Hanımefendiler,
Beyefendiler,
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Uluslararası Savunma Sanayi Fuarımızın 14’üncüsünün ülkemiz, firmalarımız ve dostlarımız için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Cumhurbaşkanlığımızın himayesinde yapılan bu güzel organizasyonun gerçekleştirilmesinde emeği ve katkısı olan herkesi tebrik ediyorum.
1993 yılından beri düzenlenen IDEF, 190 firmadan 1100’e yakın firmaya ulaşarak kendini dünya çapında kanıtlamış bir ihtisas fuarı haline gelmiştir. Fuar vesilesiyle dünyanın 70 ayrı ülkesinden İstanbul’a gelen tüm misafirlerimize hoş geldiniz diyorum.
IDEF için aramızda bulunan değerli bakanlara, bakan yardımcılarına, müsteşarlara, genelkurmay başkanlarına, kuvvet komutanlarına, heyet üyelerine teşekkür ediyorum. Kara, deniz, havacılık ve uzay lojistik destek, güvenlik alanlarında geliştirdikleri son ürünleri burada sergileyecek olan firmalarımızın her birine başarılar diliyorum.
Değerli Dostlar,
Türkiye’nin son 17 yılda savunma sanayinde elde ettiği kazanımları en iyi görebileceğimiz zemin işte bu fuardır. Ülkemizde üretilen savunma sanayi ve güvenlik ürünlerinin dünya çapında giderek daha çok kabul görmesi, attığımız adımların doğruluğuna işaret ediyor. Savunma sanayinde tasarımdan üretime tüm aşamalarda söz sahibi olma hedefimize adım-adım yaklaşıyoruz. Kendi girişimcilerimizin yanı sıra uluslararası yatırımcıların da giderek savunma sanayine daha çok ilgi duyması, potansiyelimizin büyüklüğünü gösteriyor. Türkiye, bir yandan savunma sanayinde dünyada ilk 100’e giren firma sayısını 4’e çıkartırken, diğer yandan da asıl büyük gücü olan KOBİ’lerini desteklemeyi temel politikası olarak sürdürüyor. Fuar vesilesiyle gerçekleştirilecek temaslar ve görüşmelerle varılacak anlaşmalar ülkemizin savunma sanayindeki hedeflerine biraz daha yaklaşmasını sağlayacaktır. Önümüzdeki yıllarda bu fuarı her bakımdan çok daha ileriye taşıyacak adımları da inşallah hep birlikte atacağız.
Devlet geleneğinin geçmişi 2200 yılı aşan bir ülke olarak savunma sanayine önem vermemiz kadar tabii bir durum olamaz. Coğrafyamızda son bin yıldır Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti olarak varlığımızı güçlü bir şekilde sürdürebilmemizi, diğer vasıflarımızın yanı sıra etkili bir savunma altyapısına sahip olmamıza borçluyuz. Bazıları Türkiye’nin geçmişini bir asırdan ibaret sanıyor. Cesametini bununla sınırlı görüyor ve tüm okumalarını da buna göre yapıyor. Hâlbuki biz dünyanın en güçlü kara ve deniz ordularını kurmuş, sadece Osmanlı ile 24 milyon kilometrekareye ulaşan hâkimiyet alanları tesis etmiş bir ülkeyiz. Dünya harp tarihine baktığımızda hem eğitim ve taktik, hem de araç-gereç bakımından en önemli yeri ecdadımızın aldığını görürsünüz.
Son dönemde yaptığımız atılımlar işte bu tarihi süreklilik içinde okunmalıdır, ele alınmalıdır. Bu vesileyle Kut’ül-Amare Zaferimizin 103. yıldönümünü kutluyor, tüm şehitlerimizi, gazilerimizi, kahraman askerlerimizi bir kez daha hayırla yad ediyorum.
Değerli Misafirler,
Çağımızın güvenlik paradigması, siyasi, sosyal, ekonomik, askeri, teknolojik ve çevre faktörlerini içerecek şekilde genişlemektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge dünyadaki siyasi krizlerin ve çatışmaların en yoğun olduğu yerdir. Bu durum bizim her alanda kendimizi sürekli teyakkuz halinde tutmamızı, gücümüzü artıracak yöntemler geliştirmemizi zorunlu hale getirmektedir. Dünya bugün tüm insanlığın ortak ihtiyacı olan istikrar ve güven iklimini tehdit eden gelişmeler sebebiyle adeta diken üzerindedir. Kurallara dayalı uluslararası düzen her gün biraz daha erozyona uğratılmaktadır. Tek tarafı güç kullanma ve yaptırım tehditleri giderek daha sık başvurulan bir yol haline geldi. Yeni ve çok daha tehlikeli bir silahlanma yarışına yol açacak güç rekabetinin hortlama ihtimali giderek artıyor. İhtilafların çözümü konusunda askeri seçenekler giderek daha çok konuşulmaya ve devreye alınmaya başladı. Bölgesel krizler süratle küresel boyut kazanırken terör örgütleri de bu tehlikeli gidişin en önemli ve tehlikeli araçları haline getirilmiştir. İletişim imkânlarını ve teknolojiyi giderek daha etkin kullanan terör örgütlerinin yol açtığı güvenlik sorunları sürekli büyüyor. Üstelik Türkiye gibi neredeyse kesintisiz bir şekilde terörle mücadele eden ülkelere savunma sanayi alanında gizli veya açık ambargolar uygulanıyor. Mesela Suriye’de, sınırlarımızın dibinde yuvalanan bir terör örgütüne bize parayla verilmeyen silahların bilabedel yığıldığını üzüntüyle takip ediyoruz. Aynı şekilde dünyanın diğer pek çok yerindeki terör örgütlerinin sahip oldukları silahların izleri de hep belirli yerlere çıkıyor, örneğin Libya’daki gelişmeler de bunu çok açık ve net olarak ortaya koyuyor.
Kendileri binlerce kilometre öteden tehdit algıları üretip orantısız bir güçle üzerine gidenler, bizim meşru hassasiyetlerimizi ısrarla görmezden gelmeye çalışıyor. Türkiye, siyasi, diplomatik ve ekonomik alanda olduğu gibi savunma alanında da hiçbir dayatmayı kabul etmemiştir, etmeyecektir. Hükümete ilk geldiğimizde madem bizim ihtiyaçlarımız karşılanmıyor, öyleyse kendi göbeğimizi kendimiz keseriz dedik ve savunma sanayi alanında tarihi bir reform başlattık. Göreve başladığımızda ülkemiz savunma sanayinin dışa bağımlılık oranı yüzde 80 düzeyindeydi, bugün bu oranı yüzde 30’lar seviyesine kadar indirdik. Kendi ihtiyaçlarımızı karşılamanın ötesinde her yıl artan bir rakamda savunma sanayi ürünü ihracatı gerçekleştiriyoruz.
Değerli Dostlar,
Biz tarihi boyunca içinde yer aldığı tüm ittifakların hukukuna sadık kalmış, üzerine düşenleri yapmış bir ülkeyiz. Mesela, sınırlarımızda yaşadığımız tacizler sebebiyle hava savunma sistemlerine ihtiyaç duyduğumuzda ilk başvurduğumuz yer müttefiklerimiz olmuştur. Ama maalesef bu yöndeki taleplerimiz ya tümden cevapsız kalmış, ya da işi yokuşa sürme anlamına gelen şartlar önümüze konmuştur. Kendimizi savunma hakkımızın hiçe sayılması, hatta bizi doğrudan can evimizden vurmaya yönelik adımlara destek verilmesi karşısında herhalde sessiz kalmayacaktık, nitekim öyle de yaptık. Rusya ile vardığımız S-400 anlaşmasının gerisinde işte böyle bir süreç vardır. Daha da önemlisi, kendi hava savunma sistemlerimizi üretme konusunda çok hızlı bir şekilde yol alıyoruz.
Bugünlerde F-35’ler konusunda da benzer bir haksızlığa, daha doğrusu dayatmaya maruz kalıyoruz. Proje ve üretim ortağı olduğumuz bir konuda bizi dışlamaya çalışanların hala bu işin sonunun nereye varacağını göremediklerini düşünüyoruz. Açık konuşuyorum; Türkiye’nin dışlandığı bir F-35 projesi tamamen çökmeye mahkûmdur.
Şimdi biz kendi milli muharebe uçağımızı üretecek adımları da hızla atmaya başladık. İnşallah hava kuvvetlerimizin bundan sonraki filolarında ağırlık, kendi milli muharebe uçaklarımızdan oluşacaktır. Bu çerçevede geleceğin teknolojisi olarak bakılan insansız muharebe uçaklarıyla ilgili de çok yoğun çalışmalarımız var. Helikopterler konusunda karşılaştığımız sıkıntıları, atakları üreterek zaten geride bırakmıştık. Uçaklarımızda kullandığımız bombaları bize vermemek için kırk takla atanlar, şimdi ürettiğimiz bombaların gücü ve ekonomikliği karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Bu konudaki en çarpıcı örneklerden biri de, silahlı ve silahsız insansız hava araçlarıdır.
Terörle mücadelede bu araçlara ihtiyaç duyduğumuzda yine ilk iş gidip müttefiklerimizden yardım istedik, onlardan herhangi bir destek alamayınca dolaylı bir yola başvurup bölgemizdeki bir ülkeden bu araçları edindik. Bu şekilde aldığımız insansız hava araçlarının çalıştırılması ve bakımı konusunda bize yaşatılan sıkıntıların hiç de iyi niyetli olmadığını görünce hemen kolları sıvadık. Bir yandan özel sektörümüzü, diğer yandan kamunun kontrolündeki savunma sanayi kuruluşlarımızı bu işle görevlendirdik. Sonuçta bugün Türkiye silahlı ve silahsız insansız hava araçları konusunda dünyada söz sahibi bir konuma gelmiştir. Diğer alanlarda da aynı hassasiyetle çalışıyoruz. Özellikle yüksek teknolojiye dayalı savunma sanayi ürünlerinin tasarım ve üretimi konusuna çok büyük önem veriyoruz. Zira zırh, optik, yazılım, motor, simülasyon, patlayıcı teknolojileri başta olmak üzere ülkemizin önünü kesmek için araç olarak kullanılan her hususta kendimizin ve dostlarımızın ihtiyaçlarını karşılayacak altyapıyı kurmakta kararlıyız. İnşallah birkaç yıla kadar tüm bu hususlarda bambaşka bir yere gelmiş olacağız.
Değerli Dostlar,
Tabii bu noktaya öyle kolay ulaşılmadı, gerçekten çok çalıştık, çok fedakârlık yaptık. Önümüze çıkartılan engeller karşısında asla pes etmedik. Hep yeni ve daha ileri çözüm yolları aradık. Yeri geldi sabotajlara, yeri geldi ihanetlere maruz kaldık, ama asla yılmadık. Hedeflerimize doğru yürümekten vazgeçmedik. Bugün doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak görev yapan Savunma Sanayi Başkanlığımızın portföyünde proje bedeli 75 milyar doları bulan 690’dan fazla başlıkta çalışma var. Hisseleri doğrudan veya dolaylı olarak kamuya ait savunma sanayi şirketlerimizin her biri kendi alanlarında dünya markası haline geldi. Özel sektör kuruluşlarımız çok sınırlı imkânlarla gerçekten çok büyük başarılara imza atıyorlar. Savunma sanayi alanında çok deneyimli ve uzmanlaşmış bir insan kaynağımız oluştu. Artık dışarıdan uzman getirmek yerine, biz dışarıya uzman gönderir hale geldik.
Dünyanın her yerinde teknolojinin lokomotifi savunma sanayidir. Ülkemizde de bu alanda yapılan çalışmaların ticari alana uyarlanması konusunda giderek daha başarılı örneklerle karşılaşıyoruz. Teknoloji çok farklı boyutlara sahip olması sebebiyle işbirliğini, ortak çalışmayı, birlikte iş yapma kültürünün gelişmesini zorunlu kılıyor. Bu tür platformların bir yandan ürünlerin tanıtımına ve pazarlanmasına katkıda bulunurken, diğer yandan yeni işbirliği zeminlerinin de oluşmasına vesile olduğuna inanıyorum. Özellikle KOBİ boyutundaki firmalarımız için buradaki iklim gerçekten çok önemli.
Şimdiden burada yapılacak anlaşmaların ve tesis edilecek işbirliklerinin hayırlı olmasını diliyorum.
Uluslararası Savunma Sanayi Fuarımızın başarılı geçmesini temenni ediyor, tüm katılımcılara, tüm misafirlerimize şükranlarımı sunuyorum ve inanıyorum ki bu yıl oran büyüdü, bundan sonraki IDEF çok daha güçlü, çok daha farklı olacak.
Hepinize iyi günler diliyorum, kalın sağlıcakla.