Yasama ve Yargı Organlarımızın Kıymetli Temsilcileri,
Adalet Teşkilatımızın Değerli Mensupları,
Değerli Hâkim ve Savcılar,
Değerli Misafirler;
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum.
Bugün kura çekerek görevlerine başlayacak olan 1446 adli yargı hâkimi ve Cumhuriyet savcısını şimdiden tebrik ediyorum. Halen ülkemizde 19 bin 349 hâkim ve savcı görev yapıyor. Adalet Teşkilatımızın gücüne güç katacak sizlerin vazife üstlenmenizle birlikte bu rakam 20 bin 795’e çıkıyor. Kurayla atandıkları yerlerde görev yapacak olan her bir arkadaşıma meslek hayatlarında başarılar diliyorum.
Adliye binalarımızın dışında ve mahkeme salonlarımızdaki kürsünün arkasında malum, ‘Adalet mülkün temelidir’ sözünün tüm hayatınız boyunca rehberiniz olmasını temenni ediyorum. Devlet adalet üzerinde yükselir, gelişir, güçlenir, büyür. Adaletin olmadığı bir devlet tıpkı temelsiz bir bina gibi eninde sonunda yıkılıp gitmeye mahkumdur. İlk insandan beri devam eden adalet arayışı kıyamete kadar da sürecektir. İnsanlık tarihinin tüm önemli dönüm noktalarının gerisinde öyle veya böyle, adalet arayışından kaynaklanan kıyamlar, mücadeleler, başkaldırılar vardır. Bugün de dünyada en çok ihtiyaç duyulan, en çok beklenen adalettir. Adaleti tesis için ihtiyaç duyulan siyasi, ekonomik, sosyal taleplerdir.
Biliyorsunuz bizim uluslararası tüm platformlarda dile getirdiğimiz dünya 5’ten büyüktür çağrımız var. Aslında bu bir adalet arayışının tezahürüdür, gereğidir. Çünkü şu anda dünya 5’ten ne yazık ki büyük olmadığını iddia eden ve dünyayı bir ülkenin iki dudağı arasına mahkum eden bir anlayış, bir yapı, adil bir yapı olamaz. Birleşmiş Milletlerde; 196 ülkenin içinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 5 daimi, 15 geçici üyeyle adeta dünyaya güya adalet dağıtıyorlar, yok böyle bir şey, orada adalette zaten yok. Şu anda Arakan’da adalet mi var? Şu anda Libya’da adalet mi var? Şu anda Filistin’de adalet mi var? Şu anda Kudüs’te adalet mi var? Adalet dağıttığını söyleyenler sadece insanlığa nasihat çekiyorlar ve insanlığı aldatıyorlar. Bu çağrıyı, yaşanan nice zulümlerin sebebi olan uluslararası sistemdeki adaletsizliğe karşı dünyadaki tüm mazlumların sesi olarak dile getiriyoruz.
Aynı şekilde bölgemizdeki katliamlardan, çatışmalardan, saldırılardan kaçan milyonlarca insana kucak açmamızın gerisinde de adalete, merhamete, bizi insan yapan tüm değerlere olan saygımız, bağlılığımız vardır. Devlet ve millet tarihimiz baştan sona kadar bu asil duruşun tezahürleriyle örülmüştür. Bize her vesileyle adaleti, adaletli olmayı, adaletle davranmayı emreden Allah’ın ipine sıkı sıkıya sarıldığımız dönemler hep altın çağlarımız olmuştur. Buna karşılık adalet konusundaki hassasiyetimizi kaybettiğimiz dönemlerde felaketler ardı ardına gelmiştir, kapımıza dayanmıştır. İşte bu anlayışla son 17 yıldır fiziki imkanlarından insan kaynağına, mevzuatından infazına kadar her alanda adalet teşkilatımızı geliştirmeye, güçlendirmeye çalıştık, onun için de biliyorsunuz adalet saraylarını kurduk. Bundan önce merdiven altı adalet dağıtılıyordu, bunların hepsini kaldırdık adalet sarayıyla oraya adalet aramaya gelen dedik ki, huzur bulsun. Daha içeri girerken evet buradan adalet çıkar bunu yakalasın.
Açık konuşmak gerekirse bazen bu konuda çok ciddi zorluklar yaşadığımız da oldu. Adalet teşkilatımız bir dönem vesayet güçlerinin, bir dönem FETÖ ihanet çetesinin, hatta avukatlar boyutunda baktığımızda diğer bazı terör örgütlerinin ağır saldırılarına maruz kaldı. Yargı kurumlarımızı hakiki manada millet adına karar veren ve devleti için çalışan bir yapı haline getirmek için gerçekten çok büyük mücadeleler verdik. Zihinlerini ve kalplerini sapkın inançlara, ideolojilere, çıkarlara kiralamış olanların adalet dağıtması mümkün değil. Bu meslek sadece hakka, hakkaniyete, hukuka adanmışlığa izin verir. Adalet yolundan sapanların akıbeti yine hukuk içinde hesap vermektir.
Biz olmazsak bu sistem çöker edasıyla milletimizin ve devletimizin başına musallat olanlar, karşılarında her biri birer adalet savaşçısı olan hakim ve savcılarımızı bulmuşlardır. Nitekim kendilerine demokrasimize ve milli iradeye yönelik saldırıları meşrulaştırma, hatta bizzat yönlendirip yönetme misyonu biçenler, bu kutlu çatı altından birer birer temizlendi. Bu işi yapan da yine yargı kurumlarımızdır, temizleyenler de yine yargı kurumlarımızdır. Türkiye’nin hukuk devleti niteliği başka bir yola ve yönteme izin vermez. Bugün göreve başlayan siz kıymetli hâkim ve savcı kardeşlerimin hukuktan, hakkaniyetten, adaletten taviz vermeden çalışacaklarına inanıyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Hâkimin ve savcının en büyük murakıbı kendi vicdanıdır. Kanunlar ne kadar dikkatli ve ayrıntılı yazılırsa yazılsın, sonuçta bunun uygulamadaki karşılığını ortaya koyacak olan sizlersiniz. Bana göre öncelikli olan kanun değil, öncelikli olan hukuktur; burası çok önemli. Kanun yazılır, geçer kağıt üzerinde kalır. Ama hukuk o değil, hukuk, hak ve halk arasındaki o bütünlüğün ta kendisidir.
Millete karşı sorumluluğunu ve vicdanını önde tutan bir hakim ve savcı, vasat bir kanunu en ideal şekilde uygulayabilir. Buna karşılık kendine başka ölçüler edinen bir hâkim ve savcı en iyi, en detaylı kanunu bile vicdanları kanatacak kararların aracı haline getirebilir. Bir doktor işini kötü yaptığında sadece kendi hastaları bundan olumsuz etkilenir. Bir mühendis işini kötü yaptığında sadece yürüttüğü projede sorun çıkar. Bir işletmeci işi kötü yaptığında sadece kendi işini batırır. Ama bir hâkim ve savcı işini kötü yaptığında, toplum, özellikle toplumun genel vicdanında öyle bir yara açılır ki bunun telafisi gerçekten hem çok zordur, hem çok çok uzun zaman alır.
Adalet öyle bir kavram ki, kimi durumda zulümle arasındaki fark bir soğan kabuğu kadar ince hale gelir. Mevlana Hazretleri bu konuda bize çok çarpıcı misaller veriyor, bunu zaman zaman burada hukukla ilgili bazı uluslararası toplantılarda filan hep dile getirmişimdir. Şöyle diyor Mevlana Hazretleri: Adalet nedir? Bir şeyi yerli yerine koymaktır. Adaletsizlik nedir? Bir şeyi layık olmadığı yere koymaktır. Adalet nedir? Ağaçlara su vermektir. Adaletsizlik nedir? Dikene su vermektir. Adalet bir nimeti yerine koymaktır, her su emen kökü sulamak değildir.
Şimdi sizlere Mevlana Hazretlerinin bir başka daha çarpıcı tanımını da nakletmek istiyorum. Mevlana Hazretleri zalimi, üzerine düşenleri görevli ve yükümlü olduğu işleri yapmayan kişi olarak tarif ediyor. Bu anlayışa göre, Allah devleti, iktidarı, gücü, halk bunalıp da göklere el açmasın, şikayetçi olmasın diye vermiştir. Ülkelerdeki yasalar semaya bir tek “Ya Rabbi” çığlığı yükselmesin diye tesis edilmiştir. İhsan ve adalet bayrağı yükseldiğinde, dünyada tek bir yoksul, tek bir mazlum kalmaz. Adaletin kadim tartışmalarda hep denize ve dağa benzetilmesi, onun dışarıdan etki edilemezliğini ifade etmek içindir. Bu bakımdan, yel dağı yerinden kıpırdatabilir mi? Hangi fırtına denizi yerinden söküp götürebilir, mümkün mü?
Bütün bunları anlatmaktan gayem, siz hakim ve savcılarımızın görevlerinin bir yönüyle ne kadar önemli ve ağır, bir yönüyle de ne kadar ulvi ve hassas olduğunu ifade etmek içindir. Bu öyle bir vazife ki, en küçük bir ihmali, en küçük bir boş vermişliği, en küçük bir rehaveti kaldırmaz. Önünüze gelen dosyalardan, bilgilerden bir tekini bile gözden kaçırmanız, dikkatli incelemeyip yanlış değerlendirmeniz, Allah göstermesin, gerçekten vahim sonuçlara yol açabilir. Her birinizin görev yerlerinizde bu anlayışla unvanlarınızın, kürsülerinizin hakkını ben vereceğinize inanıyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Ülkemizin siyaset pratiği zaman zaman en basit nezaket sınırlarını dahi zorlayan hal alabiliyor. Yüksek Seçim Kurulunun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin yenilenmesi kararının ardından bazı siyasetçilerin yine bu şekilde sınırları zorladığını görüyoruz.
Dün yine bir siyasi partinin genel başkanı Meclisteki grup toplantısında yargı mensuplarımızla ilgili ahlak, edep, insaf, hepsinden önemlisi insanlık dışı sözler sarf etti. Ya bu kişiler hiç anayasayı da şöyle gözden geçirmediler mi? Anayasanın 138. maddesi çok açık ve net, bırakın bazı ilişkiler kurmayı, “ima dahi edemezsiniz” diyor yargı mensuplarına; ima ima. Bunlar öyle ileri gittiler ki, affınıza sığınıyorum, bir küfretmedikleri kaldı, her türlü hakareti yaptılar. Eleştirini yapabilirsin, ayrı bir konu, zaman zaman ben de eleştiri yapıyorum, ama hakaret edemezsin, küfredemezsin, buna hakkın yok, buna yetkin yok. Hukuk ve hukukçuları sadece kendi işlerine gelen kararlar verildiğinde yücelten, aksi durumda ise yerden yere vuran bu zihniyeti ben huzurlarınızda şiddetle kınıyorum, bunlar kabul edilemez. Hukukun verdiği kararlar söylüyorum, eleştirilemez mi? Elbette eleştirilir. Ama bu eleştiri içerik eleştirisi olur. Nitekim biz de geçmişte pek çok mahkeme kararını eleştirdik. Benim partim anayasa değiştirebilecek neredeyse güce sahip olduğu dönemde bile kapatılmakla karşı karşıya kaldı. Böyle bir dönemde partimin kapatılmasını savunanlar gene siyasetçiler. “Ankara’da yargıçlar var” diye meydanlara dökülüyordu. Tabi neticede partimiz kapatılmadı ve bugünlere geldi, ama hiçbir zaman bu hakaretleri yapmadık. Kararları değil de hakimlerin şahıslarını hedef alarak, hatta onları çete yaftası vurup hedef göstererek, hele hele hakaret ederek yapılan eleştirinin adı densizliktir, had bilmezliktir, hatta ahlaksızlıktır. 40 yıldır siyasetin içinde olan birisi olarak bu tür kişileri politikanın yüz karaları olarak değerlendiriyorum. Siyaseti ülkeye ve millete hizmet aracı değil de marjinal çevrelere yaranma, ideolojik saplantılarını hayata geçirme, kuru gürültüyle üste çıkma vasıtası olarak görenlere en güzel dersi yine yargımızın vereceğine inanıyorum. Yargı mensuplarımızdan bu tür densizliklere gözlerini, kulaklarını ve kalplerini kapalı tutmalarını da rica ediyorum. Ama yine yargı içerisinde de haklarını aramalarının gereğini de hatırlatmak istiyorum, çünkü bu ülke yolgeçen hanı değil. Bunun da aranması lazım. Sizlere bu hakaretleri yapanların da bir gün adalete ihtiyacı olacaktır ve önlerine de bu gelecektir. İşte o zaman yapılan densizlikler sizin adaletle hükmetmenize engel olmasın. Korkular veya korkutma gayretleri size asla korkutmasın.
Şunu bilelim ki: bir Selim Kardeşimiz şehit olur, ama arkasından da binlerce Selim Kiraz kardeşlerimiz gelir, buna böyle inanıyorum. Allah rahmet etsin. O, kararlarını adil verdiği için şehit oldu. Yoksa onlara yaranma gayreti içerisinde olan bir yargıç olsaydı herhalde başına bunlar gelmezdi. Ama bunlar bizi ne yapmayacak? Yolumuzdan hiçbir zaman yıldırmayacak. Türkiye geçmişte adamına göre, meşrebine göre adalet uygulayan çetelerden çok çekti. Ülkemizin bir daha o kötü günlere dönmesine izin vermeyeceğiz. Ama şunu da bileceğiz ki; şeriatın kestiği parmak acımaz sözündeki adalete mutlak teslimiyeti muhafaza etmenin yolu işimizi hakkıyla yapmaktan geçiyor. Şeriata, yani hukuka olan bağlılığı ne derece güçlü tutarsak geleceğimize o derece güvenle bakabiliriz. Hiçbir yargı kurumu ve mensubu herhangi bir partinin, siyasetçinin, şahsın çıkarına göre karar vermekle mükellef değildir. Buna şahsım da dâhildir. Sizlerin tek görevi, demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye’de adaletin işlemesini temin etmektir. Bu doğrultuda yürüteceğiniz mücadelede Türkiye Cumhurbaşkanı olarak daima yanınızda olacağımı bilmenizi istiyorum.
Tabii bu duygularla bir kez daha 22. Dönem Adli Yargı Hâkimi ve Cumhuriyet Savcısı olarak göreve başlayacak her bir arkadaşıma başarılar diliyorum. Bu vesileyle Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ediyorum.
22. Dönem Adli Yargı Hâkimi ve adayı olarak birinci Seha Demirel kızımızı bu özet, kısa, veciz konuşması sebebiyle de ayrıca tebrik ediyorum kutluyorum.
Sizlere sevgilerimi saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.