Malazgirt Zaferi’nin 949. Yıl Dönümü Kutlama Töreni’nde Yaptıkları Konuşma

26.08.2020

Aziz Milletim,

Saygıdeğer Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı,

Meclis Başkanımız,

Saygıdeğer Misafirler,

Sevgili Gençler,

Sizleri bu anlamlı buluşmada en kalbi duygularla selamlıyorum. Programımızı teşrif eden herkese sözlerimin hemen başında teşekkürlerimi sunuyorum.

Dün Ahlat’ta ecdadın mezarlarını ziyaretle başlayan ve gece geç saatlere kadar süren yoğun bir program icra ettik. Ahlat’ın sembollerinden biri olacak Gençlik Kampımızın açılışını gerçekleştirdik. Okçular Vakfımızın Çarho’daki etkinlik alanında gençlerimizin maharetlerine şahit olma imkânı bulduk. Ardından Ahlat’ta inşa ettiğimiz Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde bölge valilerimizle bir araya geldik. İnşallah bu tür toplantıları Ahlat Cumhurbaşkanlığı Külliyemizde orayı daha da büyüterek, her fırsatta tekrarlayacağız.

Akşam yemeğinde de misafirlerimizle, sanatçılarımız, öğrencilerimizle bir araya geldik ve hasbihal gerçekleştirdik. Fethin 949. yıl kutlamaları kapsamında Van Gölü üzerinde yapılan ses ve ışık gösterilerini de yine Ahlat Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nden takip ettik. Böylece dün geceyi tamamladık.

Ahlat Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, hem Malazgirt Zaferi’ne, hem Türkiye Cumhuriyeti’ne, hem de gençlerimize emanet edeceğimiz bir eser olarak ortaya çıktı. Emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum.

Bugün de Malazgirt Milli Parklar Miting Alanında sizlerle birlikteyiz. Bu bölgeyi de zaferin anlamına ve önemine yakışır bir yer haline dönüştürdük. Tarım ve Orman Bakanlığı Milli Parkımızın bitişiğindeki 121 dönüm alana traktörle Sultan Alparslan’ın 442 metreye 275 metre çapında büyük bir siluetini kazıdı. Geleceğe bıraktığımız her eseri bu topraklara vurduğumuz kutlu birer mühür olarak görüyoruz.

Hep söylediğim gibi, bizim siyasetimiz eser siyasetidir, hizmet siyasetidir. Tüm hayatlarını istismarla, riyakârlıkla, yalanla geçirmiş olanlar eser ve hizmet siyasetinin manasını elbette bilemez. Milletin sevinciyle sevinmeyi, üzüntüsüyle üzülmeyi dahi beceremeyenlerin gönüllerinin bağlı olduğu mecralar açıkça ortadadır.

Bu coğrafya hem bizim, hem insanlık için kutlu bir coğrafyadır. Ecdadımız bu toprakları bize gece-gündüz mücadele ederek, gerektiğinde kanını ve canını feda ederek vatan olarak bırakmıştır. Biz de ecdadımızın izinden gidiyoruz. Hiçbir şey gibi Malazgirt Zaferi de kendi kendine ortaya çıkmış değildir. Bu kutlu zaferin gerisinde büyük bir azim, hazırlık, kararlılık vardır. Dandanakan Zaferi ile istiklalini kazanan Büyük Selçuklu Devleti bu zaferin ardından Merv şehrinde tarihi bir kurultay gerçekleştirerek fetih için batıya yönelme kararı almıştır. Böylece başlayan Anadolu akınları kısa sürede Sivas’a, Konya’ya, İzmir’e kadar ilerlemiştir. Çağrı Bey Türkistan’a döndüğü zaman bu topraklarda Türkleri durdurabilecek bir güç olmadığını söylemiştir.

Aziz milletim,

Bu hakikati kabullenmek istemeyen Bizans İmparatoru Anadolu içlerindeki Selçuklu yürüyüşünü durdurabilmek umuduyla büyük bir ordu hazırlayarak İstanbul’dan hareket etti. Türklerin elinde bulunan Malazgirt Kalesi’ni zapt ederek, halkını kılıçtan geçirdi. Bu vahşeti Mısır seferi esnasında haber alan Sultan Alparslan, ordunun istikametini değiştirerek Ahlat-Malazgirt arasına geldi. Önce sulh yolunu denemek üzere Bizans İmparatoru’na bir elçi heyeti gönderdi. Askerlerinin çokluğuna ve teçhizatına güvenen İmparator bu teklifi sert bir şekilde reddetti. Çünkü Bizans İmparatoru’nun emrinde 200 bin kişilik bir ordu vardı, Alparslan’ın emrinde ise 45-50 bin kişilik bir ordu bulunuyordu. İşte bu iki ordu 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt Ovasında karşı karşıya geldi. Günlerden Cuma idi. O gün bütün İslam diyarlarında Müslümanların zaferi için dua ediliyordu. Kefen niyetiyle beyaz bir elbise giyerek askerin karşısına çıkan Sultan Alparslan kısa bir hitabın ardından hücumu başlattı. Türklerin kadim ricat-taarruz taktiğiyle kısa sürede Bizans ordusu bozguna uğratıldı. Gün batarken Türk ordusu Malazgirt’te büyük bir zafer kazanmıştı. Türk ve dünya tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden bu büyük zaferin ardından şehir-şehir, köy-köy Anadolu’nun fethi gerçekleşti.

Malazgirt Ovası’ndan başlayıp, yani buradan başlayıp Ege ve Marmara kıyılarına kadar ilerleyen ecdadımız fethettikleri bu toprakları vatan edindi. Çünkü bizim medeniyetimizde fethetmek işgal etmek-yağmalamak değildir. Fethetmek, Allah’ın emrettiği adaleti, o beldede hâkim kılmaktır. Eğer ele geçirdiğimiz bir yerde adaleti tesis edemediyseniz, zulme engel olamadıysanız orayı fethettik, diyemezsiniz. Her zaman söylediğimiz gibi, asıl olan gönüllerin fethedilmesidir. Milletimiz fethettiği beldelerde evvela zulmü ortadan kaldırmıştır, adaleti tesis etmiştir. Bunun için bizim medeniyetimiz bir fetih medeniyetidir. Rumlar dışındaki bütün milletlere, bilhassa Ermenilere ve Süryanilere karşı acımasız bir inkâr ve asimilasyon politikası uygulayan Bizans’ın zulmü bu fetih ile sona ermiştir.

Ecdadımız tarihin hiçbir devrinde emperyalist bir zihniyetle hareket etmemiştir. Fethettiği nice beldeleri devrin en modern imkânlarıyla imar etmiş ve idaresi altındaki insanlara dinlerini, dillerini, kültürlerini yaşatma imkânı tanımıştır. Tarih, fethettiğimiz bütün beldelerde güveni, huzuru, hoşgörüyü ve refahı hâkim kılmak için milletçe verdiğimiz büyük mücadelelerin şahididir. Bugün dahi birçok şehrimizde bir arada görebileceğimiz farklı medeniyet sembolleri, bizim farklılıklarımızı zenginlik olarak gören kadim anlayışımızın birer tezahürüdür. Biz de ecdadımızın izinden giderek ülkemizi ve ayak bastığımız her yeri imar ederek, adaleti tesis ederek, hakkı ve hukuku hâkim kılarak, gelecek nesillere emanet etmenin gayreti içindeyiz.

Aziz Milletim,

Bizler, milletçe kenetlendiğimiz dönemlerde büyük zaferler kazandık. 1071 yılında yaşananlara baktığımızda yine bu kaidenin bir tezahürünü görüyoruz. Anadolu’da ilk Türk devletlerini teşkilatlandırmakla görevlendirilen boylar kısa sürede otoriteyi tesis ettiler. Boyların iskânını, arazinin intizamını ve verimli kullanımını sağlayan bu beylikler sosyal ve ekonomik hayatı kendi usullerince şekillendirdiler. Bu ilk beylikler zamanında inşa edilen camiler, medreseler, kütüphaneler, çeşmeler, köprüler, çarşılar, hanlar ve kervansaraylarla Anadolu yepyeni bir çehreye büründü. Anadolu topraklarında hâkimiyeti kaybeden Bizans ise, Avrupa devletlerine Hıristiyanların kutsal topraklarını kurtarın çağrısıyla yeni entrikalar peşine düştü.

Esasen Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilmesi sadece Bizans’ta değil, Avrupa’da da büyük bir hüsrana sebep olmuştu, çünkü Avrupalıların dünyaya hükmetmek için Akdeniz’e hakim olmak, Akdeniz’e hakim olmak için de Anadolu’ya hakim olmak gerekir şeklinde formülleştirdikleri bir idealleri vardı, Malazgirt Zaferi bu hesapları alt-üst etmişti. Batılıları derinden sarsan bu hayat kırıklığı ve Türleri Anadolu’dan kovma hevesi Haçlı Seferleri’nin başlamasına sebep oldu. Haçlı Seferleri, Batının bilinçaltındaki İslam düşmanlığını en açık şekilde ortaya koyan tarihi hadiselerden bir tanesidir. Bu seferler neticesinde milyonlarca şehit verdik, şehirlerimiz, kasabalarımız, köylerimiz harap oldu, baskınlara, yağmalara, salgın hastalıklara direnmek zorunda kaldık. Fakat hiçbir zaman zalime boğun eğmedik, milletimize boyunduruk vuramadılar, bizi bu topraklardan atmayı, vatansız bırakmayı başaramadılar, milletimizi birbirine düşürmeyi, devletimizi yıkmaya muvaffak olamadılar.

Bilindiği gibi, Bizans’ın mirası Fatih Sultan Mehmet Han’la birlikte Osmanlı’ya geçmiştir. Bizans’ın varisliğine bile layık olamayan bugün yine arkalarına Avrupalıları alarak haksızlık, hukuksuzluk, korsanlık peşinde koşmaları tarihten ibret alamadıklarının işaretidir. Daha bir asır önce Anadolu’yu perişan bir şekilde terk etmek zorunda kalanların, şimdi Ege’de sahte kabadayılık peşinde koşması, mezarlıkta ıslık çalma psikolojinin tezahüründen başka bir şey değildir. Korkunun ecele faydası yoktur, Türkiye Akdeniz’de de, Ege’de, Karadeniz’de de hakkı olanı alacaktır. Biz nasıl kimsenin toprağına, egemenliğine, çıkarına göz dikmiyorsak, kendimize ait olanlardan da asla taviz vermeyeceğiz, bunun için siyasi, ekonomik, askeri bakımdan ne gerekiyorsa yapmakta kararlıyız. Muhataplarımızı kendilerine çekidüzen vermeye, mahvolmalarına yol açacak yanlışlardan uzak durmaya davet ediyoruz. Türkiye’nin artık sabrı sınanacak, kararlılığı, imkânları ve cesareti test edilecek bir ülke olmadığını herkesin görmesini istiyoruz. Yaparız diyorsak, yaparız ve bedelini de öderiz. Varsa bedel ödeme pahasına karşımıza çıkmak isteyen buyursun gelsin, yoksa çekilsinler önümüzden biz kendi işimize bakalım.

Aziz Milletim,

Bu topraklarda bin yıldır karşılaştığımız bütün badirelerden Malazgirt ruhuyla kurtulduk. Kosova’da da, Niğbolu’da da, Haçova’da da aynı ruhla mücadele ettik, Çanakkale’yi geçilmez yapan da bu ruhtu. İstiklal Harbi’nde yedi düvele karşı bu ruhla galip geldik. 15 Temmuz destanını da işte bu ruhla yazdık. Bugün de farklı cephelerde azim ve kararlılıkla yürüttüğümüz aynı ruha borçluyuz. Nasıl dün Türkistan’dan Anadolu’ya akan sadece fetih ordusu değil, adalet ve muhabbet kervanıysa bugün de gittiğimiz her yere bu erdemleri taşıyoruz. Bin yıldır Anadolu’daki her kesimden insanımızı kalplerinde kurulan o güçlü köprü sonsuza kadar ayakta kalacaktır. Atalarımızın Anadolu’ya ektiği sevgi, muhabbet, kardeşlik ve dayanışma ruhu öylesine kök saldı, öylesine büyüdü ki bin yıldır bu hukuku bozmaya çalışanların hiç birisi emeline ulaşamadı. Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi çirkin kumpasa yönelirlerse yönelsinler her defasında milyonları karşılarında tek yürek olarak buldular. Çünkü biz bu toprakların emanetçisi değil, asıl sahibiyiz. Bu toprakların altında biz varız, üstünde de biz varız.

Yahya Kemal’e Paris’te olduğu bir dönemde Anadolu nüfusunun ne kadar olduğu sorulur. Merhum Yahya Kemal de o zamanki nüfusun neredeyse üç-dört katı bir rakam söyler. Muhatapları nüfusunuzun miktarını biz farklı biliyoruz dediğinde ise Yahya Kemal; biz ölülerimizi de sayarız diyerek cevap vermiştir. Evet, bu toprakların üstünde ne varsa altında yatanların eseridir. Bin yıldır bu topraklarda kök salan kardeşlik, muhabbet ve dayanışma hukuku tüm kışkırtmalara ve karanlık oyunlara rağmen sökülemedi, bundan böyle de sökülemeyecektir. Türkiye’ye yönelik ameliyat yapma hevesleri kursaklarında kalanlar aradıkları fırsatı bulamayacaklardır. Siyasette, ekonomide, askeri alanda elde ettiğimiz her yeni başarı geleceğimize daha güvenle bakmamızı sağlıyor. Karadeniz’de keşfettiğimiz doğal gaz rezervi milletimize uzun zamandır ihtiyacı olan morali ve kaynağı sağlamıştır. Bu doğal kaynaktan elde edilecek her gelir 83 milyon vatandaşımızın her birinin hayat kalitesinin yükseltilmesinde, ülkemizin hedeflerine daha hızlı ulaşmasında kullanılacaktır. İnşallah yeni müjdelerle bu başarıyı çok daha ilerilere taşıyacağız. Malazgirt’te başlayan büyük yürüyüşümüzün bu önemli durağı ufkumuzu derinleştirmiş, umudumuzu güçlendirmiş, azmimizi bilemiştir. Rabbimizin önümüze açtığı bu hayırlı yolun bereketiyle artık geleceğimize daha güvenle bakıyoruz. Yine Yahya Kemal ne diyordu, işte buradaki orduların ruhuyla:

“Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi.

Senin uğrunda ölen ordu, budur ya Rabbi.

Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın,

Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.”

Bu duygularla bir kez daha Malazgirt Zaferinin 949’ncu yıl dönümünü tebrik ediyorum. Sultan Alparslan’ı ve ordusunda bulunan askerlerinin her birini rahmetle yad ediyorum. Bin yıldır bu toprakları vatanımız kılmak için canlarını ortaya koyan tüm şehitlerimize, gazilerimize, kahramanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Okçular Vakfımıza Malazgirt ruhuna sahip çıktıkları için tebrik ediyorum. Meclis Başkanımız Sayın Mustafa Şentop ve Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye, Cumhur İttifakımıza verilen bu destek sebebiyle özellikle şahsım, partim, milletim adına teşekkür ediyorum.

Sizleri tekrar sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah’a emanet ediyorum.

Kalın sağlıcakla.