Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Direktörü Sayın Guy Ryder,
Çalışma Hayatımızın Değerleri Tarafları,
Kıymetli Misafirler,
Hanımefendiler,
Beyefendiler,
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Yurt dışından gelen misafirlerimize hoş geldiniz diyorum. Çalışma Meclisi’nin 12. Toplantısının ülkemiz, milletimiz ve özellikle de çalışanlarımız için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanımız ile ekibini “Daha parlak bir gelecek için çalışmak” gündemiyle gerçekleştirdikleri bu toplantı için tebrik ediyorum.
Bu toplantıların 1947 yılından beri devam ediyor olmasını, doğrusu önemli görüyorum. Aynı şekilde Uluslararası Çalışma Örgütünün de bu yıl 100. kuruluş yılına ulaşması takdire şayandır. Bağlı olduğu Birleşmiş Milletler’den daha eski bir kuruluş olan Uluslararası Çalışma Örgütü, dünyanın her yerinde istihdamla ve istihdam şartlarıyla ilgili farkındalık oluşturma, standartlar belirleme ve bunların uygulanması konusunda dikkate değer faaliyetler yürütüyor. Ülkemizde de özellikle çocuk işçiliği, kadın istihdamı, genç istihdamı, kayıt dışı istihdamla mücadele, iş sağlığı ve güvenliği gibi konulara eğilen Uluslararası Çalışma Örgütü’ne çalışma hayatımıza yaptığı katkıları için teşekkür ediyorum.
Toplantı gündemimiz olan “Daha parlak bir gelecek için çalışmak” başlığı, esasen Uluslararası Çalışma Örgütünün vizyonunu yansıtıyor. Bugün dünya endüstri 4.0 gibi, toplum 5.0 gibi, yaşam 3.0, 4. devrim, birey 4.0 gibi konuları tartışıyor. Bu başlıkların hepsi de üretim biçimlerinde ve dolayısıyla çalışma hayatında çok köklü değişikliklerin bizi beklediğini gösteriyor. İnsan gücünün yerini makine ve yazılım gibi unsurların aldığı bir dünyada istihdam konusunu yeniden tasarlamak gerekiyor. Dünya nüfusunun hızla arttığı, eğitimin yaygınlaştığı, hayat standartlarının yükseldiği bir süreçte istihdam meselesi giderek daha karmaşık bir hal alıyor.
Adaletsizlik her alanda olduğu gibi çalışma hayatında da en büyük sorundur. Biz dünya beşten büyüktür derken, güvenlik kaygıları yanında yerküredeki insanların hayatının her alanını kuşatan bir adaletsizliğe işaret ediyoruz. Bir büyük şairimiz; “Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa” diyor. İnsanlığın durumu da tam olarak böyle. Bir yanda tüketimin akıl almaz boyutlara ulaştığı Amerika ve Avrupa kıtaları, öte yanda açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan ölen çocukların bulunduğu Afrika ve Asya kıtaları. Buralarda yaşayan insanların da kendi içlerinde çok büyük uçurumlar var. Sadece eşitsizlik denilerek geçiştirilemeyecek kadar vahim bir tabloyla karşı karşıyayız. Dünya böyle bir çarpıklığı uzun süre taşıyamaz. İstihdam konusu bu çarpıklığın en göze çarpan ve çözüm için ilk başlanması gereken noktasıdır. Birilerine gel bakalım sen devasa bir fabrikatörsün, işte yanına 50 tane daha işçi alıver, yani 5 bin, 10 bin çalıştırmak nedir, onun yanında işte 50 tane daha fazla eleman al dediğimiz zaman rahatsız olanlar var. Bu bir gerçeği işaret ediyor. Demek ki burada eşitsizliği farklı alanlara taşırken işe buradan başlamak lazım. Onun için de teknoloji bir yandan geleneksel üretim biçimlerinin tehdit ederken, diğer yandan yeni faaliyet alanları oluşturarak istihdama katkıda bulunabilecek bir potansiyele de sahiptir. Devletlerin ve işletmelerin zenginliğinin topluma yansımasının yollarını ne kadar genişletebilir ve çeşitlendirebilirsek, geleceğimize o derece güvenle bakabiliriz. İşveren olmazsa iş olmaz, iş olmazsa çalışan olmaz. Bireyler çalışamayınca da aşa, ekmeğe, temel ihtiyaçlara ulaşabilmeleri mümkün olmaz. Bu gerçek, işverenlerin ve çalışanların birlikte hareket etmelerini kaçınılmaz hale getiriyor.
Çalışma Meclisi Toplantımızın bu konuda daha verimli ve etkin işbirliği zeminlerinin oluşmasına vesile teşkil etmesini diliyorum.
Değerli arkadaşlar,
Biz insanı yaşat ki devlet yaşasın, anlayışını tüm çalışmalarında kendine rehber edinmiş bir siyasi hareketin mensuplarıyız. İnsanı merkeze almayan, önce insan demeyen, hiçbir yaklaşımın başarı şansı olmadığına inanıyoruz. Bu hareket tarzı en çok da çalışma hayatı için önemlidir. Büyümek önemlidir, ama insana faydası varsa anlamlıdır. Gelişmek, kalkınmak önemlidir, ama insan hayatına katkıda bulunduğu oranda kıymetlidir. Zenginlik önemlidir, ama tüm insanlara yansıyorsa değerlidir. Bizim medeniyetimiz istifçiliği, yani sadece biriktirmek için kazanmayı yasaklıyor. Medeniyetimizin bize tavsiyesi kazancı sürekli üretime, istihdama faydaya dönüştürmektir.
Bugün dünyada finans sektörünün üretimin önüne geçmesi düşündürücüdür, kaygı vericidir. Paranın değeri izafidir, yani ona atfettiğimiz önem kadardır. Halbuki üretim ve onunla birlikte gelen istihdam hem gerçektir hem de çok yönlü faydaya sahiptir.
Türkiye olarak üretim merkezli bir büyüme stratejisi belirlememizin sebebi işte budur. Elbette üretimin asıl katma değerinin fiziki imalattan zihni tasarıma doğru kaydığını görüyoruz, biliyoruz. Buna rağmen reel üretimin gücünün asla azalmayacağı bir gerçektir. Fiziki ve zihni üretimin birlikte yürümesi halinde çok daha büyük bir güce dönüşeceğine inanıyoruz. Bunun için ne klasik sanayi üretimini, ne yüksek teknoloji, ne tarımı ne inşaatı ne de hizmetler sektörünü ihmal etmiyoruz. Her alanda da ayrı yarı en ön sıralarda yer almak için çaba gösteriyoruz.
İhracatımızı 36 milyar dolar seviyesinden, 170 milyar dolar sınırına getirmiş olmamız üretim gücümüzün ne derece arttığını gösteriyor. Milli teknoloji hamlesiyle ülkemize savunma sanayinden yazılıma kadar her alanda çağ atlatıyoruz.
En büyüklere baktığımızda dünyanın her beş önemli inşaat firmasından birinin ülkemizden çıktığını görüyoruz. Tarımsal üretimde Avrupa’da ilk sırada, dünyada 7. sıradayız. Devam eden sulama yatırımlarımızı devreye aldıkça tarımdaki yerimiz daha da güçlenecek. Bütün bunlar aynı zamanda iş demek, istihdam demek, gelirin paylaşılması demek, zenginliğin artması demektir. Türkiye son 17 yılda istihdamda yaklaşık 9 milyonluk bir artış sağladıysa işte bu sayededir. Kadınların, gençlerin ve engellilerin iş gücüne katılımında son 17 yılda daha önce hiç olmadığı kadar büyük oranlarda gelişme sağlandı. Küresel ekonomide en sert fırtınaların estiği dönemlerde dahi biz dimdik ayakta durmayı başardık. Bugün de maruz kaldığımız tüm ekonomik saldırılara rağmen hedeflerimize doğru yürümeye devam ediyoruz. Üretim büyüme ve istihdam odaklı bir ekonomi programıyla ülkemizi dünyanın en büyük 10 devletinden biri haline getirmekte kararlıyız. Bunu çalışma hayatımızın tüm taraflarıyla birlikte başaracağız. Adil ve hakkaniyetli bir çalışma hayatının inşasını da yine birlikte yapacağız. Elbette rızkı veren Allah’tır, ama buna vesile olanları da asla unutmayacağız, işverenlerimizi ihmal etmeyeceğiz, girişimcilerimizi desteklemeyi sürdüreceğiz. Emeğin, alın terinin, bereketin, gayretin huzurun yerini hiçbir şeyin tutamayacağı bilinciyle çalışanlarımızın yanında yer almaya devam edeceğiz.
Değerli Arkadaşlar,
Her vesileyle tekrarladığım gibi, Türkiye 82 milyon vatandaşıyla bir bütündür. İster işveren olalım, ister çalışan, ister kendi hesabına çalışan olalım, ister evinde oturan, hepimiz de bu büyük çatının altında yaşamaya devam edeceğiz. Ülkemizin gücü, her birimizin gücüdür. Ülkemizin zenginliği, her birimizin zenginliğidir. Ülkemizin itibarı, her birimizin itibarıdır. Fert-fert verdiğimiz emeklerin toplamı, ülkemizin büyüklüğünün ifadesidir. Aynı şekilde fert-fert yaptığımız yanlışların toplamı da ülkemizin işini zorlaştırır. Her kim şu veya bu sebeple ülkesinin aleyhine sonuçlar doğuracak bir işe kalkışırsa, bilmelidir ki 82 milyonun her birine zarar vermiştir. Yine her kim bilgisiyle, kabiliyetiyle, sermayesiyle, çabasıyla ülkeye bir katkıda bulunursa, bilmelidir ki 82 milyonun her birine fayda sağlamıştır. Siyaset de yapsak, ticaret de yapsak, çalışan da olsak meseleye böyle bakmak zorundayız. Bunun için aramızdaki farklılıkları asla husumete dönüştürmemeliyiz. Rekabet, daha iyiye ve güzele ulaşmak için yapılırsa iyidir, ama iş karşı tarafı yok etmeye dönerse felakettir.
Şahsım olarak İETT’de işçilikten işletmeciliğe ve ticarete, sivil toplum faaliyetinden siyasete kadar hayatın çok farklı alanlarında dayanışmayı da, rekabeti de, tecrübe etme imkanı buldum. Bir başka deyişle, yeri geldi işçi oldum, yeri geldi işveren oldum. Neticede, masanın neresinde olursam olayım adaleti, vicdanı, hakkı, hakkaniyeti gözetmeden başarılı olunamayacağını gördüm; buna ekonomi literatüründe sürdürülebilirlik deniyor. Başarılı olmak, yaptığınız işi sürdürülebilir kılmak istiyorsanız, bu değerlerden asla şaşmayacaksınız, çalışma hayatımızın taraflarına da bu tavsiyelerde bulunuyorum.
Toplumu yaptığı işlere göre sınıflara bölmek, bunların çatışmalarından sonuçlar çıkarmak, oradan ideolojik kuramlara sıçramak gibi hususların bizim dünyamızda, bizim medeniyetimizde, bizim kültürümüzde yeri yoktur. Eğer bir fabrikada patronla işçiler aynı iftar sofrasında buluşuyor, camide aynı safta namaza duruyor, mezarlıkta aynı sırada yatıyorlarsa ahlaken orada sınıf ayrımı olmaz, olamaz.
Paranın çokluğu-azlığı başka bir meseledir, bunun içinde kabiliyet vardır, gayret vardır, tevafuk vardır, hepsinden önemlisi nasip vardır. Asıl mesele, hayatı paraya göre tasnif etmemektir. Asıl mesele, her ne iş yapıyorsan onun en iyisini yapabilme iradesine sahip olmaktır. Asıl mesele, helalinden kazanarak kendinin ve ailenin geçimini sağlamaktır.
İnşallah şu mübarek günler vesilesiyle Rabbim ülkemize ve milletimize her alanda olduğu gibi, çalışma hayatında da bolluk, bereket, esenlik, huzur verir.
Bu duygularla bir kez daha 12. Çalışma Meclisi Toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, kalın sağlıcakla.