli kardeşlerim;

Bu bakımdan terörden arındırılmış güvenli bölgeler oluşturulması ve ılımlı muhaliflere yönelik eğit-donat programı tekliflerimizin süratle hayata geçirilmesinde ısrarcıyız. Bölgeye yönelik müdahalelerin bir aracı olarak kullanılmakta olan DAEŞ’e ve rejime karşı sonuç alıcı bir mücadele ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Bir terör örgütüne karşı bir başka terör örgütünü veya örgütlerini kullanmak, yeni sorunlara yol açmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Çözüm Suriye halkına kendi geleceğini kendisinin kurabileceği güvenli ortamı tesis etmektir. Biz bu doğrultudaki çabalarımızı sürdürüyoruz. Suriye’deki soruna samimi çözüm arayan herkesi de bu gayretimize destek vermeye çağırıyoruz.

Değerli kardeşlerim;

Türkiye çevresinde yaşanan istikrarsızlıklar karşısında duruşunu güçlü bir şekilde muhafaza ediyor, inşallah etmeyi de sürdürecek. Aynı şekilde ülke içinde faaliyet gösteren terör örgütlerine karşı da kararlı bir mücadele sürdürüyoruz. Temmuz ayından bu yana terör örgütleriyle mücadelede 185 güvenlik görevlimizi şehit verdik. Terör örgütlerinin saldırılarında Ankara’daki canlı bomba saldırısı dahil, 195 sivil vatandaşımız hayatını kaybetti. Sınırlarımız içinde ve dışında yürütülen tüm bu operasyonlarda etkisiz hale getirilen terörist sayısı da 2 binin üzerindedir.

Bizim kalbimizde şehitlerimizin ve gazilerimizin ayrı bir yeri var. İnancı, ülkesi ve milleti için gözünü kırpmadan ölümün üzerine giden bu kahramanların her biri coğrafyamızdaki varlığımızın, birliğimizin, dirliğimizin birer mührüdür. Bir kez daha şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletime başsağlığı diliyorum. Gazilerimize uzun ve hayırlı bir ömür temenni ediyorum.

Biz böyle dedik; tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Bu ilkemizden en küçük bir taviz vermeden yolumuza devam edeceğiz. Yani millet derken kardeşlerim, bu millet kavramının içinde sadece Türk yok; Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abhaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla 78 milyonunun tamamıyla tek millet… Bunu bir defa böyle bilelim. Zira biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevdik, bu yola böyle çıktık. Ve 78 milyonun tek bayrağı var. Bizi bir yerlerden uyduruk çıkarılmış paçavralar ilgilendirmez, burada 78 milyonun tek bayrağı var. ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.’ Ve tek vatan, 780 bin kilometrekareyle tek vatan.

Bu vatan topraklarının üzerinde kimse operasyona yönelmesin. İşte o operasyona yeltenenler bedelini ödüyor mu? Ödüyor, ödemeye de devam edecek. İnsanca oturursunuz bu vatan topraklarının içerisinde insanca yaşarsınız. Bu ülkede Parlamentoya mı gireceksin? Buyur girersin. Var mı? Var. Desteklediğiniz birçok insan şu anda Parlamentoda. Var, şu anda 100’ü aşkın Güneydoğulu, Doğulu kardeşlerim benim Parlamentoda siyaset yapıyor. Sen de gel orada insan gibi siyasetini yap, demokratik bir ortamda bunu yürüt. Ama bunların derdi başka… Terör estiriyor, az önce söyledim ya, yavuz hırsız ev sahibini bastırır, ondan sonra da kalkıyor Hükümeti suçluyor, kalkıyor Beştepe’yi suçluyor.

İnsan öldürenler, bunlar… Diyarbakır’da camiyi yıkanlar, bunlar… Utanmadan sıkılmadan hala kalkıp yok şöyle, yok böyle diyor. Ve kadın kılığına giriyor, küçük çocuğu kullanıyor bunlar… Sivilleri kendilerine siper ediyor, vatandaşın evini, aracını, iş yerini yakıyor bunlar… Sokak girişlerine hendekler kazarak insanlara hayatı zehir edenler bunlar. Üstelik de devletin iş makineleriyle bunları yapıyorlar. Evet, kepenk kapattırarak ekmeğiyle oynadıkları esnafı haraca bağlıyorlar. Çekiyorlar dağlara, belli yerlere, ‘şu kadar para ödeyeceksin, ödemezsen hayatını vereceksin.’ diyorlar.

Bu şekilde her türlü ahlaksızlığı yapan örgütün okullara ve camilere karşı özel bir husumeti olduğunu da görüyoruz. Çünkü bunların gıdası maddi ve manevi cehalettir. İşte son olarak az önce de söyledim, Diyarbakır’daki tarihi camileri hedef aldılar. Diyarbakır’daki ilk Osmanlı eserlerinden biri olan 1500’lü yıllarda inşa edilmiş Fatih Paşa Camii terör örgütleri mensupları tarafından yakıldı, bütün belgeler, her şey ortada. Hadi bakalım, buna ne diyeceksin? Sadece bununla da kalmadılar, olay yerine gelen güvenlik güçlerine ve itfaiye ekiplerine de ateş açarak yangına müdahale edilmesini de engellediler.

Merhum Mehmet Akif İstiklal Marşı’nda ne diyor: ‘Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli / Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli / Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli / Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.’

Mabedinin göğsüne na-mahrem eli değmesin diye varını yoğunu ortaya koyarak bir Kurtuluş Savaşı verdi bizim ecdadımız. Aradan geçen 93 yılın ardından bugün üstelik de en çok sahabe mezarlığına sahip şehrimiz olan Diyarbakır’da bu hainler yeniden mabetlerimize el uzatmaya çalışıyor.

Bu eylem, milletimizin, en başta da Kürt kardeşlerimizin inançlarına, tarihlerine, medeniyetlerine, kültürlerine yönelik bir saldırıdır. Bölücü terör örgütü ve onun arkasındaki güçler silahla, bombayla, hendekle, molotofla Türkiye’yle başa çıkamayacaklarını bilmiyorlar mı? Elbette çok iyi biliyorlar. Bunların asıl amacı, bölge insanını inancından, dininden, tarihinden, medeniyetinden koparmaktır. Verilen kavga, Kürt kardeşlerimi haklarına kavuşturma değil Kürt kardeşlerimi köklerinden koparma kavgasıdır. Aynı zamanda bu bir kültürel soykırım teşebbüsüdür.

Suriye’de, Irak’ta camilere, türbelere, kütüphanelere yapılan DAEŞ saldırılarıyla Diyarbakır’daki saldırı arasında bir fark var mı? Aynı. Onlar da camileri, türbeleri, her yeri yakıp yıkıyor, aynı şekilde işte bu bölücü terör örgütü bunları yapıyor. Aslında her iki cani örgüt de birbirinin ruh ikizidir. Aynı hastalıklı yapının farklı söylemlerle ortaya çıkan tezahürleridir.

Burada açık konuşmak istiyorum. Geçmişte tek parti CHP’si döneminde devletin imkânları da kullanılarak aynı amaç doğrultusunda ciddi bir uğraş verildiğini biliyoruz. Bölge insanı inancına ve kültürüne sahip çıktığı için bu uğraş neticesiz kaldı. Bugün aynı proje, bölücü terör örgütü tarafından uygulanmaktadır. Bölücü örgütün ve onun güdümündeki yapıların dilinin, kavramlarının, bakış açısının kesinlikle bu coğrafyayla, ortak geçmişimizle ve elbette ortak geleceğimizle bir ilişkisi yoktur. Bu dil husumetin dilidir, bu dil fitnenin dilidir. Bin yıldır bu topraklarda ortak medeniyetimizi ve tarihimizi yok etmeye çalışanların dilidir. Kürt kardeşlerimiz bu dilin ve bu anlayışın zihinlerini ve kalplerini zehirlemesine izin vermemelidir.

Bakınız bir süredir bölgenin önde gelen toplum liderleriyle, dini liderleriyle, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle biraraya geliyor bu meseleleri görüşüyorum, yine görüşeceğim. Bu görüşmelerimde kendileri de bu gelişmelerden duydukları derin rahatsızlığı şahsıma hep ifade ettiler. Bölücü örgüt ve onun güdümünde hareket eden sayıca az, ama organize bir kesim bölge insanına adeta kan kusturuyor. Bu duruma seyirci kalınması mümkün değildir.

Devletimiz hukuk sınırları içinde bölgede etkili bir mücadele yürütüyor. Şehirlerde gerektiğinde sokağa çıkma yasağı ilan edilerek mahalleler birer birer terör örgütünün elemanlarından temizleniyor. Burada durmak yok ha, aynı kararlılıkla devam edeceğiz. Terörün estiği-estirildiği yerlerdeki tüm Kürt kardeşlerime, vatandaşlarıma buradan sesleniyorum: Bu devlet sizi kendi başınıza bırakmayacak, sürekli sizinle beraber oralarda olacak. Oralarda beraber yatıp beraber kalkacak. Çünkü sizin huzurunuza kastedenlere karşı güvenliğimizi biz korumak durumundayız. Sarp dağ yamaçlarındaki ve sınır ötesindeki kamplar Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından yerle bir ediliyor.

Buradan bölge halkına çağrıda bulunuyorum: Terör örgütü sizin maddi ve manevi varlığınızı birlikte hedef almış durumda. İnancınız namusunuzdur, bizim de namusumuzdur, inancınıza sahip çıkın. Evladınız geleceğinizdir, evladınıza sahip çıkın. Özgürlük hakkınızdır, yaşama hürriyetinize, seyahat hürriyetinize, ibadet hürriyetinize, ticaret hürriyetinize, siyaset hürriyetinize sahip çıkın. Terör örgütünün ve onun güdümündeki yapıların irademize ipotek koymasına asla izin vermeyin.

Bölücü örgütün bu ülkeyle, bu milletle, özellikle de sizin değerlerinizle hiçbir ortak yanı olmadığını artık görmüş olmalısınız. Devletin tamamen proje ürünü bu örgütü sokağınızdan, mahallenizden, ilçenizden söküp atmasına yardımcı olun. Milli birliğimize, beraberliğimize, ortak değerlerimize, istiklalimize ve istikbalimize kasteden bu karanlık örgüte karşı devletinizin yanınızda olduğunu bilin, siz de devletinizin yanında yer alın.

Türkiye’nin geçtiğimiz 13 yılda yaşadığı büyük değişimin en iyi sizler tarafından görüldüğüne, sizlerin anladığına inanıyorum. Gelin yeni Türkiye’yi birlikte inşa edelim. Tıpkı Çanakkale’de olduğu gibi, tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, kader birliği içinde, 2023 hedeflerini birlikte gerçekleştirelim. Burada benim muhtar kardeşlerime çok iş düşüyor; sizler her mahallenin, her köyün her şeyisiniz. Suriye’deki kardeşlerimizin yaralarını birlikte saralım. Irak’taki kardeşlerimize birlikte destek verelim. Balkanlardaki, Kafkasya’daki, Orta Asya’daki, Ortadoğu’daki, Afrika’daki kardeşlerimizi hep birlikte kucaklayalım, ortak bir geleceğe hep birlikte yürüyelim. Gelin bir olalım, iri olalım, diri olalım, kardeş olalım, hep birlikte Türkiye olalım.

Türkiye, terör örgütü bin defa da başkaldırsa, bin defa o başı ezmeye muktedir bir devlettir. Çünkü bu devletin arkasında gücünü bin yıllık ortak geçmişinden alan bir millet var, siz varsınız. Biz Balkanlar’daki ata yadigârı camileri ihya etmeye çalışırken, dünyanın dört bir yanında ezan sesini yükseltmeye çalışırken, Diyarbakır’da cami yakan, ezan susturan bir örgütün bu ortak geçmişte yeri yoktur, ortak geleceğimizde de yeri olamaz.

Ben Kürt kardeşlerime güveniyorum, inanıyorum. Bölgedeki sivil toplum temsilcileriyle görüşmelerimi her düzeyde sürdüreceğim. Kendileriyle bu meseleleri uzun uzun konuşacak ve inşallah özlemini çektiğimiz milli birlik ve kardeşlik sürecini, milli birlik ve beraberlik iklimini güçlü bir şekilde tesis edeceğiz.

Bu düşüncelerle bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyemizi, milletin evini teşrifleriniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Mahallerinizdeki, köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımı, saygılarımı iletmenizi rica ediyorum.

Biraz sonra yemekte tekrar birarada olacağız. Şimdilik sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum.