Siyer-i Nebi Yarışması Ödül Töreni’nde Yaptıkları Konuşma

18.04.2015

Sevgili İstanbullular,

Değerli Kardeşlerim,

Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler,

Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum.

Doğumunun sene-i devriyesinde, Hazreti Peygamber Aleyhiselatu Vesselamı rahmetle, minnetle, özlemle anıyor, kendisine bağlılığımızı bir kez de bu toplantı vesilesiyle ifade ediyoruz. Yüce Allah’tan, Resulünün şefaatine, rızasına nail olmayı bizlere nasip etmesini diliyoruz. Bu vesileyle, Hazreti Peygamber Efendimizin Ehli Beytini ve Ashabını da hürmetle yad ediyorum. Allah’ın selamı üzerlerine olsun.

Bu kıymetli organizasyonu düzenleyen Çekmeköy Belediye Başkanı ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanıyla, ekiplerini ayrı ayrı tebrik ediyorum. Bu yarışmanın düzenlenmesinde emeği geçen herkese, ülkem ve milletim adına teşekkür ediyorum. Siyer-i Nebi yarışmasına katılarak, o eşsiz insanı, Peygamberimizi anlatan, o aşkı, o ruhu, o azmi içtenlikle yüreklerinde hisseden tüm eser sahiplerini kutluyorum.

Mühim olan bu yarışmayı kazanmak değildir. Bizlere iki cihan saadetinin kapılarını açan o mübarek Peygamberimizi anlamayı, anlatmayı kendine dert edinmek, inanın dertlerin, sıkıntıların en güzelidir. Ellerine kalemi alarak Nur Peygamberini, Güllerin Elçisi’ni kâğıda aktaran bu gençliği gördükçe, ülkem adına, milletim adına ne kadar gururlandım bilemezsiniz.

Biz işte böyle bir gençlik istiyoruz. Elinde döner bıçaklarıyla dolaşan bir gençlik istemiyoruz, molotof kokteyli ile dolaşan gençlik istemiyoruz. Demir bilyeler atacak sapanlarla dolaşan gençlik istemiyoruz. Biz, saygıyı, sevgiyi özellikle de Sevgili Peygamberimizin izinde bulan bir nesil istiyoruz. Kitabını, Peygamberini bilen, inancını yaşayan, tarihine, kültürüne özellikle de vukufiyeti olan bir gençlik bu ülkenin bekasının teminatıdır. Var olma sorumluluğunu, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olma bilincini iliklerine kadar hisseden bu gençliği gördükçe gelecek için daha çok umutlanıyorum.

Gençler,

Siz bizim gururumuzsunuz. Siz, bu ülkenin, bu milletin, ümmetin gözbebeğisiniz. Allah gayretinizi, sa’yinizi mübarek kılsın, niyetinizi menziline ulaştırsın.

Değerli Kardeşlerim,

Bizim medeniyetimizde, ilim geleneğimizde zengin bir Siyer kültürü, geniş bir Siyer-i Nebi birikimi var. 1400 yıllık İslam tarihi boyunca pek çok ilim adamı, sanatçı, edebiyatçı dili döndüğünce, ufku yettiğince Peygamberimizi çağına anlatmaya, dönemine tanıtmaya çalışmıştır. Bu Siyer geleneğimize, zengin birikimimize rağmen hâlâ ideal bir Siyer kitabı üzerinde ittifak edilmiş bir çalışma bulunmuyor.

Her dönemin kendine özgü Siyer külliyatı yazılmış, yazılmaya da devam ediyor. Bakıyorsunuz, bu kitaplardan bazıları çok fazla malûmata boğulmuş, tamamen ilmî saiklerle yazılmış eserler. Dolayısıyla gençlere, okuyucuya hitap etmiyorlar. Bazı Siyer kitapları da çok okunmasına, dili, üslubu nedeniyle tercih edilmesine rağmen; içeriği bakımından, bilgilerin doğruluğu açısından güvenilir bulunmuyor.

Burada bir hususun altını özellikle çizmek istiyorum: Dünyadaki kâğıtların tümünü doldursak, mürekkebin hepsini kullansak bile O Rahmet Peygamberi’ni anlatamayız. O’nu tarif etmeye mısralar kâfi gelmez. O’nun yüceliğini dile getirecek kelimeler bulamayız. Hiçbir kitap, O’nu, Kur’an-ı Kerim kadar güzel ve doğru anlatamaz, anlatamamıştır.  Kur’an’da Cenabı Zül Celal Hazretleri, Peygamberimize, “Biz Seni Alemlere Rahmet Olarak Gönderdik” diyor. Bu ifadenin üstünde bir ifade olabilir mi? Bir Kutsi Hadis’te, Allah’ın Peygamberimiz için, “Sen Olmasaydın, Eğer Sen Olmasaydın, Âlemleri Yaratmazdım” dediği ifade ediliyor. Alemlere rahmet olarak gönderilen, alemlerin hürmetine yaratıldığı Hazreti Muhammed’i yazmak, aslında O’nu yaşamak, yolundan gitmek demektir.

Peygamberimiz ilmin, hikmetin, irfanın kaynağıydı. Dünyayı aşkla, insanlığı ilahi kitapla buluşturdu. Peygamberimizin gönüllerde yol açtığı coşkuyu tarif edebilmek gerçekten çok zordur. Siyer yazmak, adeta İslam’ı yazmak, Kur’an’ı Kerim’i açıklamak, tefsir etmek demektir. Burada, bizlerin de okuduğu, itibar ettiği Muhammed Hamidullah Hoca’yı, onun büyük eseri “İslam Peygamberi”ni anmadan geçemeyiz. Allah rahmet etsin, tanıma imkânını buldum, gerçekten çok farklı muhteşem bir insandı. O İngiltere gibi o topraklarda gerçekten Allah Resulü’nü, onu kaleme alması, gerçekten İslam Peygamberini yazması çok çok anlamlıydı, çok çok farklıydı. Onun büyük eseri “İslam Peygamberi”ni anmadan geçemeyiz. Aynı şekilde Üstad Necip Fazıl da, Çöle İnen Nur kitabında, o güzel üslubuyla, o ruhları hareketlendiren, gözleri yaşartan cümleleriyle bizleri Peygamberimizle buluşturdu. Rabbim her ikisinden de razı olsun. Daha bu alanda tabii çok yazılmış eserler var. Ben imam hatip okulundaki Siyer-i Nebi kitabımızın yazarını da tabii burada anmadan geçemeyeceğim. Allah rahmet etsin Zekai Konrapa Hocamızın yazmış olduğu eser, o da muhteşemdi. Adeta özetin özeti, öyle bir eser Peygamberimiz, Üstad’ın cümleleriyle söylersek, “Gaye-İnsan, Ufuk-Peygamber” idi. O, geldiği dünyayı, kararmış ruhları, kirlenmiş kalpleri, sözleriyle, yaşantısıyla, güzel ahlakıyla aydınlattı; insanlığa rehber, önder oldu.

Peygamberimiz mesajlarını tüm insanlığa, tüm dünyaya iletti, Hakk’ı tebliğ ettikten sonra da, her fani gibi bu dünyadan dar-ı bekâya, ebedi âleme geçti. Peygamberimiz 63 yaşında bu dünyayı terk edince, Müslümanlar inanamadı, inanmak istemedi. Çünkü O’nunla birlikte yaşamak, O’nun kelamını dinlemek, sohbetinde bulunmak, teneffüs ettiği havayı ciğerlerine çekmek, ashabı için saadetlerin en büyüğüydü.

Burada bir hususa dikkat çekmek istiyorum: Sahabelerin büyüklerinden Hazreti Ömer, O’nun vefatını kabullenemedi, tüm celaliyle, “Kim Hazreti Muhammed öldü derse, kılıcımla onu iki parça ederim” dedi. Fakat sahabenin en olgunu, itidallisi olan Hazreti Ebubekir, biz Müslümanlara daha o esnada bir büyük dersi verdi. Dedi ki, Hazreti Ebubekir, “Kim ki Hazreti Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki, O ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki, Allah, Hayy’dır, ölümsüzdür.”

Sevgili Kardeşlerim,

Gençler,

İşte ubudiyet budur, kulluk budur. Ama bugün kula kulluk edenlerin ne yazık ki, acı dramlarını yaşıyoruz. Bugün o sıkıntıları yaşıyoruz. Farkında değiller, kula kulluk ediyorlar. Bizler bugün Müslümanlar olarak Hazreti Ömer’deki sevgiyi, aşkı, bağlılığı yüreğimizde taşırken, aynı şekilde Hazreti Ebu Bekir’deki itidali de muhafaza etmek, yaşatmak mecburiyetindeyiz. Bir gün tüm faniler bu dünyadan çıkıp gidecek. Ebedi alemde bizi iki şey yalnız bırakmayacak. Biri imanımız. İkincisi; dünyada yaptığımız ameller, hizmetler.

Biz işte bu anlayışla hareket ederek, Kur’an’ı Kerim derslerini, Siyer-i Nebi derslerini okullarda tüm çocuklarımızın öğrenebilmelerine imkân sağladık, elhamdülillah. Bunlar yasaklanmış mıydı? Yasaklanmıştı. Şimdi imam hatip okullarımızda böyle bir sıkıntı var mı? Yok, orta, lise, hepsinde. Düz okullarda da yine aynı şekilde seçmeli olarak, bu derslere girme imkanımız var mı? Var. Biz, siz gençlere güzel bir gelecek bırakmak, ülkemizi dünyada müstesna bir yere taşımak, milletimizin rızasını kazanmak için çabalıyoruz. Ama hepsinden öte Allah’ın rızasını kazanmaktır. Gençlerimiz başta olmak üzere, milletimizin desteğinin her zaman yanımızda olduğunu da, hamdolsun görüyoruz, biliyoruz. Ama bakıyorsunuz birileri çıkıyor, Kur’an’a meydan okuyor, birileri çıkıyor bakıyorsunuz Sevgili Peygamberimizin o yoluna, sünnetine meydan okuyor. Ve bunlar, bunu yaparken de ne yazık ki demokrasiden bahsediyor, özgürlükten bahsediyor, bunlardan bahsediyor. Herhalde bunlara milletimiz gereken dersi vakti geldiğinde, gerekli yerde verecektir. Bu ülkede kimse kalkıp da “Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli, ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” ifadelerine yasak getiremez, asla yasak koyamaz. Bu tür çevreler var mı? Var. ‘Ezan seslerinden rahatsız oluyoruz’, diyenler var mı? Var. Ben o zaman diyorum ki; işte bunlara en güzel dersin verileceği mahal demokrasilerde sandıktır, burada gereken dersin verilmesi lazım.

Değerli Kardeşlerim,

Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa, Veda Hutbesi’nde şöyle demişti: “Ey Mü’minler! Size İki Emanet Bırakıyorum. Onlara Sahip Çıktıkça, Yolunuzu Hiç Şaşırmazsınız. O Emanetler: Allah’ın Kitabı Kur’an-I Kerim Ve Peygamberin Sünnetidir…”

Evet… İslam ülkeleri olarak, Müslümanlar olarak, hiç şüphe yok ki bugünkü sıkıntılarımızın, sorunlarımızın temelinde, bu emanetlere sahip çıkamayışımız vardır. Bizler eğer, Rehberimizin izinden hakkıyla gidiyor olsaydık, coğrafyamızda bunca zulüm yaşanmaz, bunca kan akmaz, bunca gözyaşı dökülmezdi Irak’ta kim kimi öldürüyor? Müslüman Müslüman’ı. Suriye’de kim kimi öldürüyor? Müslüman Müslüman’ı. Yemen’de kim kimi öldürüyor? Müslüman Müslüman’ı. Libya’da kim kimi öldürüyor? Müslüman Müslüman’ı. Tek farkları var, mezhep. Onun için geçenlerde bir ziyarette, bir ülkenin en üst düzeydeki yöneticisine onu söyledim; benim dinim Sünnilik değil, inanıyorum ki sizin dininiz de Şia değildir dedim. Bizim dinimiz İslam’dır İslam, olaya buradan bakmamız lazım. Şimdi biz burada belirleyici olarak dinimiz İslam’ı aldığımız zaman bu sapkınlıklardan kurtuluruz. Ama alamazsak bu felaketler devam edecektir.

İşte şu anda 2 milyon insan misafirimiz. Bize geliyor Batı ne diyor? ‘Çok başarılısınız, tebrik ederiz, 2 milyon insanı burada ağırlıyorsunuz.’ Gelen para da onlardan 250 milyon dolar, harcadığımız para 5,5 milyar dolar. Ama biz açık kapı politikasıyla bu bombalardan kaçan insanları dışarı etmedik. Niye? Biz bu Sevgili Peygamberin, evet ümmetiyiz de onun için.

İnsanlık, onun yolunu suya hasret canlılar gibi gözledi. Dünya içinde bulunduğu karanlıktan çıkmak için o kutlu Nebiyi aşkla, özlemle, hasretle bekledi. Ondan önce insanlık ne yapacağını bilemez hale düşmüştü. Adaletsizlik, acı, kan, gözyaşı, zulüm her yeri sarmıştı. Tüm yeryüzü huzur, bereket, güvenlik derdine düşmüş, beşeriyet sevgiye, şefkate, merhamete aç bir hale gelmişti.

Alemlerin Efendisi dünyayı şereflendirdiğinde, evet her anlamda insan sömürüsü tüm hızıyla sürüyordu. Çok açık söylüyorum; bugün dünya adeta yeniden Hazreti Muhammed’in risalet vazifesini aldığı dönemi yaşıyor. Bugün yine bir büyük çıkmaza sürüklenen insanlık, düştüğü o kör kuyudan kurtarılmayı bekliyor. Peygamberimiz zulmün, adaletsizliğin kaynağı olan kula kulluğu kaldırıp atmıştı, kabileciliği, ırkçılığı elinin tersiyle iterek barış ve kardeşlik iklimini yeşertmişti. Ezenlerin, sömürenlerin, zulmedenlerin iktidarlarını ellerinden alarak, onların yerine merhameti, adaleti, şefkati, sevgiyi ikame etmişti.

Bugün de bakıyoruz petrol adına, doğal kaynaklar adına, mezhepçilik adına birileri fütursuzca mazlumların ahını alıyor, masumların kanını akıtıyor. Kula kulluk, adı konulmamış bir kölelik halinde giderek güçleniyor. Kan dökmeyi, zulmü, terörü, şiddeti kendilerine yöntem olarak belirleyenlerin iktidarı her geçen gün yaygınlaşıyor. Bu coğrafyada hiçbir dönemde kavmiyetçilik, mezhepçilik, zalimlik bugünkü kadar pirim yapmamıştı.

Adını doğru koymak lazım, İslam dünyası bugün bir fetret dönemi yaşıyor. Suni sınırlar, parçalanmış kalpler, tel örgülerle ayrılmış ruhlar, İslam dünyasını çepeçevre sarmış durumda. Zannetmeyin ki zulüm payidar olur, zannetmeyin ki bu fetret dönemi ilanihaye devam eder. Müslümanlar elbette Rahmet Peygamberinin yolunu, izini yeniden bulacak, bu konuda hepimize büyük sorumluluk düşüyor. Unutmayın “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”

Gençler,

Bu hadisi şerifi sindirmiş bir millet olarak bir insanın ölümünü tüm insanlığın ölümü olarak kabul ediyoruz. Hangi ad altında olursa olsun bizleri bilinmeze, kaosa itmek isteyenlere karşı yekvücut olacak, dimdik karşı duracağız. Bakınız hadisi şerifte ne diyor: “Kim Müslüman kardeşinin onurunu savunursa, Allah da kıyamet gününde onun yüzünden cehennem ateşini savar” diyor. Kardeşlerimizin onuru bizim onurumuzdur. Yüce Peygamberimizin emanetini hakkıyla taşıyacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın.

Elbette onu sevmek, elbette onun ümmeti olmak kutlamalara sıkıştırılamayacak kadar büyüktür. Hazreti Muhammed’i sevmek, mirasını üstlenmek, sünnetini yaşamak demektir. Mahallemizde yetim mi var, karnı aç olarak uykuya dalan mı var, eşinden zulüm gören bir kadın mı var ve biz buna rağmen hayatımızı hiçbir şey yokmuş gibi sürdürüyor muyuz? Evet, öyleyse biz o Nebinin emanetini hakkıyla yerine getiremiyoruz demektir. Gazze’de, Suriye’de, Irak’ta İslam adına, din adına kelle kesiliyorsa, başlar kesiliyorsa, Müslüman’ın itibarına, şerefine her gün lekeler sürülüyorsa, onun mirasına layık olamamışız, ilkelerini sürdüremiyoruz, demektir.

Dünya yaratıldıktan sonra nice devletler kuruldu, medeniyetler inşa edildi, sayısız ordular memleketleri işgal etti, nice millet, nice şahsiyet geldi geçti. Dünyada batıl olduğu gibi Hakk da kıyamete kadar olacak. Bizler istikametimizi bozmadan, Hakk yolundan ayrılmadan, zalimlerin metotlarını benimsemeden bu davayı sürdürmek zorundayız. Merhameti, şefkati, ahlakı, vicdanı bir an bile elden bırakmadan her ne olursa olsun adaletten bir an olsun şaşmadan mücadelemizi sürdüreceğiz.

Umut, bizde yeşermeli, sevgi ve kardeşlik bağları bizde filizlenmeli. Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi: “Ey insan, sana son sığınak son Peygamber’in hırkasında.”

El emin olan, sadelikten, mütevazı yaşamaktan bir nebze olsun uzaklaşmayan, cesareti, vefayı, tevazu ve cömertliği hiçbir durumda terk etmeyen Peygamberimizin yolu bizim de yolumuz olacaktır. Varlığıyla tüm beşerin hayranlığına mazhar olan Hazreti Peygamber Efendimizin güzel ahlakı, sağlam karakteri, güçlü imanı gün geçtikçe daha çok hayatımızın merkezine yerleşecektir. Bunun bilincinde olan siz gençlerimizin varlığının giderek çoğaldığını gördüğümüz müddetçe inanın gözümüz arkada kalmayacaktır.

Rabbim bizleri Peygamber Efendimize layık hayırlı ümmetlerden eylesin. Yüce Mevla’dan Peygamberimizin şefkatine nail olmak için ruz-i mahşerde ona mahcup olmamak için dua ediyorum.

Bu yarışmaya katılan, Siyer-i Nebi için emek sarf eden tüm kardeşlerimi bir kez daha tebrik ediyor, bu anlamlı organizasyonu düzenleyenlere teşekkür ediyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Rabbim cümlemizi Peygamber Efendimize layık olandan eylesin. Allah’a emanet olun, sağ olun, var olun.