Hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Fatih Belediyemiz ve Klasik Türk Sanatları Vakfımızın iş birliğiyle düzenlenen Yeditepe Bienal’inin ikincisinin şehrimize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.
Sözlük anlamı yılaşırı olan bienalin Yeditepe ismiyle ve klasik Türk ve İslam sanatlarının seçkin örnekleriyle İstanbul’da gerçekleştirilmesini önemli görüyorum. Süleymaniye Külliyesi İmaret Darüzziyafe’de başlayıp Nuruosmaniye Camii Mahzen, Fatih Cam Küp Galeri ve Yedikule Hisarı’nda sürecek Yeditepe Bienali sadece etkinlik mekânlarıyla bile şehrimizin göz alıcı zenginliğini göstermeye yeterlidir.
Burada farklı kökenlere ve meşreplere mensup sanatçıların aynı sanat dallarında vermiş oldukları eserlerin bir arada sunulması esasında her türlü ayrımcılığı ve ötekileştirmeyi reddeden bir medeniyet iklimine sahip olduğumuza işaret ediyor. Bienal kapsamında sergilenecek kültür, sanat ürünlerimizin yaydığı zenginlik, derinlik ve özgünlük, içeriği ve kapsamı bakımından gerçekten de eşi ve benzeri olmayan bir şölendir. Nesilden nesle aktardığımız, yaşattığımız ve kendi ruh dünyamızın renklerine boyadığımız sanatlarımızın bu tür faaliyetlerle uluslararası düzeyde de daha çok gündeme geleceğine inanıyorum.
Gelenekli kültür sanat değerlerimize sahip çıkan, onlar üzerinde düşünmeyi, onları bugüne taşımayı ve geleceğe aktarmayı hedefleyen her türlü çabayı takdirle karşılıyor ve destekliyoruz.
Değerli Misafirler,
Yeditepe Bienali’nin bu yılki temasının çerçeve içi- çerçeve dışı olarak belirlenmiş olması, bize çok geniş bir fikri zemin ve muazzam bir tarihi arka plan sunuyor. Burada bienal kataloğunda da yer alan bir Nasreddin Hoca hikayesini sizlere tekrar hatırlamak istiyorum.
Hikâye şöyle: Kapının önünde hararetle bir şeyler arayan Nasreddin Hoca’ya komşuları da yardıma gelir. Arama sürürken komşularından biri Hoca’ya ne kaybettiğini sorar. Hoca da mührünü kaybettiğini söyler. Komşusu mührünü nerede kaybettiğini sorunca, Nasreddin Hoca avluda cevabını verir. Peki der komşusu, öyleyse neden burada arıyorsun? Hoca’nın cevabı ibretliktir, avlu karanlık, burası daha aydınlık, o yüzden kapının önünde arıyorum. Evet, bize düşen görev, medeniyet değerlerimizin tüm unsurları gibi kültür sanat hazinelerimizi ve onları üreten iklimi de nerede kaybettiysek, orada aramaktır. Şayet kendi coğrafyamızda, kendi kalbimizde, kendi zihnimizde kaybettiğimiz değerlerimizi Nasreddin Hoca hikâyesinde olduğu gibi başka yerlerde aramaya kalkarsak sadece vaktimizi heba etmiş oluruz. İşte bunun için biz verdiğimiz mücadelenin gayesini hep kadim medeniyet mirasımızın ihyası ve günümüz imkânlarıyla daha güçlü şekilde yeniden inşası olarak ifade ediyoruz.
İyi olan, güzel olan, faydalı olan, değeri olan her şeyi nerede bulursak bulalım almak, kullanmak, geliştirmek, daha iyisini yapmak, ecdadımızdan bize kalan en önemli miraslardan biridir. Biz her alanda olduğu gibi sanat konusunda da kompleksleriyle değil, yaşatıcı, kuşatıcı ve geliştirici vasıflarıyla tarihe damgasını vurmuş bir milletiz. Bunun en güzel örneklerini Yeditepe Bienali bünyesinde sergilenen eserlerde görebiliriz. Sergilenen eserlere baktığımızda, oradaki güzelliği, oradaki estetiği, oradaki inceliği başka hiçbir yerde bulamadığımızı fark edeceğiz. Hâlbuki günümüzde sıkça karşılaştığımız üzere insan fıtratının tıpkı eşrefi mahlûkat sıfatı gibi bir parçası olan esfeli safilin tarafına hitap eden sanat ürünlerinden aynı latif duyguları hissedemezsiniz. Özellikle medya mecraları üzerinden tüm dünyaya adeta boca edilen Batı menşeli kültür sanat eserlerinin içine özenle yerleştirilen ve insanın esfeli safilin tarafını öne çıkaran mesajların elbette bir amacı var. Bu amacın masum ve hayırlı olmadığı da açıktır. Her türlü sapkınlığı, her türlü ahlaksızlığı, her türlü marjinalliği sanat adı altında normalleştirme, hayatımızın tabii bir parçası haline getirme gayesi taşıyan bu sinsi saldırıya karşı kendi imkânlarımızı daha güçlü şeklide devreye almamız şarttır.
Yeditepe Bienali başta olmak üzere Türk ve İslam sanatlarının güzelliklerini milletimizin önüne getiren etkinlikleri bu bakımdan takdire şayan girişimler olarak değerlendiriyorum. Ülkemizde kültür sanat adına icra edilen faaliyetlerin pek çoğunun böyle bir niyet ve içerik taşımaması bizi asli sorumluluklarımızdan alıkoyamaz. Tam tersine, daha çok çalışarak, daha çok üreterek, daha çok insanın kalbine ve zihnine ulaşarak aradaki farkı kapatmakla mükellefiz. Bienalimizde 36 farklı ülkeden katılımcıların da yer almasını bu çabanın gerçek bir medeniyet hamlesine dönüştüğünün işareti olarak değerlendiriyorum. Bu bilinçle ve bu gayretle çalışan, eser ortaya koyan, kültür ve sanatımızın özellikle gelişmesine destek veren herkese şükranlarımı sunuyorum. Kültür sanat birikimimizi yeni nesiller başta olmak üzere milletimizin tüm fertlerine ulaştırana kadar bu tür faaliyetleri artırarak sürdürmeliyiz.
Değerli Dostlar,
Batı dillerinde “art” kelimesiyle karşılanan “sanat” kavramı Latince “düzenlemek” kökünden gelirken, Arapça aslında sanat, “yapmak, etmek” kökünden türemiştir. Düzenlemek ile yapmak arasındaki anlam farkı bize, bu iki medeniyetin yaratılışı, dünyayı, insanı, eşyayı, hayatı algılayış biçimini de gösterir. Anlam olarak düzenlemek var olan bir şeyi yeniden oluşturmayı ifade ederken, yapmak çok daha derin, çok daha kapsayıcı ve ulvi bir eyleme atıfta bulunmaktır. Bizim inancımızda insan, Yaratıcısının, yani Rabbinin eseridir. Öyle olduğu için de diğer varlıklara göre eşsiz kabiliyetlerle ve elbette ağır sorumluluklarla teçhiz edilmiştir. Sanat kavramına yaklaşımdaki bu derin farkın tezahürlerini Endülüs’ten Büyük Sahra’ya, Orta Asya’dan Güneydoğu Asya’ya kadar geniş bir alana yayılan eserlerde ve yaşayışlarda görmek mümkündür. “Sanat, Allah’ı aramakmış meğer” der, üstat. Şimdi burayı yakalamak çok önemli, fiziki olarak ne kadar uzak olursa olsun bu coğrafyaların hepsinde de İslam’ın varlık ve hayat kavrayışının ortak yansımaları, yerel birikimleri ve teknik kapasiteleriyle bezenmiş bir tutarlılıkla karşımıza çıkmaktadır. Hiç şüphesiz bu tablonun konumuz bakımından en önemli özelliği, estetiğin ahlakla bütünleştirilmiş biçimleriyle ortaya konan ve süreklilikten asla kopmayan sanat eserlerinin üretimini sağlamış olmasıdır.
Hiç uzağa gitmeye gerek yok, inancımızın –az önce de ifade edildi- “Allah güzeldir, güzel olanı sever” yaklaşımının sanata yansımış halini şu an içinde bulunduğumuz Süleymaniye Külliyesi’ne bakarak da görebiliriz. Buraya bir yabancı gelip bize İslam nedir? diye sorduğunda, kendisine lafzı anlatımın ötesinde işaret edeceğimiz somut örnek elbette Süleymaniye Camii olacaktır, elbette Sultanahmet Camii olacaktır. Aynı şekilde sizin sanatınızın özgün eserleri nedir/ diye bir soruya muhatap kaldığımızda da yöneleceğimiz yer Yeditepe Bienali’nde sergilenen eserler olacaktır. Fikirle duyguyu, inançla estetiği, derinlikle sükûneti, kuşatıcılıkla ahengi, gerçeklikle sembolleri bu derece başarıyla buluşturmuş bir sanat müktesebatına sahip olmakla ne kadar gurur duysak azdır.
Değerli Misafirler,
Bizim medeniyetimizdeki, dolayısıyla sanatımızdaki iyilik ve güzellik anlayışının kaynağı, hiç şüphesiz kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim ve âlemlere rahmet olarak indirilen Peygamber Efendimiz Aleyhissalatu Vesselamdır. Güneşin tüm evreni ışıttığı ve ısıttığı gibi bu temel kaynaklar da bize hayatımızın her alanında ve sanatımızda yol göstermekte, ilham vermekte, motivasyon sağlamaktadır. Bu kaynaklara ne kadar yaklaşırsak o derece sanat yapmak eyleminde de başarılı olur, ne kadar uzaklaşırsak da o derece özümüzden koparız.
Bilginin ve sezginin sınırlarını doğru tayin ettiğimizde sanatımızın önündeki ufkun sonsuzluğunu daha iyi kavrayabiliriz. Elbette diğer medeniyetlerin sanat adına insanlığa sundukları birikime tezahürleri itibariyle bir kısmına katılmasak da biz saygı duyuyoruz. Bunlar içinde kendi sanat ve estetik anlayışımıza uygun olanları beğenmekte, esinlenmekte, sahiplenmekte bir beis de yoktur. Ama bu durum kendi sanatımızdan ve ona kaynaklık eden değerlerimizden bir kopuşa sebep olmamalı, böyle bir facianın bahanesine dönüşmemelidir. Mimariden musikiye, edebiyattan resme, geleneksel sanatlardan modern formlara kadar tüm sanat faaliyetlerimizde insanı ve tüm varlıkları içine alan daha büyük, daha ilahi bir kaynağa yöneldiğimizde yapabileceklerimizin sınırının olmadığını göreceğiz, bileceğiz. Batının adına yaratıcılık dediği, ama aslında mevcudu düzenlemekten ibaret olan sanat anlayışıyla insanın yapabileceklerinin sınırını beşeri kavrayışın ötesine taşıyan bu sanat yaklaşımının mukayesesini erbabının takdirine bırakıyoruz.
Biz kendi medeniyetimize, kendi tarihimize, kendi kültür sanat birikimimize sahip çıkmak, bunları daha ileriye taşımak için üzerimize düşenleri samimiyetle yerine getirmeyi sürdüreceğiz.
Bu duygularla bir kez daha gerçekten aramak yakından görmekse, işte Süleymaniye hemen yanı başımızda. Ona bakıyor ve diyoruz ki; ey Mimar Sinan, Allah sana rahmet eylesin. 700’ü aşkın eserle hayatını teçhiz eden böyle bir üstat var, böyle bir mimarımız var ve bu muhteşem eseri ortaya çıkaran mimarımız var.
Bir kez daha Yeditepe Bienali’nin medeniyetimize, ülkemize, şehrimize hayırlı olmasını diliyorum. Bildiğiniz gibi Mimar Sinan’ın türbesi hemen şurada, arkamızda. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz, gelin ruhu için bir Fatiha okuyalım.
Bienalin düzenlenmesinde emeği geçen, fikirleri ve eserleriyle katkı sağlayan herkese tekrar teşekkür ediyorum. Buradan inşallah Beykoz Belediyemizin yapmış olduğu video çekimlerini gördüm, hayvanlarla ilgili bir rehabilitasyon merkezini gezmeye, görmeye gideceğim ve orada Belediye Başkanımızın bu rehabilitasyon merkezini yerinden görelim diyorum. Ondan sonra da AK Parti belediyeleri olarak bu işi süratle yaygınlaştıralım istiyorum.
Bu vesileyle de sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Kalın sağlıcakla.