Birleşmiş Milletler 69'uncu Genel Kurulu Genel Görüşmelerinde Yaptıkları Konuşma
Sayın Başkan,
Sayın Genel Sekreter,
Çok Değerli Devlet ve Hükümet Başkanları,
Saygıdeğer Delegeler,
Sizleri saygıyla selamlıyor, Birleşmiş Milletler 69. Genel Kurulu’nun tüm ülkeler, halklar ve insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Başkanlığı üstlenen Sayın Sam Kutesa’yı tebrik ediyor, Sayın John William Ashe de, çalışmalarından dolayı teşekkür ediyorum.
Çok Değerli Delegeler,
Birleşmiş Milletler’in 69. Genel Kurulu’nu 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı’nın 100. Yıl Dönümünde gerçekleştiriyoruz. I. Dünya Savaşı’na sahne olan coğrafyanın aradan geçen bir asırlık süreye rağmen, istikrar, huzur, barış ve refahtan halen yoksun olduğunu üzülerek müşahede ediyoruz.
Irak’tan Suriye’ye, Filistin’den Yemen’e, Mısır’dan Libya’ya, Afganistan’dan Ukrayna’ya kadar geniş bir coğrafya derin krizler içinde, insanlığın vicdanını yaralayan görüntülere sahne oluyor. 21. Yüzyıl’da hala insanlar açlıktan, salgın hastalıklardan ölüyor. Çocuklar ve kadınlar savaşlarda hunharca katlediliyor. Dünyanın zengin ülkeleri refah içinde yaşarken, fakir ülkeler açlık, kötü beslenme, salgın hastalıklar, eğitimsizlik sorunları ile boğuşuyor.
İklim değişikliği dünyamızın ve çocuklarımızın geleceğini tehdit eden bir unsur olarak, insanlığın karşısında önemli bir sınav olarak duruyor.
Bu manzara insan onuruna yaraşır bir manzara değildir. Ortada bütün insanlığı ve elbette Birleşmiş Milletler’i doğrudan ilgilendiren bir sorun var demektir. Burada Birleşmiş Milletler’in 69. Genel Kurulu’nda bir kez daha vurgulamak isterim: Çocukların öldüğü ve öldürüldüğü bir dünyada hiç kimse masum değildir. Hiç kimsenin can güvenliği yoktur. Hiç kimse de, sürdürülebilir barış ve refah içinde olamaz.
Sadece geçtiğimiz yıl dünya genelinde beş yaşın altında 6 milyon 300 bin çocuk hayatını kaybetti. Suriye’deki savaşta 17 bin çocuk hayatını kaybetti. 375 bin çocuk yaralandı. 19 bin çocuk en az bir organını kaybetti. Bu yıl içinde Filistin’in sadece Gazze Şeridi’nde en modern ve ölüm saçan silahların doğrudan hedefi olarak 490 çocuk katledildi. 3 bin çocuk yaralandı. Kameraların ve objektiflerin karşısında, yani dünyanın gözü önünde sahilde oynayan, parklarda koşuşturan, okullara, camilere sığınan, en güvenli yer bildikleri annelerinin kucağına kıvrılan çocuklar acımazsızca yok edildiler.
Filistin’de çocukların, kadınların hatta engellilerin katledilmesine dünyanın dikkatini çekmeye çalışanları susturmak için birtakım yaftaların kullanıldığını da ibretle izliyoruz. Irak’ta, Suriye’de işlenen cinayetlere, Mısır’da demokrasinin katledilmesine itiraz edenler, yine birtakım haksız ve asılsız ithamlara maruz kalıyor, anında teröre destek vermekle itham ediliyorlar.
“Basın özgürlüğü yok” diye bazı ülkeleri kıyasıya eleştirenlerin, Filistin’de öldürülen 16 gazeteciyi görmezden gelmesi, medya mensuplarına yapılan baskıyı duymazdan gelmesi, küresel vicdanın dikkatlerinden kaçmıyor.
Çok açık söylüyorum: Çocukların öldürülmesine, masum kadınların alçakça katledilmesine, halkın oyları ile gelmiş iktidarların silah ve tanklarla, darbe yoluyla devrilmesine seyirci kalanlar, sessiz kalanlar, tepkisiz kalanlar bu insanlık suçuna alenen ortak olmaktadır. Daha da önemlisi modern dünya tarafından sergilenen bu çifte standart, çok geniş halk yığınları nezdinde ciddi bir güvensizlik oluşturmaktadır.
Şu anda çatısı altında bulunduğumuz Birleşmiş Milletler’e, uluslararası kurum ve kuruluşlara karşı vicdanlarda oluşan güvensizlik duygusu, adalet duygusunu zedelemekte, milyonlarca insanı umutsuzluğa sevk etmektedir. Bugün karşı karşıya kaldığımız uluslararası terörün en temel beslenme kaynaklarından biri de, işte bu güvensizlik duygusudur. Mazlumlara yönelik çifte standart, çocukların katledilmesine karşı sergilenen kayıtsızlık, tüm dünyada teröre oksijen sağlamaktadır. Birleşmiş Milletler’den ve uluslararası kurumlardan umutlarını kesen kitleler, çaresizlik ve umutsuzluk içinde terörün tuzağına düşüyorlar.
Irak’ta yaşanan sorunlar, Iraklılar için adeta bir yıkıma dönüşmüştür. Son dönemde sorun Irak’ın sınırlarının dışına taşmış ve Irak maalesef terör örgütlerinin hareket alanı haline gelmiştir. Irak’ta yaşanan kriz, ülkem Türkiye başta olmak üzere, bütün bölge ülkelerini doğrudan etkilemektedir. Yeni kurulan hükümetle Irak’ın yeni bir başlangıç yapacağına olan umudumuzu muhafaza ediyoruz. Barış, huzur ve istikrar için Türkiye Irak halkının yanında olmaya devam edecektir.
Suriye meselesi de, aynı şekilde sınırları aşmaya başlamıştır. Filistin’de yarım asırdır devam eden sorun zaten bölgedeki birçok meselenin temel kaynağıdır. Filistin’de iki devletli çözümün derhal hayata geçirilmesi, Gazze üzerindeki ablukanın kaldırılması ve İsrail’in yanında bağımsız ve sürdürülebilir bir Filistin Devleti’nin kurulması, siyasi, insani ve ahlaki bir zorunluluktur. Bu kürsüde Filistin - İsrail olmak üzere iki devletli çözüm konuşuluyor, ama konuşmak yetmez, artık icraata ihtiyacımız var. Artık icra zamanıdır, laf zamanı olmaktan bu iş geçmiştir. Bir günde yüzlerce, binlerce insanın öldürüldüğü bir ortamda hala biz bunu konuşuyor olmakla, gerçekten Birleşmiş Milletler’deki sorumluluk duygumuzun nerelere vardığını göstermesi bakımından da tekrar soru işaretleri arka arkaya gelmektedir. Daha fazla gecikmeden, daha fazla mazlum insan, masum insan hayatını kaybetmeden, küresel vicdan daha fazla yaralanmadan Birleşmiş Milletler sorunlara ağırlığını koymalıdır.
Altını çizerek ifade etmek isterim ki, dünya 5’ten büyüktür. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülkenin dünya gerçekleri ile bağdaşmayacak şekilde Birleşmiş Milletler’i etkisiz hale getirmesi, küresel vicdanın kabul edebileceği bir durum değildir. Tüm alınan kararlar, bakıyorsunuz bir ülkenin iki dudağı arasındadır. Eğer “hayır” derse hayır, “evet” derse o zaman icraata geçilebiliyor.
Filistin’de sadece birkaç ay içinde 2 binden fazla masum insan katledilirken, Birleşmiş Milletler beklenen çözümü üretememiştir. Suriye’de 4 yıldır 200 binden fazla kişi katledilirken, 9 milyona yakın insan yer değiştirirken, Birleşmiş Milletler yine etkili çözümler sunamamıştır. Bakınız ben şunu da garipsiyorum: Kimyasal silahlarla 2 bin kişi ölürken, konvansiyonel silahlarla 200 bin kişi ölüyor. 2 bin kişinin kimyasal silahlarla ölmesini suç telakki eden zihniyet, konvansiyonel silahlarla 200 bin kişinin öldüğü yapıyı, anlayışı suç telakki etmiyor. Bu nasıl bir anlayıştır, nasıl bir zihniyettir? Önce bunu çözüme kavuşturmamız lazım. Neticesi ölüm olan; insanın ölümüne, canlıların ölümüne neden olan her türlü silahın kullanılması suçtur. İster kimyasal olsun, ister konvansiyonel olsun.
Mısır’da halkın oyları ile seçilmiş Cumhurbaşkanı darbe ile indirilirken, verdikleri oyun hesabını sormak isteyen binlerce masum katledilirken, Birleşmiş Milletler de, demokratik ülkeler de bunu sadece izliyor ve bu darbeyi yapan kişi meşrulaştırılıyor. Eğer demokrasi diyorsak sandığa saygı duyalım. Yok demokrasi değil de, darbe ile gelenleri savunacaksak, o zaman “Bu Birleşmiş Milletler niye var?” diye merak ediyorum.
Şu anda da Irak’ta yaşanan kontrolsüzlük, terör ve göç dalgaları karşısında Birleşmiş Milletler etkin bir tavır ortaya koyamıyor. Bu suskunluk, çaresizlik ve tepkisizlik durumunun daha fazla devam edemeyeceği açıktır. Küresel ve bölgesel sorunlara çözüm konusunda daha hızlı ve etkili karar alma mekanizmaları kurulmalı, Birleşmiş Milletler doğruyu savunma konusunda çok daha cesur olmalıdır.
Saygıdeğer Delegeler
Burada şu hususun altını özellikle çizmek istiyorum: Din adına terör kavramını hiçbir şekilde onaylamıyor, böyle bir tanımlamanın en başta dinlere yönelik büyük bir saygısızlık olduğuna inanıyoruz. Barış anlamına gelen “İslam” kavramının terör ile yan yana kullanılmasına da şiddetle karşı çıkıyoruz. İslam ile terörün yan yana kullanılması inciticidir. Aynı şekilde kendi insanlık dışı eylemlerine İslami etiketini yakıştıranlar da, başta İslam dinine olmak üzere, tüm dinlere ve insanlığa karşı çok büyük saygısızlık içerisindedir.
Değerli Dostlar,
Türkiye olarak bölgemizde barış ve refahın tesis edilmesi için yoğun bir gayret içindeyiz. Hiçbir ülkenin içişlerine karışmıyoruz. Bölgemizdeki her ülkenin toprak bütünlüğüne saygı gösteriyor, bunu güçlü şekilde savunuyoruz.
İsrail-Filistin meselesinde barışa, karşılıklı saygıya, iki devletli çözüme dayalı samimi bir çaba içindeyiz. Filistin meselesindeki hassasiyetimiz, herkesin hayat hakkının kutsal olduğu ilkesinden kaynaklanmaktadır. Bölgemizdeki meselelere ırk, din, mezhep ve çıkar temelli değil, sadece ve sadece insani, vicdani saiklerle yaklaşıyoruz.
Suriye’yi terk etmek zorunda kalan 1.5 milyon kişiyi topraklarımızda ve çok büyük oranda kendi imkanlarımız ile barındırıyoruz. Bakınız 1.5 milyon insan şu anda benim ülkemde, onları güvence altında tutuyoruz. Tüm gıdasıyla, ilacıyla, eğitimiyle, sağlık hizmetleriyle bütün bunları biz karşılıyoruz. Peki dünyadan size ciddi bir destek geliyor mu? Maalesef hayır. Suriyeli mülteciler için şu ana kadar kullandığımız kaynak 3.5 milyar doları aşmış durumdadır. Bugün yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteci var. Bunların 1.5 milyonu ülkemizde, geri kalanı Lübnan, Ürdün, Irak, Mısır ve diğer ülkelerde bulunuyor. Buna mukabil şimdi soruyorum: Zengin ve güçlü Avrupa ülkeleri sadece 130 bin Suriyeliyi kabul etmiş durumda. Bakınız 130 bin Avrupa’da, sadece benim ülkemde 1.5 milyon ve bunun dışında 2.5 milyon diğer ülkelerde. Suriye krizi giderek bölgesel ve küresel bir sorun haline gelmiştir. Buna insani ve siyasi açıdan ilgisiz kalınması artık mümkün değildir.
Gazze’de saldırılarda yaralanan 102 kişiyi ülkemize getirdik ve tedavilerini yapıyoruz. Irak’tan göçen 30 bin Ezidi’ye kucak açan biz olduk. New York’a hareketimizden önce Suriye’den kaçmak zorunda kalan Kürtlere sınırlarını açan ve onlara insani yardım sağlayan da yine biz olduk. Sadece son 5 günde ülkemize giriş yapan Suriyelilerin sayısını 150 bin olarak arkadaşlarım bana bildirdi.
500 yıl önce Avrupa’dan kovulan Musevilere sahip çıktığımız gibi, Avrupa içinde Hristiyan toplulukların haklarını tarih boyunca koruduğumuz gibi, bugün de dinlerine, mezheplerine, ırklarına bakmadan herkese kucak açıyor, yardım eli uzatıyoruz.
Gururla ifade etmeliyim ki, Türkiye milli gelirinin binde 21’ini insani yardımlara ayırarak dünyanın en cömert ülkesi oldu. Bütün bunların ötesinde tarihten miras aldığımız tecrübe ile terör, mezhep çatışmaları ve diğer krizlerde hakkı savunan ve tavsiye eden tarafsızlığımızı muhafaza ediyoruz.
Burada özellikle vurgulamak isterim ki:Türkiye teröre destek veren, göz yuman bir ülke değil. Bilakis teröre karşı en etkili mücadeleyi veren ülkedir. Zira terörden çok çekmiş bir ülkeyiz, 30 yıldır. Hala çekiyoruz.
Türkiye Antisemitizmin, İslamofobinin, her türlü ırkçılığın karşısında olan bir ülkedir. Şahsım Antisemitizmin bir insanlık suçu olduğunu ilan eden dünyadaki belki de istisna siyasilerden bir tanesidir. Ama aynı şekilde İslamofobinin de insanlık suçu olduğunu tüm dünyanın kabul etmesini özellikle vurguluyorum.
Kıbrıs’ta çözümü en fazla arzulayan ve çözüm yollarını zorlayan, Azerbaycan topraklarındaki işgalin sona ermesini savunan,Ukrayna başta olmak üzere kriz bölgelerinde toprak bütünlüğünü en güçlü şekilde savunan ülke Türkiye’dir.
Bölgesel ve küresel barışa her şekilde destek vermeye devam edeceğiz. Dostlarımız için eşsiz bir dost olmayı sürdüreceğiz. Terörün, zalimlerin, katillerin, özellikle de çocuk katillerinin karşısında dimdik duracak, demokrasi ve refahı daha güçlü, daha cesur şekilde savunmaya devam edeceğiz.
Bu idealler çerçevesinde her ülke ile yolumuz ortaktır ve güç birliği yaparız. Esasen insanlığın bugün arzuladığı ortaklık da işte budur.
Bu arada Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği için 2015- 2016 yıllarında desteklerinizi beklediğimizi ifade ediyor, şimdiden destek veren ülkelere şükranlarımı sunuyorum.
69. Genel Kurul’un dünyanın her yerinde kanı, gözyaşını, yoksulluğu ve adaletsizliği giderecek bir sürecin başlangıcı olmasını temenni ediyorum.
Genel Kurul’a ve Sayın Kutesa’ya başarılar diliyor, Birleşmiş Milletler üyesi tüm ülke ve halklara Türkiye’nin en kalbi selamlarını ve barış mesajlarını iletiyorum.
Teşekkür ediyorum.