Aziz Milletim,
Milli İdarenin Tecelligahı Meclisimizin Sayın Başkanı,
Milliyetçi Hareket Partisi Kıymetli Genel Başkanı,
Çok Değerli Misafirler,
Hanımefendiler, Beyefendiler,
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Vesayettin Demokrasiye Milli İrade Sempozyumu’nun ülkemiz, milletimiz ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Allah’tan diliyorum. Bu sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen başta Adalet Bakanımız olmak üzere tüm kurumlarımıza ve katılımcılara özellikle teşekkür ediyorum. İnsanlık tarihinde coğrafi ve kültürel zemini olan pek çok yönetim biçimi vardır. Bu yönetim sistemleri içinde hangi uygulama biçimiyle hayata geçerse geçsin milli iradenin üstünlüğüne dayalı olanların ayrı bir yeri bulunuyor. Modern demokraside Avrupa’da yaşanan oldukça uzun ve kanlı arayışın ardından geliştirilmiş bir yönetim biçimidir. Özellikle son bir asra damgasını vuran demokrasi oldukça geniş yelpazede farklılıkları da içeren zengin bir uygulama alanına sahiptir. Türkiye’de bu sürece en erken katılan ülkeler arasındadır. İstiklal Harbi’nin ardından nazari olarak milli iradeye dayalı olarak bir yönetim biçimini benimsemiş olsak da gerçek demokrasiye ulaşmak için bir müddet daha beklememiş gerekmiştir. Ülkemizde demokrasi çok partili siyasi hayata geçişle birlikte tüm kural ve kurumlarıyla işlemeye başlamıştır. Ancak bu süreçte oldukça zorlu ve sıkıntılı yürümüştür.
Şöyle dönüp 1950’den bugüne kadarki yakın tarihimize baktığımızda ülkemizin demokrasi tecrübesinin darbeler, cuntalar, vesayet lekeleriyle dolu olduğunu görüyoruz. Milletimizin özgürlüğüne ve kalkınmasına engel olan siyaset mühendislikleri, toplum mühendisleri, zorbalıklar, sinsi tuzaklar ve daha nice oyunlar yaşadık. Bedelini demokraside ve ekonomide geri kalmışlık olarak evlatlarımızın darağaçlarında, terörle mücadelede, terör saldırılarında canlarını vermeleri olarak ödediğimiz bu süreci asla unutmayacağız. Milletimizin tarihine, kültürüne, değerlerine, inancına karşı adeta savaş açanların amaçlarını ve yöntemlerini de asla unutmayacağız. Her şeyden önce şu gerçeği ülkemizdeki istisnasız herkesin kabul etmesi gerekir: Türkiye’de bugüne kadar yapılmış veya teşebbüs edilmiş hiçbir darbe, şunu bilmemiz lazım ki, özellikle vesayetin hiçbir oyunu meşru değildir, milli değildir, masum değildir, onurlu değildir. Her darbe bir önceki darbenin eksiklerini, yarım bıraktıklarını, başaramadıklarını tamamlamak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Vesayet dediğimiz yapı da darbeciler tarafından kurulan nizamın çeşitli yol ve yöntemlerle bürokrasi ve sivil siyaset çatısı altında sürdürülmesinden ibarettir. Türkiye’yi kendi başına bırakılamayacak kadar önemli bir olarak tarif edenler, ülkemizi doğrudan ve dolaylı, ama mutlaka vasiler eliyle yönetmek için her yolu denemişlerdir. Milletimiz 15 Temmuz’da gösterdiği cesaret ve kahramanlıkla ortaya koyduğu dirayetli duruşla geçmişteki işte bu kirli ve kanlı senaryolarla da hesaplaşmıştır. Yine o gece görüşmüştür ki, millet kıyama kalktığı zaman darbecilerin tankı da, topu da, silahı da, medyası da, uluslararası destekleri de hiçbir işe yaramıyor.
Vesayetin etkin olabilmesi de ancak milli iradenin alanını alanının daraltmasıyla mümkündür. 15 Temmuz gecesi televizyonlardan yaptığımız konuşmada da söylediğimiz gibi, biz bu dünyada milletin gücünün üzerinde bir güç görmedik, tanımadık, tanımıyoruz. Son 200 yılda yaşadığı onca ağır kayıpların yükü altında adeta beli bükülen Türk milleti 15 Temmuz’da zor şartlarda kurtarıp yeni devletini kurduğu vatan toprakları üzerinde istiklaline ve istikbaline bir kez daha sahip çıkmıştır. Her kesimden vatandaşı, kamu görevlisi, siyasetçisiyle 15 Temmuz gecesi onurlu duruş sergileyen insanlarımız bu ülkenin tarihindeki ve milletimizin o kalbindeki mümtaz yerini almıştır. Bu tür bilimsel toplantıların ülkemizin ve milletimizin bu uzun serencamın incelenmesine, araştırılmasına, analizine ve geleceğe ışık tutacak mesajlara dönüştürülmesine vesile teşkil etmesini diliyorum.
Değerli Misafirler,
Bugün 12 Eylül, bu tarih hepimiz için takvim yapraklarındaki 365 sayfadan biri olmanın çok ötesinde anlamlara sahiptir. Türkiye bundan tam 40 yıl önce bir 12 Eylül sabahı gözlerini silahların gölgesi altında açmıştı. Köşe başlarında mevzilenmiş tanklar, sokakları kapatmış askerler, bunlar bizim evlatlarımızdı tanıdık bir felaketin habercisi gibiydi. Evet, Türkiye bir askeri darbeye maruz kalmıştı. Bizim çocukluğumuza denk gelen, ama bizden önceki neslin hayatının tam merkezine yerleşen 1960 darbesi ve ardından gelen felaketler bugün hâlâ yürekleri dağlıyor. Bizim gençliğimizin henüz başında gerçekleşen 1971 muhtırası daha çok siyasi sonuçlarıyla hafızamızda yer etti. Gençliğimizin tam ortasına denk gelen 12 Eylül darbesi ise öncesi ve sonrasıyla öylesine kanlı, öylesine derin yaralara yol açmıştır ki, nesiller boyunca unutulması mümkün değildir. Darbe yılları ülkemizin gözaltına alınıp en ağır işkencelerden geçirilen insanlarının her biri zülüm makinesi olarak çalıştırılan cezaevlerinin denge hesabıyla darağaçlarına gönderilen gençlerinin acısıyla kavrulduğu bir dönemi ifade eder. Bugün artık herkes biliyor ki, 12 Eylül darbesinden önce ülkenin siyasi kamplara bölünmesi her gün onlarca insanın öldürülmesi gibi hadiselerin hiçbiri kendi tabii dinamiği içinde ortaya çıkmamıştır. Bu acı gelişmelerin hepsi de darbeye zemin hazırlamak ve toplumsal meşruiyet oluşturmak için yazılmış bilinçli bir senaryonun ürünüdür. Aynı şekilde ülkemizin 70 cente muhtaç diye hafızalara kazınan ekonomik çöküntüsü de darbeye giden yola özellikle döşenen taşlardan biridir. Darbe haberi Washington’a ulaştığında birilerinin bizim çocuklar başardı, demesi 12 Eylül’ün gerisindeki karanlık yüzü ifade ediyordu. Hiç şüphe yok ki, 15 Temmuz gecesi birileri yine aynı mekânlarda bizim çocukları yine başardı, demek için bekliyordu. İnsan hayatında çok uzun bir zaman olan 40 yıl ülke ve toplum hayatında oldukça kısadır. 12 Eylül darbesine güzellemeler dizenlerin her fırsatta öne sürdükleri anayasa referandumu sonucu da bu perspektiften doğru şekilde okumak gerekir. Can güvenliği kalmayan, evini geçindirmekte zorlanan, geleceğinden umudunu kesen bir toplum elbette darbeye direnemezdi, nitekim de öyle oldu. 12 Eylül rejiminin, anayasasının çok yüksek bir oy oranıyla kabul edilmesi ise darbenin meşruiyetinden ziyade, milletin içine sürüklendiği umutsuzluk ikliminden bir an önce kurtulma isteğinin tezahürü olarak görülmelidir. 1983 seçimlerinin darbecilerin işaret ettiği siyasi parti yerine, Rahmetli Turgut Özal’ın kurduğu partinin zaferiyle sonuçlanmış olmasını da bu çerçevede değerlendirmek doğru olur. Bu dönem konusunda kimi çevreler özellikle kendilerine göre bir farklı yorum oluşturmaya çalışmış ve bu tür bir resim ne olursa olsun tarih hükmünü ülkemizin yaşadığı en ağır ve acı darbe olarak vermiştir.
Değerli Misafirler,
Türkiye’yi 12 Eylül darbesine hazırlayan karanlık odak hiç şüphesiz darbe sonrasının planlamasını da yapmıştı. Darbecilerin bir sağdan, bir soldan diyerek, idam sehpasına çıkardığı gençlerin temsil ettiği dinamik, toplumsal fikri yapı yerine ülkemizin hâlâ çözmeye uğraştığı sorunların tohumları atıldı. Askeri rejimin sol grupları sert bir şekilde tasfiye etmesinin amacının yıllarca ülkemizin başına bela olan PKK’nın gelişip büyümesinin önündeki engelleri kaldırmak olduğu anlaşılıyor. Yine askeri rejimin bu ülkenin milli ve yerli tüm unsurlarının birikimlerini yok etme gayretinin de FETÖ’nün önünü açmak için olduğunu bugün daha iyi görebiliyoruz. Sahneye konan senaryoyu somutlaştırmak bakımından sanıyorum şu örnek çok daha açıklayıcı olacaktır: Anadolu’nun küçük bir ilindeki Milli Türk Talebi Birliği şubesi 12 Eylül darbecileri tarafından kapatılıyor. Şehrin merkezindeki bir pasajın içinde yer alan şube binası önce camları kırılarak, içindeki mobilyalar parçalanıp odun niyetine sobada yakılarak, tümüyle tahrip ediliyor. Bununla kalınmıyor, şube binasındaki yılların birikimi olan fikir kitapları ve dergiler de aynı şekilde sobada yakılarak, ortadan kaldırılıyor. Yerli ve milli zihin yapısına sahip nesillerin yetişmesine katkı sağlamış nice eserler bilinçli bir şekilde ateşe atılıp imha ediliyor. Bu kitaplar ve dergileri yanmaktan kurtarmak isteyenler ise derhal gözaltına alınıp onlar da hapse atılıyor. Bu sıradan bir kitap düşmanlığı veya vandallık eylemi değildir. Amaç milletimizin değerlerini oluşturan ve nesilden nesle aktarılan hafızanın birimin, bilincin maddi altyapısını tümüyle yok etmektir. Nitekim ülkemizin fikir hayatı 12 Eylül darbesinden sonra hiçbir zaman eskisi kadar canlı olamadı. Bunun yerine gençlerimizin zihinleri neredeyse tamamı tercümeye dayalı ideolojik akımların istilasına maruz bırakıldı. PKK eliyle oluşturulan güvenlik kaygısı uzunca bir süre siyasi ve sosyal çatlakları genişletmenin zemini topyekun sistemi bloke etmenin gerekçesi olarak kullanıldı. Milletimizin adeta hayat damarları olan dini hassasiyetleri, toplumsal dayanışla hasletleri, kültürel birikimi, eğitim faaliyetleri FETÖ ve benzeri sapkın yapılar öne çıkartılarak, lekelenmeye çalışıldı. Ekonomimiz ardı ardına yaşatılan krizlerle sürekli zayıf tutularak IMF’e muhtaç ve mahkum hale getirildi, bunu bizzat şahsım yaşadım. Ve işte göreve geldiğimizde IMF’e olan borç evet, 23,5 milyar dolardı. Ve hamdolsun 2013’te biz IMF’e olan bu borcu sıfırladık ve artık bizim IMF’e borcumuz falan kalmadı. Ama Ana Muhalefet, bak ekonomik sıkıntılarınız var durmayın, IMF’e müracaat edin oradan yine borç alın bu ülke ayakta kalsın. Artık bizim IMF diye bir kapımız yok, biz bize yeteriz, bu ülke kendine yeter.
12 Eylül’ün Yunanistan’ın NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin yolunu karşılıksız açan kararlarının uluslararası etkilerini Doğu Akdeniz’de ve Ege’de bugün hâlâ tüm ağırlığıyla yaşıyoruz. Bunlar 12 Eylül projesinin ülkemize maliyetlerinden sadece bazılarıdır. Daha da ötesine geçerek söylüyorum, son dönemde sıkça gündeme getirilen pek çok sancılı meselenin kökünde yine 12 Eylül’de tohumları atılan sosyal çarpıklıklar ve sapkınlıklar vardır. Gençlerimizin tarihleriyle, kültürleriyle, siyasi ve sosyal meselelerle ilgilenmektense, sapkın hayat biçimlerine, ahlaksızlığa, lümpenliğe teşvik edilmesi 12 Eylül’ün ülkemize bıraktığı kötü mirastan birisidir.
Değerli Misafirler,
Darbe ve vesayet düzeni Türkiye’ye doğrudan müdahalenin ağır sonuçlarıyla karşılaşmak istemeyenlerin hep vazgeçilmez araçları olmuştur. Bu sadece Türkiye’nin sorunu mudur? Hayır. Bakın ülkemizde her darbeden sonra yeniden inşa edilen yönetim sistemi de bu gayeyle düzenlenmiştir. Sistemin en kritik unsurları milletin istiklalini ve istikbalini güvence altına almak değil, senaryonun daha sonraki adımlarını kolaylaştırmak amacıyla tesis edilmiştir. Üzerinde darbe veya vesayet gölgesi olmayan tek köklü değişim Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişimizdir. Bu ciddi manada bunları rahatsız etmiştir. Tarihimizde ilk defa yönetim sistemimizi doğrudan milletin tercihiyle böylesine kapsamlı bir şekilde değiştirme başarısını hamdolsun biz gösterdik. Elbette bu safhaya kolay gelmedik. Son 18 yılda milletimizin demokrasi ve kalkınma özlemini dindirecek pek çok reformu bu arada hayata geçirdik. Darbe döneminin mirası pek çok kurumu, kuralı, uygulamayı, halkımızın beklentileri doğrultusunda yeniden oluşturduk. Bir yandan ülkemizin 81 vilayetinin tüm altyapı ve hizmet ihtiyaçlarını karşılarken, diğer taraftan ileri demokrasiyi inşa ettik. Türkiye bu iki güçlü motorun etkisiyle hızla toparlanıp Cumhuriyet döneminin tamamında yapılanların kat be kat üstünde skorlara imza attı. Temel altyapı ve hizmetler alanında eğitimden sağlığa, ulaşımdan enerjiye, adaletten güvenliğe her alanda ülkemizi gelişmiş devletler seviyesine çıkartan pek çok yatırımı hayata geçirdik. Ekonomide üretimden ihracata, büyümeden istihdama, finansmana kolay erişimdin, girişimciliğin desteklenmesine kadar pek çok kritik altyapı atılımını ardı ardına işte bu dönemde gerçekleştirdik.
Kılık kıyafet, dil kültür, inanç alanında yasakları kaldırdık. Demokrasinin hakların, özgürlüklerin, bütün bunların önündeki engelleri birer birer temizledik. Ülkemizin bu dengeli ve hızlı atılımlarını çıtayı sürekli yükselterek, iddialı bir vizyonun habercisi haline dönüştürdük ve bütün bunları hamdolsun Cumhur İttifakı olarak Sayın Bahçeli ve arkadaşlarıyla el ele vererek gerçekleştirmeyi sağladık, Allah’a hamdolsun demek ki oluyor. Dayanışma olduktan sonra bu milletin yapamayacağı hiçbir şey yok. Artık çok daha büyük hedeflere ihtiyacımız olduğunu görerek, milletimizin ortak hayallerinin ifadesi olan 2023 hedeflerini ortaya koyduk. Bu vizyonu 2011 seçim beyannamemizin merkezine yerleştirerek milletimize artık günü değil, geleceği düşünen çeyrek asır sonrasının projelerini, planlarını yapan bir yönetime sahip olduğu mesajını verdik. Tabii bu mesajı milletimizle birlikte Türkiye’yi darbe ve vesayet aracılığıyla dilediği gibi yöneten, yönlendiren, sömüren odaklar da aldı. Ülkemizin son 7 yılının kesintisiniz bir saldırı dalgasıyla ve buna karşı verdiğimiz mücadeleyle geçmesinin sebebi işte budur. Bizi hedeflerimizden uzaklaştırmak, yeniden darbe vesayet kısır döngüsüne hapis etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Gezi olaylarından, 17-25 emniyet yargı darbe girişimine, bölücü örgütün çukur eylemlerinden güney sınırlarımızı kuşatma gayretlerine, 15 Temmuz’dan Akdeniz’deki gelişmelere kadar hepsi de bu sürecin birer parçasıdır. Allah’ın yardımı ve milletimizin desteğiyle akamete uğrattığımız her saldırıyı farklı alanlarda yenileri izledi, tıpkı darbe öncesi hazırlık süreçleri ve darbe dönemlerindeki sindirme uygulamaları gibi milletimizin kanını dökme dahil çok farklı boyutları olan bu senaryoların hepsini de boşa çıkartmakta kararlıyız.
Tabii burada önemli bir konuya girmem lazım o da şu: Bakınız güneyde malum koalisyon güçleriyle mücadelemiz var ve hemen şöyle bakıyorsunuz ki bir terör devleti oluşturulmaya çalışıyor, nerede? Suriye’de. Öbür tarafta bakıyorsunuz Libya’da karşımızda darbeci Hafter ve onun güçlerinin ne yazık ki Wagner diye paralı, Abu Dabi yönetiminin desteklediği silahlı güçleri var. Bütün bunlarla beraber onların yanında bakıyorsunuz Fransa sürekli gündemde. İsim olarak anmak istemiyorum, ama mecburum anmaya çünkü o şahsımla çok uğraşıyor. Nedir o? Diyor ki, Türk milletiyle değil, ama bizim diyor Erdoğan’la sıkıntımız var. Sayın Macron senin şahsımla daha çok sıkıntın olacak. Defalarca bunu zaten sana söyledim, ama dinlemiyorsun, bak senin tarih bilgin de yok dedim, sen Fransa’nın tarihini de bilmiyorsun. Önce Türk milletiyle uğraşma, Türkiye’yle uğraşma. Afrika’nın tarihi adeta Fransa’nın tarihidir. Cezayir’de 1 milyon insanı öldüren sizsiniz, Ruanda’da 800 bin insanı öldüren sizsiniz, siz bize insanlık dersi veremezsiniz önce bunu öğren. Ve bunu ben bizzat kendisine söyledim, bak dedim senin tarih bilgin yok, önce bunları öğrenmen lazım. Biz ise bu Afrika’da bir insanın burnunu kanatmadık, biz oralarda sadece acaba insanca nasıl destek, nasıl yardım veririz bunları yaptık.
Değerli Kardeşlerim,
Darbe ve vesayet güçlerinin örneği bunlar. Yıllarca besleyip büyüttükleri, günü gelince de sahaya sürdükleri kadrolar tasfiye oldukça Türkiye yerli ve milli politikalarını çok daha kararlılıkla hayata geçiriyor. Bunlar Libya’ya da çok çektirdiler, Libya’da bunlar yüz binlerce insanı öldürdüler, bunu yaptılar, ya bunlar bize insanlık dersi verebilir mi? Şimdi gelmiş Libya’ya niye girmek istiyor? Petrol için girmek istiyor. Afrika’nın diğer ülkelerine bunlar niye girmek istiyor? Elmas için girmek istiyor, altın için girmek istiyor, bakır için girmek istiyor, krom için girmek istiyor. Avrupa seyahatlerinde hep Afrikalı liderler bunu bana anlatmışlardır, bizzat kendileri. Türkiye ise ecdadımız, biz buralara gittiğimiz zaman sadece biz destek elimizi uzatırız. İşte şu koronavirüs sürecinde 150’ye yakın Afrika ve dünya ülkelerine biz desteğimizi verdik. Niye verdik? Ya bu bizim insani ve vicdanı bir görevimizdir, diye verdik. Biz onlardan daha zengin değildik, ama verdik ve bundan sonra da vereceğiz. Bizim ecdadımızdan aldığımız terbiye bu, bundan sonra da yapacağımız bu, ey Macron sen ne yaptın? Şu an da dirsek teması içinde oldukların ne yaptı sen onu söyle?
Türkiye Meclisiyle, Cumhurbaşkanlığıyla, yargısıyla, bakanlıklarıyla kurumlarıyla, özellikle ordusu ve diplomasisiyle kendi oyun planlarına uyguladıkça hedeflerine çok daha hızlı bir şekilde ilerlemeye başladı. İşte şu an da burada adalarda vesaire Yunanistan’ın yaptıklarına bakın. Neye güvenerek yapıyor bunları? İşte bazı kendisine destekler vereceğine vaat edenlere güveniyor onlarla beraber kalkıp adaların etrafında korvetlerle dolaşıp duruyorlar, zodyaklar dolaşıp duruyorlar, yanlış iş yapıyorsunuz, bu yollara girmeyin, hepten yalnız kalırsınız. Yeri geldiği zaman komşu komşu komşu diyorsun, o zaman komşuluğun hakkını ver, yanlış yollara girme. Ama bizim için hamdolsun biz kendi kararımızı kendimiz veriyoruz, bunları da dirayetli hayata geçiriyoruz, gerektiğinde her türlü mücadeleye girebilen bir Türkiye var artık.
Her ne kadar hâlâ ülkemizde azımsanamayacak sayıda darbe ve vesayet özlemcisi varsa da milletimizin bunlara fırsat vermeyeceğine inanıyoruz. Bir daha bu ülkede demokrasi ve milli iradeyle, darbe vesayet kesinlikle yan yana gelmeyecektir. Ülkemizin ve milletimizin kazanımlarına sıkı sıkıya sahip çıkacağız. Geleceğe ilişkin tüm planlarımızı, programlarımızı, hesaplarımızı milli iradenin üstünlüğüne olan teslimiyetimizle yapıyoruz.
Sözlerime son vermeden önce, Türkiye’nin hak, hukuk, özgürlük, demokrasi, kalkınma mücadelesinde emeği geçen, katkısı olan, canı pahasına bu yoldan dönmeyen tüm siyasetçilerimize, fikir adamlarımıza, toplum önderlerimize milletimizin her bir ferdine şükranlarımı sunuyorum.
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’den şehit Başbakan Menderes’e, merhum Özal’dan, Erbakan ve Türkeş’e kadar milletimizin istiklali ve istikbali için çalışmış büyüklerimizi rahmetle yâd ediyorum. Rabbimden bizleri de hayırla yâd edilenler arasına katmasını diliyorum. İçinde bulunduğumuz Demokrasi ve Özgürlükler Adasının tüm bu hakikatlerin inşallah mücadelelerin ve değerlerin sembolü olarak asırlar boyunca misyonunu yerine getireceğine inanıyorum. Ülkemizin Yassı Ada duruşmalarında tutuklulara sizi buraya tıkan irade böyle istiyor diyen bir yargı anlayışından 15 Temmuz’da darbecilere karşı derhal harekete geçen bir yargı anlayışına ulaşmış olması gerçekten çok büyük bir ilerlemedir.
Bu vesileyle 15 Temmuz sonrası darbe yargılamalarını titizlikle yürüten yargı mensuplarımızın tamamını tebrik ediyorum. Bu davalarda fedakârca görev üstlenen avukatlarımıza da teşekkürlerimi sunuyorum. Baro tartışmaları ve teröre verilen destekler sebebiyle son günlerde sıkça tartışma konusu olan avukatlarımızın kahir ekseriyetinin ülkesine, milletine, hakka, hukuka samimiyetle bağlı olduğunu da biliyorum. İnşallah bu anlayıştaki avukatlarımızın barolarda ve diğer sivil toplum faaliyetlerinde çok daha aktif hale gelmeleriyle yargının tüm unsurlarının milletimiz nezdindeki itibarı ve güveninirliği daha da artacaktır.
Sizleri bir kez daha sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Geleceğimiz aydınlık olsun inşallah.