39. Geleneksel Birlik Vakfı İftar Programında Yaptıkları Konuşma

11.05.2019

Vakfımızın Kıymetli Mensupları,

Aziz Kardeşlerim,

Sizleri selamların en güzeliyle, hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. Birlik Vakfımızın 39. Geleneksel İftar Programı’nda sizlerle beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.

Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ebedi azaptan kurtuluş olan mübarek Ramazan-ı Şerifin böyle anlamlı bir iftar sofrasında sizlerle birlikte olmak gerçekten bizler için ayrı bir memnuniyet vesilesi.

Birlik Vakfına, Sayın Başkan ve ekibine, Mütevelli Heyetine, Vakfın tüm mensuplarına sofralarını bizimle paylaştıkları için en kalbi şükranlarımı sunuyorum.

Ramazan-ı Şerifinizi gönülden tebrik ediyorum. Rabbim hepimize bu mübarek ayın rahmetinden, bereketinden ve feyzinden istifade etmeyi nasip eylesin diyorum.

Bu vesileyle bir kez daha Birlik Vakfımızın kurucularına, Vakfımızın bugünlere erişmesinde emeği, katkısı olan herkese teşekkür ediyorum.

Darı bekaya uğurladığımız büyüklerimize ve kardeşlerimize Yüce Mevla’dan rahmet diliyorum.

Rabbim bizlere Birlik Vakfı gibi bir hayır çeşmesinin kurucularından olmayı lütfetti. 1985 yılında Allah rızasını gözeterek toprağa diktiğimiz fidan, hamdolsun aradan geçen 34 yılda dalları ülkemizin dört bir köşesine uzanan ulu bir çınara dönüştü.

Bugün Birlik Vakfımız ülkemizin kültür hayatına yaptığı eşsiz katkıların yanı sıra, gençlerimize yönelik eğitim-öğretim faaliyetleriyle de ciddi bir boşluğu dolduruyor. Ayrıca, Vakfımız bünyesinde farklı meslek dalları için kurulan komisyonlar kendi alanlarında birbirinden kıymetli çalışmalara imza atıyor. Tüm bunların yanında, Birlik Vakfı son dönemde ülkemizde milli iradeyi ve demokrasiyi hedef alan tüm saldırılar karşısında gerçekten takdire şayan bir duruş sergiliyor.

Milletimizin hak ve adalet mücadelesine destek veren tüm kardeşlerime buradan teşekkürü bir borç biliyorum.

Her birinize mazlum ve mağdurların umudu olan bu ülkeye, büyük ve güçlü Türkiye davasına sahip çıktığınız için şükranlarımı sunuyorum.

İnşallah 34 yıldır olduğu gibi, ödümüzdeki dönemde de kardeşliğimize leke sürdürmeyeceğiz. Birliğimizi bozmaya çalışanlara inat, kutlu davamızın etrafında saflarımızı sıklaştırarak mücadeleye devam edeceğiz. İnşallah omuzlarımızı birbirine kenetleyecek, gözümüzü bir an olsun menzilimizden ayırmayacağız. Ülke ve Vakıf olarak hedeflerimize ulaşana kadar bize durmak, dinlenmek ve rehavet yasak. Bilakis tempoyu biraz daha artırmalı, adımları daha hızlı atmalıyız.

Vakıf faaliyetlerinde istikbalimizi emanet edeceğimiz genç kuşaklara yönelik eğitim ve kültür faaliyetlerine daha çok ağırlık vermemiz gerekiyor. Gerek Gezi olaylarında şahit olduğumuz manzaralar, gerekse 15 Temmuz gecesi yaşadığımız büyük ihanet, Birlik Vakfı’nın omuzlarındaki yükün ne kadar ağır olduğunu hepimize göstermiştir. Tabiat boşluk kabul etmez.

Değerli Kardeşlerim,

Her iki hadise gördüğümüz gibi, şayet biz sahip çıkmazsak, gençlerimizin vatan, millet ve memleket düşmanı habis ellerin oyuncağı haline gelmesi sadece an meselesidir. Eğer biz evlatlarımızın kalplerini ve zihinlerini iyilikle, hasenatla, ezan, bayrak şuuruyla doldurmazsak, terör örgütleri zehirli ideolojilerini oraya zerk edeceklerdir. Biz genç nesillere kadim değerlerimizi aşılmazsak, sevdirmez, yaşatmazsak, sokaklar, televizyon, tablet ve telefon onları popüler kültürün hadim kodlarıyla yetiştirecektir.

Çok açık ve net söylüyorum, FETÖ, PKK ve DEAŞ gibi katil sürülerine kaptırdığımız her gencimizin vebali bizlerin, bizim gönüllü teşekküllerimizin üzerindedir. Bakınız, bu millet hala yüreğinde 1970’lerde sağ-sol kavgasına kurban verdiği körpe fidanların sızısını taşıyor. Bu millet hala bölücü örgütün zorla dağa kaçırıp, birer ölüm makinesi dönüştürdüğü evlatları için gözyaşı döküyor. Bu millet FETÖ’nün sapkın ideolojisinin 40 yılda mankurtlaştırdığı gençlerinin travmasını yaşıyor. Hiçbirimizin milletimize bir daha benzer acılar, benzer dramlar yaşatma hakkı yoktur. Merhum Akif’in o veciz ifadesiyle; “Tarih ders almayanlar için tekerrür eder.” Tarihin tekerrür etmesini istemiyorsak yapmamız gereken, daha sıkı, daha kuşatıcı, daha vizyoner bir anlayışla çalışmalarımızı sürdürmektedir. Öğrenci burslarından konferanslara, kurslardan yarışmalara kadar Vakfımızın gençlerimize yönelik her faaliyetini bu yönde atılmış kıymetli bir adım olarak görüyorum.

Rabbim sizlerden, Birlik Vakfına maddi, manevi destek veren bu çatı altında fisebilillah faaliyet gösteren tüm kardeşlerimizden razı olsun.

Sevgili Dostlar,

Milletçe de az önce de ifade ettiğim gibi başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ebedi azaptan kurtuluş olan 11 ayın sultanı mübarek Ramazan-ı Şerifi manasına ve ruhuna uygun bir şekilde idrak etmeye çalışıyoruz.

Ramazan, hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekin ilahi emrine ram olarak iç muhasebemizi yaptığımız bir aydır. Ramazan, soframızı komşularımıza, muhtaçlara, hısım ve akrabalarımıza açtığımız bir dayanışma ayıdır. Hepsinden önemlisi, biz müminler için Ramazan, oruçla sabrı öğrendiğimiz, ibadetle kalplerimizi arındırdığımız, tefekkürle kul olmanın şuuruna vardığımız mübarek kutlu bir aydır.

Ancak, hemen her Ramazan’da olduğu gibi bu mübarek günlerde de İslam ve insanlık düşmanları Ramazan sevincimize gölge düşürmek, Ramazan soframıza zehir katmak için ellerinden geleni yapıyor. İsrail yönetim abluka ve ambargoyla açık hava hapishanesine çevirdiği Gazze’ye yine bomba yağdırıyor. Suriye’nin eli kanlı rejimi İdlib’de yaşayan sivilleri, hastane ve okulları bu Ramazan gününde varil bombalarıyla vurmakta hiçbir beis görmüyor. Yemen’deki yüzbinlerce çocuk kirli bir savaşın kurbanı olarak açlık ve kıtlığın pençesinde kıvranıyor. Libya’da sırf petrol kuyularının kontrolü için bir kiralık katilin azgınlıklarına göz yumuluyor. Arakan’dan Somali’ye, Afganistan’dan Irak’a kadar gönül coğrafyamızın dört bir yanından maalesef bu Ramazan da yine dumanlar, yine feryatlar yükseliyor.

Zalimlerin hep Ramazan ayında biraz daha pervasızlaştıklarına şahit oluyoruz. Özellikle İsrail yönetimi uluslararası toplumun sessizliğinden aldığı cesaretle, işi medya kuruluşları ve insani yardım teşkilatlarının merkezlerini bombalamaya kadar vardırmışlar ve bizim Anadolu Ajansımızı bombalamışlardır. Çünkü onların bütün o kirli yaptıklarının dünyaya duyurulmaması gerekiyor, duyuran kim varsa onlar için düşmandır. Böylece Gazze’de işledikleri cinayetlerin Gazze halkına yönelik soykırım politikalarının kamuoyu tarafından bilinmesine engel olabileceklerini düşünüyorlar. Yardım kuruluşlarını hedef alarak Gazze halkını açlık ve yoklukla terbiye edebileceklerine inanıyorlar. Ancak, İsrail’in karartma, yıldırtma, sindirme politikalarına rağmen, Anadolu Ajansımız şartları zorlayarak çalışmalarına devam ediyor. Onlar istemese de insani yardım kuruluşlarımız her türlü riski göze alarak ihtiyaç sahiplerinin yaralarını sarmayı sürdürüyor.

Biz bunları yaparken, bakıyorsunuz basın özgürlüğü konusunda ülkemizi eleştiri yağmuruna tutan kuruluşların tek bir tepki sesi dahi yükselmiyor ne yurt içinde yurt içinde, ne uluslararası camiada. Mesele Türkiye olunca hemen ortalığı ayağa kaldıranlar, Gazze’deki saldırının üzerinden bir hafta geçmesine rağmen halen 3 maymunu oynuyor. Bakın özgürlüğü kılıfı altında terör örgütü üyelerine bile sahip çıkanlar, kameralar önünde gerçekleştirilen bu saldırıyı görmezden, duymazdan geliyor. Bunun adı sadece çiftçe standart değil, aynı zamanda zulme ortak olmaktır. Mağduru, kimliğine, inancına, ülkesi ve milletine göre ayırmak ne insani, ne de ahlaki bir tavırdır.

Kardeşlerim;

Açıkça söylemek gerekirse, bu tavırla biz ilk kez karşılaşmıyoruz, terörden darbeye kadar ülkemizle ilgili hemen her konuda benzer bir çifte standarda şahit oluyoruz. Dünyaya demokrasi dersi verenler, Türkiye’de 251 insanımızın şehit edildiği kanlı darbe girişimi karşısında darbecileri himaye edebiliyor. İnsanlar haklarından bahsedenler, Suriye’de onbinlerce masumu katleden terör örgütünün elebaşlarını kırmızı halılarla karşılayabiliyorlar.

Barıştan dem vuranlar, sırf çıkarlarını korumak için Yemen’den Libya’ya kadar coğrafyamızı kan ve gözyaşına boğmakta hiçbir beis görmüyorlar. Adalet ve özgürlüğü dillerine dolayanlar, Mısır’da darbe mahkemelerinin kurduğu darağaçlarına seslerini dahi çıkarmıyor, tam aksine Avrupa Birliği mensubu ülkeler, evet, Sisi’nin davetine icabetle aynı masada oturup onunla geleceği yönelik ne yapacaklarını konuşabiliyorlar.

Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın vahşice öldürülmesinden Yeni Zelenda’daki menfur terör eylemine kadar tüm hadiselerde bu ikircikli tavır bir şekilde kendini ifşa etmektedir. Cemal Kaşıkçı olayıyla alakalı olarak işte Suudi Arabistan’ın göndermiş olduğu görevlileri karşı bakın hala bir ses yok, hala bir tavır yok. Ve bize söyledikleri, gereken yapılacaktır, hiç endişe etmeyin. Ya bu benim sorunum değil, senin sorunun. Suudi Arabistan olarak böyle bir katliamı gönderdiğin 15 kişi, daha sonra sayıyı 22’ye çıkardın, bunlar yapıyor, bunlara yönelik en ufak bir eylemin olmuyor. Nerede adaletiniz? Yok.

Menfaatleriyle temel insani değerler arasında bir seçim yapma konusunda Batı ülkeleri samimiyet testinden geçememiş, tercihlerini hep olduğu gibi ya dolara, ya petrole yatırmıştır, onlardan yana çıkmışlardır.

İstanbul seçimleriyle ilgili Yüksek Seçim Kurulu kararından sonra yapılan açıklamaların da aynı bakış açısının ürünü olduğunu görüyoruz. Burada mesele ne sandıktır, ne milli iradedir, ne de Türkiye’nin demokrasi mücadelesini destek vermektir. Avusturya’da cumhurbaşkanlığı seçimi 2 yıl sonra iptal edilebiliyor, 2 yıl sonra, hiç ses duydunuz mu, nasıl böyle bir şey olabilir diye herhangi bir serzeniş duydunuz mu? Bakın, 2 yıl sonra cumhurbaşkanlığı seçimi iptal edilebiliyor. Bizde ise sadece müracaat edişimiz bile Batıyı rahatsız ediyor. Bu bizim milli iradenin hakkını arama mücadelesidir, bu bize gönül verenlerin hakkını arama mücadelesidir. Ve biz de hakkımızı arama mücadelesini verdik, YSK onlar da sağ olsun haklı kararımızı teyit ettiler.

Yüksek Seçim Kurulu kararı üzerinden ülkemizi hedef alanların gayesi, milletimizin 17 yıllık kazanımlarını dinamitlemek, Türk demokrasinin altını oymaktır. 31 Mart seçimlerinde yaşanan örgütlü usulsüzlükleri, daha bir net ifadeyle sandıktaki yolsuzlukları görmezden gelmelerinin sebebi budur. Çünkü samimi olan hakikati tahrif edemez, onu okumaya, anlamaya çalışır. Prensipli davranan önce objektif bir şekilde ortaya konulan delilleri, atılan adımın hukuki olup olmadığını tespite çalışır. Bunlar ülkemize baktıklarında gerçeği değil, sadece önyargılarını görüyorlar. Zihinlerindeki eski Türkiye’yle gerçek Türkiye arasındaki farkı bir türlü kabul etmek istemiyorlar. Ülkemizin son 17 yılda yaşadığı büyük değişimi görmeye yanaşmıyorlar. Karşılarında artık hazır ol’da bekleyen bir Türkiye olmadığını, bu ülkeye emir ve talimat vermeyeceklerini bir türlü idrak edemiyorlar. Ancak onlar kabullense de, kabullenmese de, Türkiye, bağımsız, egemen, demokratik ve hukukun üstünlüğüne inanan bir ülkedir.

Değerli Kardeşlerim,

Türkiye hiç kimsenin müstemlekesi, mandası değildir. Topraklarında darbeci katilleri ağırlayanlar, bize hukuk dersi veremez. Seçimle iş başına gelmiş Venezuela Devlet Başkanını devirmeye çalışanlar, bize demokrasiden bahsedemez. İsrail terörüne seslerini yükseltmeyenler, Seçim Kanunumuz çerçevesinde yürüttüğümüz hak mücadelesine laf edemez.  Allah’ın izniyle milletimiz bu baskılar, bu tehdit diline boğun eğmeyecek.

Türk milleti nasıl 15 Temmuz’da gerektiğinde canı pahasına iradesine sahip çıkmışsa, 23 Haziran’da da özgür iradesiyle tercihini yapacaktır, ben buna inanıyorum. Türk demokrasisi 23 Haziran imtihanından da Allah’ın izniyle hep birlikte alnının akıyla çıkacaktır.

Kardeşlerim,

Önümüzdeki süreçte bu salondaki siz kardeşlerim başta olmak üzere, hepimize çok önemli görevler düşüyor. Biz bugüne kadar tüm saldırıların üstesinden birbirimiz kenetlenerek geldik. Fitneyi aramıza sokmadık, kardeşliğimize asla leke sürdürmedik. İşte şimdi de şu anda karşımızda olan zihniyet, bakıyorsunuz FETÖ’nün ağzıyla konuşuyla, FETÖ’nün ağzıyla bir yerlere mesaj veriyorlar.

Görüş farklılıklarımızın, dava arkadaşlığımızın önüne geçmesine müsaade etmemeliyiz. Bulunduğumuz makamlardan azade olarak hepimiz inandığımız, yolunda ömrümüzü harcadığımız kutlu davamızın birer neferiyiz. Koltukların, görevlerin, payelerin hepsi geçersizdir ve bunlar geçicidir, baki kalan bu kubbede seda hoş bir sedadır. Bizler 40 yıldır siyasette bunu yapmaya, işte bunu başarmaya çalışıyoruz. Hatasızlık, kusursuzluk yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Bizim de hatamız, eksiklerimiz, noksanımız olmuştur ve olacaktır, ancak adına Türkiye dediğimiz davamıza ihanetimiz vaki değildir.  İç muhasebemizi yapacak, tespit ettiğimiz eksiklikleri giderecek, daha kucaklayıcı, kuşatıcı bir anlayışla mücadelemizi sürdüreceğiz.

Bizi İstanbul’da Belediye Başkanlığına 1994 seçimlerindeki ruh taşıdı. Bizi 2002 yılında iktidara milletimizle kurduğumuz gönül köprüsü getirdi. Bu ruh ve gönül bağını koruduğumuz müddetçe, Allah’ın izniyle milletimiz bize güvenmeye, bizi desteklemeye devam edecektir, ben buna inanıyorum. Bunu kaybettiğimizde ise artık milletimize verecek hiçbir şeyimiz kalmamış demektir. Rabbim bizleri böyle bir yanlışa düşmekten korusun diyorum. Rabbim bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın diye dua ediyorum.

Bu düşüncelerle sözlerine son verirken, bir kez daha iftar soframızı bizlerle paylaştığınız için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

29 Mayıs’ta 34. yaşına girecek Birlik Vakfımızın kutlu misyonu doğrultusunda faaliyetlerini artırarak devam ettireceğine inanıyorum. İnşallah bizler de kurucusu olmaktan gurur duyduğumuz Vakıfımızı tüm imkanlarıyla ve imkanlarımızla desteklemeye devam edeceğiz, sizlerin yanında olmaya devam edeceğiz.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.