Dünya Ekonomik Forumu'nda Yaptıkları Konuşma
Çok Değerli Devlet ve Hükümet Başkanları,
Saygıdeğer Bakanlar,
Değerli Katılımcılar,
Hanımefendiler, Beyefendiler
Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyor, Dünya Ekonomik Forumu’nun İstanbul’da düzenlediği iki günlük özel toplantısına başarılar diliyorum. Başta Profesör Sayın Schwab olmak üzere değerli hanımefendilerine, tüm yönetici ve çalışanlarına, bu özel toplantıyı Türkiye’de, İstanbulumuzda gerçekleştirdikleri için teşekkür ediyorum. Bu özel toplantıya katılan tüm misafirlerimize de hoş geldiniz diyor, bu önemli buluşmaya verdikleri ve verecekleri katkılar için şimdiden şükranlarımı sunuyorum.
Değerli Katılımcılar,
Çok Değerli Dostlarım,
Uluslararası sistemde önemli kırılmaların yaşandığı, dünyanın her köşesinde siyasi, ekonomik ve sosyokültürel fay hatlarının belirgin olmaktan öte bir sürece girdiği bir dönemden geçiyoruz. Ekonomik krizler, yoksulluk ve gelir dağılımındaki dengesizlikler, bunun yanında enerji kaynakları üzerindeki baskılar, ülkeler ve toplumlar üzerinde çeşitli buhranlar oluşturuyor. Bazı ülkelerde rejimlerin halklarına karşı yürüttükleri sindirme ve şiddet politikaları, arkasında ağır enkazlar bırakmaya devam ediyor. Terör, daha fazla küreselleşmek, daha geniş coğrafyalara sirayet etmek suretiyle küresel barışı tehdit eder boyuta ulaşıyor. Şu anda Türkiye’de bir defa ulusal anlamda bir terörü yaşıyoruz, bölgesel bir terörle şu anda karşı karşıyayız, bir de uluslararası terörle iç içeyiz.
İklim değişikliği, Ebola tarzı salgın hastalıklar, çevre kirliliği, göç, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi sorunlar da küresel gündemin ilk sıralarındaki yerini muhafaza ediyor. Altını çizerek ifade etmeliyim ki, bütün bu sorunlar sadece belli ülkeleri, belli bölgeleri değil, artık yerkürenin tamamını tehdit eder bir boyuta ulaşmıştır. Ülkelerin tek başlarına bu sorunların üstesinden gelebilmesi artık mümkün görünmüyor. Küresel, siyasi ve ekonomik örgütlerin yüzyılımızın tüm bu sorunlarıyla baş edebilmek için güç birliği yapmaları artık gerekli bir hal almıştır.
Esasen bu düşüncelerimi hafta içinde katıldığım New York’taki Birleşmiş Milletler 69. Genel Kurulu’nun açılışında da ifade ettim. Gerek oradaki muhataplarımızla yaptığımız baş başa görüşmelerde, gerek İklim Zirvesi’nde, gerekse Genel Kurul’da bütün bu sorunların insanlığı ciddi manada tehdit eder hale geldiğini ve acil tedbir alınması gerektiğini vurguladım.
Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası siyasi ve ekonomik örgütler, insanlığı tehdit eden sorunlar karşısında tedbir almakta maalesef etkisiz kalıyorlar. Burada bir kez daha vurgulamak isterim ki, bunu Genel Kurul’da da söyledim, Başbakanlığım dönemimde de birçok yerde söyledim, şimdi burada tekrar ediyorum; dünya 5’ten büyüktür. Dünyanın kaderini bu 5 ülkenin eline bırakamayız. Artık dünya, İkinci Dünya Savaşı’nın şartlarını yaşayan bir dünya değildir.
İkili yaptığım görüşmelerin hepsinde ülkelerin devlet başkanları veyahut hükümet başkanları, “Çok haklısın, doğru söylüyorsunuz, dünya 5’ten büyüktür” diyorlar, ama kürsüye çıkıldığı zaman kimse kürsüde bunu konuşmuyor. Mesele buna inanıyorsak, Birleşmiş Milletler’in reforme edilmesi gerektiğine inanıyorsak, o zaman bu alanda ne gibi adımlar atılması lazım, bunun planlamasını yapalım. Fakat bu konuda ne yazık ki adım atılmıyor, herkes bir şeylerden çekiniyor. Acaba ben bunu konuşursam bana A ülke ne der? Acaba konuşursam B ülke ne der? Veya şu ülke ne der, bu ülke ne der? Kimse şunu düşünmüyor: Acaba, mesela Sayın Obama konuşmasında şu ifadeyi kullandı, “Haklının güçlü olduğu bir dünya”. İşte istediğimiz bu zaten. Haklının güçlü olduğu bir dünyayı eğer istiyorsak, o zaman bu 5 ülke dünyanın kaderine hükmetmemelidir. Olması gereken nedir? Bir, dönerli sistemin gelmesi lazım. Yani her kıtadan temsilcilerin temsil edildiği bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin olması lazım. Daimi üye, geçici üye ayırımının olmaması lazım. 15 üyeden mi oluşacak? 15 üye, ama bu 15 üye iki yılda bir değişebilir veya yılda bir değişebilir. Sürekli değişmek suretiyle şu anda 193 üyesi bulunan Birleşmiş Milletler üyesi tüm ülkelere orada sıra gelmelidir. Benim kaderim sürekli o 5 tane üyenin iki dudağının arasında olmamalıdır.
Şu anda Suriye’de zulüm var, Irak’ta zulüm var. Karar verirken ne deniyor, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ne der veya bu 5 üye ne der?” Geç onu, o 5 üyenin içinde herhangi bir üye ne der? Hayır diyorsa mesele bitmiştir, kimse onu değiştiremez. Peki, tüm dünya bir üyenin iki dudağının arasına mahkûm mu? Bunun değişmesi gerekiyor, bunu dillendirmemiz lazım. 200’e yakın ülkenin, 193 ülkenin üye olduğu Birleşmiş Milletler’de kararların Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülkenin dudakları arasında olması izah edilebilir bir durum değildir.
Aynı şekilde uluslararası birçok siyasi ve ekonomik örgütün küresel sorunlar karşısında insani ve vicdani bir duruş yerine çıkar odaklı bir duruş sergilediklerini görüyor, bunun da tehditleri teşvik ettiğini hep birlikte hissediyoruz.
Küresel sorunlar karşısında sergilenen kayıtsızlık, sorunların büyümesindeki en büyük etkendir. Ortadoğu’da demokratik halk hareketlerine ve hak arayışlarına karşı sergilenen vurdumduymaz, çifte standartlı, ön yargılı ve adaletsiz tutum, ne yazık ki terörün oksijeni olmuştur.
Şimdi ben soruyorum; şu anda genelleme yaparak dünyada demokratik rejimlerden yana mı olacağız, yoksa otokratik rejimlerden yana mı olacağız? Otokratik rejimlerin içerisinde öyle ülkeler var ki, halkı rejimden memnundur. Halk memnun olduğuna göre söyleyecek bir şey de yoktur. Ama öyle de rejimler var ki, halk orada korkuyor, herhangi bir şey söyleyemiyor. Demokratik rejimlere geldiğimiz zaman, demokratik rejimlerde de ne diyoruz; “Halkın iradesine saygı duyulması gerekir” diyoruz. “Halk neyi murat ettiyse, neyi istediyse ona saygı duyulması gerekir” diyoruz. Ama bakıyoruz ki maalesef halkın iradesinin tecelli ettiği bir ülkede, yüzde 52’yle geliyor, kendi bakanı darbesini yapıyor ve o darbeyle beraber meşruiyet kazanıyor. Nerede? Dünyanın değişik ülkelerinde ve demokrasinin beşiği denilen ülke bile bakıyorsunuz o meşruiyetini kabul ediyor. Ve çok enteresan Birleşmiş Milletler’de çıkıyor, konuşma da yapabiliyor.
Şimdi Birleşmiş Milletler darbecilerin konuşma yaptığı bir yer midir, yoksa gerçekten demokratik yollarla seçilmiş olanların gelip konuşma yaptığı bir yer midir? Veya halkının memnun olduğu otokratik rejimlerden gelenlerin konuşma yaptığı bir yer midir? Yok, herkesin gelip konuşma yaptığı bir yer ise, ayrı mesele. Ama eğer ben Tayyip Erdoğan olarak demokrasiye inanıyorsam, dolayısıyla antidemokratik yollarla iş başına gelenlerle aynı karenin içerisinde fotoğraf vermem, yer almam ve nitekim bu Genel Kurul’da da yer almadım. Onlarla beraber olamam. Çünkü ben kendimi o zaman halkıma anlatamam. Çünkü demokrasi mücadelesi öyle sıradan bir mücadele değil.
Bakınız yoksul, çaresiz ve haksızlığa uğradığına inanan halk kesimleri terörün ve terör örgütlerinin istismarına açık hale gelmiştir. Türkiye olarak çok uzun süredir sürdürülebilir olmayan bu gidişe dikkatleri çekiyor, başta terör ve İslamafobi olmak üzere yerel sorunların artık küreselleşmeye başladığını ifade ederek, yaklaşan sorunlar hakkında çağrılarımızı yapıyoruz.
Suriye’de Şam rejiminin katlettiği insan sayısı 250 bin rakamına ulaştı. Yer değiştirenlerin sayısı ise artık 7 milyon civarında. Sadece Türkiye’de 1,5 milyona yakın Suriyeli göçmen bulunuyor. Son haftalardaki göçmen akınıyla bu sayı daha da arttı.
Şimdi ben burada değerli dostlarıma sesleniyorum; bakın bütün bu olanlar, bütün bu gerçekler ortada, fakat kimse, “Ey Türkiye 1,5 milyon insan senin ülkene geldi. Acaba biz size destek olarak, yardım olarak ne yapabiliriz?” diyen yok. Şu ana kadar bize Birleşmiş Milletler Mülteciler Konseyi dahil olmak üzere gelen para 150 milyon. Peki bizim harcadığımız rakam ne şu anda? 4,5 milyar dolara ulaştı, ama kimse bir şey sormuyor, “Nasıl olsa Türkiye harcıyor” diyorlar. Kamplar, Türkiye’nin içinde değişik yerlerde ortaya çıkan tabii sosyolojik bazı sıkıntılar yaşıyoruz bu arada. Bütün bunlara katlanıyoruz, ama “Bu konuda acaba biz ne yapabiliriz?” diyen yok.
32 yıldır biz terörle mücadele ediyoruz. Şu anda ortaya bir IŞİD terörü çıktı, yeni değil bu. El Kaide’den türedi. El Kaide’den Irak’ta ayrıldı, Suriye’de palazlandı ve tekrar ne yaptı, Irak’a döndü ve Irak’ın üçte birini şu anda işgal etmiş vaziyetteler. Böyle bir durum var. Aynı şekilde bölgede başka terör örgütleri de var.
Peki, ey dünya IŞİD gibi bir terör örgütü çıkınca ayaklanıyorsun da, PKK gibi bir terör örgütü ortadayken niye ayaklanmıyorsun? Orada niye sesin çıkmıyor? Ona karşı niye ortak bir mücadele verelim demiyorsun? Şimdi ben bunu anlamakta da zorlanıyorum. Dünya eğer siyaset, adalet üzere kurulu olursa, onun bir anlamı vardır, ama eğer siyaset adaletten kopuksa orada bir netice almak mümkün değildir ve şu anda bizim yaşadıklarımız ortada.
Şam’da artık tamamen gayrimeşru hale gelmiş rejime gösterilen müsamaha ve kayıtsızlık, ortaya böyle acı bir tablonun çıkmasına zemin hazırlamıştır. Birleşmiş Milletler, diğer uluslararası örgüt ve devletlerin kayıtsızlığı tarihin en büyük dramlarından birine maalesef oksijen sağlamıştır. Mısır’da az önce söyledim, halkın oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanının darbeyle indirilmesi, ardından toplu katliamların yapılması, yakın siyasi tarihimizde var mı böyle bir şey ya? Bir günde 5 bin küsür insanın öldürüldüğü bir yer var mı? Böyle bir olay oluyor, bakıyorsunuz bu katliamı yapan insan el bebek gül bebek kürsüye çıkarılıyor. Bu nasıl bir yaklaşımdır, nasıl bir anlayıştır? Ve buna da modern dünyanın tamamen kayıtsız kalması, aynı şekilde Mısır ve bölge ülkelerinde, insanların vicdanlarında tamiri zor yaralar açmıştır.
Neredeyse bir asırdır devam eden Filistin dramı, bölge halklarında umutsuzluğun ve güvensizliğin yer etmesine sebep olmuştur. Irak’ta eski rejimin devrilmesinin ardından başlayan süreç, Irak’a huzur ve demokrasi getirmemiş, tam tersine ardında çok büyük bir trajedi bırakmıştır. Bağdat yönetimine karşı yaptığımız dostane uyarılar ne Bağdat yönetimi ne de Irak üzerinde etkili ülkeler tarafından dikkate alınmış, bugün ise sorun daha derin ve çetrefilli bir hale gelmiştir.
Değerli Dostlar,
Başta Ortadoğu olmak üzere kriz bölgelerindeki durum sürdürülebilir değildir. Bu sorunlar artık yerel olmaktan, lokal olmaktan çıkmış, küresel boyut kazanmıştır. Ateş daha fazla ülkeye değmeden, daha fazla terör ve çatışma üretmeden el birliği içinde derhal söndürülmelidir.
Şu anda Irak ve Suriye’deki terör örgütüne yönelik bir koalisyon tarafından yapılan operasyon hiç kuşkusuz önemlidir, ancak bunun yeterli olmadığını, sorunlara kalıcı çözümler üretecek mekanizmaların da devreye girmesi gerektiğini hatırlatmak isterim. Havadan bomba atmak soruna ancak geçici bir çözüm sağlar, sorunun üzerini örter. Suriye’ye öncelikle insani yardım ulaştırılması konusunda acil adımlar atılmalıdır. Suriye’nin toprak bütünlüğü korunacak şekilde anayasal ve her kesimin eşit şekilde temsil edilebileceği parlamenter sistemin oluşturulması da artık ertelenemez bir durum olarak karşımızdadır. Irak’ta her kesimin varlığına saygı gösterecek, her kesimin güvenliğini sağlayacak, bütün tarafların eşit temsilini temin edecek reformlar da gecikmeden hayata geçmelidir.
Şu anda yapılacak operasyonlar, oluşturulan koalisyon, sadece Irak’a yönelik olmaz. Hem Irak hem Suriye’yi hedef almalıdır. Hem Irak hem Suriye’yi hedef alacak böyle bir operasyon ve böyle bir koalisyonun içerisinde, biz Türkiye olarak zaten dışında kalamayız. Niye kalamayız? Çünkü 1250 km sınırı olan biziz ve hedef ülke yine biziz. 1,5 milyon insan bizim ülkemize gelip giriyor, sığınıyor. Bizim bu adımı atmamız lazım ki, bölgede bir defa güvenliği temin edelim. Onun için yaptığımız görüşmelerde ben hep şunu söyledim: Bir, bir defa uçuşa güvenli bölge noktasında bu adımı atmamız şart. İki, güvenli bölge şart. Üç, Eğit-Donat noktasında adımın atılması şart. Bunlar öncelikli, bunların bir defa yapılması gerekli.
Şu olmaz bu olmaz şu olur… Hayır, bunların üçünün de olması lazım. Çünkü biz olaya sadece bir terör örgütü açısından bakmıyoruz. Aynı zamanda Suriye rejimi üzerinden bakıyoruz. Temenni ederim ki, Irak'ta yeni oluşan rejim, yeni oluşan hükümet başarılı bir orada uygulama, performans sergiler ve böylece orada da karaya yönelik atılacak adımlarda, bundan önceki başbakan döneminde yaşananları tekrar yaşamayız. Çünkü bundan önceki başbakan ne yaptı? Terör örgütü Irak'a girdiğinde ordularını çekti ve bütün silahları da onlara bıraktı ve o silahlar şu anda o terör örgütünün elindeki silahlar. Bunu görmemiz lazım.
Uluslararası toplum acaba Filistin'de, Mısır'da, Libya'da daha fazla inisiyatif alamaz mıydı? Niye almadı? Bölgeyi derinden etkileyen bu ve benzeri sorunlara kalıcı çözümler üretilmesine yardımcı olamaz mıydı? Niye olmadı?
Türkiye olarak bölgemizdeki sorunların çözümünde siyasi diyalogun en geçerli yöntem olduğuna inancımızı bizler muhafaza ediyoruz. Bazı komşularımızın içinde bulundukları çatışma ortamının sona erdirilmesinde, halklarının beklentilerini karşılayacak demokratik ve kapsayıcı düzenlerin tesis edilmesinin ilk şart olduğuna inanıyoruz. Zira siyasi istikrar olmadan, ekonomik atılımlar gerçekleştirilmesi ve toplumun tüm kesimlerine yayılan uzun vadeli bir kalkınma sağlanması mümkün değildir.
Türkiye, bölgesel işbirliği dinamiklerini harekete geçirmeyi hedefleyen girişimlere öncülük etmiştir. Balkanlardan Kafkaslara, Akdeniz’den Karadeniz’e kadar bölgesel aktörlerin ortak projeler etrafında bir araya gelmeleri ve bölgesel sahiplenmenin sağlanması için somut adımlar attık, atmaya devam edeceğiz. Enerjiden ulaşıma, ticaretten turizme her alanda işbirliğinin güçlendirilmesine çalıştık. Türkiye’nin uzun dönemli refahı, ulusal ölçeği aşan bir ekonomik perspektifle mümkündür. Yakın komşularımızla yürüttüğümüz İkili Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konsey uygulamaları bu açıdan büyük öneme sahip olduğu gibi, uluslararası diplomasiye de özgün bir katkı getirmiştir.
Değerli Katılımcılar,
Türkiye genç ve nitelikli işgücü, dinamik ve istikrarla büyüyen ekonomisi, rekabetçi özel sektörü, büyük ölçekli iç pazarı, yerleşmiş mali disiplini, gelişen altyapısıyla Avrupa’nın en büyük 6., dünyanın en büyük 17. ekonomisi olarak yükselen bir güç konumundadır. Türkiye 2002 yılından itibaren uyguladığı köklü reformlarıyla istikrarlı bir büyüme çizgisi yakalamıştır. Ülkemiz, kamu maliyesinin ve bankacılık sisteminin güçlendirilmiş olması sayesinde 2008'de başlayan küresel ekonomik krizden asgari düzeyde etkilendi. Ekonomisi 2010 ve 2011 yıllarında %9 civarında büyüyen Türkiye, Çin Halk Cumhuriyeti’nin ardından büyüme hızı en yüksek ikinci ülke oldu. Türk ekonomisi 2013 yılı sonu itibariyle de tüm olumsuzluklara rağmen %4 büyüdü. Büyüme oranının 2014 yılında %4, 2015 ve 2016 yıllarında %5 olarak gerçekleşmesi, şu anda öngörülüyor. Şüphesiz bu başarı düzenli ve planlı bir çalışmanın sonucudur.
Son 12 yıllık dönemde sağlanan siyasi istikrar, önemli yapısal reformların gerçekleştirilebilmesine zemin hazırladı. Oluşturulan bir güven ortamı var. İnşa edilen istikrar sonucunda enflasyon ve kamu açıkları gibi temel makroekonomik istikrarsızlık unsurları büyük oranda sorun olmaktan çıktı. Ekonominin kırılganlığı azaltılırken, piyasaların rekabetçi bir ortamda serbestçe işleyişi sağlandı.
Burada bazı örnekler vereceğim, bazı rakamlar vereceğim. 2002 yılında milli gelirimiz 230 milyar dolardı. Bugün 2013 sonu itibariyle milli gelirimiz 820 milyar dolara ulaştı. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yıl dönümü olan 2023 yılında hedef 2 trilyon dolara ulaşacağımız istikametinde. Aynı şekilde kişi başına milli gelir 2002 yılında 3500 dolarken, bugün 3 kat artarak 10.500 dolara ulaştı. Onun da 2023’te hedefimiz 25.00 dolara ulaşması. Bu asla hayal değildir. İstikrarı koruyarak, güven ortamını muhafaza ederek, mali disiplin ve para politikalarımızı dikkatle uygulayarak inşallah bu hedeflere ulaşacağız.
Tabii bütün bunlar olurken, bir şey daha var. Nedir o? Bakıyorsunuz kredi derecelendirme kuruluşları, Türkiye ile ilgili zaman zaman durağan, bazen eksiye yönelik böyle saçma sapan açıklamalar yapıyorlar. Yani bunlar, ekonomik değil, bunlar bilimsel açıklamalar değil. Bundan önce başka kredi derecelendirme kuruluşu da yapıyordu. Bunlara bir de biz bedel ödüyoruz. Dedik ki, “Buna artık biz bedel ödemekten çıkalım, artık biz daha bu konularda dürüst hareket edenlerle çalışalım.” “Şu anda iki tanesi var, onlar dürüst çalışır” diye düşünüyorduk. Baktık ki, şimdi onlar da siyasi kararlar veriyorlar. Yani bölgede ekonomik olarak batmış, bitmiş ülkeyi birden hemen böyle 6 kat onları yükseltiyor, ama Türkiye'yi bu noktada tutuyor. Bu nasıl bir samimiyettir, bu nasıl bir dürüstlüktür? Böyle bir şey olabilir mi? Ha olması gereken ne? Olması gereken, bunlara diyeceksin, “Hadi siz yolunuza biz yolumuza” diyeceksin. Biz kredi derecelendirme kuruluşlarıyla buraya gelmedik ki. Biz medyanın attığı başlıklarla buraya gelmedik ki. Biz, iş adamlarımızla, çiftçimizle, sanayicimizle, onlarla buralara geldik. Bundan sonra da yine onlarla beraber yürüyeceğiz. İhracatçılarımızla beraber yürüyeceğiz. Bu gerçekleri de görmemiz lazım.
Değerli Dostlar,
Eğer bu tür önemli kuruluşlar, siyasi kararlar vermek suretiyle ülkelerin kaderi üzerinde baskı oluşturmaya çalışırlarsa, bu dünyada ekonomik noktada da adaletin maalesef tamamıyla yok edilmiş olması anlamına gelir.
Türkiye 1 Aralık 2014 tarihinden itibaren bakınız G-20 Platformu'nun Dönem Başkanlığı’nı bir yıl süreyle üstlenecek. Türkiye olarak üstleneceğimiz sorumluluğun farkındayız. İçerik ve organizasyon hazırlıklarımız hızla devam ediyor. Brisbane Liderler Zirvesi'nin ardından önceliklerimizi nihai hale getirecek ve 1 Aralık tarihinde de G-20 üyeleriyle ve uluslararası kamuoyuyla bunu paylaşacağız. Küresel ekonomiye yönelik risk ve belirsizlikleri bertaraf etmek için, G-20 üyelerinin küresel krizin hemen ardından sergilediği işbirliği ve kararlılık ruhunu muhafaza etmesi büyük bir ihtiyaçtır. 2015 yılında mutlaka bu yönde yeni adımlar atılmalıdır. Ayrıca G-20 ülkelerinin ortaya koyduğu taahhütlerin büyük bir kararlılıkla yerine getirilmesi de büyük önem arz ediyor.
Özellikle ülkelerce verilmiş taahhütlerin uygulanması sürecinin yakından takibi, temel amaçlarımız arasında olacaktır. Büyümenin lokomotifi olan uluslararası ticaretin desteklenmesi ve yatırımların önünün açılmasına da büyük önem veriyoruz. Bu itibarla G-20 Dönem Başkanı olarak çok taraflı ticaret sisteminin güçlendirilmesini, temel önceliğimiz olarak belirledik. Korumacılıkla mücadele ve ticareti kısıtlayıcı önlemlerin azaltılması konusunda güçlü bir irade ortaya koyacağız. Altyapı başta olmak üzere, yatırım çalışmalarına büyük önem vereceğiz. Yatırımların büyümeye olan katkısına daha güçlü bir vurgu yapacağız. Gelişmekte olan ülkelerin başta IMF olmak üzere, küresel finansal kuruluşlardaki temsilinin iyileştirilmesi yönündeki girişimlere de devam edeceğiz. Başkanlığımız döneminde ayrıca dayanıklı bir finansal sistemin tesis edilmesi amacıyla daha dengeli bir finansman yapısının teşvikini de gündeme taşıyacağız.
Bir diğer önemli husus ise, düşük gelirli ülkelerin kalkınmasıdır. G-20 çatısı altında düşük gelirli ülkelere ilişkin güçlü bir vurgunun tesisi, en önemli önceliklerimiz arasındadır. Diğer ülkelere ve paydaşlara yönelik açılım çabaları, G-20'nin meşruiyetinin güçlendirilmesi bakımından özel bir önem taşıyor. G-20 üyesi olmayan ülkeleri, uluslararası kuruluşları, sivil toplum temsilcilerini, ticaret birliklerini, araştırma merkezlerini, diğer kar amacı gütmeyen kuruluşları kapsayacak şekilde dışa açılım politikası izleyeceğiz. Böylelikle daha kapsayıcı ve demokratik bir G-20 idealimize de bir adım daha yaklaşmış olacağız.
Değerli Katılımcılar,
Burada enerji, girişimcilik ve altyapı yatırımları hakkında da bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Türkiye, ispatlanmış petrol ve doğalgaz rezervlerinin dörtte üçüne sahip bölge ülkeleriyle, Avrupa’daki tüketici pazarları arasında oldukça önemli bir konuma sahip. Bu ayrıcalıklı konumu Türkiye'ye enerji güvenliği noktasında fırsatlar sağlamakta, aynı zamanda sorumluluklar da yüklemektedir. Türkiye'nin ana önceliklerinden birisi, istikrarlı bir şekilde artan enerji talebini karşılamaktır. Türkiye ayrıca çeşitli projeler vasıtasıyla Avrupa'nın enerji güvenliğine de katkı sağlamak arzusundadır.
Azerbaycan başta olmak üzere dost, kardeş ve müttefik ülkelerle birlikte Doğu-Batı Enerji Koridoru’nu geliştirdik. Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Bakü-Tiflis-Erzurum boru hattı projeleri, bu Koridor’un başarıyla hayata geçirdiği iki temel bileşenidir. Türkiye ve Azerbaycan tarafından Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi, yani kısa adıyla TANAP geliştirilmiştir.
Girişimcilik, önemsediğimiz, desteklediğimiz ve teşvik ettiğimiz bir başka alan. Türkiye, KOSGEB gibi kurumlarla girişimci ruhlara hayallerini gerçekleştirebilmeleri için fırsatlar sunmakta ve TÜBİTAK gibi kurumlarla da onların katma değeri yüksek sektörlerde var olabilmelerinin önünü açmaktadır. Bu alanda Türkiye, tecrübelerini tüm dost ve kardeş ülkelerle paylaşarak birlikte büyüme gündemiyle hareket etmektedir.
Son 12 yılda altyapı alanında çok büyük adımlar attık. 17 bin kilometrenin üzerinde bölünmüş yol inşa ettik. Yüksek Hızlı Tren Projesi’ni hayata geçirerek Avrupa'nın 6., dünyanın da 8. yüksek hızlı tren işletmecisi konumuna yükseldik. “Asrın Projesi” olarak tanımladığımız Boğazın altından geçen Marmaray'ı işletmeye açarak, Avrupa ve Asya kıtalarını Boğazın altından tüp geçitle birbirine bağladık. Şimdi önümüzdeki yıl, ayrıca otomobille yine Boğazın altından geçebileceğimiz tüp geçidi inşallah bitireceğiz.
Ve Türkiye'nin her yerinde bölünmüş yol, demiryolu, yüksek hızlı tren hatları, liman, havalimanı, okul, hastane, konut yatırımlarımız çok hızlı şekilde devam ediyor. Ve ayrıca 3. köprü olarak Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nü inşa ediyoruz. O da önümüzdeki yılın sonuna kadar yine bitmiş olacak. Ve bu attığımız adımlarla, Türkiye nereden nereye geldiğini ispatlaması bakımından önemli bir ülke olduğunu ispatlamış durumdadır. İstanbul’da dünyanın 1 numarası olacak bir havalimanı şu anda inşa ediliyor. Yine İstanbul'da değerli dostlar bu 3. köprümüzün bir özelliği de, 4 gidiş ve 4 geliş olmak üzere şeritlerin dışında, bir de raylı sistemin bu köprü üzerinde olmasıdır.
Bilişimde, eğitimde, sağlıkta yatırımlarımız aynı şekilde devam ediyor. Bütün bu yatırımları destekleyecek şekilde demokratikleşme adımlarımız da Türkiye'nin ufkunu açıyor. Çözüm Sürecini başlattık ve kararlı şekilde ilerletiyoruz. Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda kararlılığımızı muhafaza ediyoruz. Türkiye'yi son 12 yılda önemli demokratik reformlarla buluşturduk, bunları daha ileri seviyelere taşımanın mücadelesini sürdürüyoruz.
Çok Değerli Konuklar,
Değerli Dostlarım,
Güçlü ekonomisi, genç nüfusu, tabii zenginlikleri ve stratejik coğrafi konumuyla Türkiye bölgesinden dünyaya açılan bir fırsat penceresi ve yatırımlar için en cazip ülkelerden birisidir. Bölgemizde ve dünyada en güçlü şekilde barış ve dayanışmayı savunuyor, ülke içinde de toplumsal huzuru, refahı artırmanın mücadelesini veriyoruz.
Bölgede yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Türkiye istikrarla, güvenle büyümesini sürdürüyor. Hiç kuşkusuz Türkiye'nin tesis ettiği bu istikrar ve güven ortamından rahatsız olanlar, Türkiye hakkında aldatıcı değerlendirmeler yapanlar, bunları da mümkün olduğunca yaygınlaştırmaya çalışanlar var. Ve ulusal, uluslararası medyada Türkiye hakkında çıkan kimi haberlere temkinli yaklaşılmasını burada özellikle hatırlatmak isterim. İşte son aylarda ulusal ve uluslararası medyada Türkiye'nin teröre destek verdiği yönünde bazı asılsız haberler yapıldı ve çok çirkin bir karalama kampanyası yürütüldü. 49 konsolosluk mensubumuzun IŞİD elinde bulunması, temkinli olmamızı ve temkinli davranmamızı gerektiriyordu. Ve önceki Cuma gerçekleşen başarılı bir operasyonla vatandaşlarımızı IŞİD'in elinden aldık. IŞİD karşısında temkinli, dikkatli ve soğukkanlı duruşumuzu farklı yerlere çekmeye çalışan, bunu da bir karalama kampanyasına dönüştürenler, inanıyorum ki mahcup olmuşlardır. Ciddi bir itibar kaybına uğradılar.
Türkiye’ye yönelik bir başka ön yargılı yaklaşımı da, ne yazık ki yurt dışında gördük. Başbakanımızla beraber bizler, Ankara'da bir camiden çıkıyoruz ve o görüntüyü “İşte IŞİD'in militanlarının olduğu bölge” diye veriyorlar. Daha sona tabii kendileri uyarılıyor, uyarıldıktan sonra da yanlış olduğunu yazıyorlar. Hele şükür ki bunu yazabildiler. Çünkü yazmadıkları zamanlar da oldu.
Türkiye bölgenin parlayan yıldızıdır, dünyanın parlayan yıldızıdır. Bunu muhafaza edeceğiz. İnşallah ışığını daha da güçlendirecek. Türkiye’nin başarısı da, çok geniş bir coğrafya için iyi örnek olmaya devam edecek.
Sözlerime ben burada son verirken, bir kez daha Dünya Ekonomik Forumu’na, Sayın Schwab ve çalışma arkadaşlarına, tüm katılımcı dostlarımıza, bu özel toplantıyı İstanbul’da gerçekleştirdikleri için teşekkür ediyorum.
Toplantının başarılı geçmesini temenni ediyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.