Ankara Ticaret Odamızın Kıymetli Mensupları,
İş Dünyamızın Değerli Temsilcileri,
Çok Kıymetli Şehit Yakınlarımız ve Gazilerimiz,
Hanımefendiler, Beyefendiler,
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Bugün 4. gününü geride bırakmak üzere olduğumuz başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ebedi azaptan kurtuluş olan Ramazan-ı Şerifinizi bir kez daha tebrik ediyorum.
Rabbimden bu ayın hürmetine ülkemize, milletimize, İslam dünyasına ve tüm insanlığa huzur, kardeşlik, refah getirmesini niyaz ediyorum.
Ankara Ticaret Odası tarafından Kurumlar Vergisi, istihdam, ihracat ve değer katanlar dalında ödüle layık görülen firmalarımız ile kurumlarımızın temsilcilerini kutluyorum.
Cumhuriyetle yaşıt olan Ankara Ticaret Odamız, bugün 157 bin üyesiyle ülkemizin ekonomideki en önemli temsilcileri arasında yer alıyor. Gerek yürütülen faaliyetler, gerekse bugün verdiğimiz ödüller, vereceğimiz ödüller, Ankara’nın bürokrasi yanında bir ticaret, üretim, teknoloji, eğitim şehri olduğunu da ortaya koymaktadır.
Bugün de odamız “sen kazan-ülken kazansın” anlayışıyla girişimcilerimize öncülük etmeyi sürdürüyor. Biliyorsunuz iş dünyamızda birlikte bir istihdam seferberliği başlattık. Hedefimiz, bu yıl içinde 2,5 milyon ilave istihdamla hem kayıplarımızı telafi etmek, hem de hedeflerimize uygun bir seviyeye ulaşmaktır. Ankara ticaret Odası’nın bize sözü yılsonuna kadar 220 bin istihdam. Şu an itibariyle 60 bin istihdamı sağlamış durumda. Temennim odur ki, yılsonu itibariyle Ankara Ticaret Odası 220 bin istihdamı sağlamış olsun.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğimiz 365 odası ve borsasıyla bu konuda yoğun bir hazırlık içindedir. Yılın ilk üç ayında olumlu yönde, fakat yetersiz bir istihdam artışı yakalamayı başardık. İlerleyen süreçte istihdamda çok ciddi bir yükseliş bekliyoruz, şimdiden bunun işaretlerini almaya başladık. Devlet olarak istihdam konusunda geçmişte hiç olmadığı kadar çok, çeşitli ve geniş kapsamlı teşvikler veriyoruz. Tüm iş adamlarımızı bu teşviklerden faydalanmaya davet ediyorum. Ankara Ticaret Odamız bu konuda tüm girişimcilerimize rehberlik etmeye, yardımcı olmaya, yön göstermeye hazırdır.
Ülkemizin üzerinde toplanmaya çalışılan kara bulutları birer birer dağıtıyoruz. İşverenlerimiz, esnafımız, sanatkârımız artık tamamen kendi gündemine, kendi işine, kendi çalışmalarına odaklanmış durumdadır. Sanayide çarkların daha hızlı döndüğü, ticarette sirkülasyonun genişlediği, üretimin ve kazancın bereketinin arttığı bir döneme giriyoruz. Türkiye’yi başka türlü durduramayacaklarını görenler umudumuza, moralimize, hedeflerimize, ulaşma inancımıza saldırıyorlar. Faizi ve enflasyonu tetikleyen kur operasyonlarının gerisindeki en büyük amaç budur. İlgili-ilgisiz her gelişmeyi bahane ederek döviz kurunu harekete geçirenler istikrar ve güven iklimimizi zedeleyerek milletimizi atalete sürükleme peşindeler. Bu oyunu bozmakta kararlıyız. Türkiye’nin potansiyeli ve imkânları tüm bunların üstesinden gelmeye yetecek düzeydedir. Kendimize güvendiğimiz takdirde hiçbir yaptırım ve bununla ilgili tehditler, hiçbir ek vergi uygulaması, hiçbir açık-gizli ambargo bizi durduramaz.
Girişimcilerimiz ve iş adamlarımız için ülkemizin ve dünyanın her köşesinde ayrı fırsatlar vardır. Önemli olan gidip bunları keşfetmek ve harekete geçirmektir. Bugün Türkiye dünyanın 222 ayrı ülke ve bölgesine ihracat yapabilen bir ülke haline gelmişse, Allah’ın izniyle elimizden kaçacak hiçbir şey kalmamış demektir. Günümüzün alperenleri olarak gördüğüm iş ve sivil toplum insanlarımız dünyada ayak basmadık bir yer bırakmadıkça önümüz aydınlık demektir.
Bozkırın ortasındaki Ankara’da sadece siyasi bir başkent değil aynı zamanda dev bir sanayi, teknoloji, ticaret ve eğitim şehri de inşa etmeyi başaran bir milletin üstesinden gelemeyeceği bir mesele olamaz.
Değerli Arkadaşlar,
Ankara Ticaret Odamız öncülüğünde 3 bin öğrencimizin Sakarya Meydan Savaşı’nın yapıldığı Polatlı’daki Duatepe’yi ziyaret etmesini de ben çok ama çok önemli görüyorum, anlamlı görüyorum. Çanakkale başta olmak üzere tarihimizin sembol mekânlarının yeni nesillere bizzat yerinde gösterilmesi, oralarda verilen mücadelenin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Malazgirt’te her yıl yapılan zafer törenlerini yeni bir heyecana, yeni bir çehreye büründürerek sürdürüyoruz. Şimdi hedefimiz; Ahlat’ta bir Cumhurbaşkanlığı mekânını inşallah bitirmek ve Sultan Alparslan Ahlat’tan evet 24’ünde yola çıkarak, oradan 26’sında Malazgirt’e varmış ve 26 Ağustos’ta Malazgirt’te o zaferi evet orada temin, tespit ve ilan etmiştir. İnşallah bir aksilik olmazsa burayı 26 Ağustos’taki Zafer Törenlerine yetiştireceğiz.
Bugün aramızda şehit yakınlarımız ile gazilerimiz de bulunuyor. Her karışını kanımızla ve terimizle sulayarak, vatan toprağımız yaptığımız bu topraklardaki bin yıllık varlığımızı şehitlerimize ve gazilerimize borçluyuz. Tıpkı 1071’de Anadolu kapılarını ilelebet bize açan Sultan Alparslan gibi bugün de milletimizin tüm fertlerinin mukaddes değerlerimiz için gerektiğinde şehadete hazır olduğunu biliyorum. Bunu son bir asırda Çanakkale’den İstiklal Harbi’ne, Kıbrıs’tan terörle mücadeleye ve son olarak 15 Temmuz’a kadar gösterdik. Milletimizin kalbinde şehitlerimizin aziz hatıralarını, şehit yakınlarımızın ve gazilerimizin ayrı bir yeri olmasının sebebi işte budur. Çünkü biz bu dünyada yaşadığımız, bu vatanın havasını soluyup suyunu içtiğimiz müddetçe şehidimiz ve gazimiz eksik olmayacaktır. Geçmişte ecdadın semalarında bayrağımızı dalgalandırdığı, minarelerinde ezanımızı eksik etmediği nice coğrafyalarda bugün hüzünlü bir sükût hakimdir. İşte bunun için her fırsatta tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet diyoruz. Şayet Rabia’mıza sıkı sıkıya sahip çıkmazsak bizi bu topraklardan geride en küçük bir iz bırakmamacasına jiletle kazır gibi kazırlar. Dünyanın dört bir yanında mazlumların ve mağdurların yaşadıkları sıkıntıların temelinde birlik ve beraberliklerini koruyamamaları, kendi içlerinde ihtilafa ve kavgaya düşmeleri vardır. Aynı akıbete düçar olmamak için 82 milyon hep beraber bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız.
Son yıllarda ülkemizi kendi senaryoları doğrultusunda siyasi, ekonomik, askeri olarak çökertmeyi amaçlayanlara bugüne kadar aradıkları fırsatı hamdolsun vermedik, inşallah bundan sonra da vermeyeceğiz. Bu vesileyle bir kez daha tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize sıhhat ve afiyet diliyorum. Şehitlerimizin aziz hatıraları, onların yakınları ve gazilerimiz sadece saygıyı, hürmeti hak ederler. Şehit yakınlarımızın acılarına ortak olmak yerine onları teröristlikle, PKK’lılar gibi davranmakla suçlayanları milletimizin vicdanına havale ediyoruz. Biz şehit yakınlarımıza ve gazilerimize sahip çıkmaya, onları desteklemeye, onlara hürmetkâr ve hizmetkâr olmaya devam edeceğiz.
Değerli Arkadaşlar,
Türkiye demokratik bir hukuk devletidir. Milletimiz 1950 yılında geçilen çok partili demokratik hayata, darbelere ve vesayet güçlerinin tüm oyunlarına rağmen daima sabit çıkmıştır. Biz 40 yıllık siyasi hayatımızın her anını milli iradenin, hukukun, adaletin üstünlüğünü savunmakla, bunun mücadelesini vermekle geçirdik. İstanbul halkı bize Büyükşehir Belediye Başkanı olarak şehri yönetme sorumluluğunu verdiğinde bu anlayışla kısa sürede eşi benzeri görülmemiş hizmetlere imza attık. Haksız bir şekilde görevden alınıp cezaevinin yolunu tuttuğumuzda yanımızda milletimizin olması, yaptığımız işin doğruluğunu gösteriyordu. Kurduğumuz partiyi girdiği ilk seçimde iktidara getiren, bize başbakanlık görevini veren milletimize layık olabilmek için gece-gündüz çalıştık. Ardından milletimiz bizi Cumhurbaşkanlığı makamına layık gördü. Vesayetle yaptığımız mücadelede olduğu gibi, 15 Temmuz darbe girişiminde de milletimiz yüreğiyle ve duasıyla yanımızda yer aldı. Ülkemizin yönetim sistemini değiştirirken de, ardından yeni sisteme göre yapılan ilk seçimde Cumhurbaşkanlığı görevine yeniden gelirken de hep milletimizle birlikte yol yürüdük. Çareyi hep milli iradede, sandıkta, seçimde, demokraside aradık. Son 17 yılda 15 defa milletimizin hakemliğine gitmemizin sebebi budur.
31 Mart mahalli idareler seçimleri, esasında belediye yönetimleri ve muhtarlıkla ilgilidir. Ama ülkemizin içinden geçtiği kritik dönem bu seçimleri farklı bir yere taşıdı. Hamdolsun bu seçimlerde de milletimiz bir kez daha yüzde 51,7 gibi bir oranla bizim yanımızda, Cumhur İttifakı’nın yanında yer almıştır. Bu genel tablonun yanında her seçim gibi 31 Mart’ta kazanılan-kaybedilen yerler oldu. Nitekim AK Parti olarak biz de daha önce başka partilerde olan illerden, ilçelerden, beldelerden bazılarında belediye başkanlıklarını almayı başardık. Aynı şekilde partimiz tarafından yönetilen belediyelerden de bazıları başka partilerin adayları tarafından kazanıldı. Bizim demokrasi anlayışımız, milli iradeye saygımız bu sonuçları kabul etmeyi gerektirir, nitekim öyle de yaptık.
Ancak İstanbul’da farklı bir durumla karşı karşıya kaldık. Seçimin ertesi günü netleşen gayri resmi sonuçlar Cumhur İttifakı olarak –burası çok çok önemli- 39 ilçeden 25’ini almış olmamıza rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını ilk etapta 28 bin civarında bir oyla kaybettiğimizi ilan etmişlerdi. Fakat yapılan itirazlarla bu rakam önce 25 bine, ardından 21 bine, sonra daha da indi, en son 13 bin küsurata kadar geriledi. Şimdi bütün bunlar ortaya bir gerçeği koymuyor mu? Burada bir şaibenin olup-olmadığını ortaya koymuyor mu? Dünyanın değişik yerlerinde, işte Avusturya’da iki yıl sonra Cumhurbaşkanlığı seçimini iptal ediyorlar. Bu da hukuk, Cumhurbaşkanlığı seçimi, dikkat edin. Amerika’da Trump, 3 milyon farkla, düşünebiliyor musunuz, kaybetti diye görülen bir seçimi kazanıyor. Aslında Clinton 3 milyon daha fazla oy almıştı, ama sistem böyle.
İstanbul gibi yaklaşık 10,5 milyon seçmenin ve 31 binin üzerinde sandığın bulunduğu bir yerde rakamların böylesine değişmiş olması, bizi meselenin üzerine daha fazla eğilmeye yöneltti. Bu milli iradenin ve bizlere destek verenin haklarının aslında aranmasıydı, savunulmasıydı. Biz bu süreci takip ederken sadece adayımıza verildiği halde alenen çalınmış olan oyların en azından bir kısmını bulmakla kalmadık, başka usulsüzlükler, yolsuzluklar, başka hukuksuzluklar da tespit ettik. Seçim Kanunumuzda her konuyla ilgili süreler ve tahditler bulunduğu için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile birkaç ilçeye yoğunlaşma imkânı bulabildik, bunlarla ilgili itirazlarımızı hukuka uygun şekilde adım-adım ilçe ve il seçim kurullarına, oradan da Yüksek Seçim Kurulu’na taşıdık. Sonuçta Yüksek Seçim Kurulu değerlendirmesini yaptı ve 23 Haziran’da seçimin yenilenmesine karar verdi.
Dikkat ederseniz, burada yapılan iş; bir başka adayın kazandığı seçimi götürüp bir başka adaya teslim etmek değildir. Yapılan iş, tespit edilen yolsuzluklar, hukuksuzluklar ve usulsüzlükler sebebiyle şaibeli hale gelen bir seçimin yenilenmesidir. Sandık kurullarında iki memur olması gerekirken, memur yerine bankaların işçileri oralara bu şekilde verilirse, bunlar da ispatlanırsa, belirlenirse, beklenen karar nedir? Öncelikle burada yolsuzluk vardır, usulsüzlük vardır, dolayısıyla bu işin yenilenmesi vardır. Şayet bu şaibeler ortaya çıkmamış olsaydı, CHP adayı tek bir oy farkla dahi seçimi kazanmış olsa başımızın üzerinde yeri vardı. Ama sandığın başındaki görevliden sandıktan çıkan oyun kayıtlara geçirilmesine kadar her aşaması tartışılır hale gelmiş bir seçim için en doğru karar verilmiştir ve bundan dolayı da bizler; hukuk tecelli etmiştir diyerek 7’ye 4 bu kararın verilmesinin neticesinde şimdi tekrar 23 Haziran için ne yapacağız, milletimize müracaat edeceğiz.
Değerli Arkadaşlar,
Seçimin yenilenmesi kararına gerekçe teşkil eden konulardan biri, az önce de ifade ettiğim gibi sandık kurulu memur üyeleriyle ilgili usulsüzlükler, diğeri de oy sayım ve döküm cetvelleriyle ilgili eksikliklerdir. Sandık kurulu üyeleriyle ilgili hukuka aykırı işlemleri yapan ilçe seçim kurulu sorumluları için Yüksek Seçim Kurulu suç duyurusunda da bulunmuştur, biz de bulunacağız. Zira bu usulsüzlükleri yapanların yanına bu kâr kalmayacak. Tespitlere göre İstanbul seçimlerinde görevlendirilen 6644 sandık kurulu başkanı ile 13 bin 098 sandık kurulu üyesinin kanuni olarak bu görevi yapması mümkün değildir. Bilindiği gibi 2018 seçimlerine kadar sandık kurullarında memur olmayan kişiler görev alabiliyordu. Geçtiğimiz yılın Mart ayında yapılan bir kanun değişikliğiyle ilçe seçim kurulu tarafından belirlenen sandık kurulu başkanı ile üyelerden en az birinin memur olması şartı getirildi. Şayet 24 Haziran seçimlerinde aynı tespitleri yapmış olsaydık, orada da itirazlarımızı gerçekleştirir, hukuki haklarımızı kullanırdık. Bu konuyla ilgili usulsüzlükleri, Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimiyle ilgili araştırmalarımız sırasında tespit ettiğimiz için itirazlarımızı şimdi yaptık. Kaymakamlıklar sandık kurullarında görev yapmak üzere istenen sayıda memurun listesini ilçe seçim kurullarına iletmişlerdir. Buna rağmen nasıl olup da bankalar başta olmak üzere özel sektör çalışanlarının sandık kurulu başkanı ve üyesi yapıldıkları açılan soruşturmalar sonunda ortaya çıkacaktır. İmzasız, mühürsüz, yazıları eksik olarak yüksek seçim kurulu sistemine girilen veya kayıp olan sayım döküm cetvelleriyle, sandık kurulu üyeleriyle ilgili usulsüzlükler birlikte değerlendirildiğinde 123 sandıktaki 42 bin oy sorunlu hale gelmiştir. Bu rakam en son 13 bin 729’a kadar düşen oy farkının üzerinde olduğu için seçimin yenilenmesi hukuki bir zorunluluğa dönüşmüştür.
Diyorlar ki, “aynı zarftan çıkan ilçe belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği ve muhtarlık seçimleri niye yenilenmiyor da sadece Büyükşehir için böyle bir karar alınıyor?” Çünkü bu 123 sandığın bulunduğu 26 ilçe tek-tek ele alındığında oralarda Yüksek Seçim Kurulu’nun tespit ettiği sorunlu sandıkların toplamının ilçe belediye başkanlıkları seçiminin yenilenmesini gerektirecek düzeyde olmadığı görülmektedir. Şayet bu ilçelerden herhangi birindeki oy farkı söz konusu sandıklardan çıkacak oylardan değişebilecek bir rakamı bulsaydı, hiç şüphesiz orada da seçimin yenilenmesi kararı verilecekti. Bu Maltepe’de de olabilirdi, bu Büyükçekmece’de de olabilir velhasıl, ama böyle bir durum ortaya çıkmamıştır.
Diğer yandan, Maltepe ve Büyükçekmece ilçe belediye başkanlıkları için farklı gerekçelerle yapılan itirazlarla ilgili süreç de Yüksek Seçim Kurulu’na kadar getirilmiştir. Büyükşehir’le ilgili seçimin yenilenmesi kararını veren Yüksek Seçim Kurulu, her ikisi de CHP tarafından kazanılmış olan bu ilçelerle ilgili itirazları reddetmiştir. Biz bu kararı da saygıyla karşıladık ve Yüksek Seçim Kurulu’nu eleştirmek aklımızdan geçmedi.
Değerli Arkadaşlar,
Yüksek Seçim Kurulu’nun kararına, demokrasiye ve hukuka inanan, kendine güvenen herkesin saygı göstermesi gerekir. Şayet seçimi 31 Mart’ta kazandığınıza inanıyorsanız, 23 Haziran’da da kazanabilirsiniz. Seçimin yenilenmesi kararına bu derece şiddetle karşı çıkanların kendilerinin de 31 Mart’taki sonuçla ilgili şüpheleri olduğunu anlıyoruz.
Asıl vahimi ise, CHP’nin başındaki zatın bu karar karşısında ortaya koyduğu tavır ve üsluptur. Bu kişi partisinin grup toplantısında eşi benzeri görülmemiş bir skandala imza atmıştır. Yüksek Seçim Kurulu’nda seçimin yenilenmesi yönünde oy kullanan üyeleri teker teker ismen okuyan Kılıçdaroğlu, bunları partililerine yuhalatmış ve açıkça hedef göstermiştir. Böylesine aleni bir suçu pervasızca işleyen bir zihniyetin seçimlerde ne yollara başvurduğunu kim bilebilir? Sen dokunulmazlığına mı sığınıyorsun? Dokunulmazlığın var diye mi kalkıp da Yüksek Seçim Kurulu’nun bu üyelerine bu denli hakaret edebiliyorsun? O zaman senin yapman gereken bir şey var; dokunulmazlığının kaldırılmasını iste, o zaman bakalım bu ifadeleri aynen kullanabilecek misin? Hayatı yalan, iftira, tehdit, hakaret üzerine kurulu böyle bir siyasetçinin bizatihi kendisi Türk demokrasisinin en büyük sorunu haline gelmiştir. Bir yandan hak, hukuk, adalet sloganı atarken, diğer milletin hakkını ve hukukunu korumak, adaleti sağlamak için alınan bir karara böylesine bayağı bir şekilde saldırmak, faşizmin en sefil halidir. CHP Yönetimi, bu meseledeki tavrıyla bir kez daha tek parti dönemi özleminden kurtulamadığını göstermiştir. Bizim Anayasayı değiştirebilecek güce sahip olduğumuz zaman, bu Halk Parti partimizin kapatılması gündeme geldiğinde bunlar “Ankara’da yargıçlar vardır” diye meydanlarda dolaşıyordu. Ama biz kalkıp da o zaman bunların şimdi söyledikleri gibi kimseye hakaret etmedik. Tam aksine, hak tecelli edecektir dedik ve tecelli ettik. Ve o zaman da Anayasa Mahkemesi partimizle ilgili lehte sayılabilecek bir karar verdi, iş bitti.
Kendi istedikleri gibi davranan, karar alan, çalışan kurumları ve kişileri el üstünde tutup başka türlü hareket eden herkesi hakarete ve tehdide boğmak, ancak bu zihniyetin ürünü olabilir. Bunların demokrasiye inançları olmadığını görmek için kendi tarihlerine bakmak yeterlidir.
Hepimiz de bilmiyoruz ki CHP’nin tarihi sandık yolsuzluğuyla, hırsızlığıyla doludur. CHP’nin 1946 seçimlerinde uyguladı, buraya dikkat edelim, özellikle gençler burayı bilmeyebilir, gizli oy, açık tasnif seçimi demokrasi tarihimizin yüzkarasıdır, bu CHP’nin anlayışıdır. Bunları bu millet yaşadı. 1947 seçimlerinde Toroslardaki Arslanköy’de CHP’nin tüm baskılarına ve hatta uyguladığı şiddete rağmen sandığa sahip çıkan kadınlarımızın hikâyesini defalarca anlattım. CHP’li darbeciler tarafından 1961 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi silahla tehdit edilerek adaylıktan çekilmek zorunda bırakılan Ali Fuat Başgil olayını da hatırlıyoruz. Yine 1963 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini kazanan Adalet Partisi adayının mazbatası, evet memuriyet görevinden zamanında istifa etmediği gerekçesiyle alınıp seçimin yenilenmesine dahi gerek duyulmadan ikinci olan CHP adayına verilmiştir. Bunlar gibi daha pek çok örnek bulunuyor. 31 Mart seçimleri, CHP yönetiminin sandıktaki son sabıkasıdır.
Değerli Arkadaşlar,
Demokrasilerde herkes gibi hâkimlerin kararlarını eleştiri hakkı daima vardır. Biz de geçmişte pek çok yargı kararını tenkit ettik. Hakimlerin kararlarına katılmamak, eleştirmek başka bir şeydir, can güvenliklerini tehlikeye atacak şekilde hakimlerin şahıslarına hakaret etmek, onları hedef göstermek, çete suçlaması yapmak başka bir şeydir. CHP yönetimi doğrudan hakimleri hedef alan bu tavırlarıyla ülkemiz demokrasi ve hukuk tarihindeki çirkinliklerine bir yenisini daha eklemiştir. Kılıçdaroğlu, sadece bununla kalmamış, Belediye başkan adaylarının İstanbul’daki 19 günlük döneminde yaptığını iddia ettiği ve tamamı yalan olan bir dizi icra saymıştır. CHP’nin başındaki zat da, İstanbul’daki aday da bu işlerin öyle lafla olmadığını, usullere uygun bir şekilde yürütülmesi gerektiğini bilmeyecek kadar gerçeklerden kopuk bir dünyada yaşıyorlar. Bu kişinin tek icraatı, mahkeme kararıyla durdurulan ve nereye götürüleceği belli olmayan belediye veri tabanının kopyalanması teşebbüsüdür, tek başarısı odur.
Yıllardır CHP tarafından yönetilen hiçbir belediyenin tabelasının başına T.C. ifadesi eklenmezken, İstanbul’da ve diğer birtakım şehirlerde bu yönde adımlar atılmasını da riyakârlık olarak gördüğümü belirtmek isterim.
Yüksek Seçim Kurulu kararının ardından İstanbul’da yıllar sonra yeniden duyduğumuz tencere-tava sesleri de bize vesayet dönemlerindeki toplum ve siyaset mühendisliği oyunlarını hatırlatmıştır. Tencere-tava, hep aynı hava; bunlar buna devam ediyor.
Ayrıca, iki siyasi ittifakın yarıştığı bir seçimin yenilenmesi kararını adeta medya şovuna çevirenleri de unutmadık. Lafa geldiğinde demokratlığı kimseye bırakmayanların, milli iradenin sağlıklı bir şekilde tezahürü için atılan adıma tahammülsüzlükleri gerçek yüzlerinin ifadesidir.
Bu seçimler bir kez daha ülkemizde demokrasiye gönülden inananlar ile siyasi ve ideolojik fanatizmle hareket edenleri ayıran bir turnusol kâğıdı işlevi görmüştür.
Bizim safımız her zaman olduğu gibi milletimizin yanıdır. Milli iradenin üzerinde en küçük bir şüphe olmadan tezahürü için mücadele etmeyi sürdüreceğiz.
Bu duygularla Ankara Ticaret Odamızın yönetimine bizleri bu güzel iftar sofrasında buluşturduğu için bir kez daha teşekkür ediyorum.
Ankara’nın Enleri Ödülleri’ni takdim edeceğimiz firmalarımızın ve kurumlarımızın temsilcilerini tekraren tebrik ediyorum.
Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, kalın sağlıcakla.