Çok Değerli Kardeşlerim,
Kıymetli Misafirler,
Hanımefendiler, Beyefendiler,
Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum. Allah’ın salat ve selamı, Efendimiz, Rehberimiz, canlar canı Muhammed Mustafa’nın ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun. Allah’ın selamı, Ashab-ı Kiram’ın ve 14 asırdır insanlığı aydınlatan tüm alimlerin, evliyaların, gönül insanlarının üzerlerine olsun diyorum.
Doğumunun sene-i devriyesine ulaştığımız, Kutlu Doğum’u bir kez daha idrak ettiğimiz için Rabbime hamd-ü senalar ediyorum. Efendimizin şefaatine bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Cümlemizin, mahşer günü şefaat lütfuna sahip yegâne kişi olacak Peygamberimizin Livaü’l-Hamd Sancağı altında toplananlar içinde olmasını temenni ediyorum.
Dünyada gelmiş geçmiş tüm ümmetlerin en hayırlısı olan İslam ümmetinin mensupları olarak, Peygamberimizin şefaatiyle, hesap gününden mahcup olmadan çıkmamızı Rabbimden niyaz ediyorum. Bu yıl, “Hazreti Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı” mesajıyla idrak edeceğimiz Kutlu Doğum’un, Alemi İslam ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Bir kez daha Hazreti Nebi’yi tüm kalbimizle, tüm ruhumuzla anmamıza vesile olan bu güzel programı düzenledikleri için Diyanet İşleri Başkanlığımıza, Sayın Başkan’a ve ekibine teşekkür ediyorum.
400 yıl önce İstanbul’da yazılmış bir hilyede veciz şekilde ifade edildiği gibi;“Gönüllerde Taht Kuran Ey Sultanlar Sultanı/ Sana ‘Levlak’ Demişken Alemlerin Rahmanı / Senin Vasıflarını Nasıl Döküp Sayayım/ Lutufların Sayısız, Nasıl Nokta Koyayım” Evet, Alemlerin Rabbinin övdüğü Hazreti Muhammed Mustafa için biz ne söylesek eksik kalır, ne söylesek yetersiz kalır. Bize düşen O’nun şanına yakışır bir ümmet olmak için çalışmaktır.
Ben, Kutlu Doğum etkinliklerini bu bakımdan, bizi sünnete daha da yaklaştırmanın, sünnetle daha da bütünleştirmenin bir vesilesi olarak görüyorum. Peygamberimizin kendi yaşadığı ve ümmetine tavsiye ettiği sadelikte ve samimiyette yapılan Kutlu Doğum etkinliklerinin, rahmet ve bereket kaynağı olacağına inanıyorum.
Alvarlı Efe Hazretleri’nin söylediği gibi;“Derde Dermandır Muhammed Sohbeti/ Nur-İ İmandır Muhammed Ülfeti/ Rahmet-İ Rahman Dilerse Ey Kiram/ Ver Habib-İ Kibriya’ya Çok Selam”, Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammedin ve Ala Ali Seyyidine Muhammed.
Değerli Kardeşlerim,
İnsan, nefis sahibi bir varlık olarak, diğer tüm yaradılmışlardan farklıdır. Bu nefis, insanları aklı ve vicdanıyla bulması gereken doğrulara ulaşmaktan alıkoyuyor. Esasen ilk peygamber Hazreti Adem’den son peygamber Hazreti Muhammed’e kadar, tüm elçiler insanlığa aynı dini, aynı ilahi emri tebliğ etmişlerdir.
İnsanları akıl ve vicdan ölçüsüne, yani yaradanın belirlediği sınırlar içine, bunun idrakinde ve sorumluluğunda olmaya davet eden Peygamberler silsilesinin en üzerinde, hiç şüphesiz, Hazreti Muhammed vardır. İlk yaradılıştan bugüne, insanlar arasındaki tüm farklılıklar, Allah’ın kainatta kurduğu ilahi nizamın işaretidir.
Kur’an’da, Allah’ın, dileseydi herkesi iman üzere yaratacağı ve tek ümmet yapacağı, fakat bu şekilde yaratılmayarak, sahip olduğumuz nimetler için imtihana tabi tutulduğumuz ifade ediliyor. Bu çok anlamlıdır. Bu yılki Kutlu Doğum etkinliklerinin teması olan Hazreti Peygamber ve birlikte yaşama ahlakının kaynağını işte burada buluyoruz. Evet, Müslümanlar ve tüm insanlar olarak “birlikte yaşama” imtihanına tabiyiz. Bu imtihanı başarmanın, birlikte yaşamanın ahlakını güçlendirmenin yolu da, Peygamberimizin örnek hayatından ve bizlere tavsiyelerinden geçiyor.
Günümüz dünyasına baktığımızda bu imtihanın çok çetin bir şekilde sürdüğünü görüyoruz. Acaba bunu başarabiliyor mu muyuz? Acaba bunu şu anda başarmanın ötesinde böyle bir derdimiz var mı, bunu yaşıyor muyuz? Zulmün, katliamın, terörün, işkencenin ve daha nice, dinimizce ve elbette Peygamberimizce kötülenmiş, yasaklanmış fiilin, dünyanın dört bir yanında, her gün, her an işlendiği bir dönemden geçiyoruz.
Batıda giderek yaygınlaşan İslamofobi, kitabımız ve Peygamberimiz başta olmak üzere, tüm kutsallarımıza yönelik topyekün bir saldırı haline dönüşüyor. Kendileri ciddi bir inanç buhranı yaşayan Batı toplumlarının, İslam’ı ve Müslümanları hedef alarak buradan çıkış yolu aramak gibi çok yanlış bir yola girdiklerini üzüntüyle müşahede ediyoruz.
Diğer yanda ise İslam dünyası, sadece paramparça bir görüntü içinde olmakla kalmıyor, her yerde kardeşin kardeşi öldürdüğü vahim bir tablo önümüze çıkıyor. Suriye, Irak, Yemen, Filistin, Myanmar, Türkistan başta olmak üzere, pek çok yerde, on milyonlarca Müslüman muhacir durumuna düşürüldü.
Biz Türkiye olarak, ülkemize gelen muhacir kardeşlerimize her türlü yardımı yapıyor, her türlü kolaylığı gösteriyoruz. Birlikte yaşama ahlakına sıkı sıkıya sarılarak, tüm imkânlarımızı seferber ediyor, kapılarımızı ve yüreğimizi açık tutuyoruz. Çünkü bizde bir Ensar kültürü var. Bunu yerine getirmemiz gerekir diyoruz, Ama, diğer ülkelerin, bilhassa da İslam ülkelerinin çoğunda aynı durumun söz konusu olduğunu maalesef söyleyemeyiz. Müslümanların büyük bölümü, kardeşine Ensar olma imtihanından başarıyla çıkamadı, çıkamıyor.
Diğer yandan, üçüncü bin yılda dünyadaki gelişmelerin merkezinde yer alacağı öngörülen Afrika’da, her konuda olduğu gibi din konusunda da adaletsiz ve insafsız bir yarış söz konusu. Bu kıtada, “akla ve vicdana seslenen” ile ”aklı ve vicdanı esir eden” arasında süren çok çetin bir mücadeleye şahitlik ediyoruz. Geçmişteki Endülüs örneğinden, Balkanlar örneğinden, Kafkasya örneğinden hareketle, bu mücadelenin nasıl sonuçlar doğurabileceği konusunda fikir sahibiyiz. Bizim tarihimizde, tüm inançlara, tüm farklılıklara adaletle, hoşgörüyle yaklaşan Osmanlı tecrübesi varken, karşımızdaki örnekler maalesef işte bunlar.
Bu bakımdan, Afrika kıtasının, sadece son 100 yılda köklü bir şekilde değişen demografik ve dini yapısı hepimiz için endişe kaynağı olmalıdır. “Dert insanı söyletir” derler. Bu sıkıntıları, bu sorunları saatlerce, günlerce konuşmak, anlatmak mümkün. Bize düşen, “Ancak Sana İbadet Eder, Ancak Senden Yardım Dileriz” diyen bir inancın mensupları olarak, istikametimizi sağlam tutmaktır. İstikametimizi sağlam tutmazsak, yani kıblemizi şaşırırsak, yaptığımız ibadet dahi Allah’ın rızasına değil, Allah’ın gazabına vesile olur. Yardımı Allah’ın emirlerinde ve Peygamberimizin tavsiyelerinde değil, başka yerlerde aramaya başladığımızda, daha büyük felaketlerin, daha büyük acıların, daha büyük yıkımların kapısını aralamış oluruz.
Maalesef bugün İslam dünyasının bu konuda da çok iyi bir imtihan veremediğini görüyoruz. Bilhassa, açık ve net söylüyorum, DEAŞ gibi terör örgütlerin yol açtığı tahribat, İslam düşmanlarının çabalarını dahi geride bırakacak düzeye ulaşmış durumda. Bu tür gelişmeler, Müslümanları daha büyük sıkıntılara maruz bırakmanın ötesinde, olumlu herhangi bir amaca hizmet etmiyor. İslam’a tam aksine yanlış bakışlar getiriyor, olumsuz bakışlar getiriyor.
Bu durum karşısında bize düşen, Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak, Peygamberimizin rehberliğinden asla sapmadan ümmetin birliği, beraberliği, kardeşliği için daha çok çalışmak, daha çok mücadele etmektir. Peygamberimizin birlikte yaşama ahlakını anlayarak, yaşayarak, anlatarak bu misyonumuzu devam ettirmeliyiz. Biz sorumluluğumuzun, vazifemizin farkındayız. Bu yükün büyüklüğünün ve ağırlığının da bilincindeyiz. Ama hamdolsun, Kur’an’da, sıkıntıya düştüğümüz durumlarda “Allah’ın yardımının yakın olduğu” müjdeleniyor. Ben de, istikametimizi kaybetmediğimiz sürece, ümmetin kurtuluşunun yakın olduğuna yürekten inanıyorum.
Değerli Kardeşlerim,
Peygamberimiz, tüm hayatı boyunca mazlumun yanında durmuş, zalimin karşısında olmuştur. Mazlumun yanında dururken, onun diğer vasıflarına bakmayan Peygamberimiz, aynı şekilde zalime karşı çıkarken de kim olduğunu, ne olduğunu dikkate almamıştır.
Peygamberimiz, “İnsanlara azap edene Allah da azap eder” diyerek, bu konudaki tavrını net bir şekilde göstermiş, ifade etmiştir. Çağları aşan mesajlarıyla Peygamberimiz, bugün de bizim en önemli, en güçlü başvuru kaynağımızdır. Tebliğ ettiği dini en güzel şekilde yaşayarak tüm insanlara gösteren Hazreti Nebi, döneminde düşmanları tarafından dahi kendisine teslim edilen emin sıfatıyla da bizlere çok önemli bir mesaj vermiştir.
Öyle ki, Peygamberimizin hayatına kast etmek için yanına gelenler, ondan yeniden hayat bularak, geri dönmüşlerdir ki, bunların en önemlisi Hazreti Ömer Radıyallahu Ant’tır. Her türlü asabiyeti, ırkçılığı, ayrımcılığı ayakları altına aldığını ifade eden Efendimizin işaret ettiği kardeşlik bağlarına bugün ne çok ihtiyacımız olduğunu hep birlikte görüyoruz.
Mezhepçilik şu anda İslam dünyasını paramparça ediyor, ümmeti paramparça ediyor, bunu bizzat yaşıyoruz; şu anda Irak’ta bunu görüyoruz, Suriye’de bunu görüyoruz, Filistin’de bunu görüyoruz, şu anda, Yemen’de bunu görüyoruz ve acımasızca şu anda Müslüman Müslüman’ı öldürüyor. Sadece mezhebi farklılık, bu kadar açık ve net, bunları bizzat siyasetçi olarak biz de yaşıyoruz, kendileriyle bunu konuşuyoruz. Açık ve net; Bizim Sünnilik diye bir dinimiz yoktur, bizim Şia diye bir dinimiz yoktur, bizim tek dinimiz İslam’dır, bunu böyle bilmemiz lazım.
Ne yazık ki mezhebini din edinmiş olanlarla başımız dertte, sıkıntı burada.
Hazreti Peygamber, kinle, nefretle, öfkeyle dolu ruhları rahmetle, aşkla, umutla besleyerek, insanlığın ufkunda ilelebet sönmeyecek bir ışık yaktı. Bu ışığa doğru attığımız her adım, kendimizle, ümmetle birlikte tüm insanlığın kurtuluşuna doğru kat ettiğimiz bir mesafedir. Bu ışıktan uzaklaştığımız her an, daha çok zulme, daha çok acıya, daha çok zillete maruz kalacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Dikkatinizi çekiyorum, burada sadece bizden, sadece Müslümanlardan bahsetmiyorum; tüm insanlığın felahına, tüm insanlığın kurtuluşuna açılan bir kapıdan söz ediyorum. Çünkü Peygamberimizin tebliği tüm insanlığadır. Bu, dileyenin dilediği kadar faydalanabileceği bir hazinedir. Bunun için herhangi bir ırka, herhangi bir renge, herhangi bir dile, herhangi bir coğrafyaya mensup olma şartı yoktur. Bu, herhangi bir seçkin gruba, herhangi bir sosyal veya ekonomik kesime mahsus da değildir. Mükellefiyetleri itibariyle, akıl sahibi olmak, bu kutlu çağrının muhatabı olmak için yeterlidir.
Hazreti Peygamberin tebliğ ettiği din, tüm mensuplarına özgüven sahibi olmalarını emreder. Bunun için Müslümanların tecrit olmalarına, diğer inanç sahiplerinden tamamen ayrı bir toplumsal hayata yönelmelerine gerek yoktur. Kur’an’da, “İnanıyorsanız üstünsünüz” buyruluyor. Hiç şüphesiz bu üstünlük, inancımızla, kalbimizle, aklımızla, vicdanımızla ilgili bir üstünlüktür. Öyleyse, gevşemeyeceğiz, üzülmeyeceğiz. Bizim kendi tarihimizde de bunun sayısız örneği vardır. Osman Gazi’den Fatih Sultan Mehmet’e kadar pek çok devlet yöneticisi, günümüzde rastlanılması gerçekten zor hoşgörülü tavırlarıyla, ümmete örnek olmuşlardır. Günümüzün çatışma kültürü üzerine kurulu Batı sistemindeki diyalog, hoşgörü, farklılıklara saygı söylemi ile bizim medeniyet müktesebatımızdaki anlayış çok farklıdır.
Bir tarafta “Yaradılanı Yaradandan ötürü seven”, yani doğrudan insanın aklına ve vicdanına seslenen bir anlayış varken, diğer yanda “insanı insanın kurdu olarak” gören bir yaklaşım söz konusudur. Yaşadığımız sıkıntılar, sorunlar, karşılaştığımız engeller bizi asla yeise düşürmemeli. Çünkü Allah bize yeter.İnsanlık tarihi bunun sayısız örneğiyle dolu.
Bir dönem adeta tüm dünyayı titreten, kasıp kavuran nice kavimler, nice hükümdarlar, bir süre sonra, geride iz bırakmamacasına yok olup gitmişlerdir. Biz, sahibi Allah olan bir dinin mensupları olarak, böyle bir akıbete asla duçar olmayacağımızı biliyoruz, buna inanıyoruz. Yeter ki, haset ve kin gibi, geçmişte pek çok toplumu yok eden hastalıkların pençesine düşmeyelim. Yeter ki, Hazreti Nebi’nin aydınlık yolundan bir an olsun, bir milim olsun sapmayalım.
Peygamberimizin yöntemi bellidir. Bir öğüt verici olan Peygamberimiz, hiç kimseye karşı zor kullanmamış, baskı yapmamıştı. Onun en büyük gücü imanıydı, tebliğiydi. İslam tarihine baktığımızda, silah zoruyla Müslüman yapılan hiçbir topluluk göremeyiz. Bugün en büyük Müslüman nüfusunu barındıran Güney Asya ülkelerine İslam, Müslüman tüccarlar aracılığıyla, onların tebliğleriyle ulaşmıştır. Aynı şekilde bizim milletimiz de, ilahi tebliğin gücüyle, yani gönüllü olarak İslam’la şereflenmiştir. Bakınız burada silah yok, ordu yok, zor yok, baskı yok. Ne var? Sadece Hak yola davet var. Hak sözü anlatma var. Peygamberimizin yolunu takip etme var.
Bu manzara, bugün mezhepçilik ve bölgecilik fitnesinin pençesine düşenlerin, bu uğurda kardeş kanına dahi girmekten çekinmeyenlerin ne kadar uzağında değil mi? Zahirde haktan yana görünüp esasta batılın kılıcını çalanlar bu yoldan ne kadar uzakta değil mi? Tüm insanlığı birlikte yaşatma ideali bir yana, kendi kardeşleriyle dahi birlikte yaşayamayanlar, rahmet yüklü mesajları kalplerinde özümseyememiş olanlardır. İnşallah önümüzdeki dönem, bu bakımdan hepimiz için, tüm insanlık için bir uyanışa, bir silkinişe, bir öze dönüşe vesile olacaktır. Yaşadığımız ve fitnenin öldürmekten daha kötü olduğu ilahi mesajının adeta ete-kemiğe büründüğü bu dönemi, en kısa zamanda geride bırakacağımızı ümit ediyorum.
Değerli Kardeşlerim,
İslam dünyasında Peygamber sevgisinin, Peygambere olan saygının, hürmetin, özlemin ülkemiz kadar belirgin şekilde görülebileceği pek az yer vardır. Milletimiz, yüzlerce yıldır, ilahileriyle, naatlarıyla, mevlitleriyle, hilyeleriyle, miraciyeleriyle, esma-i nebileriyle, gazavat-ı nebileriyle, ahlak-u nebileriyle, hicret-i nebileriyle, şefaatnameleriyle bu sevgisini ortaya koymuştur, koymaya devam ediyor.
Arif Nihat Asya, Naat’ında bunu şu şekilde ifade ediyor:“Yüreklerden Taşsın / Yine, İmanlar! / Itrî, Bestelesin Tekbîr’ini; / Evliyâ, Okusun Kur’ân’lar! / Ve Kur’ân-I Göz Nûruyla Çoğaltsın / Kayışzâde Osman’lar / Na’tını Galip Yazsın, / Mevlid’ini Süleyman’lar! / Sütunları, Kemerleri, Kubbeleriyle/ Geri Gelsin Sinan’lar! “
Hazreti Peygamber sevgisinin, Hazreti Nebi’nin tebliğ ettiği dine bağlılığın, onun kitabına hürmetin böylesine büyük olduğu bir milletin mensubu olmaktan ancak iftihar ederiz, Allah’a hamdolsun.
Değerli kardeşlerim, sözlerime yine Arif Nihat Asya’nın bir bölümüyle son vermek istiyorum:
“Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız.
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu ayaklarımız.
Kabe’ne siyahlar yakışmamıştır,
Yâ Muhammed bugünkü kadar.
Gel, ey Muhammed, bahardır,
Dudaklar ardında saklı aminlerimiz vardır.
Hacdan döner gibi gel,
Mi’râc’dan iner gibi gel,
Bekliyoruz yıllardır!
Konsun yine pervazlara güvercinler,
Hu hulara karışsın âminler.
Mübarek akşamdır,
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler.”
Evet, Fatihalarla, Yasinlerle dolu akşamlar dileklerimle sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum..