Yedinci Büyükelçiler Konferansı’nda Yaptıkları Konuşma
Sayın Bakanlarımız,
Değerli Milletvekillerimiz,
Değerli Büyükelçiler,
Kıymetli Dostlarım,
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, yedincisi gerçekleşen Büyükelçiler Konferansı’nın ülkemiz, milletimiz, tüm dost ve kardeş ülke halklarını için hayırlara vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyorum.
Dışişleri Bakanlığımıza her yıl düzenli olarak bu önemli konferansı tertip ettikleri için bugün bir kez daha teşekkür ediyorum. Önceki konferanslarda Başbakan sıfatıyla sizlere hitap etme fırsatım olmuştu. Bugün ise Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk kez sizlere hitap ediyor olmanın da heyecanı, memnuniyeti içinde olduğumu vurgulamak isterim.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde, aday olduğum andan itibaren farklı bir cumhurbaşkanı olacağımı, halkın oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı olarak, ülkemin ve milletimin her meselesiyle daha aktif ve yakından ilgileneceğimi ifade etmiştim.
Dış politika, hiç kuşkusuz bu önemli alanların başında geliyor. 28 Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı vazifesini devraldığım andan itibaren yurt dışında çok sayıda temaslarımız oldu. Yurt içinde de çok sayıda devlet ve hükümet başkanını ağırladık. Onlarla istişarelerde bulunduk. 2015 yılı bu temaslarımızın daha da yoğunluk kazanacağı bir dönem olacak. Sayın Başbakanımızla, Sayın Dışişleri Bakanımızla, elbette siz değerli büyükelçilerimizle koordinasyon ve uyum içinde çalışarak, inşallah dış politika hedeflerimize doğru hep birlikte yürüyeceğiz. 2015 yılında da, inşallah bir yandan ülkemizin etkinliğini, ağrılığını, itibarını dünya genelinde artırırken, bir yandan da aktif dış politikamızın ekonomiyi, siyaseti, sosyal yaşamı daha da özellikli bir noktaya getirmesi için gayret sarf edeceğiz.
Değerli Dostlarım,
Yedinci Büyükelçiler Konferansı, son derece isabetli bir şekilde Ankara ve Çanakkale şehirlerimizde buradaki özellikle ön hazırlıkları yapılan bir dönemde gerçekleştiriliyor. Gerek içinden geçtiğimiz hadiseler açısından, gerek 100.yıldönümlerini idrak ettiğimiz olaylar açısından Ankara ve Çanakkale şehirlerinin seçilmiş olması gerçekten önemli manalar ihtiva ediyor. Geçtiğimiz temmuz ayından itibaren coğrafyamızı köklü şekilde değiştiren ve şekillendiren Birinci Dünya Savaşı’nın 100.yıldönümünü idrak etmeye başladık. Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan önemli hadiseler kapsamında, ilk olarak önceki gün Sarıkamış Harekâtı’nı ve orada verdiğimiz şehitlerimizi yâd ettik. Yaklaşık 30 bin insanın iştirak ettiği genciyle, yaşlısıyla bu törenler gerçekten çok ama çok anlamlıydı.
Şimdi sırada Çanakkale Zaferimizin 100.yıldönümü var. İnşallah bu yıl sadece Mart ayında değil, bugünden başlayarak, yılsonuna kadar çeşitli etkinliklerle Çanakkale Zaferimizi bütün boyutlarıyla hatırlayacak ve hatırlatacağız. Yine nisan ayında son derece önemli bir zaferimizi, Kut-ül Amare Zaferimizi de şanına yaraşır şekilde yad edeceğiz.
2015 yılı içinde 1915 olaylarının da 100.yıldönümü belli çevreler tarafından yoğun bir şekilde gündeme taşınacak, bunun idraki içeresindeyiz. 2015, sadece yıl dönümü etkinlikleri boyutuyla değil belli hadiselerin daha iyi anlaşılması ve tartışılması için de bir fırsat teşkil edecek.
Ülkemizin dışarıya açık tüm pencereleriyle, yeryüzüne dağılmış tüm insan gücümüzle, araçlarımızla gerçeklerin anlaşılması, tarihin doğru okunması için bu yıl ve sonrasında azami gayret içinde olacağız. Bir kere burada şunu özellikle vurgulamak isterim; Birinci Dünya Savaşından Osmanlı Devleti, evet yenilerek ve toprak kaybederek çıkmıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yapılan İstiklal Mücadelesi ile büyük bir zaferin üzerine inşa edilmiştir.
Biz, asla yenilmiş bir millet değiliz, muzaffer bir milletiz. 77 milyonun her bir ferdinin işte bu duyguya, bu özgüvene, bu bilince sahip olması son derece önemlidir. Özellikle bizim yeryüzündeki temsilcilerimiz olan büyükelçilerimizin böyle bir duyguyla, böyle bir özgüvenle hareket etmeleri gerekmektedir.
Sizler, tarihiyle, kültürüyle, medeniyetiyle büyük, özellikle de İstiklal Mücadelesi ve o mücadelenin ardından kazandığı zaferiyle büyük bir devletin elçilerisiniz. Bizim, hiçbirimizin üzerinde Mondros Anlaşması’nın, Sevr Anlaşması’nın gölgesi, izi, baskısı olamaz. Mondros Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin yaptığı bir anlaşmadır. Sevr ise yeni kurulan cumhuriyetimizin yırtıp attığı bir anlaşmadır.
Şunu artık hepimiz görmek zorundayız. Osmanlı Devleti’nin yenilmiş olmasını tam yüz yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün fertleri, kurumları üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmak isteyenler oldu. Bizim özgüvenimizi kırmak istediler. ‘Siz yapamazsınız’ dediler, ‘Siz başaramazsınız’ dediler. ‘Size istikameti, sınırları biz çizeriz, sizin gündeminizi de biz belirleriz’ dediler. Ne yazık ki içeride o manda ve himaye özlemini kalplerinden atamayanlar yenilmişlik duygusu içerisinde olanlar, ona esir olanlar, işte verilen bu role harfiyen uydular. Maalesef milleti de arkalarından taşımak istediler. Allah’a hamdolsun bu Aziz Millet, Türkiye’ye ve kendisine biçilen role mahkûm olmadı. Çizilen rota ve istikametin esiri olmadı. Şu anda gerçekleştirdiğimiz reformlarımızla, büyüyen ekonomimizle, aktif, cesur dış politikamızla biz işte Türkiye’ye ve millete biçilen bu 100 yıllık darbe adımlarını, solunumunu, bu dar elbiseyi yırtıyor, bize takılan zincirlerden prangalardan bir bir kurtuluyoruz. Son dönemde başımıza gelen hadiselerin hiç biri tesadüf değildir. Son dönemde yaşadığımız badirelerin hiçbiri Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle ortaya çıkmış hadiseler değildir. Bölücü terör, Gezi olayları, 17-25 Aralık darbe girişimleri, diğer bazı teşebbüsler Türkiye’ye istikamet çizme amacıyla kurgulanmış, gerek dışarıdan, gerekse içerideki maşalar tarafından sergilenmiş olaylardır. Bunun sizler gayet iyi farkındasınız. Peki, bizler bunun karşısında ne yapıyoruz veya ne yapacağız? Asıl olan bu. Bütün bu hadiselerdeki yegâne amaç; o eski, kontrol altındaki, bağımlı, ezik, özgüveni eksik, gündemi belirlenebilir Türkiye’yi getirmektir. Ekonomisi bir türlü şahlanamayan, demokrasisi bir türlü gelişemeyen, sorunlarını bir türlü çözemeyen, yani kısır bir döngü içinde, bir fasit daire içinde enerjisini sürekli yitiren eski Türkiye’yi diriltmek için bütün bu oyunlar kurgulanmış ve sahnelenmiştir.
Bakın, sadece bir örnek vereceğim; 17-25 Aralık darbe girişimini yolsuzluk iftirası üzerine kurdular. En mütevazı hesaplamayla 17-25 Aralık darbe girişiminin Türkiye’ye maliyeti 120 milyar dolar oldu. Eğer başarılı olsaydılar, azmettikleri gibi Başbakanı, dönemin Başbakanı yapabilselerdi inanın bu maliyet kat kat fazla olacaktı. Çünkü o zaman arzuladıkları, özledikleri eski Türkiye’yi inşa etmiş, o eski faiz, enflasyon yükünü, daralan ekonominin, küçülen ihracatın yükünü yeniden Türkiye’ye, yeniden millete yüklemiş olacaklardı. Eskiden olduğu gibi Türkiye faiz, kan, savaş lobilerinin servetlerine servet kattıkları bir ülke olacaktı. Bakın burada şunu da ifade etmek durumundayım; 17-25 Aralık darbesinde başarısız olanlar, ümitsizlik içinde yeni bir takım operasyonları devreye almak için de uğraştılar ve uğraşıyorlar. Dört eski bakan üzerinden kurgulanmak istenen süreç, açık söylüyorum 17-25 Aralık darbe girişimini yaşatmaya yönelik tamamen umutsuz bir süreçtir. Orada başaramadılar, ‘Acaba burada başarabilir miyiz?’ O zaman Başbakanım, Başbakan olarak eski Türkiye özlemi içerisinde olanlar, ‘İlla bir soruşturma komisyonu kuralım’ dedikleri zaman, arkadaşlarımızla oturduk istişare ettik ‘kuralım’ dedik. Bizim bundan kaçınacak bir yanımız yok, kurduk. Kurduktan sonra komisyon çalıştı, nihayet dün komisyon kararını verdi. Bütün bu çalışmalar sonrasında, bilirkişi raporları vesaire bunlar alınarak karar verildi. Komisyonun bu kararı, tabii adeta bir ara karar. Bundan sonraki süreç, tabii ki, Parlamento, Genel Kurul, nihai kararı orası verecek. Ama dert bu mu? Dert başka, ‘Acaba buradan biz ne elde edebiliriz?’ bunun gayreti içindeler. Ben inanıyorum ki, bu Parlamento şu anda özellikle Soruşturma Komisyonu’nun almış olduğu, üzerinde çalışılmış bu karar neticesinde, nihai kararını en ideal, adil şekilde verecektir ve Türkiye bu tür oyalama süreçleri içerisinde üzerinde spekülasyonların yapılacağı bir ülke olmayacaktır. Olmadığını da bu Parlamento gösterecektir. 17 ve 25 Aralık iddiaları, öncelikle 30 Mart ve ardından 10 Ağustos seçimlerinde millet tarafından zaten yargılanmıştır. Ve millet, kararını da sandıkta vermiştir. Asıl önemlisi, 17-25 Aralık iddiaları bağımsız Türkiye mahkemelerinde yargılanmış ve kurgulanan oyun o mahkemelerde zaten bozulmuştur. Şimdi bir başka oyunun kurgulanmasına, yargı içindeki bir takım odakların siyaseti dizayn etme girişimlerine ve arzularına öyle umuyorum ki, izin verilmeyecektir.
Türkiye, son 12 yıl içinde siyasetin üzerindeki tüm vesayet sistemlerini ve kurumlarını etkisiz hale getirmiş, siyasetin de, siyaset dışı kurumların da, asli vazifelerine dönmelerini temin etmiştir. Buradan geri dönüş asla olamaz. Siyaset dışı kurumların, siyaset dışı güç odaklarının siyaseti tehdit etmelerine, siyaseti özellikle şantaj, montaj vesaire gibi yollarla korkutmalarına, ürkütmelerine asla göz yumulamaz. Yeni Türkiye’nin inşası, Türkiye’nin artık tüm kurumlarıyla, kurallarıyla normalleşmesi, inşallah yaydan fırlamış bir ok gibi geri döndürülemez şekilde hedefine ilerleyecektir.
Değerli Büyükelçiler,
Yaşanan tüm badireler karşısında gösterdiği kararlılıkla Türkiye büyüklüğünü bütün dünyaya göstermiştir. Türkiye üzerinde yapılmak istenen operasyonlar, ameliyatlar milletin gücü karşısında erimiştir, bundan sonra da erimeye mahkûmdur. Mevcut sorunları da aşarak, başlayan süreçleri ilerleterek, artık enerjimizi içerdeki yapay sorunlardan ziyade güçlü ekonomiye, güçlü dış politikaya, güçlü ve müreffeh bir toplum inşasına yoğunlaştırmak zorundayız. Bakınız, büyükelçilerimizin Türkiye üzerinde yapılmak istenen bütün bu operasyonlara karşı, son derece dikkatli, müteyakkız olmaları gereken bir süreçten geçiyoruz.
Özellikle batıda, medya ve başka bazı odaklar Türkiye’ye karşı yoğun bir algı operasyonu içindeler. Batı medyasında Türkiye’deki hadiselere ilişkin olarak çok sayıda haber yorum, bunların yanında adeta Türkiye’nin demokrasiden nasibini almamış bir ülke gibi gösterme gayretleri bizlerin de dikkatini ciddi manada çekiyor. Bu kadar yanlı, taraflı hatta tüm bu haberlerin yalan olduğunu görüyoruz. Ve dürüst değiller, samimi değiller. Geliyorlar, bizimle oturuyorlar, konuşuyorlar, kendilerine gerekli cevapları veriyoruz, belgeleri gösteriyoruz, bütün bunlara rağmen bildiklerini okuyorlar. Niye? Bunlar samimiyetsiz. Bunlar dürüst değil. Onun için ben büyükelçilerimizden özellikle şunu istiyorum, bunların karşısında dik durun. Bunların karşısında onlara yaptıkları ahlaki olmayan bütün bu yalan haberleri, bu asparagas haberleri bunların yüzüne yüzüne çalmanız lazım. Siz, 77 milyon Türk Milleti’nin orada birer temsilcisi, misyon şefisiniz. Buradan asla taviz vermemeniz gerekiyor çünkü bu bizim için çok önemli.
İşte bakıyorsunuz bir haşhaşi grup buralarda senatolarında, parlamentolarında her türlü yalana dayalı haberi her türlü oralarda, kumpaslar, vesaireler bunları yürütüyorlar. Bunu bozacak olan kim? Birinci derecede siz değerli büyükelçilerimiz olacaksınız. Bize ulaştırılması gereken neyse o bilgileri belgeleri bize aktarın. Biz gümbür gümbür bunları konuşuruz. Kim olursa olsun konuşuruz. Bizim bunlardan geri adım atmak gibi asla bir lüksümüz olamaz. Üzerlerine, üzerlerine gideceğiz. Bu milletin tarihinden gelen bir sorumluluğu var. Bir gücü var, bunu bir kenara koyamayız ve kimse bizim gündemimizi belirleyemez. Biz bugün artık dünyada gündem belirleme, bu gündemi belirleyenler arasında yer alan bir ülke konumundayız. Bunu böyle bileceğiz. Türkiye’de çok büyük bir hezimet yaşayan bu paralel yapının kendisini kiralayacak yeni efendiler aradığını bu amaçla da ülkesine, milletine ihaneti uluslararası medya üzerinden gerçekleştirmek istediğini görüyoruz. Nerelere, nasıl paralar savurduğunu bunu da biliyoruz. Nerelerde, nasıl kendilerine yemek masaları ayırt ettiklerini, bunu da biliyoruz. Bütün bu olayların altında yatan gerçek neden nedir? Oralarda kendileri için lobiler oluşturmak, kulisler yapabilmek. Arkadaşlar, biz onlardan daha güçlüyüz. Öyleyse şu anda Milli Siyaset Belgesi içerisinde yer almaya namzet olan bu paralel yapı, artık dünyada gereken yere oturacaktır. MGK, bununla ilgili tavsiye kararını almıştır. Hükümetimiz, Bakanlar Kurulu’ndan bunu geçirmiştir. Şimdi 2015 Milli Siyaset Belgesi içinde de yerini alacaktır. Bu artık böyle bir örgüttür.
Büyükelçilerimizin mevcut tüm personeliyle gerçeklerin duyulması ve duyurulması için daha gayretli olmaları gerektiği açıktır. Basın özgürlüğü üzerinden, terör hadiselerine, polisin müdahalesi üzerinden, teröre karşı alınan tedbirler üzerinden, Irak ve Suriye’deki terör örgütleri üzerinden, Türkiye karalanmak, kötülenmek isteniyor.
Bakıyorsunuz işte bir tahşiye olayı çıkıyor ve bu olaydan dolayı bir operasyon. Hemen olay nereye saptırılıyor? Basın özgürlüğü. Basın özgür değilmiş. İddia ile konuşuyorum; Ne Avrupa’sında ne diğer ülkelerinde, Batı’nın genelinde Türkiye’deki basın kadar özgür bir medya yoktur, ne yazılı, ne görsel. Bunların hepsini biz de gittik, gezdik, gördük. Sıkıysa siz oralarda kalkın, aynen bizde olduğu gibi Cumhurbaşkanına, Başbakana saldırın, saldıramazsınız. Almanya’da, Fransa’da yapamazsınız. Oranlar itibariyle bizdeki gibi diyorum. ABD’de, Rusya’da yapamazsınız. Bu gerçekleri sizler en az benim kadar biliyorsunuz. Dolayısıyla bunların yüzüne yüzüne, onların oralarda yazılı ve görsel medyada çıkanları önlerine koymanız lazım.
Kendi ülkelerinde ciddi boyuttaki ihlalleri, baskıları tırmanan tehditleri görmeyenler görmek istemeyenler, Türkiye üzerinden vicdanlarını rahatlatmaya çalışıyorlar. Bunların hiçbirine karşı boynumuzu eğmeyeceğiz. Bakın burada bir kez daha ifade ediyorum: Türkiye, hiçbir kimsenin parmak sallayarak büyük bir kibir içinde suçlayacağı, itham edeceği bir ülke değildir. Bu tür alışkanlıkları olanlar artık bundan vazgeçsinler. Eski alışkanlıklarıyla Türkiye’ye parmak sallamaya, Türkiye’yi azarlamaya kalkışanlar karşılarında artık yeni Türkiye’nin, ekonomisiyle, demokrasisiyle, dış politikasıyla büyük bir Türkiye’nin olduğunu görsünler.
Özellikle AB, Türkiye politikasını artık gözden geçirmek durumundadır. Yeterince oyaladılar, vakit kaybettirdiler. Şu anda Avrupa Birliği’nin çok ciddi tehlikelerle, tehditlerle karşı karşıyayken bunları görmek, bir defa biran önce değerlendirmek, bunlara çare üretmek yerine, Türkiye’ye ders vermeye kalkışması inanın acınacak bir durumdur.
Bakın ırkçı, ayrımcı özellikle de Müslümanları hedef alan faaliyetler Avrupa’da artık gizlenemez bir noktaya geldi. AB müktesebatının içinde bunların yeri var mı? Bunlara karşı durulması gerekmiyor mu? Her gün Müslümanlara yönelik, camilere yönelik alçakça saldırılar düzenleniyor. Irkçı örgütler, bazı batı toplumları nezdinde maalesef her gün daha fazla sempati kazanıyor, hüsnü kabul görüyor. Bizim sürekli dikkat çektiğimiz, vurguladığımız ve tedbir alınması için uyardığımız İslamafobi artık Avrupa’da ciddi bir tehdit teşkil ediyor. Romanlara neler yaptığını biliyorsunuz bunların. Eğer bugün de mesele ciddiye alınmazsa, bugün de popülizm Avrupa siyasetçilerini esir alırsa AB ve Avrupa değerleri artık tartışma konusu yapılır.
Değerli Dostlarım,
Türkiye’nin Suriye konusundaki duruşunun haklılığı her geçen gün doğrulanıyor, ama adını koymuyorlar. Bugüne kadar batılı müttefiklerimize bu ülkedeki sorunların DEAŞ ve Ayn- el Arap ile sınırlı tutulan bir mücadeleyle çözülemeyeceğini, sorunun kökeninde Esed rejiminin zulmünün yattığının ve DEAŞ’ın ancak bunun bir ürünü olarak görülebileceğini sürekli söyledik. Rejimin ürünü olan DEAŞ Irak’ta yıllardır devam eden mezhepçi, bölücü ve ayrıştırıcı politikalarla etkileşim içine girerek, büyük bir tehdit olarak ortaya çıkmıştır. Tabii ki durumun bu hale gelmesinde göz ardı edemeyeceğimiz bir diğer etken de uluslararası toplumun kararsız tutumu, diğer bir deyişe BM’nin harekete geçmekteki yetersizliği oldu.
Yanılmıyorsam dün, NATO’nun eski Genel Sekreteri Rasmussen, bir konuşma yapıyor Gaziantep’te. Konuşmasında ‘Sadece hava harekâtıyla bu iş çözülmez’ diyor, ‘Kara harekâtının da olması gerekiyor’ diyor. Biz bunu işin başından söyledik; ‘Kara harekâtı olmadan buradan netice alamazsınız’ dedik. Sadece dostlar alışverişte görsün, bu olur başka bir şey olmaz ve Ayn el-Arap’ta Bizim bir görüşmemiz oldu, Sayın Başkan ile yaptığımız görüşmede dedik ki, ‘Niye Kobani, Ayn-el Arap? Buranın sizin için stratejik önemi mi var?’ Ne dedi biliyor musunuz? Bakın çok enteresan, ‘Eğer biz buraya mühimmat desteğini vermezsek, iki gün içerisinde Kobani düşer.’ İki ay geçti, düştü mü? Gönderdikleri mühimmatın da bir kısmı DEAŞ’a gitti, bir kısmı da oradaki savaşçılara. Ne oldu? Hala süreç devam ediyor. Kendilerine biz Fransa ziyaretinde de Sayın Hollande’a onu söyledim. Stratejik olan yer burası değil, stratejik olan yer Halep’tir dedik, Halep ile ilgili bir çalışmanız var mı dedik. Ve ertesi gün Fabius bir makalesinde Halep’in önemini anlattı ve ses getirdi. Gerçekçi olmaya mecburuz. Ama dert başka olunca, hesap başka olunca orada bizim iyi düşünmemiz lazım. Zira Kobani, Afrin, Kamışlı burada başka hesap yapılıyor, stratejik olan bu.
Bunu da herhalde Türkiye yutacak durumda değil. O zaman atmamız gereken adımı, yapmamız gerekenleri de biz yapacağız. Niye? Çünkü 950 km bir Suriye sınırı bizim için düşünülmesi gereken bir sınırdır. Bunu biz kalkıp da şöyle Irak sınırıyla birleştirdiğimiz zaman neredeyse 1280-1290 km bir sınır meydana geliyor. Burada Türkiye’nin hassasiyeti önemli. Ama size ne? Sizin hassasiyetiniz ne? Irak için petrol anlıyoruz. Suriye için ne? Orada da yeni bir yapılanma. İşte burada bütün büyükelçi arkadaşlarımın bu hassasiyet üzerinden hareket etmeleri önem arz ediyor.
Geliyorum bir başka konuya. Dünyada inanç özgürlüğünün ihlali ve hiçe sayılması bağlamında en vahim örnekler işte 2014’te Kudüs’te yaşanmıştır. İsrail, başta Kudüs ve Harem-i Şerif olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarındaki saldırganlığını artırarak sürdürmüştür. Filistin’in vazgeçilmez hakları ve Kudüs’ün korunmasına ilişkin görüşlerimizi içeren bir mektubu BM Güvenlik Konseyi'ne ileterek, Güvenlik Konseyi’ni uluslararası barış ve güvenliği koruma yükümlülüğü uyarınca harekete geçmeye çağırdığım da malumunuzdur. Biz bu noktadaki çabalarımıza önümüzdeki dönemde de devam edecek, Filistin üzerindeki baskıların, ayrımcı politikaların sona ermesi için gayret göstermeyi sürdüreceğiz. Çeşitli ülkelerin parlamentolarında Filistin’in devlet olarak tanınmasına dair gelişmeleri doğru yönde atılmış adımlar olarak telakki ediyorum. Temennimiz, Filistin’in daha fazla vakit kaybetmeden uluslararası alanda hak ettiği yeri almasıdır.
Değerli Büyükelçiler,
Ermenistan, kendisiyle ilişkilerimizi normalleştirme yönünde sergilediğimiz tüm iradeye rağmen enerjisini sözde soykırım meselesine odaklanarak harcamayı tercih ediyor. Tarihte yaşanmış olayları tek yanlı okuyarak, meseleyi siyasallaştırarak sadece kendi hafızasını, kendi bakış açısını empoze etmeye devam ediyor. Bu konuda Dışişleri Bakanlığımızın ilgili diğer kurumlarımızla eşgüdüm halinde yoğun ve derinlemesine çalışmalar yaptığını zaten biliyorum. 2015’te bu meseleyle ilgili hareket tarzımızla ilgili görüşmelerin Büyükelçiler Konferansı’nda ağırlıklı bir yere sahip olduğunu da görüyorum. 2015 boyunca gerek Dışişleri Bakanlığımız, gerek ilgili tüm kurumlarımız koordinasyon içinde, son derece aktif biçimde inanıyorum ki bu iddiaların üzerine gidecektir.
Değerli Büyükelçiler,
Bir başka önemli konu Libya’da çatışmaların sürmesinden, hava saldırılarının sivil halka ve altyapıya zarar vermesinden, taraflar arasında siyasi diyalog sürecimin başlamamasından endişe duyuyoruz. Libya Yüksek Mahkemesi’nin genel seçimlerin iptali yönünde aldığı karar, Libya’da yeni bir durum ortaya çıkardı. Uluslararası toplumun bu kararın sonuçlarını dikkate almakta mütereddit ve yavaş davranması maalesef mevcut krizi daha da çetrefilleştiriyor. Libya’daki kriz ortamından çıkışın tek yolu, kapsayıcı siyasi diyalogdan ve milli mutabakattan geçmektedir. Bu itibarla uluslararası toplumun meşruiyet tartışmasını bir kenara bırakarak, ateşkesin sağlanması ve hava saldırılarının durması BM’nin kolaylaştırıcılığında siyasi diyalogun başlaması, çaba sarf etmesi gerekiyor.
Bu noktada Libya’ya dış müdahalede bulunulmamasının sorunun çözülmesine yönelik çabaların başarıya ulaşması bakımından büyük önem taşıdığını ifade etmek isterim.
Değerli Dostlarım,
Sizlerin yakından şahit olduğunuz üzere büyükelçiliklerimizi ve başkonsolosluklarımızı milletimize ve devletimize yakışır binalara ve özellikle hizmet binaları olarak çalışma şartlarına kavuşturmak için azami gayret sarf ediyoruz. Bu konuda gittiğim, ziyaret ettiğim yerlerde de büyükelçilerimize özellikle söylüyorum. Bugün sizleri ağırladığımız yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı da aynı şekilde Ankara’yı milletimize ve devletimize yakışır bir başkent yapma idealimizin ürünüdür. Binanın hizmete girdiği kısa süre zarfında birçok yabancı devlet adamını ve milletimizin temsilcilerini burada ağırladık ve önümüzdeki dönemde de ağırlamaya devam edeceğiz. Şu anda inşaatı devam eden kongre merkezi, onun yanında cami ve külliyesi, başlayacak olan çok amaçlı salon ve onun yanında bir de, Türkiye’de şu ana kadar sayısal olarak olmayan en az 4 milyon cilt kitabın alınabileceği bir Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesi’ni kurabilmek için burada, bu konseptin içinde böyle bir çalışmayı yürütüyoruz. Yapıların bitmesiyle inşallah burası millet ve devletin kaynaşmasının, kucaklaşmasının zirve noktası olacaktır. Sizlerin de kançılarya ve konut binalarını aynı şekilde faal halde tutmanızı bekliyorum.
Sözlerime burada son verirken Yedinci Büyükelçiler Konferansı’na tekrar başarılar diliyor, ailelerinize, görev yaptığınız dost ve kardeş ülke halklarına selamlarımızı iletmenizi sizlerden rica ediyor, vazifenizde başarı temennilerimi ve sizlere sevgi ve saygılarımı sunuyorum.