12. Muhtarlar Toplantısı’nda Yaptıkları Konuşma

19.10.2015

Çok değerli muhtarlarımız,

Çok değerli kardeşlerim;

Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı, büyük devlet ve fikir adamı, bilge lider Alija İzetbegoviç’i 12. ölüm yıldönümünde rahmet ve özlemle yâd ediyorum.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesine, milletin evine hoş geldiniz. Yaklaşık 10 aydır sürdürdüğümüz Muhtarlar Toplantımızın 12’ncisinde sizlerle birlikteyiz. Bugün de Balıkesir, Bursa, Edirne, Erzurum, Gümüşhane, İstanbul, Kocaeli, Malatya, Sakarya ve Mersin illerimizden gelen siz kıymetli muhtarlarımızı misafir ediyoruz.

Ülkemizdeki muhtarların tamamıyla bu şekilde biraraya gelmeyi, hasret gidermeyi hedefliyoruz. Türkiye’nin doğrudan milletin oyuyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak, yine mahalle halkının oylarıyla işbaşına gelmiş olan muhtarlarımızla birbirimizi çok iyi anladığımıza inanıyorum. Sizler mahallenizin, köyünüzün muhtarı olarak, ben de bir nevi Türkiye’nin muhtarı olarak her bir ferdinden 78 milyonun tamamına kadar milletimizi kucaklamanın, onlara hizmet etmenin çabası içindeyiz.

1998 yılında okuduğum bir şiir sebebiyle hapis cezasına çarptırıldığımda, benim için hatırlayın o zaman gazeteler şöyle bir başlık atmıştı: “Muhtar bile olamaz.” Manşetleri buydu. Bu manşetin amacı milli iradeyi, milletin tercihini, halkın oyunu tahkir etmekti, aşağılamaktı, kötülemekti.

Çünkü muhtar seçilmekle belediye başkanı, milletvekili, başbakan, geçtiğimiz yıldan itibaren cumhurbaşkanı seçilmek arasında prensip olarak hiçbir fark yok. Hepsinde de milletin karşısına çıkacaksınız, vizyonunuzu, projelerinizi, değerlerinizi anlatacaksınız ve oy isteyeceksiniz. Eğer millet tavrınıza, sözünüze inanır, güvenir, itimat ederse, tercihini sizden yana kullanır ve işbaşına gelirsiniz.

Uzun yıllar boyunca ülkeyi milletin iradesine göre değil medyasıyla, işadamı dernekleriyle, bürokrasisiyle, kurdukları bir vesayet sistemi aracılığıyla yönetmiş olanlar, işte asla buna tahammül edemiyorlar. Bu kesim için en makbul muhtar mahallesine değil onlara hizmet eden muhtardır. Aynı şekilde bunlar için en makbul belediye başkanı, en makbul milletvekili, en makbul bakan, başbakan, cumhurbaşkanı milletin değil kendilerinin emrinde olanlardır.

Biz 1994 yılında bu vesayet odaklarının değil, İstanbul halkının emrinde Belediye Başkanlığı yaptığımız için o dönemde o manşete maruz kaldık. Aynı şekilde bugüne kadar bize yöneltilen eleştirilerin sebebi de, hakaretlerin sebebi de; Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak onların değil milletin emrinde hizmet vermiş olmamızdır. Burada onların değil sizin bulunmanızdan, onların değil sizin sesinizin duyuluyor olmasından rahatsızlar.

İnanın bana Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’yle ilgili eleştirilerin gerisindeki asıl sebep de budur. Yoksa onlar da bu külliyeyle ilgili ne hukuki, ne siyasi, ne ahlaki bir sorun olmadığını en az bizim kadar, sizin kadar iyi biliyorlar. Tek sıkıntıları, Beştepe’nin kendilerinin değil milletin emrinde olmasıdır. İstedikleri kadar bağırsınlar, istedikleri kadar iftira atsınlar, istedikleri kadar uğraşsınlar; Beştepe milletin emrinde olmaya devam edecektir.

Değerli kardeşlerim,

İkide bir tutturmuşlar; ‘kaçak saray, kaçak saray…’ Elinde bir belgen mi var, elinde bir bilgin mi var? Varsa çık açıkla de ki, ‘buyurun kaçak saray’. Defaatle bütün Danıştay kararlarını açıklamamıza rağmen ısrarla bunu söylemeye devam ediyorlar. Niye? İftira at, tutmazsa iz bırakır. Bunlar müfteri. Geçenlerde yine bir tane muhalefet partisinin genel başkanı, bir televizyon programında, -Ana Muhalefetin Genel Başkanı daha önce bunları söylüyordu; ama baktı ki bu tutmuyor, bu sefer ‘beni çağırırlarsa gelirim’ demeye başladı. Önce ‘Ben kaçak saraya çıkmam.’ diyordu-  ‘Kaçak saraydan Türkiye yönetiliyor’ diyor; buna benzer ifadeler kullanılıyor.

Değerli kardeşlerim,

Bu ülkede siyasetçi olmanın önce dürüst olmaktan geçtiğini bu insanların öğrenmesi lazım. Eğer siyasetçi dürüst olmazsa milletten itibar göremez. Önce biz bunun örneklerini en güzel şekilde vermemiz lazım. Çünkü burası şahsıma ait bir yer değil burası milletin evi. Bir külliye olarak bugün burada ben görev görüyorum, yarın burada başkaları görev görecek. Ama mesele, böyle bir eseri ülkeme kazandırmaktır ve bu eserle beraber dünyaya farklı bir görüntüyü verebilmektir. Bu eser, bu milletin azametini göstermektedir, bu milletin onurunu göstermektedir.

Değerli kardeşlerim,

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin dediği gibi: “Hak şerleri hayreyler / Arif anı seyreyler / Zannetme ki gayr eyler / Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.”  Kardeşlerim; Türkiye’nin gündemini terörle, kanla, kinle karartmak isteyenlere inat geçtiğimiz hafta ülke olarak, millet olarak çok güzel, çok hayırlı gelişmelere hep birlikte şahitlik ettik.

Geçtiğimiz haftalarda ülkemizde doğmuş bir bilim adamının Profesör Doktor Aziz Sancar’ın kimya dalında Nobel ödülü kazandığı haberini Japonya’da aldım, bizzat arayarak bu sevinci kendisiyle paylaşmıştım. Geçtiğimiz hafta Milli Takımımızın İzlanda karşısında aldığı galibiyet ve diğer takımların elde ettiği sonuçlar itibariyle Euro-2016’ya doğrudan katılma hakkını elde etmesinin sevincini millet olarak hep birlikte yaşadık. Çarşamba günü Çankırı’da 516 milyon dolarlık bir yatırım olan Sumitomo Rubber Lastik Fabrikası’nın açılışının törenini gerçekleştirdik. Cuma günü, önümüzdeki ay Antalya’da yapılacak G-20 Zirvesi’nin hazırlıkları kapsamında İstanbul’da düzenlenen Kadın-20 Zirvesi’nde dünyanın dört bir yanından gelen hanımlarla ekonomiyi, çalışma hayatını, istihdamı, terörü konuştuk. Cuma gecesi Türksat 4B Uydusunun Kazakistan’dan başarıyla uzaya fırlatılışının heyecanını hep birlikte yaşadık.

Cumartesi günü hem Mersin’de, hem Kıbrıs’ta düzenlenen törenlerle bir hayalin daha gerçeğe dönüşmesine bizzat şahitlik ettik. Anamur’dan 107 kilometrelik bir boru hattıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne içme ve tarımsal sulama suyu götüren projenin açılışını gerçekleştirdik. Anamur’daki Alaköprü Barajında toplanan suyu Akdeniz’in altından borularla Kuzey Kıbrıs’taki Geçitköy Barajı’na aktaran, oradan da Adaya dağıtan bu proje 1 milyar 600 milyon liralık bir yatırımdır. Şimdi hemen bunu lekelemek, gölgelemek için şunu söylemeye başladılar. Dediler; ‘Kuzey Kıbrıs’a daha önce su gitti.’

Değerli arkadaşlar,

Doğru balonla su götürdüler, sonra o balon patladı ve öyle de kaldı. Ama dediler, ‘Bugün balonla, yarın boruyla buraya su gelecek.’ Tabii o balonla bu işin olmayacağını kendileri de biliyorlardı. Tabii şimdi tu-kaka diyecek ya, bunu demek için ‘nereden nasıl yaklaşayım da bunu söyleyeyim.’ derdindeler. Gerçekçi ol, taşıma su ile değirmen dönmez. Bunlar taşıma su ile değirmeni döndüreceklerini zannediyorlardı, dönmedi ve balon patladı.

Aynı şeyi İstanbul Belediye Başkanı olduğum zaman, o zaman da İstanbul’un susuzluğu vardı. Hatırlayanlarınız bilir, özellikle İstanbullu kardeşlerim; biliyorsunuz gemiyle, tankerle İstanbul’a su getirmek istediler. Ama getirilen su, sadece Kuruçeşme’ye ancak yetiyordu, Beşiktaş’a ancak yetiyordu. Ama ne diyorlardı? ‘Bak biz getirdik.’Böyle bu iş olur mu? Biz ne yaptık? 180 kilometreden İstanbul’a suyu getirdik, dağları deldik ve o zaman İstanbul’un su ihtiyacını giderdik. Ardından da adalar susuzdu, 5 adaya o zaman denizin altından su götürdük. O zaman Kuzey Kıbrıslı bir Bakan dedi ki, ‘Acaba bize de denizin altından su getiremez misiniz?’ Kendilerine dedim ki; ‘Zamanı gelince o da olur.’ Ve zamanı geldi değerli kardeşlerim, işte 7 Mart 2011 temeli attık ve şimdi de açılışını yaptık ve şu anda su denizin altından Kuzey Kıbrıs’a verilmeye başlandı. Bununla kalmadık, ‘Eğer Güney Kıbrıs barışa hazırsa, bu müzakereler neticesinde biz Güney Kıbrıs’a da bu barış suyundan veririz.’ dedik, verebiliriz dedik. Çünkü bu millet Türk milleti olarak şanına yakışan neyse onu her zaman yapar. Yeter ki bizim karşımızda olanlar da bu noktada bize gerekli olan saygıyı göstersinler.

Salı günü burada ülkemize resmi ziyaret gerçekleştiren Finlandiya Cumhurbaşkanı Sayın Niinistö ile dün de İstanbul’da çalışma ziyareti için gelen Almanya Şansölyesi Sayın Merkel ile çok verimli görüşmelerimiz oldu. Bu ziyaretlerde muhataplarımızla ikili ilişkilerimizin yanı sıra Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ve giderek büyüyen bir sorun olan mülteci meselesiyle ilgili çok önemli görüşmeler gerçekleştirdik.

Ve bu sabah İstanbul’da yeni havalimanının inşaatını yürüten firmalarla 6 banka arasında imzalanan 4,6 milyar avroluk altyapı finansmanına ilişkin kredi anlaşmasına şahitlik ettik Sayın Başbakanla birlikte.

Tabii ülkemizin ve milletimizin geleceği için çok faydalı olduğuna inandığımız bu hizmetlerin mutluluğunu terör olaylarının gölgesi altında tam manasıyla yaşayamadığımızı da özellikle belirtmek isterim. Ve kimse şu hizmet siyasetini değerli kardeşlerim, değerlendiremiyor. Onun için muhtarlarımıza çok iş düşüyor. Biz hizmet siyasetine mi önem vereceğiz, yoksa teröre mi? Terörü biz ne yapacağız yapacağız Allah’ın izniyle diz çöktüreceğiz, bundan hiç endişeniz olmasın.

Şehitlerimiz tabii ki bizim kanayan yaramız, ama şunu bilin ki bir milletin zaferinin altında şehitler yatmaktadır. Bir milletin geleceğinin altında hep şehitler yatmaktadır. Onun için İstiklal Marşı’mızda “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda / Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda” deniyor. Bu vatan şehit kanlarıyla elhamdülillah yoğruldu bu hale geldi. Onun için onu bir kenara koyamayız. Ama biz şunu da biliriz: Şehitlerimiz diridir, ölü değildir ve Peygamberlik makamından sonra en yüce makam orasıdır.

Değerli kardeşlerim;

Önceki hafta sonu Ankara Garı önünde meydana gelen bombalı saldırıda kaybettiğimiz vatandaşlarımızın acısı tüm tazeliğiyle içimizi yakıyor. Buna ilave olarak hafta içi ve hafta sonunda süren terör saldırılarında çok sayıda askerimizi ve polisimizi şehit verdik. Çarşamba günü Van’da, Cuma günü Şırnak’ta iki polisimiz, Cumartesi günü Dağlıca’da bir yarbayımız, bir üsteğmenimiz ve iki astsubayımız Pazar günü Tunceli’de iki askerimiz şehit edildi.

Aslında terörün amacının Türkiye’yi işte bu gündeminden, yatırımlardan, hizmetlerden, projelerden uzaklaştırmaya yönelik olduğunu biliyoruz. Bunun için bir yandan terörle kesintisiz bir mücadele içindeyken, diğer yandan ülkemizin ve milletimizin geleceği için hayati öneme sahip yatırımlarımızı, projelerimizi hassasiyetle takip ediyoruz. Ülkenin ve milletin geleceği için elzem olan, gerekli olan bu çalışmaları terk edersek, asıl o zaman şehitlerimizin aziz ruhlarını muazzep edeceğimizi biliyoruz. Onun için durmayacağız, onun için yılmayacağız. Hem terörle mücadele edeceğiz, hem de Türkiye’nin kalkınması, büyümesi, güçlenmesi için çalışacağız.

Kardeşlerim;

Her iki mücadeleyi de birlikte yürütecek ve birlikte başarıya ulaştıracak güce, azme, kararlılığa, hamdolsun sahibiz. Buradan Türkiye’yi rotasından çıkarmak hedeflerinde bulunan, o hedefe doğru yürüyenler için tüm güçleriyle çalışan iç ve dış çevrelere bugün sesleniyorum. Bugün aynı zamanda biliyorsunuz Muhtarlar Günü; bu Muhtarlar Günü’nde sesleniyorum. Onlara diyorum ki; başaramayacaksınız, kardeşliğimizi bozamayacaksınız, bayrağımızı indiremeyeceksiniz, ezanlarımızı susturamayacaksınız, bizi 2023 hedeflerimizden vazgeçiremeyeceksiniz. 2053 ve 2071 vizyonlarımızdan uzaklaştıramayacaksınız. Bizim için kurduğunuz tuzaklara inşallah siz düşeceksiniz. 1000 yıllık vatanımızda bizi parya durumuna düşüremeyeceksiniz.

İstiklalimize ve istikbalimize sonuna kadar hep birlikte sahip çıkacağız. Umudumuzu asla kaybetmeyeceğiz. Çünkü bizim inancımıza göre ümitsizlik küfür alametidir. Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi, ‘Yarın elbet bizim, elbet bizimdir. Gün doğmuş, gün batmış ebet bizimdir.’

Değerli kardeşlerim; demokrasilerde muhalefet ve eleştiri olmazsa olmaz bir unsurdur. Muhalefetin ve eleştirinin sadece siyasi partilere mahsus olmadığını, aydınların, akademisyenlerin de bu hakka sahip olduğunu biliyoruz. Nitekim ülkemizde çok partili dönemde her iktidarın karşısında hem siyasi, hem sosyal olarak bir muhalefet mutlaka bulunmuştur.

Fakat burada herkesin dikkat etmesi gereken çok önemli bir ayrım, hassas bir nokta var; hiçbir muhalefetin kendi ülkesine, kendi toplumuna karşı olma, hatta düşmanlık yapma hakkı yoktur. Bunu söylerken iktidar partisinin veya herhangi bir partinin, herhangi bir kurumun görüşlerini, icraatlarını eleştirmekten, bunlarla ilgili görüşleri ifade etmekten bahsetmiyorum. Bunun herkesin en tabii hakkı olduğunu peşinen zaten ifade ettim. Burada dikkat çektiğim husus; kendi ülkesine ve kendi toplumuna karşı husumet derecesine varan bir muhalefet anlayışıdır.

Ülkemizde hükümeti ve devlet kurumlarını eleştirmek adına terör örgütlerine, bölücü örgütün güdümündeki siyasi organizasyona -ki bakınız parti demeye bile dilim varmıyor, bunun için organizasyon diyorum- bu tür yapılara destek vermeyi muhalefet adı altında meşrulaştırmaya çalışanlar var. Birtakım medya kuruluşları, birtakım akademisyenler, birtakım siyasetçiler işi gücü bırakmış terör örgütünün ve onun güdümündeki siyasi organizasyonun propaganda makinesi haline dönüşmüştür. Bunun demokrasiyle en küçük bir ilişkisi yoktur.

Dünyanın hiçbir yerinde kendi ülkesine ve kendi milletine karşı çalışanlar için böyle bir demokrasi kalkanı söz konusu değildir, olamaz. Zaman zaman ‘Türkiye dünyanın en demokratik ülkesi’ dediğimde bunu istihzayla karşılayanlar çıkıyor, rahatsız oluyorlar. Şimdi buradan onlara soruyorum, ama ellerini vicdanlarına koyup öyle cevap versinler. Bu soruya Avrupa’dan, Amerika’dan veya onların demokratik saydığı başka herhangi bir yerden örnek verebilirler. Demokrasiyle yönetilen herhangi bir ülkede PKK gibi onbinlerce insanın katili olan bir terör örgütünü ve onun güdümündeki kuruluşları bizdeki gibi aleni şekilde destekleyebilmek mümkün müdür?

İspanya’ya bakın, İngiltere’ye bakın, Amerika’ya bakın, mümkün müdür? Böyle bir duruma izin verilebilir mi? Aynı şekilde DHKP-C gibi bir terör örgütüne ve onu destekleyen siyasetçilere en küçük bir müsamaha gösterilebilir mi? Yine dünyanın neresinde DAEŞ gibi tehlikeli bir örgütle mücadele eden bir devlet, bir hükümet bu derece yalnız bırakılır, yıpratılmaya çalışılır? Böyle bir örnek yok, demokrasi bu değil. Bunun adı terör yandaşlığıdır, terör örgütü yardakçılığıdır.

Almanya Başbakanı Türkiye’ye geliyor; kendilerine akademisyen diyen bir güruh çıkıp bir sürü yalan yanlış gerekçenin ardından; ‘Gelmeyin, bu ziyaret Erdoğan’a ve Davutoğlu’na destek anlamı taşır.’ diyor. Bu girişimin adı 5. Kol faaliyetidir. Bu girişimin içinde yer alanları ben birer ‘mankurt’ olarak görüyorum. Daha da acısı, bu güruhun önemli bir bölümünün kamu üniversitelerinde görev yapan, dolayısıyla devletten maaş alan, milletin kendilerine sağladığı imkânlarla refah içinde yaşayan kişiler olmalarıdır. Yayınladıkları bildiride güya Türkiye’nin onlar için yaşanmaz bir ülke haline geldiğini izhar ediyorlar. Rahmetli Cemil Meriç’in güzel bir söz var, Üstat diyor ki: “Bu ülkeyi yaşanmaz bulanlar, bu ülkeyi yaşanmazlaştıranlardır.

Bunlar, dikkat ediniz bu güruh, her gün televizyonlarda, gazetelerde, kürsülerde konuşur, ama millette hiçbir karşılık bulamaz. Ondan sonra da ‘bu millet bizi anlamıyor’ diyerek kendi ülkesine ve toplumuna nefret besler. Kendi ülkesinin ve milletinin değil de terör örgütlerinin, teröristlerin, yabancı ülkelerin karanlık kuruluşlarının yanında yer alanları milletimiz zaten biliyordu. Bu tür vesilelerle bir kez daha tanıyor, hafızasına kaydediyor.

Türkiye ne zaman bir yol ayrımına gelse, bu güruhun tercihi, milli ve yerli duruştan yana değil; tam tersine yıkıcı, bölücü, aleyhimize olan taraftan yana olmuştur. Boğaza köprü yapılmak istenir, karşısına bunlar dikilir. Baraj yapılmak istenir, karşısına bunlar dikilir. Havalimanı yapılmak istenir, karşısına bunlar dikilir. Mağdurun, mazlumun yanında tarihimize, kültürümüze, medeniyet değerlerimize uygun bir dış politika izlenir, karşısına bunlar dikilir. Bunların en büyük destekçisi de, milleti ikna ederek hedeflerine ulaşamayan birtakım partilerdir. Siyasi iktidarı milletin desteğini kazanarak elde edemeyenlerin terör yoluyla, terör örgütleri vasıtasıyla kendi halkına yabancılaşmış bu sözde akademisyenler aracılığıyla Hükümeti köşeye sıkıştırmaya çalışmasını üzüntüyle takip ediyoruz.

Terörün, terör olaylarının, bombalama hadiselerinin sorumlusu olarak bizi gösterecek kadar aklını ve vicdanını yitiren bu güya siyasetçi, aydın, medya mensubu, sivil toplum temsilcisi kesimler şunu iyi bilsinler: Cumhurbaşkanı olarak yüzde 52 oyla şahsımı bu makama getiren milletime karşı sorumluluklarım benim için her şeyin önünde gelir. Ülkemizin bütünlüğü, milletimizin birliği devletimizin bekası konusunda ne yapmam gerekiyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Bu şekilde hareket etmek sadece Anayasaya değil onunla birlikte milletimize ve tarihimize karşı sorumluğumun da gereğidir.

Kardeşlerim, bizler faniyiz. Ne bu makamlar, ne bu mekânlar bize kalmayacak. Çocuklarımıza ve bizden sonraki nesillere daha güçlü, daha müreffeh, daha huzurlu bir Türkiye bırakmak istiyorsak bugün bu riskleri almak, bu fedakârlıklarda bulunmak mecburiyetindeyiz. Milletim bana hamdolsun her türlü makamı zaten layık görmüş. İstanbul’a Büyükşehir Belediye Başkanı yapmış, Başbakan yapmış, işte son olarak buraya layık görmüş, Cumhurbaşkanı yapmış. Daha neyin peşinde olacağım?

Benim mücadelem, ülkemin ve milletimin geleceği mücadelesidir. Şundan emin olunuz: Hiçbir işe karışmayan, köşesinde oturan, sadece zorunlu durumlarda kamuoyu önüne çıkan bir Cumhurbaşkanı olsam, inanın bana kesinlikle bunlar herhangi bir eleştiriye girmez ve benim başım da hiç ağrımaz. Ama o zaman milletimin karşısına çıkacak yüzüm de olmaz. ‘Bu makama niye geldin?’ diye sorarlar. Cumhurbaşkanı seçilirken ne demiştim, neyin sözünü vermiştim? Demiştim ki; ‘Ben çalışan, koşturan, terleyen bir cumhurbaşkanı olacağım, alışılmış bir cumhurbaşkanı olmayacağım.’ Üstelik de bu göreve gökten zembille gelmedim. 11,5 yıl bu ülkenin Başbakanlığını yaptım, eserlerimiz ortada mı? Elhamdülillah 81 vilayetin 81’inde eserlerimizle varız. Eserlerimizin olmadığı bir vilayet yok, ilçe yok; böyle çalıştık.

İnşası süren, uygulama aşamasında olan projeler, hizmetler var, onları takip etmek mecburiyetindeyiz. Hazırlıkları süren projeler var, hizmetler var; onları takip etmek, hayata geçmelerini sağlamak zorundayız. 2023 için sözünü verdiğimiz pek çok proje var, onları takip etmem gerekiyor. Türkiye terör örgütünün saldırısı altındayken ben nasıl köşemde otururum? Tüm dünyanın gözü ve eli Suriye’nin üstündeyken, ben nasıl gelişmeleri uzaktan takip edebilirim? Huzurumuz, refahımız, geleceğimiz tehdit edilirken kendimi başka işlerle nasıl meşgul edebilirim? Eğer böyle davranmaya kalkarsam, milletimin karşısına başı dik çıkamam.

Kendi çıkarları için 78 milyon insanın geleceğini tehlikeye atmaktan çekinmeyenler, işte bu duruşumuza, bu anlayışımıza tahammül edemiyorlar. İstiyorlar ki Cumhurbaşkanı devreden çıksın, biz de eskiden olduğu gibi Türkiye’yi yönetelim. 13 yıl oldu, hala bu sevdadan vazgeçmediler. Kimse kusura bakmasın; Allah ömür, halkımız da destek verdiği sürece bu ülkede milli iradeden gücünü almayan hiç kimse at oynatamayacak, borusunu öttüremeyecek.

Kardeşlerim,

Şimdi buradan hatırlatmak istiyorum, hep beraber bunlara şunu söyleyeceğiz: Türkiye’yi yönetmek mi istiyorsunuz? İşte sandık orada. Geçin milletin karşısına, anlatın derdinizi. Şayet 1 Kasım’da yetkiyi alırsanız, ha o zaman gelin karşımıza. Her zaman söylüyorum, burada bir kez daha ifade ediyorum; bizim için esas olan milletimizin tercihidir. O tercihe saygı duymak, bugüne kadar savunduğumuz değerlerin de, bulunduğumuz makamın da gereğidir. Bu konuda hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Ama milletten alamadığı gücü; terörü, terör örgütlerini, diğer devletleri kullanarak elde etmeye kalkana da asla izin vermeyiz. Adamlar şunu söylüyor, -bunlarda edep, haya diye bir şey yok- ne diyor: ‘İktidar Partisi yüzde 40’ın altına düşmeyecek gibi görünüyor, dolayısıyla bunlara farklı yöntemler uygulamak gerekir.’ Kim bunlar? Aydın geçinen karanlıklar.

Değerli kardeşlerim;

Köşelerinde bunları yazıyorlar. Ve zaman zaman da bunlar Kandil’le irtibat halindeler, Kandil’e gidiyorlar, orada dertleşiyorlar. Ondan sonra bir kitap yazıyorlar, o kitaptan bir şeyler elde etmeye-kazanmaya çalışıyorlar. Bu insanlar bu ülkede ‘aydın’ diye de geçiniyorlar. Demokratik hukuk devleti olmanın, yani Anayasa’nın da gereği budur, biz Anayasa’nın gereği neyse bunu bu ülkede hakim kılacağız.

Değerli kardeşlerim;

Bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, milletin evini teşrifiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımı, saygılarımı, muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum.

Nasip olursa, malum işte 1 Kasım’da Türkiye bir tekrar seçime gidiyor. Bu tekrar seçimi, bu ülkede biliyorsunuz istikrarı, güveni getirmeli. Bu istikrar, bu güven sağlanırsa, ben inanıyorum ki Türkiye şu 13 yıl içerisinde yakaladığı bu yükseliş trendini aynen devam ettirecektir. Birliğimiz beraberliğimiz daim olsun diyorum. Ve inşallah tek millet olmaya, tek bayrak olmaya, tek vatan olmaya, tek devlet olmaya mecburuz, böyle yürüyeceğiz bu yolda. Onun için bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız.

Biraz sonra yemekte tekrar birlikte olacağız. Kalın sağlıcakla.