Aziz Milletim,
Değerli Trabzonlular,
Kıymetli Misafirler,
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Trabzon’umuzda restorasyonları tamamlanan Sümela Manastırı ile Ortahisar Ayasofya Camii’nin şehrimize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.
Dünya mirasının en önemli eserlerini bünyesinde barındıran Anadolu’muzun bu iki güzelliğinin yeniden insanlığın hizmetine sunulmasında emeği geçenleri, başta Kültür ve Turizm Bakanım ve tüm ekibi olmak üzere mimarından mühendisine, işçisine kadar hepsini tebrik ediyorum. Zira o yamaçlarda nasıl çalıştıklarını gördünüz ve bütün zorluklara, bütün tehdit edici unsurlara rağmen bu çalışmalar yapıldı ve bugün de açılışını yapıyoruz. Sümela manastırı ülkemizin tanıtımının önemli sembollerinden biridir. Yaklaşık 1600 yıllık mazisi olan bu eser, ecdadın bölgeye yerleşmesi ve tümüyle fethinin ardından da olduğu gibi korunarak, bugünlere gelmiştir.
Kayalara oyulmuş bir dizi yapıdan oluşan Sümela Manastırı’nda bölgeye hâkim olan tüm medeniyetlerin izlerini görmek mümkündür. Bu eser, en parlak dönemlerini 19. yüzyılda yaşamış, Rus işgalinin ardından ise boşaltılarak mahzun kalmıştır. Maalesef bu güzel yapıdaki eserlerin bir kısmı 1930’lu yıllarda Yunanistan’a götürülmüştür. Ülkemizin her değeri gibi bu esere de biz sahip çıktık. Altındere Vadisi’nin gerdanlığı olarak nitelenen bu güzel eseri yeniden dünya kültür mirasına kazandırmak için uzun yıllardır çalışmalar yürütüyoruz. Daha önce çevresini, su kemerlerini ve manastıra çıkan merdivenleri kullanılabilir hale biz getirmiştik. Bugün manastırın üzerinde bulunduğu kaya yüzeylerinin iyileştirilmesi, ağırlıklı restorasyonların bir bölümünün daha açılışını yapıyoruz.
Türkiye’nin toprakları üzerindeki her türlü medeniyet mirasına nasıl sahip çıktığının, koruduğunun, güzelleştirdiğinin somut bir örneği olan bu çalışmayı ülkemizi eleştirenlerin dikkatine sunuyoruz. Eğer biz iddia veya ima edildiği gibi diğer inançların sembollerini hedef alan bir millet olsaydık, beş asırdır elimizde olan bu manastırın yerinde şu anda yeller eserdi. Aynı durum Anadolu’nun dört bir yanındaki benzer eserler için de geçerlidir. Biz hiçbir zaman yıkmanın, imhanın, yok etmenin peşinde olmadık. Tam tersine hep inşanın, ihyanın, yaşatmanın peşinde koştuk.
Osmanlı’nın daha bir asır önce çekildiği coğrafyalarda ise tam anlamıyla bir kültürel soykırım yaşandı. Ecdat yadigârı eserlerin kahir ekseriyeti ya yıkıldı, ya yakıldı, ya da yok olmaya mahkûm edildi. Balkanlar’da bir asır önce 300 camiyle bıraktığımız bir şehirde bugün her nasılda ayakta kalabilmiş tek bir caminin kalmış olması, kimin nerede durduğunun ispatıdır. Tarihi eserle koruma noktasında Batılı hiçbir devletin Türkiye’ye söz sözleme, bizi eleştirme hakkı yoktur. Ayasofya’yı 1453 yılında dönüştürüldüğü haliyle cami olarak yeniden hizmete açmamız rahatsızlık sebebi olmamalıdır. Tam tersine, bu ulu mabede sahip çıktığımız, koruduğumuz, yaşattığımız için teşekkürü hak ettiğimize inanıyoruz.
Bugün hizmete açacağımız Ortahisar Ayasofya Camii için de aynı durum geçerlidir. Yaklaşık 750 yıllık bir geçmişi olan bu eser ecdadın elinde daha da güzelleşerek günümüze ulaşmıştır. Ortahisar Ayasofya Camii tarihi boyunca sadece bir asır önceki kısa süreli Rus işgali sırasında depo haline dönüştürülerek mabet vasfına aykırı şekilde kullanılmıştır. Yalnızca bu örnek dahi kimlerin tarihi eserlere ve mabetlere saygılı, kimlerin de hoyrat ve yıkıcı davrandığını göstermeye kâfidir. Bahçe duvarlarından tavanlarına kadar baştan sona yeniden restore ettiğimiz Ortahisar Ayasofya Camii’ni yine kadim ve kucaklayıcı medeniyet anlayışımızın sembollerinden biri olarak hizmete açıyoruz. Bu töreni de, yarım bin yıldır cami olarak hizmet veren bu eserin kılına bile dokunmayan ecdadın hoşgörü ve sevgi ikliminden nasibini alamamış olanlara ithaf ediyoruz.
Aziz Milletim,
Değerli Misafirler,
İstanbul’daki Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi’nin açılışı ülkemizde ve dünyada hakka ve hukuka saygılı olanlar ile zihni ve kalbi kararmış olanları ayıran bir turnusol kâğıdı işlevi görmüştür. Milletimizin Anadolu’daki bin yıllık varlığını kabul edemeyenler, Ayasofya bahanesiyle bir kez daha kinlerini kustular. Aynı şekilde milletimizin değerlerine ve kültürüne husumet duyanlar, yine Ayasofya üzerinden gerçek niyetlerini ortaya döktüler. Bu kesimlerin Sümela Manastırı ve Ortahisar Ayasofya Camii konusunda diyecekleri de bellidir. Bunlar için ne tarihin, ne kültürün bir kıymeti vardır. Türk milletine ve İslam dinine düşmanlıklarını açıkça dile getiremedikleri için bu tür konular üzerinden kendilerini konumlandırıyorlar. Hâlbuki böyle dolaylı yollara hiç gerek yok. Milletimiz de, tüm insanlık da kimin nerede durduğunu gayet iyi biliyoruz.
Biz bu hakikatleri Birleşmiş Milletler kürsüsünden dünyadaki 200’e yakın ülkenin temsilcilerinin gözlerinin içine baka baka zaten söyledik, söylüyoruz. Özellikle Batılı ülkelerin dünyanın kanı, gözyaşı, acısı, sömürüsü üzerine kurulu refah düzeninin sonunun geldiğini açıkça ifade ediyoruz. Bölgemizde ve dünyada yaşanan değişim sancılarını yeni ve kutlu bir doğumun habercisi olarak gördüğümüzü belirtiyoruz. Salgın dönemindeki gelişmelerin bu gerçeği inkârı ve dönüşü mümkün olmayan bir şekilde ortaya koyduğuna inanıyoruz. Karşımızdakilerden de, bu kadar açık, bu kadar berrak, bu kadar delikanlıca bir duruş bekliyoruz. Maalesef sürekli bel altı vurarak kazanım elde etmeye alışmış olanlar içeride ve dışarıda aynı sinsilikle yollarına devam ediyorlar. İnsanlarımıza iftira atarak, vatandaşlarımızı kışkırtarak, milletin değerlerine olan düşmanlıklarını gizlemeye çalışıyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar artık yolun sonu görünüyor. Mağdurların ve mazlumların feryadı arşı kaplamışken, artık kimse hakikaten üzerini sahte gülücükler ve içi boş kavramlarla kapatamaz.
Türkiye olarak medeniyetimizden ve tarihimizden aldığımız ilhamla hak, hakikat, adalet ve barış uğrunda verdiğimiz mücadeleyi sürekli daha ileriye taşımakta kararlıyız. Müdahil olduğumuz her meselede işte bu perspektifle hareket ediyoruz. Suriye’de nasıl mazlumların feryatlarına bigâne kalmadıysak, Libya’da da ülkenin meşru yönetiminin işbirliği çağrısını cevapsız bırakmadık. Azerbaycanlı kardeşlerimizin işgal altındaki topraklarını kurtarma ve vatanlarını savunma çabalarına da aynı anlayışla destek veriyoruz.
Kendileri bin yıl önceki, 500 yıl önceki hesapları bir türlü kapatamayıp bizden 100 yıl önceki haksızlıkları daha öteye taşıma çabalarına sessiz kalmamızı bekleyenlere verecek cevabımız elbette olacaktır. Her mücadele istenildiği gibi sonuçlanmayabilir, ama mücadele etmeyen zaten baştan teslim olmuştur, kaybetmiştir, zelil duruma düşmüştür. Mensubu olmaktan şeref duyduğumuz milletimiz ise, tarihinin hiçbir döneminde mücadeleden kaçmamıştır. Bugün de kendimiz ve dostlarımız için siyasi, ekonomik, askeri, diplomatik, hangi alanda ne tür bir mücadele gerekiyorsa onu vermekten en küçük bir tereddüdümüz olmaz, taviz de vermeyiz. Hep dediğimiz gibi, başaramayacaksınız, bu ülkeye diz çöktüremeyeceksiniz, bu milleti teslim alamayacaksınız. Şehit kanlarıyla yoğrulmuş bu vatanın tek karış toprağını bile karanlık emellerinizle kirletemeyeceksiniz. Çünkü artık karşınızda eski, zayıf ve ürkek ülke değil büyük ve güçlü Türkiye hedefi yolunda son ferdine kadar canı dahil tüm varlığını ortaya koyarak yürüyen bir devlet var.
Rabbim yar ve yardımcımız olsun diyorum. Bu duygularla restorasyonlarının açılışını yaptığımız Sümela Manastırı ve Ortahisar Ayasofya Camimizin hayırlı olmasını diliyorum.
Tabii burada bir şeyi daha hatırlatayım, özellikle bu sene 15 Ağustos’ta Ortodoks vatandaşlarımızın Sümela Manastırı’nda restorasyon döneminde ara verilen Meryem Ana Ayini’ni gerçekleştirebileceklerini de bu vesileyle duyurmak istiyorum.
Rabbim her şeyden önce yar ve yardımcımız olsun diyorum. Bu duygularla restorasyonların açılışını yaptığımız Sümela Manastırı ve Ortahisar Ayasofya Camiimizin hayırlı olmasını diliyorum.
Bu eserlerin ihyasında emeği geçenler tekrar tekrar tebrik ediyorum, sizlere de sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.