Kıymetli büyükelçilerimiz,
Saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler;
Hepinizi en kalbi duygularımla, saygıyla selamlıyorum.
11. Büyükelçiler Konferansı münasebetiyle sizleri Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde ağırlamaktan memnuniyet duyuyorum. Milletin evine, bu gazi mekana hoş geldiniz.
Yurt dışından toplantımızı teşrif eden misafirlerimize katkıları için özellikle teşekkür ediyorum. Kendilerini böylesine anlamlı ve önemli bir etkinlik vesilesiyle ülkemizde misafir etmek bizim için büyük bir bahtiyarlıktır.
Artık gelenekselleşen Büyükelçiler Konferansı Hariciye Teşkilatımızla beraber diğer kurumlarımız için de geniş bir istişare zemini sunuyor. Konferans vesilesiyle bir taraftan geçen yılın muhasebesini yaparken, diğer taraftan küresel gündemdeki meseleleri, ülkemizin dış politika önceliklerini değerlendirme imkanı elde ediyoruz. Nitekim bugüne kadar kıymetli misafirlerimizin de katkılarıyla pek çok önemli başlık üzerinde fikir jimnastiği yaptık.
Gerek Başbakanlığım, gerekse Cumhurbaşkanlığım döneminde sizlerle biraraya gelmeye ihtimam gösterdim.
Bu yılki Büyükelçiler Konferansımızın teması, sahada ve masada güçlü diplomasidir. Konferans başlığını Türk dış politikasının şu anki hassasiyetlerinin tespit ve tayini bakımından son derece isabetli buldum. Konferansa Ankara’yla beraber İstiklal Harbimizin başlangıcının 100. Yıldönümüne binaen Samsun da ev sahipliği yapıyor.
Toplantımızın ülkemiz, milletimiz, tüm dost ve kardeş ülke halkları için hayırlara vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyorum.
Dışişleri Bakanlığımızı, Sayın Bakanı ve ekibini her yıl düzenli olarak bu konferansı tertip ettikleri için bir kez daha tebrik ediyorum.
Değerli arkadaşlar;
Dünyamız teknolojik yenilikler yanında, diplomaside de büyük bir dönüşüm sürecinden geçiyor. 20-30 yıl öncesinin dinamikleriyle, eski dönemin kalıplarıyla günümüzü değerlendirmek artık mümkün değildir. Bireylerle, şirketlerle, toplumlarla beraber devletlerin de zamanın ruhunu iyi okuması, politikalarını da buna göre belirlemesi gerekiyor.
Yeni dönemin alametifarikası, hiç şüphesiz uluslararası sistemin çok merkezli bir yapıya doğru evrilmesidir. Bu değişim öngörülmezliği artırmakta, karar alıcılar bakımından yeni riskler beraberinde getirmektedir. Siyasi ve ekonomik kırılganlıkları dikkate aldığımızda, aslında sistemden ziyade sistemsizlikle karşı karşıya kaldığımızı söylemek durumundayız.
Düzensiz göç meselesinden teröre, İslam düşmanlığından Batılı toplumlarda yükselen kültürel ırkçılığa, yabancı ve mülteci karşıtlığına kadar birçok alanda yeni durumun emarelerine şahit oluyoruz.
Son günlerde uluslararası gündemi meşgul eden ticaret savaşlarını da işte bu sistemsizliğin bir parçası olarak görüyorum. Alışageldiğimiz kurallar kısa vadeli hesaplarla rafa kaldırılırken, ne yazık ki bunların yerine daha iyisi, daha kuşatıcısı, daha etkilisi konulamıyor. Küresel güvenlik ve istikrarı sağlamakla görevli müesseseler beklentileri artık karşılayamıyor. Uluslararası toplum geleceğini tehdit eden güvenlik ve terör gibi, açlık, istikrarsızlık, küresel ısınma gibi temel problemlere kalıcı çözümler üretme kabiliyetini giderek kaybediyor.
Bakınız, bugün bir yanda dijitalleşmeyi, yapay zekayı, ekonomik büyümeyi, obeziteyi konuşurken, diğer yanda 2 milyar insanın yoksulluk içinde yaşadığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz.
Amerikalı siyasetçiler obeziteyle mücadeleyi, gıda israfını tartışırken, Somalili, Haitili, Gineli siyasetçiler vatandaşlarının hayatına mal olan fakirliğe, yokluk ve çaresizliğe çözüm bulmuyor çalışıyor.
Dünyanın en zengin 60 kişisinin mal varlığını toplam nüfusun yaklaşık yarısına, yani 3,6 milyar insana denk ise, burada bir sorun var demektir. 1 milyara yakın insan çoğu gece aç olarak yatağa girerken, bir tarafta lüks, şatafat ve israf hakimse burada bir sorun var demektir.
Terör örgütlerine yönelik çifte standart azalmak yerine yaygınlaşıyorsa terör elebaşları, başkanlık saraylarında ağırlanıyorsa, Birleşmiş Milletler’de eli kanlı katilleri meşrulaştırmak özel bir çaba gerektiriyorsa burada arızalı bir durum var demektir.
Suriye’de, Myanmar’da, Libya’da, Yemen’de çocuklar ölmeye devam ediyorsa burada gerçekten bir sistem sorunu var demektir. İnsana sadece ve sadece insan olduğu için değer vermeyen bir anlayışın küresel güvenliği ve huzuru sağlaması söz konusu olamaz. İletişimin bu kadar yaygınlaştığı, mesafelerin anlamını yitirdiği, dünyanın küresel köye dönüştüğü böyle bir çağda açık söylüyorum, hiç kimse başkasından bana ne deme lüksüne sahip değildir.
Değerli büyükelçiler,
Vicdanı olmayanın ne ahlakı, ne kutsalı, ne de ekseni, rotası tutarlılığı olur. Bu vahim tablo karşısında hadiseleri vicdan penceresinden bakmamız, akılcı politikalar üretmemiz gerekiyor.
Türk diplomasisinin çerçevesini çizen girişimci ve insani dış politika perspektifi işte bu ihtiyacın ürünüdür. Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal’in ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ arzusu ancak girişimci, aktif, cesur bir dış politika vizyonuyla gerçeğe dönüştürülebilir.
Çünkü barış savaştan çok daha fazla bedel ister, çok daha sabır ister, emek, gayret, çaba ister. Barışı korumak uzun soluklu çetin bir mücadeleyi gerektirir. Biz kolayın değil, zorun tarafındayız. Biz tribünlerden seyreden değil, hadiselerin, meselelerin içinde yer alan, onları yöneten, yönlendiren aktörler olmalıyız.
Türkiye sadece kendi geleceği için değil, bölgesinin barış ve huzuru için de inisiyatif almak zorundadır.
Son dönem de Suriye’de yaşadıklarımız bize sahada olmayan, masada olunamayacağı gerçeğini bir kez daha göstermiştir. Gerektiğinde diyalogla, gerektiğinde yumuşak güç unsurlarıyla, gerektiğinde zorlayıcı diplomasi araçlarıyla, gerektiğinde de fiili güç kullanarak milli menfaatlerimizi mutlaka savunacağız.
Hariciye teşkilatımız ve siz kıymetli büyükelçilerimiz dış politikamızın hayata geçirilmesinde en kritik rollerden birini oynuyorsunuz. Bugün hamdolsun 243 dış temsilcilikle dünyanın en büyük 5 diplomatik ve konsolosluk ağından birine sahibiz.
TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Türkiye Maarif Vakfı, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ve Kızılay gibi kurumlarımız sizlerin sahadaki en büyük destekçilerinizdir. Ülkemizin etrafı ateş çemberiyle kuşatılmışken, asırlarca sari diplomasi geleneğimiz dış politikamıza kılavuzluk etmeyi sürdürecektir.
Hepiniz güvenlik politikalarının ehemmiyetini yakinen biliyorsunuz. 60 yılı aşkın NATO üyeliğimizi, Avrupa Atlantik Savunmasının temel taşı ve güvenlik politikamızın ana sütünü olarak görüyoruz. Özellikle NATO’ya bakışımızın esasını güvenliğin bölünmezliği, ittifak dayanışması, adil risk ve külfet paylaşımı teşkil ediyor. NATO müttefikimiz ve stratejik ortağımız Amerika Birleşik Devletlerinden de bu çerçevede gerçek bir müttefike yaraşır adımlar atmasını bekliyoruz.
Biz bu kurumlarla ilişkilerimizde bugüne kadar samimi bir çaba harcadık, üzerimize düşeni fazlasıyla yaptık, angajman ve diyalogda ısrarcı olduk. Bununla birlikte Türkiye müttefikleriyle veya müttefikleri olmadan milli bekasına yönelik her türlü tehdidi bertaraf etme hakkına sahiptir.
Suriye’nin kuzeyindeki terör bataklığını kurutmak ülkemizin en öncelikli meselesidir. Güney sırımızda adeta kanser hücresi gibi büyüyen, müttefiklerimizin ağır silahlarıyla büyütülen bu yapı ortadan kalkmadıkça Türkiye kendini emniyette hissedemez. Şayet bugün gerekeni yapmazsak Allah korusun yarın bunu daha ağır bedeller ödeyerek yapmak zorunda kalırız.
Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatlarıyla başlattığımız süreci inşallah çok yakında farklı bir aşamaya geçireceğiz. Böylece Suriyeli kardeşlerimizin huzur, esenlik, güven içinde yaşayacağı bir barış koridorunu kurmuş olacağız. Atacağımız bu adımla hem ülkemizi hem de Avrupa’yı Suriye kaynaklı düzensiz göç baskısından kurtarmayı hedefliyoruz. Böylece 8 yıldır vatan hasreti çeken Suriyeli muhacirlerin ülkelerine geri dönüşlerini de hızlandırmayı amaçlıyoruz.
Değerli arkadaşlar,
Burada tekraren şu hususun altını çizmekte fayda görüyorum: Türkiye’nin güvenliği, NATO’nun ve tüm bölgemizin güvenliği demektir.
S-400’lerin NATO’ya ve F-35’lere zarar vereceğine dair hiçbir somut veri yoktur, kimse kimseyi aldatmasın. Nitekim daha önce NATO ve Avrupa Birliği üyesi birçok ülke Rusya’dan benzer hava savunma sistemleri satın almışlardır, sesleri çıkmadı. Bu ülkeler için sorun olmayan bir konunun Türkiye için kriz haline dönüştürülmesini biz iyi niyetli görmüyoruz. Hele hele S-400’ler üzerinden Türkiye’nin Batı’yla olan ilişkilerinin sorgulanması kesinlikle yanlıştır.
S-400’ler meselesinde Türkiye güvenliğiyle ilgili stratejik değil, tamamen ticari bir tercihte bulunmuştur. Ülkemizi bu tercihe zorlayan da müttefiklerinin uzlaşmaz tavrıdır.
Biz baştan beri bu meselenin suhuletle çözüme kavuşturulması için ortak komite dahil her türlü gayreti sergiledik. Ancak çabalarımızın ya yokuşa sürüldüğünü ya da bürokratik ayak oyunlarıyla çıkmaza itildiğini gördük.
Amerika Başkanı Sayın Trump’ın G-20 Osaka Zirvesinde Türkiye’ye adil davranılmadığına dair yaptığı açıklama bu gerçeğin en üst düzeyde teyididir. Sayın Trump’ın bu doğru yaklaşımını sürdürerek S-400 konusunun Türk-Amerikan ilişkilerini esir almasına müsaade etmeyeceğine inanıyorum.
Amerika’dan gerek FETÖ elebaşlarının ülkemize iadesi, gerek PKK, YPG terör örgütünün silahlandırılmasına son verilmesi konularında da net adımlar bekliyoruz.
Bu vesileyle, Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefimizi koruduğumuzu ifade etmek istiyorum. Avrupa Birliği küresel bir aktör olmak istiyorsa, öncelikle Türkiye’yi kazanmalıdır. Türkiye’nin üyeliği birkaç ülkenin ihtiraslarına kurban edilmemelidir. Biz her şeye rağmen yarım asırlık tam üyelik mücadelemizi pozitif gündemle sürdürmeye çalışıyoruz.
Vize serbestisindeki kalan son 6 kriteri de süratle çözerek vatandaşlarımızın hak ettiği kolaylığı sağlamak istiyoruz.
Yargı reformu stratejimiz bu bağlamda çok önemli bir adım olacaktır. Yeni yasama döneminin başlamasıyla Meclisimizin yargı paketindeki reformlarla ilgili gerekli çalışmayı yapacağına inanıyorum.
Avrupa Birliği’nin de Gümrük Birliği güncellemesi müzakerelerine başlanmasını ve fasıllardaki siyasi engelleri kaldırmasını bekliyoruz.
Suriyeli sığınmacılarla ilgili ülkemize verilen sözlerin yerine getirilmesine de büyük önem veriyoruz. Şu an itibarıyla verilmiş sözler yerine getirilmemiştir.
Kıymetli büyükelçiler;
Rusya ile hem Suriye’de, hem de ticaretten enerjiye ve turizmden savunmaya kadar çok geniş bir yelpazede yakın iş birliği içerisindeyiz.
Rus doğal gazını ülkemiz üzerinden Avrupa’ya taşıyacak TürkAkım Projesinde artık sona geldik, yılsonu itibarıyla bitirmiş olacağız.
Akkuyu Nükleer Güç Santralinin inşası da planlandığı şekilde ilerliyor.
İran’ın da katılımıyla yürüttüğümüz Astana sürecinde Suriye’de kalıcı çözüm yolunda önemli mesafe kat ettik. Soçi mutabakatıyla İdlib’de büyük bir insani trajedinin önüne geçtik. Anayasa komitesi kurulması çalışmaları tamamlanmak üzeredir, inşallah yakında bu konuda güzel haberler alacağımıza inanıyorum.
Komşumuz Irak’ın barış, huzur ve güvenliğine de özel önem veriyoruz. Irak halkının en sıkıntılı dönemlerinde yanlarında yer alarak kara gün dostu olduğumuzu ispat ettik. Irak’ın toprak bütünlüğüne ve istikrarına verdiğimiz önemi sadece sözde değil, eylemlerimizle de açıkça ortaya koyduk.
Türkmen kardeşlerimizin sıkıntılarını her seviyede gündeme getiriyoruz. Buradan Irak Türkmenlerine selamlarımı iletiyor, Türkiye olarak daima yanlarında olduğumuzu ve olacağımızı bilmelerini istiyorum.
Musul ve Basra’daki Başkonsolosluklarımızı yakında yeniden açacağız. Kerkük ve Necef’te de başkonsolosluk açma talebimizi Irak makamlarına ilettik.
Erbil Başkonsolosluğumuzda görevli arkadaşımız Osman Köse’yi kalleş bir saldırıda şehit verdik; Allah’tan rahmet diliyorum, sevenlerine, mesai arkadaşlarına sabırlar diliyorum.
İstihbarat birimlerimizin çalışmaları, Irak Merkezi Yönetimi ve Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin desteğiyle şehidimizin kanını yerde bırakmadık. Terör eyleminin tüm faillerini ya yakaladık ya da başarılı bir operasyonla etkisiz hale getirdik. PKK denen çıbanbaşını Irak topraklarından kopartıp atmakta kararlıyız. Kuzey Irak’ta yürütülen Pençe Harekatı hedeflerimize uygun şekilde başarıyla ilerliyor. Irak ve İran yönetimleriyle de terörle mücadele noktasında hemfikiriz.
İran’a yönelik azami baskı politikası Türkiye’nin ve bölge ülkelerin ekonomilerine zarar veriyor. Tek taraflı yaptırımların sivil halkı cezalandırmanın dışında bugüne kadar hiçbir etkisi olmamıştır. İran’da da yaptırımların işe yaramayacağına, sorunların ancak diyalogla çözüme ulaşacağına inanıyoruz.
Filistin meselesi bölgemizin kanayan yarası olmaya devam ediyor, üstelik bu mesele tek taraflı tasarruflarla daha da körüklenmektedir. Bölgede kalıcı barışın teminatı olan iki devleti çözüm vizyonu son dönemde benzeri görülmemiş şekilde tehdit altındadır.
İsrail’in hukuk tanımayan işgal, zulüm ve yıkım politikasının yanı sıra, bazı dış aktörlerin müdahaleleri de barış umutlarını baltalıyor. 1967 sınırları temelinde Başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin kurulması ve tanınması artık bir tercih değil, mecburiyettir. Filistinlilerin vazgeçilmez haklarını göz ardı edecek hiçbir plan uluslararası kamuoyu nezdinde kabul görmeyecektir.
Türkiye olarak Filistin meselesinde sonuna kadar adalet ve hakkaniyeti savunmaya devam edeceğiz. İlk kıblemiz, gözbebeğimiz Kudüs’ü işgalcilerin insafına asla terk etmeyeceğiz.
Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın güvenliği için Doğu Akdeniz’in istikrarı da önemlidir. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de istikrar ancak Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hak ve çıkarlarının gözetilmesiyle mümkündür. Bu bölgede sondaj adı altında yürütülen gasp ve sabotaj girişimlerine kayıtsız kalamayız, hem ülkemizin, hem de Kıbrıslı Türklerin meşru haklarını sonuna kadar koruyacağız.
Türk dünyası ile bağlarımızı yeniden tahkim ediyoruz. Türk Konseyi’nin 10. Yıldönümünü Ekim ayında Azerbaycan’da kutlayacağız.
Afrika’yla ilişkilerimizde yakaladığımız ivme güçlenerek devam ediyor. 2020 yılında ülkemizde düzenlenecek Üçüncü Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesiyle önümüzdeki yılların yol haritasını belirleyeceğiz.
Latin Amerika ve Karayipler Eylem Planındaki hedeflerimizi adım adım gerçekleştiriyoruz.
Güneydoğu Asya ve Pasifik Bölgesinin politikamızdaki, özellikle dış politikamızdaki önemi ve ağırlığı günden güne artıyor. Asya Bölgesinde, bölgeye yönelik Yeniden Asya adıyla bir açılım politikasını hayata geçirmeyi planlıyoruz.
Benzer şekilde son günlerde Keşmir’de yaşanan kaygı verici hadiseleri yakından takip ediyoruz. Dün Pakistan Başbakanı Sayın İmran Han’la verimli bir telefon görüşmesi gerçekleştirdim. Hindistan Başbakanı Sayın Modi’yle de görüşerek gerilimin azaltılması için çaba harcayacağız.
Balkanlar’da istikrarı, refahı ve Avrupa Atlantik kurumlarıyla bütünleşme sürecini de kararlılıkla desteklemeye devam edeceğiz.
Bu yıl içinde Yeni Zelenda ve Sri Lanka’da yaşanan saldırılar, terör ve radikalizmin ulaştığı noktayı açıkça gözler önüne serdi. Aynı şekilde dün ve önceki gün Amerika Birleşik Devletleri’nde meydana gelen menfur eylemler ırkçı terörün kanlı yüzünü tüm dünyaya gösterdi. Teröristi rengine, ideolojisine, etnik kimliğine göre ayırma yanlışından artık vazgeçilmelidir.
Ne 2011 yılında 77 insanın hayatına mal olan Breivik katliamı, ne de 52 kardeşimizi şehit verdiğimiz Christchurch vahşeti Neonazi tehdidinin anlaşılmasını sağlamıştır maalesef. DEAŞ’la nasıl mücadele ediliyorsa, PYD, YPG, FETÖ veya Neonazi terör yapılarıyla aynı şekilde mücadele edilmelidir.
Bakınız, biz Solingen’de ve NSU cinayetlerinde vatandaşlarını ırkçı cinayetlere kurban vermiş bir ülkeyiz, böyle bir milletiz. Bugün 6 milyonu aşkın insanımız yurt dışında yaşıyor, hemen her gün Avrupa’daki vatandaşlarımıza ait iş yerlerine, mescitlerine, evlerine yönelik saldırı haberleri alıyoruz. Yurt dışındaki insanlarımızın hak ve hukukunu savunmak bizim ve devletimizin temsilcisi olan sizlerin en önemli görevidir. Irkçı saldırıların engellemesi ve faillerin bulunması noktasında gereken her türlü çabayı göstermeliyiz. NSU cinayetlerinde bütünüyle olduğu gibi birilerinin bu tür ırkçı eylemleri dönerci cinayetleri tarzı yaftalarla önemsiz hale getirmesine fırsat veremeyiz.
Türk toplumunu dil, din ve kültürümüzden uzaklaşmadan eşit vatandaşlar olarak bulundukları ülkelerin siyasi, sosyal ve ekonomik hayatına katılmaları, asimile olmadan entegre olmaları çok önemlidir.
Sizlerden görev bölgelerinizdeki Türk diasporasına kol kanat germenizi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşları olduklarını her bir kardeşimize hissettirmenizi istiyorum. Müslüman azınlıklarla, soydaşlarımızla, ülkemize muhabbet besleyen tüm kesimlerle irtibatınızı güçlendirmeniz gerekiyor.
Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin mahkeme salonunda 25 dakika bütün hakimlerin önünde kıvranarak ölmesine seyirci olan bir dünya, bizim dünyamız olamaz. Onu da bir kenara koyalım, eşini defin hadisesine gitmesine müsaade etmeyenler insanlıktan nasibini almamıştır. Sadece avukatı ve iki evladıyla beraber bir defin hadisesi ve düşünün ki vasiyeti olan köyüme beni defnedin, buna bile müsaade etmeyenler gelmişler devlet mezarlığına defnetmişlerdir; bunlar insanlıktan nasibini almamış olanlardır.
İşte aynı şekilde İstanbul Başkonsolosluğunda gazeteci Cemal Kaşıkçı davasında da adaletin tecellisi için biz sizlerin de çalışmasını bekliyoruz.
Bu iki mesele uluslararası toplum açısından bir turnusol kağıdıdır. Mursi’nin şahadetindeki sır perdesi kalkmadan, Kaşıkçı cinayetinin tüm sorumluları adalete hesap vermeden mahşeri vicdan rahatlamayacaktır. Biz bu meselelerde hasım üretme, husumet üretme peşinde değiliz. Biz ilkeli duruyoruz, net bir duruş sergiliyoruz, sadece haktan, sadece haklıdan ve adaletten yana tavır alıyoruz. Siz değerli büyükelçilerimizden bu değerlerden beslenen bir vizyon ve perspektifle hareket etmenizi bekliyorum.
Önümüzdeki yıllarda ülkemizi dünya siyaset ve ekonomi çerçevelerinin en önemli buluşma, konuşma, tartışma, fikir üretme merkezi haline getirmek için çeşitli adımlar atacağız. Bu süreçte sizlerin gayretleri elbette belirleyici olacaktır.
Son 17 senede diplomatlarımızın özverili çalışmaları ülkemizin önünde yepyeni ufuklar açtı, Türk dış politikası güç kazandı, itibar kazandı, daha evvel varlık göstermediği bölgelere açılım sağladı.
Yine bizlerin, sizlerin, iş adamlarımızın ortak çabalarıyla ihracatımız Cumhuriyet tarihimizin en yüksek miktarlarına ulaştı. İnşallah yakaladığımız bu ivmeyi artırarak devam ettireceğiz.
Türkiye’yi hayalleri ve hedefleriyle mutlaka buluşturacağız.
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, 11. Büyükelçiler Konferansının ülkemiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Devletimizin ve Cumhurbaşkanlığı’nın yurt dışındaki temsilcileri olarak mesleki tecrübeleriniz, yetkinliğiniz, özveriniz ve görev bilincinizle hem sahada, hem de masada her engeli aşacağınıza inanıyorum.
Görev yaptığınız ülkelere ve halklara bizim ve milletimizin samimi dostluk, kardeşlik mesajlarını iletmenizi sizlerden rica ediyorum.
Sizlere başarılar diliyorum, Rabbim yar ve yardımcımız olun, kalın sağlıcakla.