Trabzon'da Akşam Yemeğinde Yaptıkları Konuşma
Değerli Hemşehrilerim,
Sivil Toplum Kuruluşlarımızın Değerli Temsilcileri,
Hanımefendiler,
Beyefendiler,
Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyor, bizleri bu anlamlı muhabbet sofrasında bir araya getirmeleri sebebi ile Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanımız ve ekibine, onlara destek olan Değerli Valimize ve ekibine teşekkür ediyorum.
Bu vesileyle bir kez daha 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde, şahsıma gösterdiği teveccüh, verdiği destek için -ki yüzde 71’e varan bir destek- tüm Trabzonlu hemşehrilerime özellikle ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum.
Tabii, bugünün bir anlamı da şu: Üniversitede de, meydanda da söyledim, 10 Ağustos seçim ve bugün seçimden bu yana geçen gün itibari ile baktığımızda 61. gün. Bu yönü itibari ile de tabii anlamlı ve güzel bir tevafuk diyebilirim buna.
Trabzon’a en son Başbakan sıfatı ile 15 Haziran'da gelmiştim. Toplu açılış törenlerini gerçekleştirmiştik. Bugün aradan henüz 4 ay geçmeden Cumhurbaşkanı sıfatı ile sizlerle birlikteyim ve Cumhurbaşkanı sıfatı ile de ilk defa böyle bir toplu açılış törenine katıldım ve ilk defa büyükşehirlerden Trabzon'da halkımla bir arada oldum, STK'larla bir arada oldum. Karadeniz Teknik Üniversitemizin Akademik Yıl açılışında, hocalarımızla ve öğrencilerimizle de yine ilk defa bugün bir arada oldum. Şimdi de sizlerle hasret gideriyorum.
Yarın, aynı şekilde Rize'de benzer programlarımız var. Pazar günü Bayburt'ta ve ardından Gümüşhane'de benzer programlarımız olacak, daha sonra da İstanbul'a döneceğiz. İstanbul’da bazı programlara katılıp, Pazartesi günü inşallah Marmara Üniversitesi’nin -ki mezun olduğum üniversite- Akademik Yılı açılışına katılacağım.
İçeride, dışarıda bu tür programları sorumluluğumuz gereği inşallah gerçekleştirmeye devam edeceğiz, koşacağız, terleyeceğiz ve milletimize hizmet üretmenin çabası içinde olacağız.
Değerli Hemşehrilerim,
Sevgili Kardeşlerim,
Milletimizin bize layık gördüğü her oyun hakkını bir defa tam manası ile dört dörtlük vermek zorundayız ve bunun hakkını verebilmek için de gece gündüz demeden çalışmak durumundayız.
Cumhurbaşkanı olarak hükümetimizle uyum içinde, koordinasyon içinde Türkiye'ye hizmet üretmeyi, eser üretmeyi sürdüreceğiz. Hatırlarsanız farklı bir Cumhurbaşkanı olmaktan bahsediyordum. İşte farklı Cumhurbaşkanlığı bu. Yani, engelleyen, estek-köstek… Bu tür şeyleri yapan değil. Bunun tam manasıyla hakkını veren ve bu konuda hele hele halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı olarak bu noktada hükümetin önünü açabilen bir anlayışla bunu sürdürmek bizim asli görevimiz. Ve bizler son halef-selef olduğumuz Değerli Kardeşim Gül ile de -bu konuda hamdolsun başarılı bir süreci geride bıraktık- ve bu süreç içerisinde yaşadıklarımız zaten hepinizin de malumudur ve başarılı bir süreç bizlere zaten ülke olarak da başarıyı getirdi.
Milletimizin bize layık gördüğü her bir oyun hakkını vermek, özellikle muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkacak Türkiye'nin temel taşını teşkil eder. Dolayısı ile tüm kurum ve sorumlularıyla devleti çalıştıracağız.
Değerli Kardeşlerim,
Türkiye 2023 hedeflerine ulaşmak için ekonomide, demokratikleşmede ve bu alanda uluslararası camiada iddialı söylüyorum, bugün benim diyen ülkelerden çok daha ileride. Onlar işin lafını yapıyor, biz ise uygulamasını yapıyoruz ve demokratik ülke olduğunu söyleyenler kendilerine demokrat. Teokratik rejimlere karşı maalesef tavırlarının olmadığını görüyorsunuz. Otokratik rejimlere karşı tavırlarının olmadığını görüyorsunuz.
İkili görüşmelerde, “Hani demokrasi?” diye sorduğunuzda, “Doğru, orada eksiğimiz oldu. Ama siz tavır koymuş olsaydınız bu eksiklikler olmazdı ve sizin koyduğunuz tavrı biz koyamıyoruz” diyorlar. Ne demek yani? “Siz dünyada güya demokrasinin beşiği olarak adlandırılıyorsunuz. Peki, uygulamada ne için bu adımları atmıyorsunuz?” diye sorduğunuzda verilen cevap bu.
Ne olursa olsun, biz ekonomi ile demokrasiyi at başı sürdüreceğiz ve milletimizin refahını çok daha iyi noktalara taşıyacağız. Demokratik standartlar artık ülkemizde yükseliyor. Hak ve özgürlükler genişliyor. Bir yandan da yakın çevremizdeki kardeşlerimiz başta olmak üzere dünyanın tüm mazlumlarına el uzatmanın, yani barışın ve insani değerlerin mücadelesini veriyoruz.
Bakın şu son olaylarda 4,5 milyar Dolar, Türkiye olarak biz harcadık. Bize yurt dışından, değişik ülkelerden gelen rakam 200 milyon Dolar civarında. Birleşmiş Milletler Mülteciler Komisyonu’ndan, herhangi bir yerden gelen rakamlar o kadar komik, o kadar komik ki şaşarsınız. Donörler Toplantısı yaparlar, Türkiye’ye gelen herhangi bir şey maalesef yok. Ondan sonra da hala, “Türkiye'yi acaba biz kara harekâtının içerisine nasıl sokarız?” Türkiye’nin bir gündemi var. Eğer burada müşterek bir şey yapacaksak, kaldı ki, NATO üyesi bir Türkiye isek, atılması gereken adımlar var, bunları atmanız lazım. Uçuşa yasak bölgeyi uygulayacaksınız, ondan sonra güvenli gölge tezimizi kabul edeceksiniz, eğit-donatı kabul edeceksiniz ve şu anda devlet terörü estiren Suriye rejimini de hedefe koyacaksınız. Çünkü orada terör örgütlerini bu hale getiren başta Esed rejimidir. Eğer bu hedefe konmazsa, buradaki mücadeleden netice almak mümkün değil. Çünkü Esed rejimi sürekli beslenmektedir. Besleyen ülkeler de malum.
Bakınız daha önce Bosna’da, Kosova’da, Gürcistan'da yaşananlar, yakın zamanda Tunus, Mısır, Libya gibi ülkelerde ortaya çıkan gelişmeler, ardından Ukrayna ve Filistin, şu anda Suriye ve Irak. İşte bunları hep yaşadık, yaşıyoruz. Bunların hepsi bizi yakından ilgilendiren hadiseler. Artık dünyadan uzak, dünyadan kopuk bir Türkiye yok, olamazsın da. Zira, NATO üyesi bir Türkiye, tüm bu olan olaylarda adım adım NATO bunları nasıl takip ediyorsa, Türkiye aynı şekilde bunları takip ediyor ve bu coğrafyaların hepsi ile hem tarihi, hem insani çok derin ve hala devam eden yakın ilişkilerimiz var. Bu ilişkiler sebebi ile oraların halklarının bizden beklentileri var.
Bizim içinde yer aldığımız coğrafyanın herhangi bir köşesinde yaşanan hiçbir gelişmeye Türkiye'nin bağımsız kalması, duyarsız kalması asla düşünülemez. Bizim bu coğrafyaya uzanan köklerimiz, ne kadar sağlam, ne kadar derin olursa Anadolu coğrafyasındaki varlığımız o kadar güçlü olur. “Suriye'den bize ne, Irak'tan bize ne, Filistin'den bize ne, Mısır'dan bize ne, Kırım'dan bize ne, Kıbrıs'tan bize ne, Bosna'dan bize ne” diyenler ile “İstanbul'dan bize ne, Ankara'dan, İzmir'den, Antalya'dan, Kayseri'den, Kars'tan bize ne” diyenler arasında inanın hiçbir fark yoktur, bu kadar açık ve nettir.
Bizim burada, Trabzon’da, huzur içinde, güven içinde, refah içinde oturabilmemiz, Batum'daki, Kırım'daki, Halep'teki, Musul'daki kardeşlerimizin de aynı imkânlara sahip olabilmesiyle mümkündür. Vücudun herhangi bir uzvunda yaşanan sıkıntının diğer uzuvları etkilememesi nasıl mümkün değilse, diğer coğrafyalardaki kardeşlerimizin sıkıntılarının bizi etkilememesi de aynı şekilde mümkün değildir. Biz birilerinin sadece istatistik, sadece rakam olarak gördüğü sayıların her birinin birer insan olduğunu, birer dünya olduğunu, kendi kardeşimiz, kendi evladımız hükmünde olduğunu biliyoruz. Bunu kalbimizle hissediyoruz.
Tabii burada bir hususun üzerinde özellikle durmak isterim. Türkiye komşularında ve bölgesinde yaşanan hadiseler karşısında sadece insani, sadece vicdani değerleri savunmuş, her zaman barışın tarafında olmuştur. Biz, içeride birilerinin yaptığı gibi sadece kendi mezhebinden olanların hakkını savunanlardan değiliz. Aynı şekilde yine birilerinin yaptığı gibi sadece kendi etnik kökeninden olanların tarafını tutanlardan da değiliz. İnanç ayrımı yapmadan, etnik köken, mezhep ayrımı yapmadan Irak ve Suriye'de tüm tarafların barış ve huzura kavuşmaları için mücadele veriyoruz. Her şey ortada. Biz Ezidileri aldık mı? Aldık. Onlara insani yardımın her çeşidini yaptık mı? Yaptık. Aynı şekilde Süryaniler yıllardan sonra bizim dönemimizde ülkemize geri döndüler mi? Döndüler. Yerlerini kendilerine verdik mi? Verdik. İbadethanelerini, mabetlerini kendilerine verdik mi? Verdik. Bizden öncekiler bunları yapmadı, biz yaptık. Aynı şekilde ülkemizde mezhep ayrımına gitmek isteyenlere karşı her türlü tavrı koyduk.
Azınlıkların hukukunu, bu dönemde bizim yaptığımız şekli ile kimse yaptı mı? Yapmadı. 2 milyar Doları aşkın azınlıkların gayrimenkullerini kendilerine biz teslim ettik. Bunu Batılı dahi yapmıyor, ama biz yaptık. Bunların dünyaya örnek olması lazım. Ama onlar bir yerde en ufak bir fırsat bulsunlar, bakarsınız ki, Türkiye'nin hakkında ne gerekiyorsa, kuru iftira, bunlar atmaya başlarlar. Ama bizim içimizden biz vuruluyoruz. İçimizde maalesef birçok unsurlar var ki, maalesef bunlar, “Acaba biz bu iktidarı nasıl düşürürüz, Türkiye'yi nasıl zayıf düşürürüz?”, bunun gayreti içinde. Birlik, beraberlik… Bunlarda böyle bir şey yok. İşte şu anda olan olayları görüyorsunuz. Birlik zamanı... Böyle bir zamanda çıkıyor işte, Parlamento’nun içinde grubu olan bir siyasi partinin temsilcileri, herkesi sokağa davet ediyor. Bu sokağa davet edilenler, neymiş, daha sonra diyor ki: “Ben onları şiddete davet etmedim, sokağa davet ettim, demokratik haklarınızı kullanın” dedim. Zaten sizin demokratik hak anlayışınız bu, şiddet. Sizin demokratik hak anlayışınızda molotof kokteyli var. Sizin demokratik hak anlayışınızda taş var, silah var. Demokratik özgürlük bu değildir. Karşındaki insanın hakkını, hukukunu da korumak suretiyle gelirsin, Parlamento’da bunu sözlerinle, ifadenle, her şeyinle yaparsın.
Devletin araç gereçlerine, kamu binalarına, okullara, hastanelere saldıranlar, bunların hepsinin bağlantısı sizinle. Bunlar bilinen gerçekler. Sivil vatandaşlarımızın araçlarını yakıyorsunuz. Kim bu vatandaşlar? Bunlar da Kürt. Onların da araçlarını yakıyorsunuz. Bölgede size hizmet veren esnafın mağazalarını yakıyorsunuz. Yakmakla kalmıyorsunuz, yağmalıyorsunuz. Bunları neyle ifade edeceksiniz? Artık aklıselim sahibi benim vatandaşlarım, hangi etnik unsurdan olursa olsun bu gerçekleri görmesi lazım.
Ben inanıyorum ki, Kürt kardeşlerimin, vatandaşlarının içinde de aklıselim sahibi olanlar bu gidişe dur diyeceklerdir. Onların buradaki duruşu birçok hesabı bozacaktır. Artık bu oyun bakınız şirazesinden çıkmıştır ve olay sadece kendi saltanatlarını devam ettirebilmek için, işte Kobani'yi bahane etmek sureti ile değerli kardeşlerim, ülkemizin geneline yaygın, her tarafı kan, ölüm, böyle bir tabloyla karşı karşıya bıraktılar.
Gezi olaylarında adım attılar, başaramadılar. 17-25 Aralık'ta adım attılar başaramadılar. “Şimdi acaba böyle bir adım atarsak bunu başarabilir miyiz?” Ya, Kobani'yi bahane ediyorsun da, Musul'u niye bahane etmiyorsun? Veya 200-250 bin insanın öldüğü Suriye'yi niye bahane etmiyorsun? Onu hiç konuşmuyorsun, ama Kobani'yi konuşuyorsun. Bu yaklaşım tarzı doğru bir yaklaşım tarzı değil ve barışı hedefleyen bir anlayış, bir siyaset, böyle bir şeyi konuşamaz. “Benim terör örgütüm iyi, ama onun terör örgütü kötü”. Böyle bir kıyaslamaya gitmek, demokratik, barışçı, insani bir tavır değildir.
Bakınız başta Cardiff'teki NATO Zirvesi ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu olmak üzere her zeminde, her platformda olmak üzere, biz bu ilkeli duruşumuzu çok net bir şekilde ortaya koyduk ve çözümün herkese eşit muamele ederek, herkesi kucaklayarak mümkün olacağını ifade ettik.
Bazı ülkeler, ucu kendilerine dokununcaya kadar, ucu dindaşlarına ya da petrol kuyularına dokununcaya kadar sorunlara, özellikle de terör örgütlerine kayıtsız kalırken, biz meseleye özellikle insani zaviyeden yaklaştık. Bazı ülkeler kendi taraftarlarını korumak için 250 binden fazla insanın ölümüne, 6 milyondan fazla insanın yer değiştirmesine seyirci kalırken, biz, “Herkes için barış” dedik, herkes için adalet istedik. Şu anda da Irak ve Suriye'de lokal çözümlerin değil, kapsamlı çözümlerin devreye alınmasını savunuyoruz.
Bakınız, biz yıllardır Irak'taki Başbakan Maliki ile ilgili açık, net düşüncemizi, tavrımızı söyledik. Onun arkasında duranlar, onu savunanlar maalesef ona verdikleri silahlarla, evet Irak'ın üçte birini, malum terör örgütüne, IŞİD terör örgütüne şu anda teslim ettiler. Musul'u terk ederken, Maliki ordusu ve terör örgütünün elindeki silahların -ki ağır silahlar- hepsi bunların, ne yazık ki Amerika'nın silahlarıydı. Bunları da kendilerine söyledim. “Bunlar sizin silahlarınız” dedim. Bakın şimdi Batı ülkeleri, “Biz silah göndereceğiz”. Tamam da “Silahı nereye göndereceksiniz, kimse göndereceksiniz?”. “Yönetime göndereceğiz,”. Tamam da “O yönetim bunu nerde kullanacak, bugüne kadar kullandı mı? İşte bak bundan önce gönderilenler şimdi bak kimlerin elinde. Bu terör örgütünün tedarikçisi kim? Bu tedarik nereden oluyor?” Hani, “Çok güçlü bir istihbarat örgütüne sahibiz” diyor o büyük ülkeler. Madem böyle büyük bir istihbarat örgütünüz var da, bu istihbarat örgütünüz ne için bu tedarik noktasında sizden başka kimlerin bunlara tedarikçi olduğunu söylemiyor? Türkiye'ye geliyorlar, fatura kesiyorlar. IŞİD'e biz silah yardımı yapmışız. Hala bunu maalesef insafsızca, edepsizce kullanıyorlar. İnsafsızca. Kimse Türkiye'nin IŞİD'e silah temin ettiğini, bu tür bir yardımda bulunduğunu asla ispat edemez, asla söyleyemez.
Biz terörün her çeşidine bugüne kadar nasıl karşı olduysak, bundan sonra da karşı olacağız. Asla biz bunların yanında olmadık, olmayız ve olmayacağız. Çünkü biz öyle bir medeniyetin mensubuyuz ki, bizim dinimiz İslam; İslam kelime itibariyle “sin” yani “barış” kelimesinden türemiştir. Bir barış dini olan İslam'ı kimsenin terörle bir araya getirmeye hakkı yoktur. Buna da müsaade edemeyiz. Bunun da önünü asla açamayız ve bu örgütün İslam adına konuşmaya zaten yetkisi yok, böyle bir hakkı da yok. Bu, İslam'ın adeta şu anda kara lekesidir. Bunlar sebebi ile İslam karalanıyor. Fakat Batı bunu kısmen anladı. Bunların İslam'la asla bağdaştırılamayacağını dünyadaki yetkililer, gerek Obama olsun, gerek İngiltere Başbakanı olsun, onlar da bunu konuşmaya başladılar. Demek ki, anlattıklarımızın herhalde bir tesiri oldu.
Bu konuda Diyanet İşleri Başkanımızın uluslararası camiada yaptığı çalışmalar var. Bunları yaparak İslam dünyasına anlatmamız lazım ve İslam dünyası ortak deklarasyonlarla bir defa bunların konumunu, yerini ortaya çok açık ve net koymak durumundadır. Bizler inşallah bunun çalışmasını da yine beraber, ilgili mercilerle, ilgili bakanlıklarımızla yürüteceğiz ve böylece de inşallah bunların bulunduğu konumu insanlığa anlatmaya gayret edeceğiz.
Ben, tüm değerli kardeşlerime, özellikle bu akşamki bu toplantı vesilesi ile gerek Valiliğimize, gerek Belediye Başkanlığımıza, bizleri bir araya getirmeleri sebebi ile gerçekten çok çok teşekkür ediyorum.
Bütün bu sıkıntıları yaşadığımız dönemde 31 vatandaşımız biliyorsunuz öldürüldü ve bunların içinde iki tane polisimiz var, Emniyet Müdür Yardımcısı ve polisimiz olmak üzere. Yine bir Emniyet Müdürümüz Bingöl'de biliyorsunuz yaralandı, bugün gerçi eşi ile de görüştüm. Durumunun iyi olduğunu söyledi, ama hala yoğun bakımda tabii. Bir diğer polisimize de yine aynı şekilde kendisi ile bizzat görüştüm. O da durumunun iyi olduğunu söyledi. Rabbimden kendilerine şifalar diliyorum. Ölen kardeşlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.
Tesellimiz, güvenlik güçlerimizin hemen bu adice, alçakça girişimi bulup onlara gerekli cezayı vermiş olmaları, bizler için bu noktada. Demek ki, anında, böyle bir şey yapmanız halinde, bunun bedelini ödersiniz ve bedelini de ödediler, ama yeterli değil. Bundan sonraki süreçte bu çok daha farklı bir şekilde yürüyecek. Zaten bu noktada bizim ülkemizdeki can, mal güvenliği sorumluluğumuz kesinlikle neyi gerektiriyorsa, bunu yapmak durumundayız, bunu yapacağız.
Ben şunu açık ve net söylüyorum: Bizler asla illegaliteye ülkemizde müsaade edemeyiz. Her şey legal çizgide olacak. İllegaliteye başvuranlar, bunun bedelini er veya geç ödeyecek. Tekrar, bu organizasyon için teşekkür ediyorum.
Tüm Trabzon halkına, 10 Ağustos’ta ortaya koydukları tavır için teşekkür ediyorum ve bugüne kadar hep yanımızda olan Trabzon'a unutmasınlar ki, bizler de her zaman yanlarında olacağız ve olmaya devam edeceğiz.
Hepinize hayırlı akşamlar diliyorum.
Sizleri Allah'a emanet ediyorum.