Değerli Büyükelçiler,
Kıymetli Misafirler,
Sizleri şahsım ve milletim adına en kalbi duygularla selamlıyorum. 2022 senesinin ülkelerimize, kıtamıza ve tüm dünyaya sağlık, barış, huzur getirmesini temenni ediyorum. Bu vesileyle Pazartesi sabahı hayatını kaybeden Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli’nin vefatı nedeniyle sizlere de başsağlığı diliyorum.
Dışişleri Bakanımla az önce yaptığınız toplantının verimli geçtiğine inanıyorum. Geçen sene koronavirüs salgınının da etkisiyle güvenlik algısının değiştiği, güç mücadelesinin arttığı, kurallara dayalı ilişkiler düzeninin sorgulandığı bir döneme şahitlik ettik. Geleneksel tehditlerin yanı sıra salgın hastalıklar, tabii felaketler, iklim değişikliği, siber saldırılar ve terör gibi birçok asimetrik meydan okumaya maruz kaldık. Gerek bu sınamalar, gerekse kovid-19 salgınının ağır sonuçları küresel fay hatlarının ne kadar kırılgan olduğunu hepimize bir kez daha gösterdi. İnsanlığın 2. Dünya Savaşı’ndan beri inşa edegeldiği kurumların temelinin sağlam olmadığı gibi çok ciddi yapısal sorunlarla da yüzleştiği bu süreçte ortaya çıktı.
Son asrın en büyük sağlık krizi olarak nitelenen bu salgında yardımlaşma, dayanışma, paylaşma gibi değerler geri plana itilirken, birçok ülke içe kapanmayı, kendi dışında yaşanan insani dramlara karşı kayıtsız kalmayı tercih etti. Salgının 8,5 milyarlık insanlık ailesini birbirine yaklaştırmak yerine, toplumlar arasındaki uçurumları derinleştirdiğini üzülerek görüyoruz. Keza aşıya adil erişim ve salgının ekonomik yükünü omuzlama hususunda yaşanan adaletsizlikler de günden güne artarak devam ediyor.
Küresel sisteme, demokrasiye, sosyal barış ve istikrara risk oluşturan bu tehditlerden hiç kimse, hiçbir ülke azade değildir. Nitekim salgına bağlı ortaya çıkan bu olumsuz iklimden Avrupa Birliği de etkilenmiştir. Birliğin geleceğine dair Brexit süreciyle alevlenen tartışmalar, salgınla birlikte yeni bir boyuta taşındı. Avrupa Birliği içindeki siyasi, coğrafi ve ekonomik ayrışmalar daha belirgin hale geldi. Bu durum Avrupa Birliği gündemindeki pek çok önemli konunun geri plana itilmesine yol açtı. Ortak göç politikası oluşturulması, yabancı karşıtlığı ve İslam düşmanlığı başta olmak üzere birçok kemikleşmiş sorun karşısında Avrupa Birliği maalesef kayda değer hiçbir adım atamadı. Konuya objektif bakabilen herkes Birliğin karşı karşıya olduğu bu tehditlerin aşılmasında anahtar ülkenin Türkiye olduğunu görmekte, ikrar ve itiraf etmektedir. Türkiye, müzakere sürecini yürüten aday ülke olarak tedarik zincirleri, terörizm, göç, güvenlik, savunma, İslam ve yabancı düşmanlığı, sağlık ve enerji arz güvenliği gibi temel konularda sorun çözücü role sahiptir. Bu kritik dönemeçte Türkiye ve Avrupa Birliği’nin ilişkilerini her alanda ileriye taşıması daha da önem kazanmıştır.
Biz de bu anlayışla Birlikle münasebetlerimizi daha sağlam bir zemine oturtmak istedik. Katılım perspektifi temelinde olumlu gündemin hayata geçirilmesi maksadıyla diyalog ve diplomasiden yana çaba gösterdik. Üst düzey ziyaret ve temasların yanı sıra, iklim, güvenlik, göç ve sağlık alanlarında yüksek düzeyli diyalog toplantıları gerçekleştirdik. Attığımız tüm bu adımlara üzülerek ifade etmek isterim ki Avrupa Birliği tarafından beklediğimiz karşılığı göremedik. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi başta olmak üzere bu olumlu gündemi hayata geçirmemek için bize karşı oyalama taktikleri uygulandı. Siyasi hesaplarla tam üyelikten kaynaklanan haklarını kötüye kullanan kimi ülkelerin bu süreçte engelleyici şekilde davrandıkları ortadadır. Ancak asıl üzerinde düşünülmesi gereken, Birliğin çıkarlarının birkaç üye ülkenin ihtiraslarına kurban edilmesidir. Esas hesaplaşılması gereken, Birliğin iradesinin birkaç devlet tarafından esir alınmış olmasıdır. Türkiye’nin tam üyelik sürecindeki kararlı, dirayetli, sabırlı tutumuyla Birlik içindeki tabiri caizse yazılım hatalarının da görülmesine katkı sağladığına inanıyorum.
Kıymetli Dostlar;
İletişim ve ulaşım imkânlarının bu kadar genişlediği, dünyanın küresel bir köye dönüştüğü bir dönemde insan hareketliliği de artmaktadır. Avrupa ve Türkiye’nin çevresinde yaşanan mevcut krizler çözülmedikçe, göç baskısının azalmasını beklemek gerçekçi değildir. Mevcut krizlere sürekli yenilerinin eklendiği bir konjonktürde göç sorunu derinleşerek devam edecektir. Türkiye olarak politikalarımızı bu hakikatler ışığında şekillendiriyor, öngörülerimizi yine bu çerçevede yapıyoruz. Bir taraftan düzensiz göçe kaynaklık eden ülkelere yönelik yardımlarımızı artırırken, diğer taraftan meseleyi asıl boyutlarıyla da değerlendiriyoruz.
Sınır ötesi operasyonlarımızla Suriye’nin kuzeyinin tüm dünyaya terörist ihraç edilen bir terör merkezi haline dönüşmesine engel olduk. DEAŞ ve PKK’nın Suriye koluna yönelik harekatlarımızla bu bölgedeki istikrar ve güven ikliminin tesisine katkıda bulunduk. Türkiye’nin terörden arındırdığı bölgelerde bugün 4 milyonun üzerinde Suriyeli hayatını idame ettiriyor. Gerek PKK, PYD, YPG’nin, gerekse rejim güçlerinin sivilleri ve sivil yerleşimleri hedef alan saldırılarına rağmen bu insanlar kendi yurtlarında, kendi topraklarında kalarak hayata tutunmaya çalışıyor. Türkiye, buradaki varlığıyla Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına katkı sağlarken, yeni göç dalgalarının da önüne geçmektedir. Elini vicdanına koyan herkes kabul edecektir ki şayet Türkiye’nin olağanüstü çabaları olmasaydı, bugün hem Suriye, hem de Avrupa çok farklı bir manzarayla karşı karşıya kalacaktı. Bizim gayretlerimiz olmasaydı göç krizi daha fazla derinleşecek, can kayıpları daha çok artacak, terör daha fazla azacak, istikrarsızlık çok daha geniş bir coğrafyaya yayılacaktı. Türkiye’nin fedakârca yürüttüğü çalışmalar tablonun kötüleşmesine, yüreğimizde yeni Aylan bebek yaralarının açılmasına mani olmuştur. Yine 500 bine yakın Suriyeli misafirimizin evlerine güvenli ve gönüllü geri dönüşlerini sağlamış olmamız da ülkemizin bir diğer başarısıdır. Ancak, bu gerçeklere rağmen Türkiye göç kriziyle mücadelesinde Avrupa Birliği’nden anlamlı bir destek alamadı. Avrupa Birliği Suriyelilere yasal göç yollarını açan gönüllü insani kabul programını hala hayata geçiremedi. Suriyelilerin terörden arındırdığımız bölgelere geri dönüşüne yönelik çabalarımız desteklenmedi. Avrupa’nın katkı vermediği iskan ve altyapı projelerini biz milletimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın desteğiyle kendimiz hayata geçirdik.
Belarus’ta yaşanan kriz ise Birliğin göçle mücadelede sürdürülebilir bir politikadan yoksun olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Burada bir kez daha altını çizerek belirtmek isterim ki göç konusunda bizim Avrupa Birliği’nden beklentimiz; sadece adil yük ve sorumluluk paylaşımından ibarettir. 18 Mart Mutabakatı’nın göç yönetimine ilişkin boyutu güncellenmediği sürece bu alanda derinlikli bir iş birliğinden söz etmek mümkün değildir. Yine bu süreçte geri itme hadiselerine ve göçmenlere yönelik uluslararası hukuku ayaklar altına alan uygulamalara da son verilmesi şarttır. Özellikle basına da yansıyan Ege’deki müessif olaylarla ilgili Avrupa’dan daha vicdanlı, daha yürekli sesler yükseltmesini bekliyoruz.
Değerli Büyükelçiler,
Bilindiği gibi 18 Mart Mutabakatı göç alanında iş birliği yanında Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde 5 alanda daha somut ilerleme sağlamayı hedefliyor. Önümüzdeki dönemde özellikle vize serbestisi ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konularında ilerleme kaydetmemiz gerekiyor. Vize serbestisi diyaloğu kapsamında kalan kriterler bakından üzerimize düşenleri yerine getirmeye yönelik adımları zaten atıyoruz. Bu çerçevede, 72 kriterden kalan 6’sının karşılanması hususunda önemli bir mesafe kat ettik. Vize serbestisi turizm ve ticaret yanında Türkiye’nin tam üyeliği önündeki ön yargıların kırılmasına da katkı sağlayacaktır. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ise ortak menfaatimizedir. Sürecin siyasi saiklerle engellenmesi tüm taraflara zarar veriyor. Müzakerelerin başlatılması birçok konuda uzlaşmanın yolunu da açacaktır.
Avrupa Birliği’nin 2022 yılında stratejik miyopluktan kurtularak Türkiye’yle ilişkilerin geliştirilmesinde daha cesur davranmasını ümit ediyoruz. Mevcut kısır yaklaşımın Birliğin bölgesel ve küresel güç olma iddiasına zarar verdiği ve hiçbir sorunu çözmediği ortadadır. Birlik içi dayanışma bahanesinin özellikle ardına sığınılarak Türkiye-Avrupa ilişkilerinin sabote edilmesinin önüne geçilmelidir. Bunun için de bazı üyelerin Türkiye’yle problemlerini birlik koridorlarında çözme çabasından vazgeçmesi gerekiyor.
Geçen sene komşumuz Yunanistan’la diyalog mekanizmalarımızın birçoğunu yeniden canlandırdık, gerilimin düşürülmesi için büyük gayret gösterdik. Ekonomik ve ticari ilişkilerimizi geliştirmek amacıyla pozitif gündem oluşturulması yönünde mutabık kalarak çalışmalara başladık. İki komşu ülke olarak doğrudan ve yapıcı diyalogla aramızdaki meseleleri halledebileceğimize samimiyetle inanıyorum.
Türkiye’nin Kıbrıs meselesine ilişkin duruşu da nettir. Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik 50 yılı aşkın süredir devam eden müzakere süreçlerinin neden başarıya ulaşmadığı hepinizin malumudur. Rumlar kendilerini Ada’nın tek sahibi olarak gören, Kıbrıs Türklerini yok sayan zihniyetten bir türlü kurtulamadı. Maalesef Avrupa Birliği körü körüne Rum tarafının sözcülüğünü yaparken, aynı coğrafyanın ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Türklerinin hakkını, hukukunu görmezden geldi. Sergilenen çifte standartlar artık hepimizi dünün güneşiyle bugünün çamaşırlarını kurutmaya çalışmanın zaman kaybı olduğu noktasına getirdi. Kıbrıs meselesinin Ada’daki gerekler temelinde tüm tarafların yararına olacak şekilde çözüme kavuşturulması için Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti’yle birlikte çaba harcamaya devam ediyoruz.
Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün tescil edilmesi çözümün önünü açacaktır. Böyle bir çözüm Doğu Akdeniz’deki işbirliği ortamının gelişmesine de katkı sağlayacaktır. Avrupa Birliği açısından artık samimi bir muhasebe yapma vakti gelmiştir. Şayet Avrupa Birliği çözüme gerçekten katkı yapmak istiyorsa, 2004’te verdiği taahhütleri yerine getirerek Kıbrıs Türklerinin varlığını ve iradesini tanımalı, Cenevre’de sunulan çözüm önerisini değerlendirmelidir. Diğer türlüsü yeni bir oyalama, özellikle de taktik olarak görülecek, vakit ve enerji israfından başka bir anlam ifade etmeyecektir.
Kıymetli Dostlarım,
Yarım asırdan fazla bir süredir Avrupa Birliği’ne üyelik için çaba harcıyoruz. Şahsen 20 yıla varan Başbakanlığım ve Cumhurbaşkanlığım döneminde üyelik sürecimizin tüm veçhelerine ayrıntılarıyla vakıf oldum. Bu 20 yıllık zaman diliminde Avrupa’da sayısız liderle, cumhurbaşkanıyla, başbakanla, bakanla, Birlik temsilcisiyle görüştüm, konuştum. Tam üyelik yolunda attığımız adımların nasıl engellendiğini, ülkemizin nasıl bir çifte standarda maruz bırakıldığını bizzat gördüm, yaşadım.
Bu tecrübeler ışığında şu gerçekleri samimiyetle ifade etmek isterim: Coğrafi, tarih ve beşeri olarak Avrupa Kıtası’nın bir parçası olan Türkiye, elbette Avrupa Birliği tam üyelik hedefine bağlıdır. Maruz kaldığımız onca adaletsizliğe rağmen Avrupa Birliği bizim stratejik önceliğimiz olmayı sürdürüyor, nitekim bu yönde gayret göstermeye devam ediyoruz. Örneğin 2021-2023 yıllarını kapsayan Avrupa Birliği’ne katılım için ulusal eylem planı rehberliğinde çalışmalarımıza hız verdik. Kabul ettiğimiz yargı reformu stratejisi, insan hakları eylem planı, kadına yönelik şiddetle mücadele, 4’üncü ulusal eylem planı ve çıkarılan 5 yargı paketi, sürece ilişkin özellikle kararlılığımızın en somut göstergeleridir.
Paris İklim Anlaşması’nı onayladık ve 2053 yılına yönelik net sıfır emisyon hedefimizi ilan ettik. Avrupa Yeşil Mutabakatı Eylem Planımızı yürürlüğe aldık. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin en görünür boyutlarından biri olan mali işbirliğine ve Birlik programlarına katılıma da büyük önem veriyoruz.
Son 20 yılda ülkemize tahsis edilen toplam 9,2 milyar avroluk Avrupa Birliği fonu sayesinde 900’e yakın büyük ölçekli proje gerçekleştirildi, bunların hepsi de karşılıklı yararımıza olan projelerdir. Önümüzdeki yıllarda Birliğin Türkiye’ye katılım öncesi mali yardım aracı kapsamındaki fon miktarını artırmasının da ortak menfaatimize hizmet edeceği aşikârdır. Tüm bunlarla beraber yapılması gereken asıl husus, Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyelik sürecine dair samimi, adil ve ahde vefalı davranmasıdır. Bunu başardığımızda üyelik sürecimize asıl ket veren sorunların ortadan kalkacağına, ülkemizin çabalarının meyvelerini vereceğine inanıyorum.
Yakın coğrafyamızda vuku bulan hadiseler, dış politika ve güvenlik alanında iş birliğimizi güçlendirmemizin ne kadar önemli, hatta hayati olduğuna işaret ediyor. Bu kapsamda Bosna Hersek’teki siyasi krizin çözümü noktasında yoğun gayret gösteriyoruz. Bölgenin 1990’ların olumsuz havasına dönmesi sinyalleri vermesinde Avrupa Birliği üyelik perspektifinin sekteye uğramasının da etkisi büyüktür.
Azerbaycan’ın topraklarını işgalden azat etmesiyle Kafkasya’da yeni bir döneme girildi. Bu gelişmenin ardından Ermenistan’la normalleşme sürecini başlattık. Atılan adımların beklenen sonuçları vermesi için Ermenistan’ın bölgedeki barış fırsatını iyi değerlendirip Azerbaycan’la olumlu bir ilişki kurması önem taşıyor.
Bölgemiz açısından bir diğer önemli konu da Suriye’dir. Avrupa Birliği Suriye meselesine sadece göç perspektifinden yaklaşmak yerine siyasi sürecin ivme kazanması için somut gayret göstermelidir.
Libya’da ise sükunetin muhafazası öncelikli hedefimiz olmalıdır. Seçimler de kalıcı istikrar ve barışa katkı sağlayacak şekilde yapılmalıdır. Bu yolda Türkiye olarak gereken desteği vermeye devam ediyoruz.
III. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi’ni 16-18 Aralık 2021 tarihlerinde salgın şartlarına rağmen İstanbul’da başarılı bir şekilde tamamladık. Gelecek ay Avrupa Birliği-Afrika Zirvesi’nin de yapılacağını biliyor ve bu coğrafyada iş birliği potansiyelimizin yüksek olduğuna inanıyorum.
Kıymetli Dostlarım,
Türkiye, 2022 yılında da girişimci ve insani dış politikasıyla daha adil bir dünya hedefi yönünde gayretlerini sürdürecektir. Bu anlayışla müzakere eden aday ülke olarak Avrupa Birliği ile iş birliğimizi ve diyaloğumuzu güçlendirmeye hazırız. Önyargılar veya korkular yerine uzun vadeli stratejik bir bakış açısıyla hareket edilmesi ortak menfaatimizedir. Sizlerden gerek Brüksel’e, gerek başkentlerinize yapacağınız yönlendirmelerle Türkiye-Avrupa Birliği münasebetlerinde yeni bir sayfanın açılmasına destek olmanızı özellikle bekliyorum.
Bu vesileyle bir önceki Dönem Başkanı Slovenya’ya ilişkilerimizin geliştirilmesi yönünde harcadığı çabalar için teşekkür ediyorum. Yeni Dönem Başkanı Fransa’ya ve müteakip Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti’ne şimdiden başarılar diliyorum. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Kalın sağlıcakla.