1 Mayıs Emek Ve Dayanışma Gününde Yaptıkları Konuşma

01.05.2019

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum, tabii sizlerin ve şahsınızda tüm işçilerimizin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Gününüzü tebrik ediyorum.

Ve özellikle de bugün Şanlıurfa’daki törenlere katılmak üzere Elbistan’dan yola çıkan kardeşlerimizin geçirmiş oldukları trafik kazasında şehit olmaları sebebiyle şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılarımıza şifalar diliyorum. Önce ruhları için gelin birer Fatiha okuyalım diyorum.

1 Mayıs tarihini 2008 yılında resmen Emek ve Dayanışma Günü olarak kabul etmiş, 2009 yılından itibaren de resmi tatillerimiz arasına biliyorsunuz biz aldık. 1923 İzmir İktisat Kongresinde kararı alınan, rahmetli Menderes’in ilk adımını attığı bu düzenlemeyi 86 yıl sonra tam manasıyla hayata geçirmek bize nasip olmuştur.

Böylece ülkemizde yıllarca tartışmaların, gerginliğin, itiş-kakışın sembolü haline getirilmeye çalışılan bir tarihi gerçek anlamda Emek ve Dayanışma Gününe dönüştürdük.

Ülkemizdeki toplam işçi sayısının yüzde 1’ini bile temsil etmeyen kimi marjinal yapıların işçilerimiz adına ahkâm keserek huzurumuzu bozmasının önüne geçtik. Hayatları boyunca hep darbecilerin, cuntacıların, demokrasi ve halk düşmanlarının safında yer alanlar artık işçilerimizin arkasına sığınamıyor. Bizim işçilerimiz vatanına, milletine, değerlerine saygılı, bu uğurda tıpkı 15 Temmuz gecesi olduğu gibi canını vermekten kaçınmayan insanlardır. Buna karşılık işçi ve emekçi kavramlarını kendilerine siper ederek milletimize karşı ideolojik savaş açanların hiçbirinin de ne alın teriyle, ne emekle, ne de hak ve hukuk müdafaasıyla ilgileri var. İşçimizin alın terini yıllarca kendi ideolojik kavgalarının istismar aracı olarak kullanmaya çalışan marjinal kesimlerin oyunlarını işçilerimizin yanında dimdik durarak bozduk.

Son 10 yıldır ülkemizdeki tüm işçi konfederasyonlarımızla, sendikalarımızla, diğer tüm işçilerimizle hep birlikte 1 Mayıs’ı anlamına uygun şekilde kutluyoruz. Hamdolsun eski dönemin kötü görüntülerini artık tamamen geride bıraktık. Yani 1 Mayıs’ta görüyorsunuz artık kavga, gürültü, şu-bu neredeyse hiç yok. Eylemciliği profesyonel mesleği haline getirmiş bir kesim mutlaka ortalığı tabii ki yine karıştırmak isteyecektir. Ama artık milletimizin bunlara en küçük bir itibarı kalmamıştır.

Biliyorsunuz İETT’de işçi olarak hayata başlamış ve Cumhurbaşkanlığı görevine kadar gelmiş bir kardeşinizim. Bu bakımdan 1 Mayıs’ı kendi özel günüm olarak da görüyorum. Esasen bizim inancımızda ve kültürümüzde emeğin çok ayrı bir yeri var. Dünyanın en gelişmiş esnaf örgütlenmesi Ahilik Teşkilatıdır. Batıda emekçi konusu ancak sanayi devrimi sonrası yaşanan çok acı tecrübelerle gündeme gelmiştir. Bir başka ifadeyle dünyada Emek ve Dayanışma Gününün geçmişi 1,5 asrı ancak bulurken, bizde neredeyse bin yıllık bir birikim söz konusudur.

İş olmazsa işveren olmaz. Ama aynı derecede önemli olarak, işçi olmazsa da iş olmaz. İş, işveren ve işçi arasındaki bu birbirinin içine geçmiş ilişkiyi dikkate almayan yaklaşımlardan hayırlı bir netice çıkmaz. Biz üretim ile alın terini, sermaye ile emeği, kazanç ile hakkaniyeti birbirinden ayırmıyoruz. Kalkınmayı, toplumun tüm kesimlerinin refahının orantılı şekilde yükselişi olarak görüyoruz. Şayet ülkede bir kesim çok zenginleşirken diğer kesimler yerinde sayıyor veya fakirleşiyorsa, orada adalet yok demektir. Adaletin olmadığı bir yerde de zulüm vardır. Zulüm ise, bizim inancımızda küfre eşdeğerdir. Çünkü Rabbimiz insanların eşyalarını, yani mal ve ücretlerini eksik vermeyin buyuruyor. Peygamber Efendimiz de Aleyhissalatu Vesselam, ‘işçiyi çalıştırıp hakkını ödemeyenlerin kıyamet günü hasmıyım’ buyurarak bu konunun önemini ifade ediyor.

Değerli Arkadaşlar;

Yüreğinde zerre kadar iman olan, zerre kadar hak ve adalet duygusu taşıyan hiç kimsenin emek hırsızlığıyla zenginleşmeye tevessül edemeyeceğine inanıyorum. Kul hakkı konusunda hassasiyet göstermeyen, başka hiçbir konuda duyarlılık iddiasında bulunamaz. Hak arayışını çatışma değil uzlaşma zemininde gören bir medeniyete mensubuz. Batıyla aramızdaki en büyük fark da işte budur. Sosyal barışı onlar çatışma üzerinden, biz ise uzlaşma esasına dayalı olarak inşa etmeyi esas alırız. Bizde bu anlayışla tüm hayatımız boyunca her alanda olduğu gibi emek konusunda da adaletin tesisi için çalıştık, mücadele ettik. İşçilerimizin hak arama mücadelelerini değerlendirirken hiçbir zaman onları üyesi oldukları sendikalar veya hangi dönemde işe başladıkları gibi kriterlerle değerlendirmedik. Alın teriyle kendisinin ve ailesinin nafakasını kazanmaya çalışan bir insanı bu tür yaklaşımla kategorize etmek en başta emeğe saygısızlıktır. 31 Mart seçimlerinin ardından kimi belediyelerde sendika üyelerine veya işe giriş tarihine bakılarak ayrımcılık yapıldığına, hatta insanlarımızın aşıyla, işiyle oynandığına dair üzücü haberler alıyoruz. Üstelik bu tür ayrımcılıkları meşrulaştırmak için birçok yalana ve çarpıtmaya başvuruluyor. Kimi sendikaları makbul, kimi sendikaları öteki olarak gören kafa 28 Şubat dönemi kafasıdır. Birileri bu kafayı yeniden hortlatmaya çalışıyor. Biz hiçbir sendikaya kendi arka bahçemiz olarak bakmadığımız gibi, kimsenin de sendikaları arka bahçesi haline getirmeye çalışmasına da rıza göstermeyiz.

Maalesef ülkemizde Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde protesto için kendini yakmaya kalkan bir işçiye, “git kendini sarayın önünde yak” diyecek kadar insanlıktan nasibini almamış bir muhalefet anlayışı var. Şimdi bu zihniyetin belediyelerdeki işçi kıyımına varan uygulamalarıyla karşı karşıyayız. Bir yerde kimin çalışıp kimin çalışmadığını en iyi oradaki emekçiler bilir, gidersiniz onlara sorarsınız. Çalışana hakkını verirsiniz, çalışmayana da yol verirsiniz. Böyle bir tasarrufa kimse de karşı çıkmaz. Ama evine ekmek götürmek dışında bir çabası olmayan insanları sırf siyasi veya ideolojik sebeplerle mağdur etmenin, ekmeğiyle oynamanın vebalinin altından da kimse kalkamaz. İnşallah bu tür yanlışlardan en kısa sürede dönülür.

Değerli Arkadaşlar;

Biz hükümete geldiğimizde demokraside ve ekonomide olduğu gibi çalışma hayatında da ciddi sorunları kucağımızda bulduk. 1994 ve 2001 krizleriyle belleri bükülen, 28 Şubat ile özgürlük alanları kısıtlanan çalışanlarımızın sorunlarının çözümünü önceliklerimiz arasına aldık. Yaşanan ağır ekonomik buhranlar sebebiyle hem kamuda, hem de özel sektörde işçi alımları büyük ölçüde durmuştu. Taşeron uygulaması bir sömürü aracı haline getirilmiş, çalışma barışı bozulmaya yüz tutmuştu. Zorunlu Tasarruf ve Konut Edindirme gibi başlıklar altında çalışanlardan kesilen paraların akıbeti belli değildi. Kayıt dışı çalıştırma öylesine yaygınlaşmıştı ki sendikaların varlığı-yokluğu anlamsız hale gelmişti. İş sağlığı ve güvenliği uygulamaları, sözü bile edilmeyen bir lüks olarak görülüyordu. Kılık kıyafet yönetmeliğiyle çalışanlar üzerinde estirilen terör özel sektöre de sirayet etmişti. Hemen kolları sıvadık ve tüm bu sorunları teker teker çözecek adımları attık.

Hükümetlerimiz döneminde asgari ücreti nominal olarak yaklaşık yüzde bin, reel olarak da yüzde 145’e yakın oranda artırdık. Aynı şekilde diğer çalışanlarımızın ve emeklilerimizin aldıkları ücretlerde de reel olarak ortalama yüzde 140 oranında artış yaşandı. Sosyal güvenlik hizmetlerinin tamamını insan odaklı bir anlayışla geliştirdik. Devleti çalışanlar karşısında borçlu durumda olmaktan biz çıkardık. Zorunlu Tasarruf ödemeleri olarak 4,5 milyon kişiye, değerli arkadaşlar, burası çok önemli; 15,5 milyar lira, Konut Edindirme Yardımları için de 8 milyon kişiye 4,5 milyar lira olmak üzere toplam 20 milyar liralık bir ödemeyi biz yaptık. İşçi kardeşlerimiz, memurlar bundan çok çekmişti. Dikkat ediniz, bu meblağın tamamı işçi ve memur kesimine yapılmıştır.

Uzun süredir tıkanmış olan kamuda kadrolu personel alımı, bu yolu yeniden açarak 218 bin işçiyle 300 bin sözleşmeli memuru göreve başlattık. Önce kamuya hizmet veren taşeron firmalarda çalışan işçilerin tüm haklardan yararlanabilmesini temin ettik. Ardından da 950 bin taşeron işçisine kadro vererek sorunu kökten çözdük.

Diğer yandan, kayıt dışı çalışma sorunu tamamen çözülememiş olsa da, neredeyse iki kata yakın iyileşme sağlanmıştır. Memurlara toplu sözleşme hakkı bizim dönemimizde getirilmiştir. Çıkardığımız İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu da bu alanda yapılan tarihi bir reform mahiyetindedir. Sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında toplayarak özellikle sağlık alanında herkesin aynı kalitede hizmet alabilmesini temin ettik. Sendikalar kanunundan grev ve lokavt düzenlemelerine kadar pek çok alanda çalışma hayatımızın mevzuatını yeniledik, günümüze uygun hale getirdik. Darbe döneminin mirası olan kılık kıyafet yönetmeliğini değiştirerek, ayrımcı ve baskıcı uygulamalara son verdik. Bunların yanında çalışma hayatımızın her alanında çok önemli düzenlemelere, iyileştirmelere imza attık.

Değerli Arkadaşlar;

Türkiye’nin en büyük gücü milletimizin birliği ve beraberliğidir. Bugüne kadar ülkemize ve milletimize yönelik tüm saldırıların üstesinden işte bu sayede gelmeyi başardık.

Dünyada ve çevremizde yaşanan hadiseler bize özgürlüğünü, hukukunu, güvenliğini, üretimini, bunların işleyişini sağlayan devlet düzenini kaybeden toplumları çok acı akıbetlerin beklediğini göstermektedir. Hangi kökenden gelirsek gelelim, hangi kesime mensup olursak olalım, hangi siyasi görüşlere sahip olursak olalım, Türkiye ortak paydasının sembolü olan Rabia’mızı en üste tutmamız gerekiyor. İşte bunun için biz her fırsatta tek millet diyoruz, tek bayrak diyoruz, tek vatan diyoruz, tek devlet diyoruz. İşte bunun için bıkmadan, usanmadan sürekli olarak; bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız, diyoruz.

Ülkemizin potansiyeli öylesine büyük ki, değil 82 milyon 182 milyon da olsak hepimize yeter. Milletimizin gönlü öylesine geniş ki kendimizle birlikte milyonlarca kardeşimizi de kuşatabiliyor.

Türkiye’yi ülkelerden bir ülke, Türk milletini toplumlardan bir toplum sananlar yanılıyor. Biz, Rabbimizin ihsanı olan cesaretiyle, kabiliyetiyle, dirayetiyle, gayretiyle, şefkatiyle, geçmişi ve geleceğiyle bambaşka bir ülkeyiz, bambaşka bir milletiz, biz farklıyız.

Şayet kim olduğumuzu, ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi unutmazsak kimse bize diz çöktüremez, kimse bizi teslim alamaz. Tek yumruk olduğumuzda, yel kayadan ne götürür misali bize yapılan saldırıları birer birer bertaraf ederiz. Türk milleti olarak birbirimize kenetlenirsek, kucaklaşırsak Allah’ın izniyle her türlü zorluğun üstesinden geliriz. Unutmayın, hiçbir siyasi, ideolojik, ekonomik, sosyal çıkar Türkiye’den büyük ve güçlü Türkiye davasından daha önemli değildir. Her birimiz kendi kulvarımızda hangi mücadeleyi verirsek verelim, mesele vatanımızın bekası, milletimizin istiklal ve istikbali olduğunda aynı safta, aynı ortak paydada buluşabilmeliyiz. Gerektiğinde hep birlikte kol kola girip 82 milyon olarak hedeflerimize yürüme iradesini ortaya koyabilmeliyiz.

İşte bugün, bu akşam burada biz sadece çalışanlar noktasında bu kesimin bir sembolünü aramıza aldık ve sizlerle beraber bu muhabbet sofrasında biraraya geldik.

Türkiye’nin 2023 hedefleri işte böyle bir ehemmiyete sahiptir. Dikkat ederseniz ne zaman ülke ve millet olarak bu hedeflerimizi ilan ettik ve ulaşma kararlılığını ortaya koyduysak, o günden beri başımız beladan kurtulmuyor. Ne yaparlarsa yapsınlar hedeflerimizden vazgeçmeyeceğiz. Ülkemizi dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri haline getirmeden, her bir vatandaşımızın refah seviyesini buna uygun şekilde artırmadan bize durmak, dinlenmek, bir anı bile boşa geçirmek haramdır.

Siz değerli işçi kardeşlerim bugüne kadar hep yanımızda yer aldınız, verdiğimiz mücadelenin zorluğu giderek artıyor. Bunun için sizlerden önümüzdeki dönemde daha büyük ve güçlü destek bekliyoruz.

Bu duygularla sizlerin nezdinde ülkemizdeki ve dünyadaki tüm işçilerin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü bir kez daha tebrik ediyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum, hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Ailece mutluluklarınızın daim olmasını diliyorum.

Kalın sağlıcakla.