Sağlık Çalışanları İle İftar Programında Yaptıkları Konuşma

23.05.2019

Değerli Kardeşlerim,

Saygıdeğer Misafirler,

Hanımefendiler,

Beyefendiler,

Sizleri en kalbi duygularımla, hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine, bu gazi mekâna hoş geldiniz.

Bugün burada sağlık teşkilatımızın hemen her kademesinde görev yapan arkadaşlarımızla biraradayız. İftar soframızı yöneticilerimiz, hekimlerimiz, hemşirelerimiz, sağlık memurlarımız, teknisyenlerimiz ve teknikerlerimizle paylaşıyoruz. Davetimize icabet ettiğiniz için her birinize teşekkür ediyorum.

Sizlerin nezdinde tüm sağlık çalışanlarımızın Ramazan-ı Şerifini gönülden tebrik ediyorum.  Bu salondan yurt içinde ve yurt dışında görev yapan sağlık personelimize de selamlarımı gönderiyorum.

Vazife esnasında şehit düşenler başta olmak üzere dar-ül bekaya uğurladığımız tüm arkadaşlarımıza Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum. Bu güzel Ramazan akşamında, bu bereketli iftar sofrasında bizleri böylesine mümtaz bir toplulukla biraraya getiren Sayın Bakanımıza ve ekibine şahsım, milletim adına şükranlarımı sunuyorum.

Ramazan-ı Şerifin milletimiz, ülkemiz, dost ve kardeşlerimiz başta olmak üzere tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyorum.

Bu mübarek günlerde yoksullarla, mazlumlarla, gariplerle dayanışmasını artıran ihtiyaç sahiplerine el uzatan, kimsesizlerin kimsesi, mazlumların hamisi olan milletimizin tüm fertlerine teşekkürlerimi iletiyorum.

Şükürler olsun ki muazzam bir ruh ve gönül zenginliğine sahip necip bir milletin evlatlarıyız, mensuplarıyız. Hamdolsun ki Ramazan ayının manevi ikliminde yardımlaşmasını artıran, ekmeğini muhtaçlarla paylaşan alicenap bir milletin evlatlarıyız. Türkiye’nin tüm şehirleri, tüm ilçe ve beldeleri, tüm mahalle ve köyleri Ramazan’la beraber tıpkı bugün burada olduğu gibi dayanışma, yardımlaşma ve kucaklaşma iklimini teneffüs ediyor. Ülkemizin dört bir yanında kurulan Ramazan sofralarıyla yüreklerimiz bütünleşiyor. Paylaşılan her bir lokma ile vicdanlarımız arınıyor. Ramazan’ın gelişiyle beraber milletimizin birliği, kardeşliği de güçleniyor. Rabbim uhuvvetimizi, muhabbetimizi bu salonda vücut bulan şu birlik ve beraberliğimizi daim eylesin.

Kıymetli Kardeşlerim,

Ramazan, oruç ayıdır, sabırla nefsimizi terbiye ettiğimiz kutlu bir aydır. Ramazan’a ruh veren oruç ibadeti ise, insanın kendi iç muhasebesini, murakabesini yapabilmesidir. Oruç, kişinin kendini yoksulların, muhtaçların, mazlumların yerine koyarak onların içinde bulundukları durumu hissedebilmesidir. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki oruç, sadece açlık değildir, susuzluk değildir. Oruç, insanın kendisini, hayatını sorgulaması, bu fani dünyadaki varlık gayesini nereden gelip nereye gittiğini etraflıca tefekkür edebilmesidir. Zira kendi nefsini terbiye edemeyenler dünyaya istikamet veremezler. Kendi evini, kendi bahçesini, kendi sokağını, semtini, şehrini ihmal edenler, dünya için söz söyleyemezler. Bunun için kendimize çok sayıda soru sormamız, bu sorulara da tatmin edici cevaplar bulmamız gereken bir Ramazan’ı idrak ediyoruz. Bilhassa yakın coğrafyamızda yaşanan hadiseleri bize İslam âlemi olarak çok ciddi bir muhasebe yapmamız gerektiğini söylüyor. O kadar acı manzaralarla karşılaşıyoruz ki bir Müslüman olarak inanın tarif etmekte, anlamlandırmakta zorlanıyoruz. Zaman zaman öyle hadiselere şahit oluyoruz ki hayata ve geleceğe dair umutlarımız yerini karamsarlığa bırakıyor. Bir sapkın çıkıp üzerine sardığı bombalarla bir ibadethaneyi içerisindeki masumlarla beraber havaya uçurabiliyor. Bir başkası o ülkede yaşayan milyonlarca Müslümanı töhmet altında bırakma pahasına kilisede dua eden insanları vahşice öldürebiliyor. İslam adına hareket ettiğini zanneden zavallılar, semalarından ezanların asırlardır eksilmediği İslam beldelerini işledikleri cinayetlerle kan ve gözyaşına boğabiliyor. Komşumuz Suriye’de olduğu gibi diktatörler sırf iktidarlarını korumak adına hiçbir kural, ahlak tanımadan kendi ülkelerini devasa bir enkaz yığınına çevirebiliyorlar. Gönül coğrafyamızın dört bir yanına baktığımızda, maalesef barışa, sükunete, huzura aç bir İslam dünyası görüyoruz. Yüzyıllardır esenlik yurdu olarak nam salmış ilim irfan merkezlerimiz bugün iç çatışmalarla, varil bombalarıyla, daha kundaktaki çocuklarını kara toprağa veren annelerin feryatlarıyla anılıyor; işte Şam, işte Bağdat, işte Arakan, hepsi böyle.

Hiç şüphesiz bu kötü tablonun failleri bellidir. Bir damla petrolü bir damla kandan daha değerli gören karanlık zihniyetin elbette coğrafyamızda yaşanan tüm dramlarda rolü, payı vardır. Menfaatlerine kul köle olan tufeylilerin gerilimi körükledikleri böl-parçala-yönet politikasıyla bölgemizi sömürdükleri bir hakikattir. Elbette Batı başkentlerinin şatafatlı görüntüsünün altında yüz milyonlarca Afrikalı ve Asyalının alın teri, gözyaşı olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Ancak yüreklerimizi dağlayan, Ramazan sevincimize gölge düşüren bu sahnenin müsebbibi sadece işgalciler, sadece emperyalist güçler değildir. Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da hüküm süren dramların tek sorumlusu çıkarlarının peşinde koşanlar da değildir. Açıkça söylemek gerekirse, İslam aleminin iç karartıcı durumunun vebali öncelikle bize aittir, Müslümanlara aittir. İmsakla birlikte oruç ibadetine başlayanlar, günde beş kez aynı kıbleye yönelenler, aynı Yaratıcıya, aynı mukaddes kitaba inananlar şayet kalkıp birbirlerine silah doğrultabiliyorsa, birbirlerini hunharca katledebiliyorsa burada yanlış giden başka şeyler var demektir. Kendi muhasebemizi, kendi iç sorgulamamızı yapmadan başkalarından insaflı olmalarını bekleyemeyiz. 1400 yıllık kardeşliğimize önce biz sahip çıkmazsak, kardeşlik hukukunu önce biz yüceltmezsek, unutmayalım ki bunu başkaları bizim adımıza yapmayacaktır. Biz problemlerimizin üzerine cesaretle gitmezsek hiç kimse bizim için elini taşın altına koymayacaktır. Ramazan işte bunun için önemlidir, işte bunun için anlamlıdır. Ramazan, hatalarımızı görmemiz, yanlışlarımızı düzeltmemiz için, yaralarımızı iyileştirmemiz, kardeşliğimizi yeniden perçinlememiz için çok büyük bir imkandır.

Kıymetli Dostlarım,

Türkiye bugünlere geçmiş hatalarından ders çıkartarak gelmiştir. Ülkemiz sınana sınana, önüne çıkartılan engelleri aşa aşa, akrebin kıskacında yoğrula yoğrula bugünlere gelmiştir. 2002 yılında ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlendiğimizde milletimize daha müreffeh, daha huzurlu, her alanda daha kalkınmış bir Türkiye sözü verdik. Hamdolsun son 17 yılda da vaatlerimizi büyük ölçüde gerçekleştirme bahtiyarlığına kavuştuk. Türkiye’yi sadece altyapı yatırımlarında değil, turizmden ticarete, diplomasiden demokrasiye pek çok alanda Cumhuriyet tarihinin en büyük reformlarıyla tanıştırdık. Bilhassa ana önceliğimiz olarak belirlediğimiz eğitim, sağlık, adalet ve güvenlik alanlarında ülkemizi gerçekten farklı bir seviyeye getirdik. Cumhuriyet tarihinde görülmeyen atılımları sağlıkta biz gerçekleştirdik, her alanda. Şu anda 81 vilayetin sadece vilayet merkezlerinde değil ilçelerine varıncaya kadar hastanelerimiz buralarda görev veriyor, görev yapıyor; ambülanslarımızla, her şeyimizle. Gece yarılarında sıra numarası kuyruklarına girilen, şifa için gelenlerin hasta olarak evlerine geri döndüğü, farklı meslek grupları için farklı hastanelerin olduğunu eski Türkiye manzarasına biz son verdik. Hastaların rehin tutulduğu, ölülerin rehin tutulduğu o günlerden bugünlere geldik. İnsanların cenazelerini almak için dahi senet imzalamak zorunda kaldığı bir ülkeyi, dünyanın en kapsayıcı ve etkin sağlık hizmetlerinin sunulduğu bir ülke konumuna getirdik. Ülkemizdeki her bir vatandaşımızın yaşadığı yere, gelirine, statüsüne bakılmaksızın en iyi sağlık hizmetlerini alabileceği bir yapı kurduk. Bununla kalmadık, yurt dışından insanların teşhis ve tedavi için ülkemize geldikleri bir sağlık altyapısı oluşturduk.

Son 17 yılda ülkemizdeki mevcut hastanelerin büyük bölümünü de yeniden yaparak, hastane sayımızı 1536’ya çıkardık. Hastanelerimizin yatak sayısını iki kat artırarak 238 bine çıkardık. MR cihazı sayısını 58’den 892’ye, tomografi cihazı sayısını 323’ten 1216’ya, diyaliz makinesi sayısını 4900’den 17330’a yükselterek teşhis ve tedavi imkanlarını genişlettik. Ambülans sayımızı bugün tamamı da yeni olmak üzere 618’den 5148’e ulaştırdık. Ambülans ambülans, nereden nereye. Gerede’den Ankara’ya doğru gidiyoruz, kış mevsimi, arabamız kaymaya başladı, karşıdan Urfa Cesur geliyor ve döndük döndük Urfa Cesur’un altına girdik. Ve bizi oradan kaptılar doğru Düzce’ye götürdüler. Düzce’de hastane bize hemen sorgu-sual; sigortalı mısın, emekli misin? Biz zaten o anda komadayız, baygın durumdayız. Benim bir şey duyduğum yok, arkadaşlarım öyle, beş kişiyiz. Bir arkadaşımızın durumu fena değil. Görmüyor musun hallerini dedi ya, neyi soruyorsun, müdahaleni yapsana ve orada müdahale yapılmadı. Ne yaptılar bizi biliyor musun? Ambülansa değil bir karavan tipi minibüsün içine dört arkadaşımızı yatırdılar, şu anda milletvekilimiz, geçen dönemde Gençlik ve Spor Bakanı olan Osman Beyin eline verdiler o anda serumları ve bir tane de oraya işte serumları takmak için malum ne diyorsunuz bilmiyorum ve ona serumlar takıldı ve oradan biz Bolu’ya devam ettik. Ve Bolu’da yine soruyorlar; sigortalı mı-emekli mi? En sonunda neyse, sigortalı dedik, kendimize geldik biraz ve Bolu Sigorta Hastanesi’ne gittik. Tabii kaburgalar-maburgalar falan filan hep kırılmış, suratlarımız kan revan içinde, o halde oraya gittik. Ve orada işte bir hafta falan tedavi vesaire, hamdolsun düzeldik. Ama şimdi böyle bir şey yok, şimdi ne var? Soramazsın, kapına hasta geldiği anda içeri alacaksın, ilk müdahaleni yapacaksın; böyle mi, şu anda yaptığımız bu mu? Bakın nereden nereye geldik, çünkü ben damdan düştüm. Damdan düştüğüm için, Nasrettin Hoca ne diyor? Bana doktor değil damdan düşeni getirin diyor. Şimdi biz de diyoruz ki; biz damdan düştük, onun için ilk iş nereden başladık? Eğitimden ve sağlıktan başladık. Dört temel kolon dedik; bir eğitim, iki sağlık, adalet, emniyet. İşte şimdi sağlığa bu kadar önem vermemizin sebebi bu. Şu anda dikkat edin, Avrupa buraya gelmeye başladı, İskandinav ülkeleri hastalarını buraya gönderiyor. Hele hele şehir hastaneleriyle beraber Türkiye bir devrim yaşıyor. Ve bunları 30 büyük şehrimizde de tamamen şehir hastanelerimizi yapacağız. Evde sağlık hizmetleri ile Türkiye’yi 1 milyon 337 bin vatandaşımızın ayağına sağlık hizmeti götüren bir ülke haline getirdik, dünyada var mı bunun başka benzeri? Yok, bunu sadece biz yaptık.

Sağlık personelimizin sayısını da 378 binden 1 milyon 11 bine ulaştırarak, sağlık hizmetlerimizin insan kaynağını da güçlendirdik. Ama yetmez dedik, şimdi ne yapıyoruz? Tıp fakültelerinin de sayısını artırmak suretiyle doktorlarımızın gelişini de artıralım. Bakanıma da söyledim, dedim bak hemşire noktasında sağlık meslek liselerine galiba sıcak bakılmıyor, sağlık meslek liselerinden mezun olanları da biz Sağlık Bakanlığımızın kapsamında değerlendirelim. Çünkü hasta başına düşen hemşire sayısını ne yapacağız? Artıracağız. Dolayısıyla hemşire noktasında bir zafiyete asla düşmeyeceğiz. Ve her hasta başına hemşiremizin geldiğini görecek, o özgüven getirecek kendine.

Ve ben bugün burada bir müjdeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Şimdi Bakanım da güldüğüne göre anladı meseleyi demek ki, herhalde hazırlığı da vardır. Bu yıl içerisinde 29.689 yeni sağlık çalışanını kamuda istihdam etmek için süreci başlattık, yani yaklaşık 30 bin. İnşallah ilk etapta 12 bin sağlık personelinin alımını gerçekleştireceğiz, şimdiden hayırlı olsun.

Bugün cihazlardan yoğun bakım servislerine, acil sağlık hizmetlerinden nitelikli yatak sayısına kadar adeta kendisiyle yarışan, kendisiyle rekabet eden bir sağlık sistemimiz bulunuyor. Özellikle temel sağlık ihtiyaçlarına erişimde Hakkari’deki vatandaşımız ile Ankara’daki insanımız aynı standartta hizmet alıyor. Şimdi bu hizmet kalitesini bir üst lige taşıyoruz. Adım adım hizmete açtığımız şehir hastaneleri ile Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin çıtasını çok daha yükseğe çıkarıyoruz. Bugüne kadar Yozgat, Mersin, Isparta, Adana, Kayseri, Elazığ, Eskişehir, Manisa ve Ankara Bilkent şehir hastanelerimizi hamdolsun milletimizin hizmetine sunduk. Böylece dünyanın en modern tesisleri arasında gösterilen toplamda 12 bin yatak kapasiteli 9 şehir hastanemizi ülkemize kazandırmış olduk. Halihazırda 11 şehir hastanemizin yapımı devam ediyor. İnşallah Ankara Etlik ve Bursa şehir hastanelerini de yıl bitmeden devreye almış olacağız. 2023 yılına kadar toplam 44.400 yatak kapasiteli şehir hastanesini vatandaşlarımızın istifadesine açmayı hedefliyoruz.

Bunun yanında sağlık turizminde de ülkemizi bölgesel bir çekim merkezi haline dönüştürmeye çalışıyoruz. Yıllık 550 bin yabancı hasta rakamına şu anda ulaşmış durumdayız, bu çok önemli bir rakam, 550 bin. Bu sayı her geçen gün daha da artıyor, ama bir de güven var, yani Türk doktoruna, buradaki hizmete Batılı güveniyor. Çünkü bizim hemşirelerimiz, doktorlarımız hastasına karşı çok müşfik, yani öyle gururlu-kibirli falan değil. Çok müşfik olduğu için tabii Batıdan Helga da buraya geliyor, George de buraya geliyor. Çünkü hasta ne ister? Şefkat ister, burada o var. Doktorlarımızın kalitesi, o da ortada. Onun için burası bir sağlık havzası haline inşallah geliyor.

Ülkemiz bütçesinde adeta bir kara deliğe dönüşen ilaç ve tıbbi cihaz meselesinde de yerli üretimi –az önce Bakanım da söyledi- teşvik ediyoruz. Hastalarımızı mağdur etmeden, kaliteden asla ödün vermeden yerli ilaç ve tıbbi cihaz sanayimizi inşallah güçlendireceğiz. Türkiye’yi sadece kendi ihtiyaçlarını karşılayan değil aynı zamanda dost ve kardeş ülkelerin ilaç ve tıbbi cihaz taleplerine cevap veren bir ülke konumuna getireceğiz.

Kardeşlerim,

Atalarımız ne demişler? Alet işler, el övünür. Şüphesiz yeni hastaneler inşa etmek, sağlık kuruluşlarımızı en modern, en yeni teçhizatla donatmak önemlidir. Ancak bunların hiçbiri işini sahiplenen, mesleğini ve hakkını vererek fedakarca yapan bir sağlık personelinin yerini dolduramaz. Vatandaşlarımızın memnuniyeti ancak sizlerin emeğine, sizlerin çabasına bağlıdır.

Sağlık çalışanlarımız insan hayatına doğrudan dokunan, Rabbimizin şafi esmasına her an şahitlik eden müstesna bir mesleği icra etmektedir. Hekimlerimiz başta olmak üzere sizlerin işlerinizi iyi yaptığınızda aldığınız duaların hiçbir maddi karşılığı olamaz. Dolayısıyla şifa bulmalarına vesile olduğunuz insanlar yanında kendi ahiretiniz açısından da bereketli bir görev yapıyorsunuz. Rabbim her birinizden ayrı ayrı razı olsun diyorum.

Son 17 yılda elde ettiğimiz başarımızın asıl mimarı olarak gördüğüm siz sağlık çalışanlarımıza şahsım, milletim adına şükranlarımı sunuyorum.

Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sizlerin görevlerinizi huzuru kalple yapabilmeniz için elimizden gelen gayreti göstereceğimizi ifade etmek istiyorum.

Ülkemizin dört bir yanından bu akşam bizim Külliyemizin bu çok amaçlı salonuna teşrif buyurdunuz. Bu iftar sofrasını bizimle paylaştınız, bu mutluluğu bizimle paylaştınız. Bu sofra her zaman kurulan sofraya benzemez, bu Ramazan sofrası. Biliyorsunuz muhabbetten Muhammed oldu hasıl, Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl? Ramazan sofrası.

Sağlık çalışanlarımıza yönelik şiddetin engellenmesi başta olmak üzere sizlerin hakkını koruyacak adımları atmayı da İçişleri Bakanlığımız, Adalet Bakanlığımızla beraber kararlı bir şekilde sürdürüyoruz. Bu düşüncelerle sözlerime son verirken bir kez daha soframızı teşrifleriniz için her birinize şükranlarımı sunuyorum, her birinize hizmetleriniz, emekleriniz, sabrınız ve özveriniz için teşekkür ediyor. Mevla’dan muvaffakiyetler diliyorum. Ramazan Bayramınızı şimdiden tebrik ediyorum. Kalın sağlıcakla.