Öğretmenler Günü Resepsiyonunda Yaptıkları Konuşma

24.11.2015

Değerli öğretmenlerimiz,

Eğitim camiamızın çok kıymetli mensupları,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum. 24 Kasım Öğretmenler Gününün tüm öğretmenlerimize, ülkemize, milletimize hayırlı olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

Bu anlamlı gün vesilesiyle tüm öğretmenlerimize şahsım ve milletim adına şükranlarımı, minnetlerimi sunuyorum. Görevi başında şehit olanlar ile afetlerde, kazalarda kaybettiklerimiz başta olmak üzere ebediyete irtihal etmiş tüm öğretmenlerimizi rahmetle yad ediyorum. Görevlerini hakkıyla yerine getirmiş, ülkesine ve milletine hayırlı nesiller yetiştirmiş, bugün emekliliğini yaşayan öğretmenlerimize de hayırlı, sağlıklı, mutlu uzun ömürler diliyorum.

Aranızda şahsım üzerinde emeği olan, hakkı olan öğretmenlerim de bulunuyor. Kendilerine özellikle bu akşam aramızda bulunmaları sebebiyle tekrar hürmetlerimi, şükranlarımı sunuyorum.

Bugün burada Milli Eğitim Bakanlığı ve özel okullar bünyesinde görev yapan öğretmenlerimizin yanı sıra, ülkemize gelen Suriyelilerin barınmış olduğu AFAD kamplarında çalışan öğretmenlerimiz var. Yine yurt dışında Yunus Emre Enstitümüz bünyesinde vazife yapan, ayrıca polis okullarında, askeri okullarda görev ifa eden öğretmenlerimiz de burada. Hizmetleriniz için her birinizi ayrı ayrı tebrik ediyorum.

Değerli kardeşlerim,

Geçtiğimiz 200 yılda her alanda olduğu gibi eğitim-öğretim alanında da sancılı bir süreç yaşadığımız bir gerçektir. Bu sancı Cumhuriyet döneminde de devam etti. Dilde sadeleştirme adı altında pek çok mefhumun içi boşaltılmış, tarihimizle, kültürümüzle, medeniyetimizle olan bağı kopartılmıştır. Biliyorsunuz eskiden öğretmen yoktu, muallim vardı. Muallim, yani ilim tedris eden, eğitim ve öğretimi birlikte yürüten kişi... Öğrenciye de talebe denirdi. Talebe, yani ilme talip, eğitimi ve öğretimi birlikte alan kişi… Esasen muallimliğin de, talebeliğin de sınırı yoktur, bu ilanihaye devam eden bir süreçtir.

Ülkemizde uzun süredir eğitim ve öğretim, sadece öğretim olarak, mevcut bilgi birikimini nesilden nesle aktarma olan talim şeklinde anlaşılmış, sistem buna göre kurulmuştur. Halbuki, ‘iyiyi ve kötüyü ayırt ederek kişiyi iyiye sevk etme olan terbiye’ manasına gelen eğitimle öğretim madalyonun iki yüzü gibi bir bütündür. Günümüzde öğretmen-öğrenci ilişkisi neredeyse ders anlatma, not verme, sınava hazırlama hususlarıyla sınırlanmıştır. Muallim-talebe ilişkisi ise talimi, terbiyeyi ve edebi birlikte kapsayan boyutuyla bizatihi hayata dairdir, hayatın tüm alanlarına hitap eder.

Buradan bir başka hususu açıkça ifade etmek istiyorum: Geçtiğimiz 13 yılda ülkemizde her alanda gerçekten çok büyük, çok önemli tarihi başarılara imza attık. Ancak şahsen eğitim ve kültürde nitelik olarak arzu ettiğimiz, ihtiyaç duyduğumuz ilerlemeyi kaydedemediğimize inanıyorum. Evet, eğitimin altyapısını güçlendirmek için çok önemli yatırımları, çok önemli projeleri hayata geçirdik. Fiziki mekanlar noktasında geçmişle mukayese edilemeyecek imkanlara kavuştuk. Fakat muallim noktasında bunu yakalayabildik mi dersek, buna evet diyemiyorum. Zarf var, ama mazrufta sıkıntımız var. Şimdi bunu da gidermemiz gerekiyor. Onun için bu dönemin özellikle müfredat noktasında ve muallim hocalarımız noktasında inşallah ciddi bir sıçrama dönemi olacağına inanıyorum.

Bütçede en büyük payı eğitime ayırdık, burada bir mesele yok. Yaklaşık 235 bin yeni derslik yaptık, okullara 1 milyon bilgisayar dağıttık, FATİH Projesiyle öğrencilerimize ve öğretmenlerimize 888 bin tablet bilgisayarın dağıtımını tamamladık, 187 bine yakın sınıfa etkileşimli tahta, yani akıllı tahta yerleştirdik, mevcut 894 bin öğretmenimizin yarıdan fazlasını, 512 bin öğretmeni son 13 yılda tayin ettik. Eğitimde 4+4+4 sistemini getirerek, katsayı gibi adaletsiz uygulamalara son vererek, yasakları kaldırarak geniş bir yelpazede seçmeli dersler getirerek, kitapları ücretsiz vererek her alanda adeta bir devrim yaptık.

Tamam, sınıflar inşa ettik, içlerini en güzel şekilde donattık, öğretmen eksiğini gidermeye çalışıyoruz. Bakın tam giderdik diyemiyorum, daha açığımız var. Fakat burada çocuklarımıza neleri öğretmemiz, onları nasıl eğitmemiz gerektiği konusuna yeteri kadar yetişemedik.

Benzer bir durum kültür alanı için de söz konusudur. Gerek Hükümetimizin, gerekse Milli Eğitim Bakanlığımızın da aynı tespitler içinde olduğunu biliyorum ve buna inanıyorum. Bugün malum kabine açıklandı, Sayın Başbakanımız bana teklifini getirdi ve gerekli müzakereleri yaptık, ben de onaylamak suretiyle yeni kabinemiz inşallah çalışmalarına devir-teslimle birlikte başlıyor. Hayırlı olsun, Rabbim kendilerini muvaffak etsin. İnşallah önümüzdeki dönem, tüm diğer çalışmalarımızla birlikte eğitim-öğretim ve kültür alanında da özellikle eğileceğimiz bir dönem olacaktır. Tabi bu konuda öğretmenlerimize, yani muallimlerimize çok büyük görev düşüyor.

Öğretmenlerimizin özlük hakları meselesi elbette çok önemlidir. Geçim derdine düşmüş bir öğretmenin eğitim-öğretim işini hakkıyla yapmasını beklemek, onlardan çok fazla fedakarlık istemek olur. Ama şu gerçeği de kabul etmek mecburiyetindeyiz: Öğretmenlik sadece ücreti, sadece memuriyet hakları, sadece mesai saatleri için yapılacak bir iş değildir. Öğretmen, özellikle eğitim, terbiye işlevi bakımından bir rol modeldir ve öğretmenlik bir aşk meselesidir. Öğretmen, oturuşuyla, kalkışıyla, konuşmasıyla, bakışıyla, duruşuyla, yani hayatıyla öğrencileri için, talebeleri için örnek insandır.

Hazreti Ali (r.a) ‘Cebbar olan Allah’ın taksimine razı olduk; bize ilim verdi, düşmanlarına mal verdi’ diyor. Öğretmen hissesine ilim düşen, buna talip olan kişidir. Öğretmenin en zenginliği yetiştirdiği öğrencilerdir, talebeleridir, onun sermayesi odur. Bu fakir şu anda hocalarının bir sermayesidir.

Başbakanlığım dönemimde olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı görevimde özellikle öğretmenlerimizin özlük haklarının iyileştirilmesine yönelik her çabaya destek oldum, olmaya devam edeceğim. Şu anda Milli Eğitim Bakanımız da burada, o da bu işlerin hassasiyeti içerisinde. Hükümetimiz öğretmenlerin maaş ve diğer özlük hakları konusunda yeni bir çalışmanın müjdesini sizlerle ve kamuoyuyla paylaştı. Bu doğrultuda yeni adımların da atılacağına inanıyorum.

Öğretmenlik mesleğinin sorunlarının atanamayan öğretmenler veya maaş parantezine mahkum edilmesini açıkçası kabul edemiyorum. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin çok daha büyük meseleleri olmalıdır. Öğretimle, talimle birlikte eğitimi, terbiyeyi ve edebi öğrencilerimize, talebelerimize nasıl verebileceğimizi konuşmalı, tartışmalıyız. Değerler eğitimi konuşana daha fazla eğilmeliyiz. Önümüzdeki dönem inşallah bu hususların üzerinde duracak, eğitim meselemizin çözüm yollarını hep birlikte geliştireceğiz.

Bir dönem ‘makbul vatandaş’ yetiştirme çabasının bir parçası olarak tedavüle sokulan makbul öğretmen ve makbul öğrenci anlayışını artık bir kenara bırakmalıyız. İlim ve irfan sahibi öğretmenler, muallimler, öğrenciler, talebeler yetiştirmenin arayışına girmeliyiz.

Diğer taraftan, paralel devlet yapılanması gibi örgütlerin bu alan üzerinden ülkemize ve milletimize yönelik ihanetlerinin tekrarına da izin vermeyeceğimizi özellikle belirtmek istiyorum. Türkiye için en büyük tehlike ve tehdit, nesillerin çalınmasıdır. Bizim hiçbir örgüte, hiçbir şebekeye, hiçbir sapkın ideolojiye kaptıracak tek bir evladımız dahi yoktur. Hangi isim altında olursa olsun, hangi iddiayla ortaya çıkarsa çıksın, genç dimağları iğfal etmeyi hedefleyen her girişimle mücadele edeceğiz. Kendi devletine, kendi milletine, kendi tarihine, kendi kültürüne, kendi medeniyetine yabancılaştırılmış, hatta düşman kesilmiş nesiller faciasının tekrarına tahammülümüz asla yoktur. Buna fırsat tanımayacak bir sistemi, hep birlikte inşa edeceğiz. Bana göre Türkiye’nin en büyük ve en çok ihtiyaç duyduğu 2023 hedefi işte budur.

Değerli kardeşlerim,

Değerli hocalarım;

Bölgemizde yaşanan istikrarsızlık, beraberinde getirdiği insani dramlar ve güvenlik sorunlarıyla derinleşerek sürüyor. Türkiye’nin 5 yıla yakın bir zamandır yaşadığı bölgedeki istikrarsızlık kaynaklı göç ve terör sorunlarıyla Avrupa ülkeleri de bir süredir yüzleşmeye başladı. Türkiye uzun süredir 2,5 milyon Suriyeli ve Iraklı göçmeni topraklarında misafir ederken, Avrupa ülkeleri sadece birkaç yüz bin kişilik mülteci akını karşısında ciddi bir endişeye kapıldı. Paris’i hedef alan terör saldırıyla birlikte yaşanan endişe panik haline dönüştü.

Terör saldırılarında büyük kayıplar vermiş bir ülke olarak Fransa’yı en iyi biz anlıyor, Fransız dostlarımızın acılarını paylaşıyoruz. G-20 Antalya Zirvesi’nde liderler olarak terörizmle mücadele konusunda ilkeli ve kararlı bir tutum ortaya koyduk. Gerek orada yaptığımız görüşmelerde, gerekse zirve sonrasında ayrıca yayınladığımız terörizmle mücadele bildirisinde bu konuda tüm dünyaya güçlü bir mesaj verdiğimize inanıyorum. Nüfusu Müslümanlardan oluşan, liderler olarak söylüyorum, bütün liderler biz bu sorumluluklarımızın farkındayız. Aynı şekilde Batılı liderlerden de ülkelerinde tırmanış gösteren Irkçı ve İslam düşmanı eğilimlere karşı daha güçlü bir duruş sergilemelerini bekliyoruz.

Şu hususu burada bir kez daha vurgulamak istiyorum: Suriye meselesine adil ve sürdürülebilir bir çözüm bulunmadan ne mülteci, ne de terör sorununun önüne geçilemeyeceğini artık herkesin görmesi gerekiyor. Viyana görüşmelerinde bu doğrultuda ümit verici gelişmeler yaşandı; ancak Esad rejimi ve onu destekleyen ülkeler, bu görüşmelerde varılan mutabakatın ruhuyla uyuşmayan yeni saldırılara giriştiler.

Bakınız; Hatay’ın hemen yanı başındaki Bayırbucak Türkmenlerinin yaşadığı bölgeye yoğunlaşan saldırıları şiddetle kınıyoruz. Orada bizim soydaşlarımız var, orada bizim akrabalarımız var ve bu akrabalarımız, bu soydaşlarımız sürekli uçaklarla bombalanıyor. Tanklarla, toplarla sürekli olarak bombalanıyor. Şu anda oralardan bu soydaşlarımız sınıra doğru göç etmeye, kaçmaya başladılar. Bunların bir kısmı şu anda Türkiye’deki kamplara yerleştirilmiş vaziyette. Bir kısmı da Suriye tarafındaki kamplarda iskan ediliyor. Peki, bütün bunlara destek nereden? Türkiye’den, Kızılay’ımızla, sivil toplum örgütlerimizle onlara her türlü yardımı götürüyoruz.

Cuma gününden beri gelişmeleri yakından takip ediyorum, Başbakanımızdan, Genelkurmay Başkanımızdan, Dışişleri Bakanımızdan, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarımızdan ve diğer ilgili arkadaşlarımızdan sürekli bilgi alıyorum. Nitekim az önce dar kapsamlı bir güvenlik toplantısını yaptık, gerek Sayın Başbakanımız, gerek Genelkurmay Başkanımız, ilgili bakan arkadaşlarım ve ilgili bürokratlarımızla beraber bir toplantı yaptık; ne oluyor, gelişmeler ne durumda, buna göre ne gibi adımlar atacağız?

Bilindiği gibi, bugün sabah saatlerinde tüm uyarılara rağmen hava sahamızı ihlal eden, aidiyeti belli olmayan savaş uçağına angajman kuraları gereği müdahale edilmiştir. Aidiyeti bilinmeyen bir uçağın beş dakika içinde on defa uyarılmasına rağmen maalesef ihlalini devam ettirmekte ısrarını sürdürmüştür, bunun üzerine F-16’larımız tarafından yapılan müdahale sonrası bu uçak düşürülmüştür.

Kardeşlerim,

Biz buna şahit olmak istemeyiz; böyle bir durumla karşı karşıya bırakılmanın ne yazık ki ıstırabını yaşıyoruz. Bu hadise tamamen Türkiye’nin önceden ilan ettiği angajman kuralları çerçevesinde gerçekleşmiştir. Türkiye’nin komşularıyla, başka herhangi bir ülkeye karşı düşmanlığı asla söz konusu değildir. Suriye’de bugüne kadar çok daha vahim olaylar yaşanmamasının sebebi, Türkiye’nin soğukkanlı tutumudur. Bu son hadisenin önüne geçmek için de elimizden gelen gayreti gösterdiğimizden kimsenin şüphesi olmasın. Türkiye’nin kendi sınırlarını koruma hakkına da herkes saygı göstermelidir.

Türkiye, Suriye’de zalim rejime karşı kendi kurtuluş savaşlarını veren muhalif grupları samimiyetle destekliyor. Bakın burada yalnız bir şeyin altını çizmem lazım; Bayırbucak Türkmenlerinin olduğu bölge, DEAŞ terör örgütünün olduğu bölge değildir. Kimse kimseyi kandırmasın; orada sadece Bayırbucak Türkmenleri vardır, soydaşlarımız vardır, akrabalarımız vardır. ‘DEAŞ terör örgütünü vuruyoruz’ diyerek orada Bayırbucak Türkmenleri vurulmaktadır. Ve bunlar topraklarını savunmanın gayreti içerisindedir, ailelerini kamplara göndermişlerdir ve orada sadece o direnişçiler kalmıştır. Bunlar içinde Bayırbucak Türkmenleri ülkemizle olan yakın akrabalık ilişkileri sebebiyle tıpkı Halep’teki, Humus’taki, Şam’daki, Golan’daki Türkmenler gibi bizim için ayrı bir öneme sahiptir.

Esad rejimi ve onu destekleyen ülkelerin Bayırbucak Türkmenlerini hedef alan saldırılarının gerisindeki amacını gayet iyi biliyoruz. DEAŞ’ın hemen hiçbir varlığının olmadığı bu bölgedeki saldırılar doğrudan Esad rejimini ayakta tutma amacına yöneliktir. Türkiye Cerablus’tan başlayıp Akdeniz’e kadar uzanan hattı tüm terör örgütlerinden arındırma kararındadır. Türkiye olarak bu bölgede yaşayan kardeşlerimize eskiden beri her türlü desteği veriyoruz, vereceğiz.

17-25 Aralık darbe girişiminden hemen sonra yaşanan o meşhur MİT tırları ihanetini biliyorsunuz değil mi? Hala utanmadan, sıkılmadan bunları gazetelerine başlık yapanlar var. İşte o tırlar bu bizim Bayırbucak Türkmenlerine yardım götüren tırlardı. Şimdi bazıları diyor ki, ‘Başbakan diyordu ki onların içinde silah yok.’ Yahu varsa ne olacak, yoksa ne olacak? Ne diyoruz biz? Oraya insani yardım götürüyoruz. Kim onlar? Mağdur ve mazlum bizim Bayırbucak Türkmen kardeşlerimiz. Biz bunu yaptık.

Ülkemizin, hükümetimizin ve şahsımın aleyhine bir algı oluşturabilmek adına bu yardımları sabote edenleri milletimizin asla affetmeyeceğine inanıyorum. Bugün de bölgede gerçekten çok zor şartlarında mücadele veren kardeşlerimize destek olmak için hem ülkemiz tarafında, hem de sınırını diğer tarafında her türlü imkanı seferber ediyoruz.

İnşallah çok yakında Cerablus-Akdeniz hattındaki insani güvenlik bölgesi uygulamasını müttefik ülkelerle birlikte hayata geçireceğiz. Bu uygulamayla bir yandan bölgede yeni insani dramlar ortaya çıkmasına engel olurken, diğer yandan da kendi vatanlarında hayatlarını sürdürmek isteyen o muhacirlere imkan sağlamayı hedefliyoruz. Türkiye’nin bu çabasına destek vermeyen veya engel çıkarmaya çalışan herkes, Suriye’de hayatını kaybeden 380 bin masuma eklenecek her yeni canının sorumluğuna ortak olacaktır.

Bizim Suriye halkının güvenli ve istikrarlı bir geleceğe kavuşmasından başka bir gayemiz yoktur, kendi güvenliğimizin de bundan geçtiğini biliyoruz. Aynı şekilde Avrupa’nın mülteci ve terörizm kıskacından kurtulabilmesinin yolu da Suriye’nin istikrara kavuşmasından geçiyor.

İnşallah Suriyeli kardeşlerimiz için aydınlık günler yakındır. Türkmen kardeşlerimize mücadelelerinde başarılar diliyorum. Duamız ve desteğimiz sonuna kadar onların yanında olacaktır.

Bu duygularla sözlerime son verirken, bir kez daha 24 Kasım Öğretmenler Gününüzü kutluyorum.Allah yar ve yardımcımız olsun. Yeni ve büyük Türkiye’nin inşasında görev alan siz kıymetli öğretmenlerimize sevgilerimi, saygılarımı, hürmetlerimi sunuyorum. Kalın sağlıcakla…