Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 24'üncü Dönem 5'inci Yasama Yılı Açılışında Yaptıkları Konuşma

01.10.2014

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 24'üncü Dönem 5'inci Yasama Yılı Açılışında Yaptıkları Konuşma

Sayın Başkan,

Çok Değerli Milletvekilleri,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24’üncü Dönem, 5’inci Yasama Yılı’nın açılışında, heyetinizi en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum.

5’inci Yasama Yılı’nın, ülkemiz, milletimiz, demokrasimiz için hayırlara vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyor; tüm milletvekillerine, tüm siyasi partilere bu yeni dönemde, Meclis çalışmalarında başarılar diliyorum.

12 Haziran 2011’de yapılan Genel Seçimlerin ardından, 4 Yasama Yılı boyunca Meclis, gerçekten son derece özverili, gayretli, son derece başarılı bir performans sergiledi.

Bu son Yasama Yılına başlarken, ülkemizin ve milletimizin ihtiyaç duyduğu çok önemli tasarı ve teklifleri yasalaştırdığınız için de her birinize tek tek teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,

Bu kürsüde, yani milletin kürsüsünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin doğrudan halkın oylarıyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak sizlere hitap etmenin heyecanını yaşıyorum.

Bu aziz millet, her seferinde, büyük bir vakarla sandık başına giderek, her türlü meseleye son noktayı koymasını bilmiş; o engin ferasetini ve basiretini her seferinde sandıkta müşahhas hale getirmiştir.

Burada bir kez daha, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, Cumhurbaşkanlarının doğrudan halk tarafından seçilmesi imkanını getiren 2007 yılındaki Anayasa Değişikliği nedeniyle şükranlarımı sunuyorum.

Elbette, bir kez de buradan, milletin kürsüsünden, 10 Ağustos’ta sandık başına giden ve ilk kez Cumhurbaşkanını sandıkta belirleyen aziz milletimize de teşekkür ediyorum.

28 gün sonra 91 yılını dolduracak olan Türkiye Cumhuriyeti, milletçe hepimizin gurur duyacağı bir demokratik olgunluğa erişmiş, hemen arkamızda yazan, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ibaresi en güzel şekilde tecelli etmeye başlamıştır.

Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi, geçmişte hemen her Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan tartışmaları ortadan kaldırmıştır.

Seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve seçilmiş bir Hükümet, şu anda olduğu gibi, uyum ve koordinasyon içinde Türkiye için hizmet üretmeye devam edecektir.

Ulaştığımız bu demokratik seviye de hiç kuşkusuz ülkemiz ve milletimiz için hem gurur, hem de umut kaynağıdır.

Türkiye, sadece son 3 yıl içinde, 3 seçime şahit olmuştur.

12 Haziran 2011 seçimleri, 30 Mart ve 10 Ağustos seçimleri, büyük bir katılımla, büyük bir heyecanla, milletin demokratik olgunluğuyla tecelli etmiş; milletin iradesi son derece şeffaf bir şekilde sandığa yansımıştır.

Bugün şurası artık tartışmaya mahal bırakmayacak derecede belirgin hale gelmiştir: Sandık, her meselenin çözüm yeridir.

Milletin kararı, mukadderat dahilinde her kararın üzerindedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni şekillendirecek yegane vasıta, sandıktır.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerini takdir ve tayin edecek yegane vasıta, aynı şekilde sandıktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne istikamet çizmek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerini tayin etmek, tenzil etmek için, sandık dışındaki her yol, her yöntem gayri meşrudur.

Türkiye’de sandığın yolu, seçmek ve seçilmek isteyen herkes için açıktır.

Çok partili siyasi tarihimize bakıldığında, gayret eden, emek sarf eden, uzun soluklu mücadele verebilen, kendisini millete anlatabilen her siyasi görüşün, her siyasi partinin, sandıktan çıktığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edildiği görülecektir.

Özellikle son yıllarda yapılan seçimler çok net bir biçimde göstermiştir ki, millet, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilecek en güçlü hakemdir.

Milletimiz mümeyyizdir; milletimizin, asla ve asla vasilere, velilere ihtiyacı yoktur.

“Millet bilmez, millet anlamaz, millet karar veremez” bu tür yaklaşımlara , kendilerine, kendilerinden menkul vasi ve veli vazifesi yükleyenlerin dönemi, geri gelmemek üzere kapanmıştır.

Nasıl ki millet, kendisi için vasi ve veli kabul etmiyorsa, siyasetin de vesayetten kendisini tamamen kurtarması artık kaçınılamaz bir gereklilik halini almıştır.

Şiddetin, silahların, güç odaklarının vesayetinde bir siyaset anlayışı, Yeni Türkiye’nin istikametine denk düşmeyen bir siyaset anlayışıdır.

Siyaset, en az bu aziz millet kadar cesur ve yürekli olmalı, üzerindeki tüm baskıları, üzerindeki tüm vesayet mekanizmalarını mutlaka bertaraf etmelidir.

Millete ve ülkeye ait her meselenin çözüm yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir; çözüm aracı da siyasettir.

Sorunlara, siyasetin dışında, Meclis’in dışında çözüm aramak, milli iradeye karşı apaçık bir hürmetsizliktir.

Hiç kuşkusuz, medya, sivil toplum örgütleri, sendikalar, dernekler, vakıflar, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır.

Yine hiç şüphesiz, Anayasa ve yasalar çerçevesinde yapılan gösteri ve protestolar, her zeminde dile getirilen eleştiriler, demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Ancak bu mekanizmalar, siyaseti esir alamazlar, siyaseti yok sayamazlar, kendilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, milli iradenin, yani sandığın üzerinde göremezler.

Siyaset, sokaklarda hakimiyet kurmak ve milli iradeyi boğmak isteyen şiddete boyun eğerse, bu şiddeti kutsar ve teşvik ederse, en başta kendi varlığını inkar etmiş demektir.

Sorunları Meclis içinde, siyaset zemininde, ya da millete giderek sandık yoluyla çözmek varken, terörden, şiddetten, sokak eylemlerinden, siyaset dışı güç odaklarından medet umanlar, kendilerini yok saymak gibi bir acziyetin içine girerler.

Esasen, geçmişte Türkiye bunu maalesef yaşamıştır.

Sandıktan umudunu kesenler, sokak eylemlerine umut bağlamış, siyaset dışı kurumları sözüm ona vazifeye davet etmişlerdir.

Ortaya çıkan sonuçları hepimiz gördük, yaşadık ve tecrübe ettik.

Siyasetin dışından çözüm arayışları, ülkemize çok ağır bedeller ödetti ve on yıllar boyunca faturası ödenen çok ağır enkazlar bıraktı.

Siyaseti ve milli iradeyi tehdit eden terör ve şiddet eylemleri karşısında, en başta ve en cesur şekilde önce siyasetçinin durması, önce siyasetçinin ve siyasi partilerin buna karşı çıkması gerekir.

Elinde silahla cinayet işleyen şebekeleri öven ve destekleyen bir siyaset anlayışı, kendisini inkar eden bir siyaset anlayışıdır.

Küçük çocukların eline taş vererek şiddeti körükleyen bir siyaset anlayışı, hiç şüphesiz acziyet ifade eden bir siyaset anlayışıdır.

Ülkenin huzur ve güvenliği için canını ortaya koyan güvenlik güçlerine taş fırlatan bir siyaset anlayışı, aslında kendisini küçülten bir siyaset anlayışıdır.

Aynı şekilde, sokak eylemlerini, vandallığı, yakıp yıkmayı, hakareti teşvik eden, eylemcilerin önünde polise taş fırlatan, polise hakaret eden bir siyaset anlayışı da, kendisini inkar eden, aslında çaresizlik sergileyen bir siyaset anlayışıdır.

Tekrar etmeliyim ki, Türkiye’deki her meselenin çözüm ve karar yeri, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir, çözüm aracı ve karar mekanizması da siyasettir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, siyasi partilerimiz ve tek tek milletvekillerimiz, Meclis’in ve siyasetin saygınlığını korumakla mükelleftirler.

İnanıyorum ki bundan sonra da Meclis’in ve siyasetin saygınlığı en üst seviyede muhafaza edilecektir.

Sayın Başkan,

Değerli milletvekilleri,

Yakın siyasi tarihimiz ve tecrübelerimiz göstermiştir ki, demokrasi ve en geniş manada özgürlük ortamı, Türkiye’nin varlığını ve birliğini tehdit eden değil, tam tersine Türkiye’yi güçlendiren mekanizmalar olmuştur.

Türkiye, bütün eski korkularının üzerine cesaretle gitmiş, yasak ve kısıtlamaları cesaretle kaldırmış; bu sayede hem ekonomisini büyütmüş, hem toplumsal huzuru tesis etmiş, hem de dünyadaki itibarına itibar katmıştır.

Özellikle son 12 yıl içinde, kaldırılan her yasak, her kısıtlama, toplumda huzurun artmasına zemin hazırlamıştır.

Atılan her demokratikleşme adımı, toplumun farklı kesimlerini birbirine daha da yaklaştırmıştır.

Cesaretle üzerine gidilen her hassas mesele, 77 milyonun birliğini, bütünlüğünü, kardeşliğini daha da pekiştirmiştir.

Demokrasinin standartları yükseldikçe, özgürlük alanları genişledikçe, kardeşliğimiz güç kazandıkça, ekonomimiz de buna paralel olarak büyümüş, Türkiye bu sayede 12 yıl içinde yıllık ortalama yüzde 5 büyüme oranını yakalayabilmiştir.

Türkiye’nin, korkarak, çekinerek, tereddüt ederek varabileceği hiçbir seviye yoktur, yakalayabileceği hiçbir hedef yoktur.

Bölünme, parçalanma, iç çatışma gibi senaryoların, yersiz ve anlamsız korkular olduğu, yakın tarihimizde açık bir şekilde görülmüştür.

Farklı dil ve lehçelerde konuşmanın, yayın yapmanın, propaganda yapmanın önü açılmış, Türkiye bölünmemiş, daha da güçlenmiştir.

Farklı dil ve lehçelerin, üniversitelerde, ortaokul ve liselerde, özel okullarda, kurslarda öğretilmesinin önü açılmış, Türkiye parçalanmamış, daha da bütünleşmiştir.

Kültürel kimliklere gösterilen saygı, Türkiye’yi daha huzurlu bir ülke haline getirmiştir.

İnançların ifadesi ve ibadetlerin ifası önündeki engeller kalktıkça, Türkiye daha mutlu, daha mesut, daha özgüvenli bir ülke konumuna yükselmiştir.

On yıllardır, son derece manasız bir şekilde sürdürülen başörtüsü yasağının kalkması, öyle iddia edildiği gibi toplumda infiale yol açmamış, toplumun normalleşmesini sağlamıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, kamu iş yerlerinde, üniversitelerde, şimdi de ortaöğretim kurumlarında başörtüsünün serbest bırakılması, özgürlüklerin önünü açmış, Türkiye’yi normal ve tabii mecrasına sevk etmiştir.

Türkiye’de ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü, geçmişle kıyas kabul etmeyecek derecede sağlam bir zemine kavuşmuştur.

Son dönemde internet, Türkiye’nin 780 bin kilometrekaresini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmış, öğrencilerimize dağıtılan tablet bilgisayarlar, okullarımıza kurulan bilişim alt yapısı sayesinde, internet günlük hayatın ve eğitimin ayrılmaz parçası haline gelmiştir.

Medyanın, basın özgürlüğünün ve internetin, başkalarının özgürlük alanını daraltacak, kişisel hakları ihlal edecek, ulusal güvenliğimizi tehdit edecek şekilde istismar edilmesi elbette tepkisiz kalınacak bir durum değildir.

Bu konuda, gelişmiş, demokratik ülkelerin sahip olduğu düzenlemelere Türkiye’nin de sahip olmasından daha tabii bir şey olamaz.

Ancak, ulusal ve uluslararası bazı karalama kampanyaları çerçevesinde, ülkemizin bu alanlarda hedefe konulması da çok büyük haksızlıktır.

Burada hatırlatmak isterim ki, İsrail’in son Gazze saldırısında, 16 gazeteci hayatını kaybetmiş, uluslararası medyanın çalışanlarına aleni mahalle baskısı uygulanmış, hatta bazı medya mensupları cezalandırılmıştır.

16 gazetecinin öldürülmesi, gazetecilere baskı yapılması dünyadan yeterli tepki almazken, Türkiye’nin, içerden ve dışardan sürekli olarak bu konuda haksız eleştirilere maruz kalması; üzerinde mutlaka düşünülmesi gereken bir konudur.

Başkalarının özgürlük alanlarını daraltmadığı, şiddetin aracı olmadığı ve ulusal güvenliğimize tehdit teşkil etmediği sürece, kim ne derse desin, her türlü özgürlük en geniş manada milletimizle buluşturulmalıdır ve buluşturulacaktır.

Çözüm Süreci’nin, Türkiye’nin istikbali, kardeşliği ve demokrasi açısından hayati derecede önem taşıdığını burada tekrar vurgulamak isterim.

Mimarı olduğum, her türlü siyasi riskine rağmen kararlılıkla bugünlere taşıdığımız Çözüm Süreci’nin, yine kararlılıkla, cesaretle, sabırla geleceğe taşınması en büyük arzumdur.

Aziz milletimiz de Çözüm Süreci’nin arkasındadır.

Hiç kimse, hiçbir anne, hiçbir baba, çocuklarının genç yaşta hayattan kopmasını istemez.

Rabbim hiç kimseye yaşatmasın; hiçbir anne, hiçbir baba, evlat acısı yaşamak istemez, başkasının da bunu yaşamasına razı olmaz.

30 yıldır devam eden şiddet ortamı, bazı istisnai sabotaj girişimlerine rağmen, son 2 yılda farklı bir mecraya girmiştir.

Evladı asker ve polis olan anne babaların rahat bir nefes aldıkları; evladı dağa kaçırılan anne babaların artık yürekli şekilde itirazlarını ortaya koydukları bir süreci yaşıyoruz.

Hiç kuşkusuz, bu güzel süreçten rahatsız olanlar da var.

Türkiye’de barışı, huzuru, kardeşliği tesis edecek, ekonomiyi prangalarından kurtarıp adeta uçuşa geçirecek bu süreci hazmedemeyenler ve kesintiye uğratmak isteyenler de var.

Bu kan ve rant lobilerine karşı her zaman duyarlı olduk, bundan sonra da duyarlı olmaya hep birlikte devam edeceğiz.

Son günlerde sergilenen, Çözüm Süreci’ni sabote etmeye yönelik tahrik girişimleri, sadece ve sadece bu girişimlerin sahiplerine zarar verecektir.

Özellikle 2 yıldır devam eden huzur ortamını teneffüs eden vatandaşlarımız, inanıyorum ki bu tahrik girişimlerine prim vermeyecek, bu sabotajların dimdik karşısında duracaklardır.

Türkiye’nin, çözüm yolundaki bu kararlı ilerleyişinin karşısında durmak, akıntıya kürek çekmektir.

Tarih, çözüme doğru son derece kararlı şekilde akarken, Meclis içindeki ve dışındaki tüm siyasi partilerin sürece destek olmaları da tarihi bir sorumluluktur.

Her türlü kaygı, endişe, tereddüt, bu çatı altında özgürce, ama nezaket, hoşgörü ve empati içinde mutlaka tartışılmalı, müzakere edilmelidir.

Çözüm Süreci’nde nihai hedef, şiddetin her türlüsünün dışlanması, siyasetin çözüm aracı olarak devreye alınmasıdır.

Siyasi partilerimiz, şiddetle aralarına mesafe koymalı, peşin hükümlü ve önyargılı olmaktan kurtulmalı, kararsızlığı bir kenara bırakarak, çözümün tarafında, çözüme katkı sunmanın mücadelesi içinde olmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, akan kan, bizim gençlerimizin kanıdır; bunu durdurmak da bu yüce Meclis başta olmak üzere her kesimin ve herkesin sorumluluğudur.

Değerli milletvekilleri…

23 Nisan 1920 ruhunu, milletin bu kürsüsü dahil, her platformda müteaddit defalar dile getirdim.

Esasen Yeni Türkiye, 23 Nisan 1920’nin özünü ve ruhunu yeniden kavramış, o ilk Meclis’te oluşan özgürlüğü, renkliliği ve çeşitliliği yeniden hayata geçirmiş bir Türkiye’dir.

Yeni Türkiye, sürekliliği içinde barındıran; geçmiş, bugün ve gelecek arasında sağlam köprüler kurmamıza imkân veren, inşacı, yön gösterici bir kavramdır.

Yeni Türkiye, medeniyet köklerimize bağlılık ve tarihsel coğrafyamızla barışma anlamında bir sürekliliğe işaret ederken, topluma ve siyasete bakış anlamında bir kopuşa tekabül etmektedir.

Yıllardır bu toplumda “öteki”leştirilenler, demokratik siyasî süreçlere dahil olmakta, kendi taleplerini siyasete iletebilmektedirler.

Bugün bazılarının kutuplaşma olarak gördüğü şey, aslında kimliklerin çoğulcu ifadesinden başka bir şey değildir.

Bundan sonra Türkiye, ancak çoğulculukta uzlaşabilir; belli toplumsal talepleri gayrı meşru ilan ederek, meşruluk zemini dışına iterek bir uzlaşma gerçekleştirilemez.

Yeni Türkiye, çoğulcu bir Türkiye’dir ve siyaset bu çoğulcu toplumsal yapının temsiliyle mükelleftir.

Daha önce de ifade ettim; Yeni Türkiye’de makbul ve makbul olmayan vatandaş ayrımı yoktur; bütün vatandaşlar eşittir.

Tabiatıyla Yeni Türkiye’ye bir direnç de söz konusudur.

Türkiye’nin yeni sosyolojisi karşısında bu direncin bir başarı şansı olmadığı açıktır; ancak siyasetin burada kararlı bir duruş göstermesi gerekiyor.

Yeni Türkiye’ye direnç, Eski Türkiye’den tevarüs edilen, Eski Türkiye’ye dayanak teşkil eden kronik meseleler üzerinden yürütülüyor.

Vesayet, Eski Türkiye’nin bir hususiyetidir; ancak yeni bir formda, Yeni Türkiye’ye kastetmek arzusundadır.

Paralel devlet yapılanması, siyasî temsil yetkisine ve siyasî meşruiyete sahip olmadan, kamu gücünü kullanarak, meşru-demokratik siyaseti tahrip etmek istemektedir.

Paralel Yapı, Devlet aygıtını kullanarak siyaseti şekillendirmek arzusundadır ve bu anlamda tipik bir bürokratik vesayet girişimidir.

Siyaset, bu vesayet girişimine taviz veremez, verdiği anda kendi varlığını inkâr eder.

Devlet içindeki paralel yapı siyaseten mahkûm olmuştur.

Türkiye’nin yaşadığı son iki seçim, bir anlamda paralel yapının ve destekçilerinin siyaseten tasfiyesidir.

Son 2 seçimde ortaya çıkan neticeye rağmen, ortalığa saçılan bütün delil, belge, hukuk ve ahlak dışı teşebbüslere rağmen, Paralel Yapıya oksijen sağlayacak tavırların içine girilmesi, siyasetimiz adına olduğu kadar, ulusal güvenliğimiz adına da kaygı duyulacak bir durumdur.

Herkes bilmelidir ki, ilkesi, kuralı, sınırı, ahlakı olmayan bir yapı, hiç kimseye fayda sağlamaz.

Siyasetin önündeki mesele, bu yapıyı hukuken de tasfiye etmektir.

Güvenlik kurumlarının ve yargının demokratik meşruiyet temelinde yeniden yapılandırılması, bu bakımdan özel bir önem taşımaktadır.

Yeni Türkiye, devlet içinde otonom yapılara, çetelere, mafyatik örgütlenmelere asla pirim vermeyecektir.

Özellikle yargı içinde, bir çetenin, bir karanlık şebekenin güç kazanmasına, önce yargıyı, ardından da tüm toplumu dizayn etmeye kalkışmasına asla göz yumulmayacaktır.

İnanıyorum ki, öncelikle yargı mensupları, onurlarına, meslek ilkelerine ve ülke çıkarlarına sımsıkı sahip çıkarak, yargıyı teslim alma girişimlerine dur diyeceklerdir.

Hükümetin ve yargı mensuplarının olduğu kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bu yapının mağduru olan siyasi partilerin ve milletvekillerinin, ulusal güvenliğimizi tehdit eden çeteye karşı kararlı, ilkeli duruş sergilemesi milletin de arzusu ve talebidir.

Bu Meclis ve bu yüce Meclis’in çatısı altındaki hiçbir milletvekili, tehdide, şantaja, tuzaklara inanıyorum ki asla boyun eğmeyecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, inanıyorum ki, gelecek nesillerin de örnek alacağı cesur bir duruş sergileyecek, bu paralel yapının tehdit ve şantajlarını boşa çıkaracaktır.

Yeni Türkiye’yi daha güçlü kılacak, esasında Yeni Türkiye’yi sağlam bir temele kavuşturacak olan, takdir edersiniz ki, Yeni Türkiye’ye denk düşecek yeni bir Anayasa’dır.

Değerli milletvekilleri…

Bu Meclis, topraklarımızın işgal edildiği en zor zamanda açılmıştır.

Polatlı’dan top sesleri duyulurken, bu Meclis, korkmadan, çekinmeden, cesaretle Kurtuluş Savaşı’nı idare etmiş, zafer kazanmış, gazi bir Meclis olmuştur.

94 yıl boyunca da bu Meclis, her türlü sıkıntıya, krize, tehdide karşı ayakta durmuş, milli iradenin tecelligahı olmuştur.

Bu Meclis, yeni bir Anayasa yapacak güce, birikime, iradeye ziyadesiyle sahiptir.

77 milyonun ortak talebi olan yeni Anayasa, artık bir an bile geciktirilmeden yapılmalı, Türkiye, eski dönemin, darbe dönemlerinin prangalarından bir an önce kurtarılmalıdır.

24’üncü Dönem’de, Meclis’te iktidar partisinin Grup Başkanı ve Başbakan olarak, yeni bir Anayasanın yapılanması  için yoğun gayret sarf ettim.

Ne yazık ki, yeni bir Anayasa yapabilmek bu dönemde mümkün olmadı.

2015 seçimlerinin hemen ardından, Meclis’teki tüm partiler, ön yargılardan uzak şekilde bir araya gelmeli, uzlaşma içinde yeni bir Anayasayı yazabilmelidir.

Milletimizin en büyük arzusu, ülkemizin de yegane kalkınma vasıtası olacak yeni Anayasa, daha fazla geciktirilmemelidir.

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

İçinde bulunduğumuz coğrafyada büyük çalkantıların ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz.

Burada en başında belirtmeliyim ki, Türkiye’nin, komşumuz olan, ya da bölgemizdeki hiçbir ülkenin iç işlerine müdahale arzusu yoktur, topraklarında da gözü yoktur.

Türkiye, komşularına ve bölge ülkelerine, tek taraflı çıkar elde etme zaviyesinden de asla bakmıyor.

Öncelikle, bölgenin huzur, istikrar ve güveni, doğrudan doğruya Türkiye’nin huzur, istikrar ve güvenliğini ilgilendirmektedir.

İkinci olarak da, bölgemizde yaşanan insanlık dramlarına sessiz kalmak, tarihe, ecdadımıza ve tevarüs ettiğimiz mesuliyete haksızlık olacaktır.

Bölgedeki gelişmeler karşısında herkes susabilir, ama Türkiye’nin böyle bir seçeneği yoktur.

Bölgemizde ve dünyada yaşanan insanlık dramlarına herkes gözünü kapatabilir, ama Türkiye’nin böyle bir seçeneği asla yoktur.

Libya’da, Filistin’de, Mısır’da, Somali’de, Myanmar’da, Afganistan’da, Ukrayna, Yemen, Irak, Suriye’de gelişen olaylara karşı sessiz ve tepkisiz kalmak, hem tarihin, hem ecdat mirasının inkarıdır; hem de kendi varlığımızın inkarıdır.

Büyük devlet, sınırlarını dünyaya kapatan, krizlerden ve risklerden kaçan devlet değil; sınırlarının ötesine gönlünü açabilen, krizlerde inisiyatif alabilen, risklerle baş edebilen devlettir.

Türkiye, mevcutla yetinen, seyirci bir devlet olamaz.

Türkiye, oyun kurucu, inisiyatif alan, mesuliyetinin bilinciyle barış ve dayanışma için mücadele eden bir devlet konumuna yükselmiştir; bunu daha da ileriye taşımak zorundayız.

Şunu, ülkem ve aziz milletim adına büyük bir gururla ifade etmek isterim:

Türkiye, 2013 yılında, acil ve insani yardımlarda, tüm ülkeler arasında milli gelire oran olarak dünya birincisi; miktar olarak da Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin ardından Dünya 3’üncüsü olmuştur.

Alan el Türkiye, artık veren el olmuş, bu alanda da zirveleri yakalamıştır.

Ülkemizin ve milletimizin yeniden elde ettiği özgüven sayesinde, Türkiye, kendi tankını, kendi milli savaş gemilerini, ATAK helikopterlerini, insansız hava araçlarını, haberleşme uydularını, milli piyade tüfeklerini, roketatarlarını ve daha bir çok savunma teçhizatını üretir konuma gelmiştir.

Aynı Türkiye, Moğolistan’daki Türk anıtlarından Bosna’daki köprülere, Myanmar’daki şehitliğinden Makedonya’daki camilere kadar ulaşmış, tarihi eserlerimizi tek tek bularak restore ettirmiştir.

Filistin’de Cenin Osmanlı Kışlası, Kırım’da Zincirli Medrese, Makedonya’da Mustafa Paşa Camii, Kosova’da Murat Hüdavendigar Külliyesi, Sinan Paşa Camii, Fatih Camii, Bosna Hersek’te Drina Köprüsü, Konyiç Köprüsü ve sayısız Osmanlı eseri Türkiye tarafından onarılmıştır.

Kosova’daki Mehmet Akif’in Köyüne, Makedonya’daki Gazi Mustafa Kemal’in babasının Köyü’ne ulaşılmış, oradaki hatıralar yeniden canlandırılmıştır.

Türkiye, kriz bölgelerinden vatandaşlarını başarıyla tahliye eden, hatta başka ülkelerin yardım taleplerini karşılayarak, o ülkelerin de vatandaşlarını tahliye eden; başka ülkelerin vatandaşlarını, gazetecilerini bulan ve ülkelerine sağ salim ulaştıran bir ülkedir.

Musul’un işgal edilmesinin ardından IŞİD elinde alıkonulan 49 Başkonsolosluk çalışanımız da, burunları dahi kanamadan alınmış, bunların vatandaşımız olan 46’sı ülkelerine, sevdiklerine kavuşturulmuştur.

Bu vesileyle bir kez daha Hükümetimize, Milli İstihbarat Teşkilatımıza, Türk Silahlı Kuvvetlerimize, buradaki ve sahadaki tüm görevlilerimize teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri… Avrupa’nın tamamının, Suriye’den kabul ettiği mülteci sayısı 130 bindir.

Türkiye’nin kapılarını açarak bağrına bastığı Suriyeli mülteci sayısı Irak dahil 1,5 milyon rakamına ulaşmıştır.

Şu ana kadar, topraklarımızdaki misafirlerimiz için 4 milyar dolar harcama gerçekleştirdik; sınır ötesi yardımlarla bu rakam 4,5 milyar dolara ulaşıyor.

Bununla gurur duyuyoruz ve bu harcamaların, istikbale yönelik eşsiz bir dostluk ve kardeşlik iklimi olacağına inanıyoruz.

Altını çizerek ifade ediyorum: Irak ve Suriye’den gelenlerin, etnik kökenlerini, inançlarını, mezheplerini sorgulayan değil, muhtaçların tamamına kapılarını açan, onları doyuran, giydiren, barındıran bir Türkiye var.

Arap, Kürt, Türkmen, Ezidi, Şii, Sünni, Nusayri, Hristiyan, Musevi demeden, hiçbir ayrım yapmadan, insana sadece insan olarak, sadece can olarak bakan, herkese elini uzatan bir Türkiye var.

Burada açıkça ifade etmeliyim ki, vatandaşlarımız IŞİD’in elindeyken, yani durum çok büyük hassasiyet arzederken, oradaki vatandaşlarımızın can güvenliğini tehdit edecek açıklama ve yayınların yapılması, siyasetimiz ve medyamız açısından büyük bir talihsizlik olmuştur.

Ancak Hükümet de, güvenlik kurumlarımız da son derece sabırlı ve soğukkanlı davranmış, bu şekilde hayırlı bir netice milletimize kazandırılmıştır.

Ne topraklarımızda, ne bölgemizde, ne de yeryüzünde, hiçbir terör örgütüne sempatiyle ya da müsamahayla bakmamız söz konusu bile olamaz.

Teröre karşı verilecek mücadelede, ülke olarak her türlü işbirliğine açığız ve hazırız.

Ancak şunu da herkes bilmelidir ki, Türkiye, geçici çözüm arayışlarında, kendisini kullandıracak bir ülke de değildir. Bunu da özellikle ifade ediyorum.

Irak ve Suriye’de devam eden krizleri en iyi analiz edebilen, çözümleri en iyi bilen ülke Türkiye’dir.

Türkiye aynı zamanda bölgedeki hemen her tarafla diyalog kurabilen bir ülkedir.

Bölgedeki tüm terör örgütleriyle kararlı bir mücadele sergilenmeli, Türkiye’nin öneri ve uyarıları da dikkate alınmalıdır.

Aksi halde, havadan atılacak tonlarca bomba, tehlikeyi ve tehdidi sadece geciktirebilir, sadece erteleyebilir.

Irak’ta bu yaşanmıştır.

Eski rejim devrilmiş, ama yeni rejim, bizim tüm uyarılarımıza, yol gösteren yapıcı eleştirilerimize rağmen Irak’ın tamamını kucaklayan bir tavır sergilememiştir.

Geçici çözümlerin, Irak’ı, her 10 yılda bir böyle müdahalelerle karşı karşıya bırakması kaçınılmazdır.

Öte yandan, Suriye’nin gündem dışı tutulması da, aynı şekilde çözümü palyatif bir hale getirecektir.

Bu düşüncelerimizi, gerek Cardiff’te yapılan NATO Zirvesi’nde, gerekse Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için bulunduğumuz New York’ta, ilgili taraflara detaylı şekilde aktarma fırsatımız oldu.

Genel Kurul’da ,gerekse ikili görüşmelerde bunları detaylı olarak görüştük.

İnsanlığın can çekiştiği bölgelere yarım ulaştırma konusunda, kararın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin dudaklarında olması, küresel adaleti ciddi şekilde yaralamaktadır.

Evet… Dünya 5’ten Büyüktür!

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin reforme edilmesi, küresel vicdan ve küresel adalet adına ertelenemez bir ihtiyaçtır.

Her durumda, Türkiye, tezlerini en güçlü şekilde savunmaya devam edecektir.

Gerek IŞİD Terör örgütü, gerek bölgedeki diğer terör örgütlerine karşı etkili bir mücadele, önceliğimiz olacaktır.

Sadece Türkiye’de sayıları 1,5 milyonu aşan göçmenlerin ülkelerine dönebilmeleri, ya da ülkelerinde barındırılmaları aynı şekilde önceliğimiz olacaktır.

Şam yönetiminin derhal uzaklaştırılması, Suriye’nin toprak bütünlüğü korunarak, Anayasal ve Parlamenter sistemle, herkesi kucaklayan bir yönetimin acilen tesis edilmesi de yine önceliğimiz olmaya devam edecektir.

Değerli Milletvekilleri…

Merhum Turgut Özal, 1 Eylül 1990’da, Yeni Yasama Yılının açılışında bu kürsüden konuşma yaptığında, Körfez’de önemli gelişmeler yaşanıyor, Türkiye de bu gelişmeleri çok yakından takip ediyordu.

Merhum Özal, o gün şunları söylemişti:

“KÖRFEZ BUNALIMINDA ÇEKİNGEN, KARARSIZ, BAŞKALARININ KARAR VERMESİNİ BEKLEYEN BİR TUTUM İTTİHAZ ETMEMİZ DÜŞÜNÜLEMEZ. AKSİ TAKDİRDE, TÜRKİYE’NİN ÂLÎ MENFAATLERİNİN SÖZKONUSU OLDUĞU BİR MESELEDE, TESİRLİ BİR ÜLKE OLMA İMKANINI BÜYÜK ÖLÇÜDE KAYBEDECEĞİMİZ AŞİKARDIR.”

Evet… Merhum Özal, dünya gerçeklerini ve geleceğin dünyasını görerek, Körfez bunalımında çok isabetli bir tavır sergilemişti.

Uyarı ve arzularının ne kadar yerinde olduğunu vefatından sonra tüm Türkiye anladı.

Bölgemizde yeni ve büyük krizler yaşanırken, bu krizler, Müslüman kardeşlerimizi, Arap, Kürt, Türkmen kardeşlerimizi, sınırlarımızın bu tarafını ve akrabalarımızın olduğu diğer tarafını ilgilendirirken, kayıtsız kalmamız, çekingen kalmamız, mütereddit olmamız düşünülemez.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine gelmesi beklenen Tezkerelerin de bu anlayış doğrultusunda değerlendirileceğine inanıyorum.

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Bu yıl, 1914’te başlayan ve bizi derinden etkileyen Birinci Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıldönümünü idrak ediyoruz.

Birinci Dünya Savaşı’na sahne olan coğrafyanın, aradan geçen bir asırlık süreye rağmen, istikrar, huzur, barış ve refahtan halen yoksun olduğunu üzülerek müşahede ediyoruz.

100 yılın ardından, bölgemiz yeniden şekillenirken, Türkiye elbette gelişmelere seyirci kalacak değildir.

Komşu ve bölge ülkelerimizde, olaylara mezhepçi ya da çıkar odaklı bir şekilde yaklaşmıyoruz.

Her türlü ayrımcılığa, içerde olduğu gibi dışarda da karşıyız.

Halkın demokrasi taleplerine darbeci yöntemlerle set çekilen Mısır gibi ülkelere, tamamen insani ve ilkesel bir duruş sergiliyoruz.

Kimden gelirse gelsin, kime yönelirse yönelsin, şiddetin her türlüsüne karşı mücadele veriyoruz.

Kıbrıs meselesinde, Azerbaycan topraklarındaki işgalin sona erdirilmesinde, Ermenistan’la ilişkiler ve 1915 Olayları’nda, tamamen ilkeli, objektif ve barıştan yana yapıcı tutum izliyoruz.

Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusunda kararlılığımızı muhafaza ediyor, sergilenen olumsuzluklara rağmen reformlarımızı kesintisiz olarak sürdürüyoruz.

Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi Türkiye’nin stratejik hedefidir ve bu yönde gayretlerimiz kesintisiz devam edecektir.

Tesis ettiği güven, istikrar ve reformcu yapı sayesinde Türkiye, 2023 hedeflerine doğru emin adımlarla ilerliyor.

Değerli milletvekilleri…

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra oluşan güven ve istikrar ortamı, 77 milyon aziz milletimizin bizzat yaşayarak tecrübe ettiği bir büyüme ve kalkınma tesis etmiştir.

12 yıl önce, telaffuz edildiğinde hayal gibi görünen, gerçekleşeceğine ihtimal verilmeyen nice hedef, bugün gerçeğe dönüştü.

230 milyar dolar olan Türkiye’nin milli geliri, bugün 3 kattan fazla artışla 820 milyar dolara ulaştı.

Kişi Başı Milli Gelir 3 bin 500 dolardan bugün 10 bin 500 dolara ulaştı.

Türkiye, Uluslararası Para Fonu’yla yüksek faizli ağır borç anlaşmaları yaparken, bugün IMF’e borcu olmayan, IMF’ten borç istemeyen, hatta IMF’e borç verebilecek bir ülke konumuna yükseldi.

Merhum Turgut Özal’ın, 1990 yılında yaptığı Yeni Yasama Dönemi konuşmasına baktığımda, orada şunu gördüm.

80’li yıllarda döviz sıkıntısının olduğunu ifade ediyor, ardından da Merkez Bankası rezervinin 11 milyar dolar ile rekor kırdığını belirtiyor.

2002 yılında 27,5 milyar dolara ulaşan o Döviz rezervini, biz şu anda altın dahil 132,5 milyar dolara yükselttik.

Merhum Özal’ın başlattığı ve 1.500 kilometresini de inşa ettiği bölünmüş yol ve otoyol uzunluğu 2002’de 6 bin 100 kilometreye ulaşmıştı.

12 yıl içinde bu ağa 17 bin kilometre yeni bölünmüş yol ekledik.

Türkiye’yi Yüksek Hızlı Trenle tanıştırdık.

Abdülhamit Han’ın hayali olan Boğaz’ın altına tüp geçidi, MARMARAY’ı inşa ettik.

205 bin adet yeni dersliği, 99 yeni kamu ve vakıf üniversitesini eğitim sistemine kazandırdık.

633 bin konutun inşasını başlattık ve 12 yıl içinde bunların 535 bin tanesini hak sahiplerine teslim ettik.

Burslarla, yurtlarla, nakdi yardımlarla, eğitimin önündeki engelleri kaldırdık.

Sağlık sistemi yeniden yapılandı; vatandaşımız hastanelerden insan onuruna yaraşır hizmet almaya başladı.

30 büyükşehrimiz dahil, ihtiyaç tespit edilen diğer illerimizle birlikte 52 bin yatak kapasiteli 64 Şehir Hastanesi ülkemize, inşallah şurada iki  üç yıl içinde 36 ay sözleşmeler, kazandırılmış olacak.

Bu Şehir Hastaneleriyle birlikte, inşallah, Türkiye’nin sağlık altyapısı adeta yeniden kurulmuş olacak.

12 yıl içinde 268 Baraj ve 53 Gölet inşa edildi; şu anda, 78 baraj ve 426 göletin inşası devam ediyor.

Tarımda, sulamada, enerji alanında, çevre ve şehircilikte, savunma sanayinde Türkiye ilklerle, rekorlarla tanıştı.

İnanıyorum ki Türkiye, istikrar ve güven içinde, tüm bu kazanımlarını hem koruyacak, hem de çok daha ileri seviyelere taşıyacaktır.

İstanbul’a inşa edilen Yavuz Sultan Selim Köprüsü, 3’üncü Havalimanı, Boğaz’ın altına inşa edilen iki katlı Tüp Geçit, İzmit Körfezi’ne inşa edilen asma köprü, İstanbul-İzmir otoyolu, yeni Yüksek Hızlı Tren hatları, Ovit Tüneli, TANAP Projesi, GAP, DAP ve KOP Projeleri ve diğer nice büyük projemiz kesintisiz sürecek; bu büyük projelere, Kanal İstanbul gibi yeni büyük projeler eklenecektir.

Türkiye ekonomisi, son derece sağlam, istikrarlı ve güvenli bir zeminde büyümesini sürdürüyor ve inşallah sürdürecek.

2015 yılında, Türkiye’nin G-20 Dönem Başkanlığını üstlenecek olması, küresel ekonomideki belirleyici yerimizi de bir kez daha teyit edecektir.

2023 hedefimiz olan 2 trilyon dolar milli gelir, 25 bin dolar kişi başı milli gelir ve 500 milyar dolar ihracat asla hayal değildir.

İşte bugün eylül ayı ihracat rakamları açıklandı ve yeni bir rekor kırıldı.2002 yılında 36 milyar dolar olan ihracatımız  bugün itibariyle 158 milyar dolar ile tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. Tabi haber geldiğinde kitaplar basıldığı için  size dağıtılan kitapçıklara bu giremedi kusura bakmayın.

İçerden ve dışardan, gerek medya, gerek uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları eliyle yapılan algı operasyonları Türkiye ekonomisini büyüme yolundan asla alıkoyamaz.

Emekle ve alın teriyle bugünlere ulaşan Türkiye ekonomisi, yine emekle, alın teriyle, çalışma barışıyla geleceğe yürüyecektir.

İnşallah, Hükümetimiz, muhalefetimiz, Meclisimiz, tüm kurum ve kuruluşlarımız bir arada çalışarak, milletimiz için son derece önemli bu hedefleri tutturacaklardır.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri,

Gerilime, kutuplaşmaya, kamplaşmaya sarf edecek artık tek bir saniyemiz bile yoktur.

Türkiye, iç çekişmeler ve sanal gerilimler nedeniyle, on yıllar boyunca enerjisini ne yazık ki heba etmiştir.

Terör ve terörü besleyen red, inkar ve asimilasyon politikaları, ayrımcılık ve ötekileştirme, Türkiye’ye ağır bedeller ödetmiştir.

Sünni diyerek, Alevi diyerek; Hristiyan, Musevi diyerek; Türk, Kürt, Arap, Gürcü, Laz, Çerkez, Abaza, Roman, Boşnak, Ermeni, Rum, Ezidi, Süryani ve diğerlerini ayrıştırarak; aslında zenginliğimiz olan bu farklılıklar üzerinden gerilim üretilerek, Türkiye on yıllar boyunca enerjisini başka alanlara yoğunlaştırmak zorunda kalmıştır.

Yasaklar, kısıtlamalar, değerlerin, inançların, kültürlerin üzerindeki baskılar, toplumu huzursuz etmekten başka hiçbir amaca hizmet etmemiştir.

Bölgemizin büyük değişim yaşadığı bir dönemde, dünyanın küresel krizin etkisinde olduğu bir dönemde, Türkiye, kendi özgün ve özgüvenli politikalarıyla, bütün bu krizlerden kazançlı çıkacak tecrübeye sahiptir.

Enerjimizi heba etmek yerine, 2023 hedeflerine; ardından da 2053 ve 2071 hedeflerine yoğunlaştırarak, karşılıklı saygı, hoşgörü ve kardeşlik hukuku içinde geleceğe yürüyeceğiz.

Yeni Türkiye’de, yeni bir siyaset artık kaçınılmazdır.

Şiddetin, terörün, silahların ve sokak eylemlerinin gölgesinde değil; istismarın peşinde değil; Türkiye’yi büyütmenin ve kalkındırmanın mücadelesinde bir siyaset, Türkiye’yi uçuracaktır.

Korkutarak, kutuplaştırarak, kamplaştırarak yapılan değil, kucaklaştıran bir siyaset Türkiye’yi hedefleriyle ve hayalleriyle buluşturacaktır.

İktidar da, muhalefet de, böyle bir anlayışla, kader ortaklığı yaparak, ülkenin ve milletin hizmetinde olmak zorundadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, en başta bu Genel Kurul Salonu’nda, nezaketi, hoşgörüyü, empatiyi; yumruklaşmayı değil, musafahayı öne çıkararak, vekilliğini yaptığı milletin takdirine mazhar olacağına inanıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 12’inci Cumhurbaşkanı, halkın oylarıyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak, Anayasanın çizdiği yetkiler dairesinde, ülkemin ve milletimin hizmetinde olacağımı da burada bir kez daha hatırlatmak isterim.

Seçilmiş bir Cumhurbaşkanı, seçilmiş bir Hükümet, yapıcı bir muhalefet, inşallah, Türkiye’de yeni bir hamle sürecini başlatacak, Yeni Türkiye’yi yeni hedeflerle kucaklaştıracaktır.

Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.

Rabbim, ülkemizi, milletimizi, tüm insanlığı hayırlara vasıl etsin.

24’üncü Dönem, 5’inci Yasama Yılı’nın hayırlı olmasını diliyor, emeğiniz, alınteriniz için şimdiden her birinize teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.

Sizlerin ve sizlerin şahsında aziz milletimizin, tüm İslam Dünyasının mübarek Kurban Bayramı’nı şimdiden kutluyor; Bayramın ülkemize, en çok da yeryüzündeki mazlum ve yoksullara felah getirmesini niyaz ediyorum.

Sağolun, varolun, Allah’a emanet olun.