31. İSEDAK Açılış Toplantısında Yaptıkları Konuşma

25.11.2015

Bismillahirrahmanirrahim.

Sayın Genel Sekreter,

Saygıdeğer bakanlar,

Ekselansları,

Çok değerli temsilciler,

Hanımefendiler, beyefendiler;

İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi İSEDAK’ın 31. Bakanlar Oturumu’nu açarken hepinizi en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum; Esselamu Aleykum Ve Rahmetullahi Ve Berekatuhu.

İSEDAK Başkanı sıfatıyla tüm misafirlerimize Türkiye’ye ve İstanbul’a hoş geldiniz diyorum. Rabbimden istişarelerimizi ve emeklerimizi hayra tebdil etmesini, yolumuzu, bahtımızı açık etmesini niyaz ediyorum.

Gündemimizde bulunan ekonomik, sosyal ve ticari meselelerimiz yanında, şüphesiz bölgemizin ve İslam dünyasının içinde bulunduğu ahvali de bu toplantılar esnasında mütalaa edeceğiz. Bugün burada bulunan siz kıymetli temsilcilerin yapacağı fikir teatisiyle görüşmelerin, alınacak kararların tüm İslam alemi ve insanlık için hayırlara vesile olmasını Rabbimden temenni ediyorum.

Değerli kardeşlerim;

Dünya ekonomisi yaklaşık 7 yıl önce ortaya çıkan küresel krizi hala tam manasıyla atlatamadı. Küresel ekonomik büyüme oranı kriz öncesi rakamlarla kıyaslandığında oldukça düşük seviye seyrediyor. Benzer şekilde kriz öncesi düzenli bir artış gösteren küresel ticaret de son birkaç yıldır neredeyse yerinde sayıyor.

Küresel ekonomide yaşanan tüm belirsizlik ve olumsuzluklara rağmen hamdolsun son 10 yılda İslam ülkelerinin dünya ticaretindeki payında yüzde 40’a yakın bir artış yaşandı. Yine aynı dönemde dünya hasılası içindeki payımızda da yüzde 50 civarında bir yükseliş oldu.

Şüphesiz bu artışta petrolün ve diğer hammaddelerin önemli payının olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte son yıllarda üye ülkelerimizin üretim ve ticaret yapılarında ciddi iyileşmelerin yaşandığını da görüyoruz. Artık pek çok üye ülkemizin ihracatlarında sanayi ürünleri kayda değer bir yer tutuyor.

Üye ülkelerimiz arasındaki ticari bağın en somut göstergesi olan teşkilat içi ticaret oranı, son 10 yılda hızla yükselerek hedeflenen yüzde 20 seviyesine yaklaştı. İnşallah atacağımız doğru adımlarla önümüzdeki yıllarda bu tablonun daha da gelişeceğine, bilhassa katma değeri yüksek sanayi ürünlerinin payının artacağına inanıyorum.

Ancak bu müspet tablonun ardında gizlenen, kimi zaman görmezden gelinen gerçeği, acı manzarayı hep birlikte görmek, farkına varmak zorundayız. Evet, bugün İslam İşbirliği Teşkilatı nüfusunun yaklaşık yüzde 21’i, yani 350 milyon kardeşimiz aşırı yoksulluk şartlarında hayata tutunmaya çalışıyor. Fakirliğin yoğun olarak yaşandığı Sahra Altı Afrika ülkelerinde bu oran yüzde 50’ye kadar yükseliyor. Maalesef televizyon ekranlarına yansıyan yürek dağlayıcı açlık, kıtlık ve sefalet görüntülerinin önemli bir kısmı teşkilat üyesi ülkelerde vuku buluyor. Mesela, İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerde her 1000 çocuktan 54’ü daha 5 yaşına varmadan hayata gözlerini yumuyor.

Milli gelir ve gelişmişlik seviyesi açısından da ülkelerimiz arasında çok büyük farklılıklar var. Bir tarafta asli ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan milyonlarca insan varken, diğer taraftan milyarlarca dolar lüks için, şatafat için harcanabiliyor.

“Müslümanlar kardeştir” ilahi düsturuna ram olan bizlerin bir hakikati tespit etmesi, buna göre hayatına istikamet çizmesi gerekiyor. Kardeşliğimiz ne kadarsa, Müslümanlığımız da o kadardır. Kardeşi kardeşe bağlayan değerler sadece sevgi, ilgi ve muhabbet değil aynı zamanda bir haktır. Bu sebeple kardeşliği bir söylem, bir retorik ve bir edebiyat konusu olmaktan çıkararak bir ahlak ve hukuk konusu haline getirmek zorundayız.

Bugün giderek İslam coğrafyası bir ilim, irfan ve medeniyet coğrafyasından bir zulüm ve mazlumiyet coğrafyasına dönüşüyorsa bunun en büyük sebebi kardeşlik ahlakı ve hukukunun ihlalidir, yok sayılmasıdır.  Çocukların açlıktan, susuzluktan, yokluktan, en basit ihtiyaçları karşılanamadığı için öldüğü bir dünyada hiç kimsenin huzur bulamayacağı, hiç kimsenin kendini güvende hissedemeyeceği açıktır. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz bu tehlikeyi işaret ederek, kardeşlik hukukunun ihlal edildiği ortamı ‘Ateş dolu bir çukurun kenarında beklemeye’ benzetmiştir.

Bu müessif manzara tüm üye ülkelere ağır sorumluluk yüklüyor. Şunu asla gözden kaçırmamalıyız: Merhamet ve adalet sıfatlarından yoksun bir büyümenin, gelişmenin, kalkınmanın bizi götüreceği yer esenlik değil sorunlar yumağıdır. Bugünümüzü ve yarınımızı teminat altına almanın yegâne yolu; dayanışmayı, işbirliğini, paylaşmayı artırmak, dünyanın neresinde olursa olsun kardeşlerimizin dertleriyle hemhal olmayı başarabilmektir.

Diğer ülkelerin, başka kurumların bizim sorunlarımızla ilgilenmesini beklemeden kendi meselelerimize eğilmemiz, onlarla cesaretle yüzleşmemiz gerekiyor. İşte bu noktada İSEDAK’ın bu çatı altındaki çok taraflı işbirliğimizin son derece kıymetli olduğuna, Müslümanlara ciddi fırsatlar sunduğuna inanıyorum. Her yıl ülkelerimizi ilgilendiren ticari, sosyal ve ekonomik sorunları tüm yönleriyle derinlemesine ele almamızı sağlayan İSEDAK, bilhassa içinde bulunduğumuz bu dönemde kritik rol oynayabilecektir. Ben tüm ülkelerin bu anlayış ve şuurla meseleye yaklaşmalarını, bu yönde çaba göstermelerini temenni ediyorum.

Değerli kardeşlerim;

Bu yıl ki İSEDAK toplantısı bölgesel ve küresel meseleler bağlamında son derece kritik bir dönemde gerçekleşiyor. Müslümanlar olarak beka mücadelesi verdiğimiz ağır bir imtihandan geçiyoruz. Komşumuz Suriye’de yaşanan iç savaş 5. yılına girmek üzere. Muhasebemizi Rabbimize karşı yapmamız gerekir, hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmemiz gerekir. Şu ana kadar 380 bin Suriyeli masum rejimin devlet terörü neticesinde ne yazık ki katledildi. 12 milyon insan yerini-yurdunu terk etmeye zorlandı.

Irak, Yemen, Filistin, Libya, Afganistan, Mısır ve Lübnan çok ciddi sıkıntılarla boğuşuyor. Filistin’de kardeşlerimiz Mescid-i Aksa’nın ve Haremi Şerif’in kutsiyetini hedef alan İsrail saldırıları karşısında insanlık dışı baskı ve şiddete rağmen onurlu, vakur bir mücadele veriyor. 8. yılını dolduran abluka 1,5 milyon insanın yaşadığı Gazze’yi adeta bir açık hava hapishanesine çevirmiş durumda. Arakan’da şiddete maruz kalan, evleri-ocakları yakılan binlerce mazlum Rohingyalı çok zor şartlar altında ya komşu ülkelerde ya da okyanusun azgın dalgaları arasında yaşam savaşı veriyor.

Bu yürek yaralayıcı manzaralar yetmiyormuşçasına ‘silm’ dini, ‘barış’ dini İslam’ı kendi kirli emelleri için araç olarak kullanan bir avuç cinayet şebekesi her gün masum insanları, en başta da Müslümanları katlediyor. Adına DEAŞ, El-Kaide, Boko Haram, El-Şebab denilen bu karanlık yapılar İslam dünyasının başkaları tarafından tanzimine figüranlık yapıyor.

Dikkat ediniz; bu terör örgütlerinin en öncelikli hedefi, kendileriyle aynı görüşü paylaşmayan diğer Müslümanlardır. Bu örgütler en büyük zararı İslam ülkelerine, değerlerimize, medeniyetimizin en güzide eserlerine, kütüphanelere, alimlere, ilim ve irfan yuvalarına vermiştir. Haricilerden Haşhaşilere kadar tarihte benzer örneklerini gördüğümüz bu şer şebekelerine karşı hepimizin kararlı bir duruş sergilemesi şarttır.

Bizler Müslüman olmanın, insanı tekemmül ettiren, insanı güzelleştiren, ihya eden, şükür ve iftihar edilecek bir nimet olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak durumundayız. Birbirimize hakkı ve sabrı, şefkati ve merhameti tavsiye etmenin tam zamanıdır. Aklıselime, bin düşünüp bir söylemeye, hayra çağırıp şerre dur demeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Gençlerimizi, evlatlarımızı zehirleyen 1400 yıllık sahih İslam geleneğini yok etmeyi amaçlayan bu kanser hücrelerini vücuttan söküp atmak öncelikle Müslümanlar olarak bizlerin görevidir.

Biliyorsunuz önceki hafta 15-16 Kasım tarihlerinde Dönem Başkanlığını yaptığımız G-20 Zirvesinin ana gündem maddelerinden birisi de, terörizmle mücadele konusuydu. Nüfusu Müslümanlardan oluşan ülkelerin liderleri olarak zirve marjında bir araya gelerek bu meselede tavrımızı, duruşumuzu, tarihe not eden bir bildiriye imza attık. Paris’te ölenlerin, Beyrut’ta, Ankara’da, Suruç’ta, Gaziantep’te, Bağdat’ta, Kuveyt’te her gün Suriye ve Irak’ta katledilenlerden farklı olmadığını, acıların aynı olduğunu özellikle vurguladık.

Biz 30 yıldır terörle mücadele eden bir ülke olarak geçen gün Mali’de ölenlerle Nijerya’da katledilenler arasında hiçbir ayırım yapmadık, yapmıyoruz. İnsan hayatını kutsal kabul eden herkesin de aynı tavrı göstermesi, terör kimden gelirse gelsin, nerede vuku bulursa bulsun ilkeli ve tutarlı bir duruş sergilemesi gerekiyor. Bugün Suriye’de katledilen yüzbinlere olduğu gibi Ortadoğu ve Afrika’da öldürülenlere birer istatistik olarak bakılırsa, bu tavır ancak terör örgütlerinin ekmeğine yağ sürecektir.

Kuşlara, balıklara, bitkilere gösterilen küresel hassasiyet şayet her gün Akdeniz ve Ege’de boğulan masum yavrulardan esirgenirse, bu aymazlığın sonu çok daha büyük bir felaket olacaktır. Sadece hayatta kalma, yaşama tutunma, yani var olma mücadelesi veren milyonlarca Suriyeli ve Iraklının yüzlerine kapanan kapılar sorunu derinleştirecektir. Güvenlik ve huzurun yolu mültecilere tekme atmaktan, içi insanlarla dolu botları şişlemek suretiyle batırmaktan, çığlıklarına kulak tıkamaktan değil onları kucaklamaktan, onlara sahip çıkmaktan geçiyor. Dikenli tel örgülerin, yüksek duvarların arkasına saklanarak sorundan uzak kalınamayacağını artık herkesin görmesi gerekiyor.

Aynı şekilde İslamofobik, yabancı düşmanı ve ırkçı tepkilerin sorunu daha derinleştirdiğini kabul etmeliyiz. Terörü bir inançla, milletle veya bölgeyle ilişkili hale getirmek hiçbir şekilde kabul edilemez, mazur görülemez. Teröristin kimliğine bakarak bir dinin müntesiplerinin töhmet altında bırakılması, adeta suçlu gibi savunma yapmaya zorlanması yanlıştır. Kimse, nereden olursa olsun, nerede olursa olsun İslam’la terörü bir arada ifade edemez, terörü İslam’a bir sıfat olarak kullanamaz, buna kimsenin hakkı yoktur.

Şu gerçeği bir defa da altını çizerek ifade etmek isterim: Maalesef dini, dış görünüşü, dili, teninin rengi, bundan dolayı ötekileştirilen kesimler, bilhassa da gençler terör örgütlerinin propagandasına çok daha açık hale gelebiliyor. Bu eylemi körükleyecek adımlardan uzak durulmalıdır.

Suriye’de sergilenen mezhepçi ve dışlayıcı politikalarla uygulanan yanlış stratejiler maalesef hemen yanı başımızda. DEAŞ gibi bir örgütün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Esad rejiminin devlet terörüne göz yumarak özgür ve onurlu bir yaşam için mücadele veren Suriyelileri bombalamak suretiyle yanlış politikalarda ısrar etmek, bu canavara destek vermektir.

Dün bir kez daha bölgenin istikrarını, huzurunu ve geleceğini dikkate almayan özensizce atılan adımların ne tür müessif sonuçlar verebileceğine hep birlikte şahit olduk. Sabah saatlerinde dün hava sahamızı ihlal eden milliyeti belirsiz iki uçak, Hatay Yayladağı bölgesinde sınır ihlali yapmamaları konusunda 5 dakika içinde 10 kez ikaz edilmiştir. Askeri makamlarımızın yaptıkları ikazlar üzerine bu uçaklardan biri tekrar Suriye’ye dönerken, diğeri sınır ihlalini sürdürmeye ısrarla devam etmiştir. Bunun üzerine bölgede devriye görevi yapan F-16’larımız Türk hava sahası içinde sınır ihlali yapan uçağa ateş açmışlardır. İsabet alarak Suriye tarafına düşen uçağın bazı parçaları da sınırlarımız içine isabet etmiş, bu sebeple iki vatandaşımız yaralanmıştır. Düşen, daha sonradan Rus yapımı olduğu bilinen uçağın, Rusya Federasyonu’na ait olduğu bu ülke makamlarının açıklamalarından sonra anlaşılmıştır. Olayın hemen arkasından gerek Türkiye olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri ve NATO bünyesinde gerekli bilgilendirmeleri sürekli yaptık.

Orada DAEŞ’e karşı bulundukları ifade ediliyor. Bir defa Bayırbucak Türkmenlerinin olduğu Lazkiye ve kuzeyindeki bu bölgede DEAŞ terör örgütü yoktur, kimse kimseyi aldatmasın. Şu anda DEAŞ terör örgütünün bulunduğu bölge Cerablus ve doğusudur, onun güneyidir. Çok uzun süredir böyle bir hadisenin yaşanmaması için büyük çaba harcıyor, ilgili tüm ülkeler nezdinde gerekli uyarılarımızı yapıyorduk. Nitekim çeşitli tarihlerde ve çeşitli kanallarla komşumuza da bu konudaki hassasiyetimiz iletilmiştir. Düne kadar böyle bir olayın vuku bulmamasının sebebi, Türkiye’nin sabrını zorlayarak ortaya koyduğu soğukkanlı ve iyi niyetli tavırdır.

Türkiye gerilimin, krizin ve husumetin safında değil her zaman barışın, diyaloğun ve diplomasinin tarafında yer almıştır. Bundan sonra da biz bu tavrımızı koruyacağız. Hiç kimse bizden sınır güvenliğimizin sürekli ihlal edilmesine, egemenlik haklarımızın yok sayılmasına, hak ve hukukumuzun çiğnenmesine sessiz ve tepkisiz kalmasını beklememelidir. Bu hadiseyi tırmandırmak gibi bir düşüncemiz kesinlikle bulunmamaktadır. Sadece kendi güvenliğimizi ve kardeşlerimizin hukukunu savunuyoruz.

Bir haftadır Lazkiye kuzeyinde, Bayırbucak Türkmenlerinin olduğu bölgede sınırlarımıza doğru göç başlamıştır. Ve biz bu bombalardan kaçan oradaki soydaşlarımızı, oralardaki akrabalarımızı bir taraftan Hatay ve o bölgedeki kamplara almaya başladık, bir diğer taraftan Suriye tarafındaki kamplarda barındırmaya ve Kızılay’ımızla onlara her türlü desteği vermeye devam ediyoruz. Bir diğer tarafta da, tabii ailelere bakıyorsunuz eşleri, beyleri, hepsi bu topraklarının korunması mücadelesini sürdürüyor. Samimi olmamız lazım, kimse kimseyi aldatmasın. Devlet terörü estiren bir kişinin yanında olmak, bizim ilkelerimiz için de zulme rıza zulümdür; bunu bilmemiz lazım.

Ve Müslüman o kimsedir ki elinden ve dilinden diğer Müslümanlar da emindir, “El Müslümu men selime müslimune min lisanihi ve yedihi.” Bunu yapmaya mecburuz. Biz her türlü terör örgütüne ve teröre olduğu gibi devlet terörü uygulayan Esad rejimine de karşıyız. Rejiminin bölgede yaşayan kardeşlerimize yönelik saldırıları karşısında sınırın her iki yanında da insani yardım faaliyetlerimizi sürdüreceğiz. Ülkemize yönelik yeni bir göç dalgasının önüne geçmek için gerekli tedbirleri almakta kararlıyız. Suriye halkının huzuru ve güveni için üzerimize düşenleri yapmaya devam edeceğiz.

Saygıdeğer kardeşlerim,

Saygıdeğer misafirler;

Hem bu meseleler, hem de küresel gündemi işgal eden diğer konular İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerin elini taşın altına koymasını gerekli kılıyor. Birleşmiş Milletler sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin tayininde özellikle bazı üye ülkelerimiz gerçekten etkin rol aldılar. Sürdürülebilir kalkınma hedefleri yoksullukla mücadelen kapsayıcı ekonomik büyümeye, enerjiye erişimden gelir adaletine kadar çok kapsamlı hedefler ortaya koyuyor.

Değerli bakanlarımızın 31. İSEDAK toplantısında sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin başarı ile uygulanması ve uygulamanın takibi için önemli kararlar alacağına inanıyorum. Burada belirlenen hedeflere ulaşması bakımından çok önemli bulduğum bazı hususları şu şekilde ifade etmek istiyorum:

Siyasi irademizi etkin bir şekilde ortaya koymalıyız. Dikleşmeden dik durmalıyız, Müslümana yakışan budur. Uygun kamu politikaları benimsemeliyiz. Kurumsal ve beşeri kapasitemizi güçlendirmeliyiz. Sağlam finansal kaynaklar yanında etkin bir yardımlaşma ruhu oluşturmalıyız. Tüm kurumlarımızla, sivil toplum kuruluşlarımızla, özel sektörümüzle ve vatandaşlarımıza bu hedefleri sahiplenmeliyiz. Bunun için yoğun uluslararası işbirliği ve teknik yardım çalışmaları gerekiyor.

Bu vesileyle tüm üye ülkelerimize İslam İşbirliği Teşkilatı ve İSEDAK platformundan etkin bir şekilde yararlanmaları çağrısında bulunuyorum. Bu yılki Bakanlar Görüş Alışveriş Oturumu’nun özellikle konusunun ‘2015 Sonrası Kalkınma Gündemi ve İslam Ümmetinin Kalkınma Sorunları, Temel Hizmetlerin Sunumunun İyileştirilmesi’ olarak belirlenmesi de son derece yerinde ve isabetlidir. Ayrıca, bu yılki toplantımızda konuyla ilgili panel ve özel oturum gibi bir dizi yan etkinlik de gerçekleştirilecektir. Bildiğiniz gibi COMCEC’in en önemli projelerinden biri İslam İşbirliği Teşkilatı tercihli ticaret sistemidir, bunu bir defa hassasiyetle ele almamız gerekiyor.

Allah’a hamdolsun bu sistemin yürürlüğe girmesi için gerekli üye ülke sayısına ulaştık. Anlaşmanın asgari şartlarını yerine getiren üye ülkelerimizin atması gereken bazı adımlar bulunuyor. Bu çerçevede ilgili tüm ülkelerden sistemin biran evvel yürürlüğe girmesi için İSEDAK Koordinasyon Ofisi ile yakın işbirliği halinde hazırlıklarını tamamlamalarını istirham ediyorum.

Değerli kardeşlerim;

2013 yılında uygulamaya konulan COMCEC stratejisinin üye ülkelerimizin katkılarıyla başarılı bir şekilde icra edildiğini görmekten memnuniyet duyuyorum. Yeni İSEDAK statüsünün Koordinasyon Ofisi’ne sekretarya hizmetlerini yürütme görevini vermesi çalışmalara çok önemli yenilikler kattı. Stratejinin uygulanmasıyla birlikte COMCEC çatısı altındaki çalışmaların sayısı ve etkinliğinde önemli bir artış sağlandı. Bu çerçevede yapılan politika tavsiyelerinin ülkelerimiz arasındaki yakınlaşmaları güçlendireceğini düşünüyorum.

Ayrıca, İSEDAK proje finansman mekanizması çerçevesinde ilk iki yılda 22 projenin uygulanmış olmasını memnuniyetle karşılıyorum. Üye ülkelerimiz arasındaki ticaretin arttırılması ve kolaylaştırılması için standartlar alanındaki işbirliği büyük önem arz ediyor. Bu çerçevede İslam Ülkelere Standartlar ve Metroloji Enstitüsü bünyesinde geliştirilen standartlara yönelik ilginin arttığını özellikle görmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum.

İSEDAK bünyesinde mali işbirliği alanında gerek sektör temsilcilerinin, gerek üye ülke kurumlarının aktif katılım sağladığı çok önemli çalışmalar bulunuyor. Menkul Kıymetler Borsaları Forumu ve İSEDAK Sermaye Piyasaları Düzenleyici Kurumları Forumu son derece başarılı şekilde faaliyetlerini sürdürüyorlar. Hatırlayacağınız üzere geçtiğimiz yıl Menkul Kıymetler Borsası’nın yanında bir de İSEDAK gayrimenkul kıymetler ve altın borsalarının kurulmasının da önemli olduğuna işaret etmiştim. Bu çerçevede gayrimenkul ve altın borsalarının altyapısını incelemek üzere çalışma başlatılmış olmasını takdirle karşılıyorum. İnşallah bu çalışmalar kısa sürede olgunlaşır ve tüm üye ülkelerimizin istifade edeceği şekilde hizmet vermeye başlar.

Değerli kardeşlerim;

Bu yıl ülke olarak dünyanın en önemli ekonomik işbirliği platformu olan G-20’ye tüm üye ülkelerin takdir ettiği bir Dönem Başkanlığı yaptık. 15-16 Kasım’da yapılan başarılı Liderler Zirvesiyle bu süreci adeta taçlandırdık.

Önümüzdeki yıl 2016’da ülkemizde yine çok önemli zirvelere ve toplantılara ev sahipliği yapacağız. Bunlar arasında 13. İslam İşbirliği Teşkilatı Liderler Zirvesi’ne ayrı bir önem veriyoruz. Tüm üye ülkelerden zirveye en üst düzeyde katılım sağlamalarını beklediğimizi şimdiden ifade etmek istiyorum.

Aynı şekilde bir başka önemli toplantı, 23-24 Mayıs 2016 tarihlerinde ilk defa İstanbul’da gerçekleştirilecek olan Dünya En Az Gelişmiş Ülkeler İnsani Zirvesi’dir. Temennimiz ve duamız bu iki önemli etkinliğin başarılı bir şekilde düzenlenerek yaşadığımız sıkıntıların çözümüne vesile olmasıdır. Teşkilat üyesi diğer kardeş ülkelerimizi de bu soruna daha duyarlı davranmaya davet ediyorum.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken sizleri ülkemizde, güzel İstanbul’umuzda misafir etmekten duyduğumuz memnuniyeti bir kez daha ifade ediyorum. İSEDAK çalışmalarının ülkelerimize ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Allah’a emanet olunuz. Esselamu Aleykum Ve Rahmetullahi Ve Berekatuhu.