Uluslararası Uyuşturucu Politikaları ve Halk Sağlığı Sempozyumu'nda Yaptıkları Konuşma
Değerli Misafirler,
Yurt İçinden ve Yurt Dışından Bu Sempozyum’a İştirak Eden Saygıdeğer Dostlar,
Hanımefendiler,
Beyefendiler,
Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyor, açılışını gerçekleştirdiğimiz Uluslararası Uyuşturucu Politikaları ve Halk Sağlığı Sempozyumu’nun ülkemiz, milletimiz, tüm insanlık için hayırlı neticelere vesile olmasını Allah’tan diliyorum. Yeşilay’a, Değerli Başkan ve ekibine bu son derece anlamlı ve önemli Sempozyum’u gerçekleştirdikleri için gönülden teşekkür ediyorum. Dünya Sağlık Örgütü’ne ve onun değerli temsilcilerine Sempozyum’a katıldıkları için aynı şekilde teşekkür ediyorum. Birleşmiş Milletler’in, Avrupa Birliği’nin, Avrupa Konseyi’nin ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın değerli temsilcilerine de katıldıkları, katkı verdikleri için şükranlarımı ifade ediyorum.
Üç gün boyunca insanlığın önündeki en önemli meselelerden bir tanesinin ele alınacağı bu Sempozyum’a destek olan, tecrübelerini paylaşacak olan, yeni yol haritaları belirleyecek olan Sağlık, Aile ve Sosyal Politikalar, İçişleri, Milli Eğitim ile Gençlik ve Spor bakanlıklarımıza da teşekkür ediyor, onlara da başarılar diliyorum.
Evet, insanlığı, özellikle de gençleri ve çocukları ciddi manada tehdit eden öyle bir meseleyle karşı karşıyayız ki, bunun engellenmesi, bunun önlenmesi nasıl olacak, üç gün boyunca herhalde bu bütün detaylarıyla bu sempozyumlarda ele alınacaktır.
Değerli konuşmacılar da ifade ettiler. Dünyada ne kadar kişi uyuşturucu kullanıyor, ki tespitlerimiz 180 milyon uyuşturucu kullanan var. Bunların 75 milyonunun uyuşturucu bağımlısı olduğu ifade ediliyor. Ne yazık ki bu rakamlar çok hızlı şekilde artıyor. Sosyal, ruhsal, bedensel tahribatın yanında uyuşturucu kullanımı her yıl yaklaşık 2 trilyon dolarlık bir maddi kaybı da beraberinde getiriyor.
Yapılan araştırmalar, Türkiye’de yasadışı maddeleri en az bir kere kullananların oranının nüfusun yüzde 2,7’si olduğunu gösteriyor. Hiç kuşkusuz yüzde 2,7 oranı diğer ülkelerle kıyaslandığında oldukça düşük bir oran, ancak bu oranın hızla arttığını da müşahede ediyoruz. İnşallah son dönemde artan tedbirlerle, çıkarılan yasalar, genelgelerle, kurumlarımızın meseleye daha yoğun eğilmeleriyle hem artışın önü kesilecek, hem de bu oran umuyorum ki daha da aşağılara çekilecek.
Şahsen Başbakanlık yaptığım 12 yıllık süre içinde gençliği tehdit eden bu mesele ile çok yakından ilgilendim, tedbirler konusunda da çok sayıda adımı bakan arkadaşlarımızla birlikte attık. Cumhurbaşkanlığı görevini ifa ederken de, hiç şüpheniz olmasın, bu mesele her zaman gündemimizde olacak ve bu meselenin en güçlü mücadele edenlerinden olmayı da sürdüreceğim.
Değerli Dostlar,
Elbette yasadışı maddelerin kullanımına ilişkin siz değerli uzmanların elinde çok sayıda veri var. Gençlerin yasadışı maddeleri kullanmasını da tek bir sebeple açıklamak mümkün değil. Ruhsal sorun olabiliyor, ailevi sorunlar olabiliyor, maddi sorunlar olabiliyor. Bunun yanında istismar, birilerinin para kazanma hırsı, özendirici etkenler olabiliyor. Üç gün boyunca sizler konunun uzmanları ve akademisyenler olarak zaten her boyutuyla bu nedenleri de ele alacaksınız. Ancak burada meselenin bir nedeni üzerinde özellikle durmak, meselenin önemli bir boyutuna dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Değerli Dostlar,
Son yüz yıl içinde dünyamız çok büyük bir değişim yaşadı, bu değişim hızla devam ediyor. Açıkçası maddenin dünyanın her yerinde manevi değerlerin önüne geçmeye çalıştığı, manevi değerleri boğmaya çalıştığı bir değişim süreci yaşıyoruz. Bunu sadece İslam ile İslam coğrafyası ile sınırlamak mümkün değil. Hıristiyanlığın da, Museviliğin de, Budizmin de, diğer tüm dinlerin de maddi alanın saldırısı altında olduğunu biliyoruz. Ayrıca sadece dinler değil, bir dine dayansın ya da dayanmasın kültürler, gelenekler, sosyal dayanışma mekanizmaları, insana ait olan ahlak, karşılıklı saygı, hoşgörü gibi kavramlar çok ciddi biçimde erozyona uğruyor, çok ciddi biçimde törpüleniyor.
Paranın, sınırsız kazanma hırsının, acımasız rekabetin her türlü insani değeri çiğnediği bir değişim süreci yaşanıyor. Bir varil petrol için binlerce insanın kanını akıtmak meşru görülebiliyor. Bir avuç altın için, bir avuç elmas için çocukların, kadınların katledilmesinin artık meşru görüldüğü bir çağda yaşıyoruz. Dünyanın her yerinde insana ait, insanlığa, ruha, vicdana ait değerlerin tek tek yok olduğunu, bunların yerine paranın, hırsın, doyumsuzluğun, oburluğun konulduğunu görüyoruz
Ne yazık ki manevi bir değeri, insana ait bir değeri alıp, yerine maddi bir değer koyduğunuzda insan onunla tatmin olmuyor. Evet, tatmin duygusu yok oluyor, kanaat duygusu yok oluyor, azla yetinme, paylaşma duygusu hızla yok oluyor. Bunların yerine konulan zevkler ve değerler ise, insanoğlunu tatmin etmiyor, doyurmuyor. İnanın asla da mutlu, huzurlu yapmıyor. Yani zengin olmak, insanın mutlu olmasını sağlamıyor, huzurlu olmasını sağlamıyor. Hem uyuşturucunun, hem de istismarın işte tam da böyle bir noktada devreye girdiğini görüyoruz.
Amaçları, hedefleri, davası, idealleri elinden alınmış olanlar, içinde boşluk hissedenler, çareyi kendilerini uyuşturmakta buluyorlar. Ellerinden tutulmayan, başları okşanmayan, kendilerine bir istikamet, bir aydınlık çizilmeyen o çocuklar oluşan boşluğu başka şeylerle kapatmaya çalışıyorlar. Bu bazen uyuşturucu oluyor, bazen şiddet oluyor, bazen de örgütlü şiddet olup teröre dönüşebiliyor.
Bakın şu anda insanlığın karşısında dünya barışını, dünya huzurunu tehdit eden küresel bir terör meselesi var. Bakıyorsunuz herkes sonuçları konuşuyor. Sebepleri konuşan yok. Herkes son bir-iki ayda ortaya çıkan manzarayı konuşuyor. Hiç kimse bu manzaranın nasıl oluştuğu, buraya nasıl gelindiğini, bu gençlerin nasıl olup da böyle acımasızca cinayetler işleyebildiklerini etraflıca konuşmuyor.
Burada bir noktanın altını özellikle çizmek durumundayım. Ortadoğu’da devam eden terör eylemlerini ve terör örgütlerini belli bir dine, özellikle de İslam dinine izafe etmek, gerçeği saptırmaktan başka bir şey değildir. Ne İslam dini ne de yeryüzündeki bir başka semavi din, böyle bir vahşeti, böyle bir şiddeti, böyle insanlık dışı cinayetleri asla ve asla mazur göstermez, meşru göstermez.
Bakın burada bir örnek vereceğim. IŞİD terör örgütüyle alakalı, şu anda dünya bir tedbir, bir koalisyonlar zinciri içerisinde toplantılar yapıyor, bir araya geliyor. IŞİD terör örgütü Ortadoğu’da böyle bir kendine göre mücadeleyi verirken, benim ülkemde 32 yıldır devam eden bir PKK terör örgütü var. Acaba bu dünyayı niye rahatsız etmiyordu? Acaba bu dünyayı neden ilgilendirmiyordu? Bu sadece benim ülkemde değildi. Bunun uzantılarına baktığınız zaman, Avrupa’nın benim diyen ülkeleri içerisinde bu terör örgütünün uzantıları var. Bütün parasal kaynaklar oralardan geliyor, silahlar oralardan geliyor. Acaba bu Avrupalı dostlar, bu terör örgütüne karşı niçin hiç rahatsız olmadılar? Niçin onlara karşı en ufak bir mücadeleyi gündeme getirmediler? Çünkü o terör örgütünün önünde “İslam” diye bir kelime yoktu, onların İslamla bir alakası yoktu.
Demek ki dert başka. Bu adamların, IŞİD’in, bunların da İslamla alakası yok. Çünkü bizim dinimiz İslam, terörü asla tecviz etmez, asla teröre yol vermez. Çünkü bizim dinimiz İslam, bir barış dinidir, kelime anlamı itibariyle de barışın ta kendisidir. Ve biz hiçbir semavi dinin de, barışı tehdit eden böyle bir teröre müsaade ettiğini, dini kitapların asli olan temel kaynaklarında bunu görmedik.
Değerli Dostlar,
Bu teröristler bir din adına cinayet işlediklerini söyleyerek aslında kendilerini kandırmaya, kendilerini tatmin etmeye, içlerindeki sorunları bastırmaya çalışıyorlar. Aynı şekilde bu örgütlere İslami terör örgütü yaftasını yapıştıranlar da, çok açık ve çok bilinçli bir şekilde gerçeği perdeliyorlar.
Bakın Türkiye’nin bu günlerde önündeki en önemli meselelerinden biri de, Batıdan gelerek bu örgütlere katılan gençlerdir. İşte Birleşmiş Milletler’de, Güvenlik Konseyi’nde kendileriyle görüştüğümüz bütün Avrupalı devlet ve hükümet başkanları, hatta bütün dünya şunu söyledi: Fransa Devlet Başkanı “Benim ülkemden bin kişi bu örgüte katıldı” diyor, İngiltere “600 kişi benim ülkemden katıldı” diyor, Almanya bir o kadar. Diğerleri bakıyorsunuz “Ta Avustralya’dan buraya katılanlar var” diyorlar. Bütün bunlar ortada. Demek ki burada ciddi bir koalisyon var.
Bunların hepsi ben inanıyorum ki, Müslüman da değil. Bunların aralarında da uyuşturucu bağımlıları var. Aralarında şiddete eğilimi olanlar da var. Aralarında macera arayan, içindeki boşluğu doldurmaya çalışanlar da var. Ne için cinayet işledikleri, bunlar için zerre kadar önemli değil. Yeter ki kan aksın, yeter ki katliam olsun.
Sadece sinekleri görmek, sorunun küçük bir parçasını görmektir. Asıl görmeniz gereken bataklığın ta kendisidir. Bataklık kurumadığı sürece sinek her zaman olacaktır.
Burada açık açık ifade ediyorum; terörü de, şiddeti de, madde bağımlılığını da üreten bataklık, insanlığı tehdit eden hırstır, sınırsız kazanma duygusudur ve tatminsizliktir.
2008 yılında dünyanın en büyük küresel krizlerinden biri başladığında da biz bu uyarıyı yaptık. Türkiye G-20’nin üyesi ve 2015 yılında da G-20’nin Dönem Başkanlığını üstlenecek. G-20 platformlarında her zaman buna dikkat çektik. Birileri sınırız kazanıp, sınırsız harcarken, birilerinin açlıkla karşı karşıya olması sürdürülebilir bir durum değildir.
Bakınız dünyada Türkiye’nin ekonomik durumu ortada. Fakat donörler sıralamasına baktığınız zaman Türkiye nerede biliyor musunuz? ABD 1, İngiltere 2, Türkiye 3. Türkiye böyle bir noktada. Çünkü birileri refah içinde, güven içinde, huzur içinde yaşarken, başka bölgelerin her gün açlıkla, şiddetle, çatışma ve ölümle karşılaşması, dünyamız ve insanlık için sürdürülebilir bir durum değildir. Biz bu açlıkla yaşayanların olduğu bir dünyada imkânlarımız neyse bunu seferber etmek durumundayız. Ve seferber ettik, ediyoruz, edeceğiz.
Bakın ben size burada bir rakam daha vereceğim. Şu anda ülkemizde 1.5 milyon Suriye’den ve Irak’tan kaçan mülteci var. Bunlar neden kaçıyor? Ölümden. Peki, biz bunlara kapımızı kapayabilir miyiz? Hayır. Niye? Çünkü bizim medeniyetimiz, bizim inancımız asla buna müsaade etmez. Ve 1.5 milyon insan şu anda bizim misafirimiz. Peki, Avrupa’nın tamamında ne kadar var? Onu da söyleyeyim size, 130 bin. Şimdi soruyorum, ey Avrupa senin şefkat kucağın yok mu, sen şefkat ellerini ne aman açacaksın bu tür mağdurlara, mazlumlara? Ama silah vermeye gelince gönderiyorsun, bunlar oluyor. İşte bugün bazı gazetelerde baktık, bazı Avrupalı dostların, ülkelerin gönderdiği füzeler, silahlar teröristlerin elinde yakalanmış ve şimdi bunlara cevap arıyorlar. Sadece Avrupa değil, Batının her kesiminde bu var. IŞİD’in elinde şu andaki silahlar malum, bunları gazeteler yazdı , sosyal medya yazdı görüyoruz. Karşı karşıya olduğumuz birçok küresel meseleyi işte bu zaviyeden görmek, bu zaviyeden değerlendirmek durumundayız.
Farklı bir dünya mümkün mü? Farklı bir kalkınma modeli, ilerleme ve modernleşme model olarak elbette mümkündür. Manevi olana, yerel olana, geleneksele düşmanlık yaparak, onu yeryüzünden ve vicdanlardan silerek insanlık kalkınamaz, ilerleyemez, modernleşemez.
Bakın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geçen haftalarda Türkiye aleyhine bir karar aldı, zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinden öğrencilerin muaf sayılmasını temin edecek yeni bir düzenleme istdi. Aslında bu karar yanlış bir karar, çünkü Batıda bunun uygulaması yok, böyle bir şey olmaz. Şimdi bir örnek vereyim, dünyanın hiçbir yerinde zorunlu fizik dersinin, zorunlu kimya dersinin, zorunlu matematik dersinin tartışma konusu olduğunu göremezsiniz. Ama ne hikmetse zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi her zaman tartışma konusu olur. Eğer zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi olsun mu, olmasın mı diye tartışılacaksa, uyuşturucu bağımlılığından neden şikayet ediliyor? Terörden, şiddetten, ırkçılıktan, antisemitizmden, islamafobiden neden şikayet ediliyor? Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini tartışmaya açarsanız, kaldırırsanız çok tabii olarak uyuşturucu gelir, onun yerini doldurur. Şiddet gelir, ırkçılık gelir onun yerini doldurur.
Biz manevi değerlerine bağlı bir nesilden söz ettiğimizde, hem içeride hem dışarıda itirazlar yükseliyor. Biz alkolle ilgili Avrupa ülkelerinde olan, Amerika Birleşik Devletleri’nde olan, hatta onlardan çok daha hafif düzenlemeleri getirdiğimizde; içeride ve dışarıda hedef yapılıyoruz. Arkadaşlar, bizim içimiz yanıyor içimiz. Biz dertliyiz dertli. Öyle anne-babalar gördük ki, öyle anne-babaların derdini dinledik ki, gerçekten perişan olmuşlar. Çocukları alkol bağımlısı olmuş, çocukları uyuşturucu bağımlısı olmuş, biricik yavruları ellerinden, evlerinden, yüreklerinden kopup gitmiş. Ocaklar sönmüş, bu uğurda cinayetler işlenmiş, hayatlar yitip gitmiş. Bunu seyredecek miyiz? Özgürlük deyip, buna kayıtsız mı kalacağız? Uyuşturucu baronlarının, uyuşturucu mafyalarının, çetelerinin, simsarların gençlerimizi ellerimizden almasına özgürlük deyip sessiz mi kalacağız? Kesinlikle hayır! En başta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bize bu mücadeleyi yapmak için kesin yetki veriyor. Anayasa’nın da ötesinde insan olmak, vicdanı olmak, bir kalbi olmak bize böyle bir sorumluluk yüklüyor. Asla rehavet içinde olmayacağız. Türkiye’de yasadışı madde kullanım oranı ne kadar az olursa olsun, tehlikenin büyümekte olduğunu görecek, daha işin başındayken tedbirlerimizi alacağız.
Biz ülke olarak büyürken, kalkınırken, ilerlerken gelişmiş ülkelerin yaşadığı acı tecrübeleri de tekrar etmek zorunda değiliz. Farklı bir kalkınma modeliyle, yani toplumsal ve bireysel tatmini, huzuru, göz önünde tutarak bir kalkınma modelini uygulamak, orada başarılı olmak durumundayız.
Maddi olarak zenginleşirken, manevi olarak fakirleşen bir Türkiye, özünden uzaklaşan bir Türkiye olur. Buna izin vermeyeceğiz. Burada bütün bakan arkadaşlarımızdan ve bakanlıklarımızdan rica ediyorum, başta Yeşilay olmak üzere, bütün sivil tolum kuruluşlarımızdan, özellikle de medyamızdan rica ediyorum; yol yakınken tedbirlerimizi alalım, duyarlı olalım ve gençliğimizi bu modern vebadan ne olur uzak tutalım.
Özellikle uluslararası tecrübeden azami ölçüde istifade etmek durumundayız. Tabii ben Yeşilay’ın şu anda uluslararası örgütlenme müjdesini aldım, bundan da ayrıca mutluyum. Çünkü bu uluslararası örgütlenme ağı ne kadar yaygınlaşırsa, inanıyorum ki bu çalışmalar çok daha farklı bir zemin bulacaktır. Birleşmiş Milletler’in, Dünya Sağlık Örgütü’nün, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi örgütlerin tecrübelerini çok iyi incelemek, değerlendirmek, uygulamak zorundayız.
Birçok kişi meselenin sadece güvenlik boyutuna bakıyor. “Polis mücadele etsin, asker mücadele etsin, devlet bu işin tedbirini alsın” diyor. Elbette polis, asker, devletin tüm birimleri bu meseleyle kararlı şekilde mücadele edecektir. Ancak evde mücadele yoksa, ailede mücadele yoksa, güvenlik birimlerinin tek başına mücadelesi yeterli olmaz, olamaz. “Benim çocuğum asla kullanmaz”. Arkadaşlar gidin AMATEM’lere bakın, AMATEM’lerin önünde “Benim çocuğum asla kullanmaz” diyen anne-babaları göreceksiniz.
Okul ve eğitim bu meselede en önemli mücadele zeminidir. Sadece öğretmen gözetimiyle değil, artık müfredatı da gözden geçirerek mücadeleyi en başta sınıflardan, en başta ders kitaplarından başlatmak zorundayız. Ve bu konuda eksiklerimiz var. 12 yıldır bu konuda istediğimiz adımları atamadığımızı bir özeleştiri olarak söyleyebilirim. Milli Eğitim müfredatımız çocuklara pozitif bilimleri en kaliteli, en yeni şekilde aktarırken, çocukları şiddetten, terörden, ırkçılıktan, nefret suçlarından ve zararlı maddelerden uzak tutacak şekilde mutlaka yeniden ele alınmalıdır.
Başbakanlığımız süresince eğitimin altyapısını yeniden inşa etmek için çok yoğun gayretimiz oldu. İnanıyorum ki bundan sonraki süreçte de bu artarak devam edecektir. Altyapıya ilişkin sorunlar çok büyük oranda çözüme kavuşmuşken, artık içeriğe, muhteviyata yoğunlaşmak durumundayız. Çocuklarımıza ve gençlerimize bariyerlerin, sınırlamaların olmadığı bir zihin dünyasını açarken, onlara milli, manevi, ahlaki ve insani değerleri de en azami şekilde aktarmak, eğitimin temel amacı olmalıdır. İnşallah Türkiye’nin gençliği, gelişmiş ülke gençlerinin yaşadığı acı tecrübeleri yaşamadan geleceğe yürüyecek.
Farklı bir kalkınma modeli, manevi olan ile maddi olanı çatıştıran değil, buluşturan bir kalkınma modeli, inşallah Türkiye’den bütün dünyaya örnek olacak.
Üç günlük bu Sempozyum’un insanlığı tehdit eden tüm zararlı alışkanlıklarla mücadele yolunda ufuk açıcı olmasını diliyorum. Yeşilay’a, Değerli Başkan ve yönetimine bu anlamlı çalışma için tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Yurt dışından ve yurt içinden gelerek bu anlamlı mücadeleye katkı sağlayacak tüm dost ve kardeşlerimize, tüm kurum ve kuruluşlara da şimdiden teşekkür ediyorum.
Her türlü zararlı maddeyle mücadele konusunda Cumhurbaşkanı olarak takipçi olacağımı, mücadeleyi her aşamada destekleyeceğimi tekrar hatırlatıyor, Sempozyum’a başarılar diliyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.