Sayın Genel Sekreter,
Değerli heyet başkanları, kıymetli misafirler;
Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh.
Tabii çok farklı bir zamanda, malum önümüzdeki hafta Pazar günü Türkiye’de bir yerel seçim var, bu yerel seçim arifesinde de yoğun çalışmalarımız tabii devam ediyor. Fakat Yeni Zelanda’daki bu arzu edilmeyen olay sebebiyle İslam İşbirliği Teşkilatını biraraya getirelim istedik ve bugün sizlerin bu acil davete icabetiniz sebebiyle şahsım, milletim adına ülkemize, ikinci eviniz Türkiye’ye bir kez daha hoş geldiniz diyorum.
Sizlerin 565 yıldır ezanların gökyüzünü süslediği, Peygamber Efendimizin (Aleyhissalatu Vesselam) övgüsüne mazhar güzel İstanbul’umuzda ağırlamaktan büyük bir bahtiyarlık duyuyorum.
Buradan yüreği bizimle birlikte atan dünyanın dört bir köşesindeki tüm Müslüman kardeşlerimizi sevgiyle selamlıyorum.
Sözlerimin hemen başında içinde bulunduğumuz Efendimizin “Allah’ın Ayı” diyerek tarif ettiği mübarek Receb-i Şerif’inizi tebrik ediyorum.
Terör saldırısı sonrasında yaralarını saran Yeni Zelandalı kardeşlerimizin acılarını paylaştığımızı tekrar ifade etmek istiyorum.
Yine buradan Afganistan’dan Pakistan’a, Irak’tan Somali’ye kadar terörle mücadele eden kardeşlerimize dayanışma mesajlarımızı gönderiyoruz. Yeni Zelanda’daki eylemde hayatını kaybedenler başta olmak üzere terörün vahşi yüzüne kurban verdiğimiz aziz şehitlerimizi rahmetle yad ediyorum. Yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyorum. Şehitlerimizin yakınlarına ve tüm Müslümanlara sabrı cemil diliyorum. Yeni Zelanda halkına bu menfur eylemden dolayı taziyelerimi iletiyorum.
Saldırının hemen ardından Cumhurbaşkanı Yardımcımı ve Dışişleri Bakanımı Yeni Zelanda’ya gönderdim. Yeni Zelanda Başbakan Yardımcısı Dışişleri Bakanı Sayın Peters’a, Etnik Topluluklar Bakanı Sayın Salesa’ya, Avustralya’nın İslam İşbirliği Teşkilatı Özel Temsilcisi Büyükelçisi Sayın Cevdet’e toplantımızı teşrifleri için ayrıca teşekkür etmek istiyorum.
Yeni Zelanda makamlarının burada olması bizim için, maktullerin aileleri için ve tüm Müslümanlar için son derece anlamlıdır, önemlidir.
Zirve Dönem Başkanı olarak yaptığımız davete çok kısa sürede icabet ettiğiniz için her birinize şükranlarımı sunuyorum. Toplantımızın ve yapacağımız istişarelerin hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.
Değerli dostlar;
Öncelikle bir hakikatin altını çizmekte fayda görüyorum. İslam İşbirliği Teşkilatı, üye sayısı bakımından Birleşmiş Milletler’den sonra en büyük beynelmilel kuruluştur. Bu Teşkilatın gayesi ise Kudüs davası başta olmak üzere İslam dünyasının en önemli meselelerine sahip çıkmaktır. Elbette İsrail yönetiminin aralıksız tacizlerine, saldırılarına maruz kalan ilk kıblemiz Kudüs’ün hakkını korumak, teşkilatın birinci vazifesidir.
Filistin davasına sahip çıkmak, İsrail zulmü karşısında Filistin’in hak ve hukukunu savunmak bizler için vazgeçilmezdir.
Son olarak dün Amerikan Başkanı Trump’ın Golan Tepeleriyle ilgili talihsiz açıklaması, bölgeyi yeni bir krizin, yeni bir gerilimin eşiğine getirmiştir. Golan Tepeleri, 1967’den bu yana İsrail’in işgali altında bulunmaktadır. 1967 senesindeki İsrail işgali, sadece bölgedeki Arapları değil Türkmenleri de kendi topraklarından göçe zorlamıştır.
Türkiye’nin ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın böyle hassas bir meselede sessiz kalması, emrivakilere boyun eğmesi düşünülemez. Golan Tepelerinin işgalinin meşrulaştırılmasına asla izin vermeyiz, veremeyiz.
Bununla beraber Müslümanların huzurunu, bekasını, hayat hakkını hedef alan her kritik hadise, her saldırı biz ve teşkilat için önemlidir. İslam İşbirliği Teşkilatının İslam dünyası ile tüm insanlığın geleceğini tehdit eden olaylar karşısında bigâne kalması, kayıtsız davranması düşünülemez. Bilhassa bu hassas süreçte doğrudan bizi ilgilendiren hususlarda daha aktif, daha girişken olmamız ve mesuliyet üstlenmemiz gerekiyor.
Teşkilatın her zamankinden daha çok inisiyatif alması gereken bir dönemden geçiyoruz. 15 Mart’ta Yeni Zelanda’da gerçekleşen kanlı terör saldırısı işte böyle bir eylemdir. Cuma namazı için toplanan 51 kardeşimizin şehadeti, 47 kardeşimizin yaralanmasıyla sonuçlanan bu kalleş saldırı, asla sıradan bir hadise olarak görülemez.
Bu olay, kökleri derinlere inen bir kinin, saplantının ve nefretin inkârı mümkün olmayan bir dışavurumudur. Manifestodan dehşet verici görüntülere, saldırganın silahının üzerindeki tarih, isim ve yerlere kadar pek çok husus bu gerçeği ispat etmektedir. Bu saldırı aysbergin, yani buzdağının görünen yüzüdür.
Yeni Zelanda saldırısı, Müslümanları ve masum insanları toplu olarak hedef alan ne ilk, ne de son saldırıdır. Bundan önce de dünyanın farklı noktalarında Müslümanlar, şiddete, zorbalığa ve katliamlara maruz kalmıştır.
1993 yılında Solingen’de Neonaziler, evlerini ateşe vererek 5 vatandaşımızı kalleşçe şehit etti. 1994 yılında El Halil’de İsrailli bir sivil işgalci Halil İbrahim Camiinde sabah namazı kılan 29 Müslümanı şehit etti, 125 Müslümanı da yaraladı. 2011 yılında Oslo yakınlarındaki Utoya Adasında 77 can, beyaz ırkın üstünlüğüne inanan bir cani tarafından öldürüldü. 2015 senesinde Chapel Hill kentinde 3 gencimiz yine bir ırkçı tarafından evlerinde vurularak katledildi. 2017 yılında Kanada’daki cami saldırısında 6 Müslüman hayatını kaybetti. Batı Avrupa’da 2013-2017 yılları arasında Neonazi gruplarınca gerçekleştirilen 113 terör saldırısında 66 masumun canına kastedildi.
Gün geçmiyor ki bir ibadethaneye, sinagoga, mescide, işyerine, derneğe yapılan saldırı haberini almayalım. Gün geçmiyor ki Müslümanların demokratik haklarını kısıtlamayı amaçlayan bir uygulamayla karşılaşmayalım. Gün geçmiyor ki, göçmenleri, etnik, dini, kültürel kimliği farklı olanları hedef alan bir sorunla muhatap olmayalım.
Yükselen kültürel ırkçılıktan yalnızca Müslümanlar değil aynı zamanda Museviler, Afrikalılar, Asya kökenliler, Romanlar da mağdur oluyor.
Çoğu zaman bu nefret suçlarının failleri ya bulunmuyor; bulunduğu zaman ise “psikolojik rahatsızlık” denilerek, yani hemen bir psikolojik rahatsızlığa bunu atfediyorlar. “Münferit, adi suçlu” denilerek olay örtbas ediliyor.
Saydığım saldırıların faillerinden hiçbiri İslam düşmanı, yabancı karşıtı ve terör suçlamasıyla hâkim karşısına ne yazık ki çıkarılmadı. Nasyonal Sosyalist yeraltı örgütünün işlediği ırkçı cinayetlerin medya ile Alman resmi makamları tarafından dönerci cinayetleri yaftasıyla küçümsendiğini, önemsiz hale getirildiğini özellikle burada hatırlatmak isterim.
Kardeşlerim;
Sorunları halının altına süpürerek çözemeyiz. Sosyal hastalıkları yok sayarak tedavi edemeyiz. Problemlerden kaçarak, saklanarak, gizlenerek kurtulamayız. Bizi ve tüm insanlığı tehdit eden meseleleri sükûtla geçiştiremeyiz. Bilakis biz görmezden geldikçe sorunlar katlanacaktır, büyüyecektir.
Biz tepkimizi çok güçlü bir şekilde göstermedikçe Neonazi virüsü bünyeyi daha fazla saracaktır. Biz sesimizi yükseltmedikçe, Batılı hükümetler konforlarını bozmayacaktır. Biz birilerini rahatsız etme pahasına tavrımızı ortaya koymadıkça, saldırılar daha da pervasızlaşacak, ırkçı fanatikler daha da azgınlaşacaktır.
Sonuçta Allah korusun 1940’larda Avrupa’da olduğu gibi telafisi mümkün olmayan felaketler yaşanacaktır. Biz acı da olsa hakikatleri dillendirmedikçe batılı medya kuruluşları İslam düşmanlığını körüklemeye, ateşe benzin dökmeye devam edeceklerdir.
İşte bunun için gördüğümüz sıkıntıları cesaretle ifade etmeli, hep birlikte üzerine gitmeli, yüzleşmeli, çözüm yollarını da yine beraberce aramalıyız. Sadece kendimiz için değil, evlatlarımızın istikbali içinde bu sorumluluğu üstlenmeliyiz.
Bunu gülücükleriyle camilerimizi şenlendiren 3 yaşındaki şehitlerimizin hatıraları için yapmalıyız. Bunu katiline bile kapıyı merhaba kardeşim diyerek açan mümin yürekler için yapmalıyız. Bunu hayat arkadaşını toprağa verdikten sonra saldırganı affettim diyen müşfik gönüller için yapmalıyız. Bunu coğrafyamızdan yükselen feryatlara yenilerini eklememek için, kör şiddetin kararttığı ufukları sulh şafağıyla kucaklaştırmak için yapmalıyız. Bunu umudunu bize bağlamış, gözünü ve gönlünü bizim burada alacağımız kararlara dikmiş mahzun kalpler için gerçekleştirebilmeliyiz.
Bir daha benzer acılar yaşanmasın, camilerimiz kan gölüne dönmesin, fitne tohumları boy vermesin diye tavrımızı net bir şekilde ortaya koymalıyız.
Teşkilatın Zirve Dönem Başkanı sıfatıyla sorumluluğumuzun hakkını vermek için uzun süredir muhataplarımız nezdinde bu meseleyi gündeme taşıyoruz. Hemen her fırsatta onların dikkatini nefret suçlarına çekmeye çalışıyoruz.
6,5 milyon vatandaşı dünyanın 195 ayrı devletinde yaşayan bir ülke olarak, yabancı karşıtlığını ve İslam düşmanlığını kendi meselemiz addediyoruz. Türkiye ile beraber teşkilat üyesi ülkelerin hepsinin yurt dışında kendine hayat kuran, okuyan, çalışan, rızkının peşinde koşan vatandaşları var.
Bugün İngiltere nüfusunun yüzde 7’si Müslümanlardan oluşuyor. Müslümanların sayısının Avrupa’da 44 milyonu, Amerika’da 5 milyonu yaşıyor. Dünya genelinde 400 milyon civarında Müslüman diaspora ve azınlık bulunuyor. Bu insanların kahir ekseriyeti 5-10 yıldır değil, birkaç nesildir, birkaç asırdır bu ülkelerde hayatlarını devam ettiriyor, geleceklerini de yine burada görüyor. Neonazi örgütler, ırkçı çeteler, fanatik sağ partiler, İslam düşmanlığı üzerinden iktidar hevesi kuran muhteris siyasetçiler işte bu insanları sayıları 100 milyonlarla ifade ettiğimiz böyle bir kitleyi hedef alıyor.
Değerli dostlar,
Geldiğimiz nokta itibariyle herkesin şu gerçeği görmesi lazım bu çok önemli. İslamofobi, zenofobi veya aşırı sağ diye tarif ettiğimiz bu yapılar artık politik akımlar olmaktan çıkmıştır. Aslında bu kavramlar artık karşımızdaki gerçeği anlatmakta yetersiz kalmaktadır.
Şu anda karşımızda açıkça bir İslam düşmanlığı vardır, Müslüman nefreti vardır. Bu mesele sadece siyasetin, sivil toplumun, sadece akademik çalışmaların, araştırma kuruluşlarının konusu olmaktan çıkmıştır. Bu tehdit artık güvenlik birimlerinin, devlet adamlarının, sokaktaki vatandaşın da meselesidir.
Tıpkı DEAŞ gibi, Eş-Şebab, PKK gibi Neonazi örgütleri de terör yapılanması olarak ele alınmalı bu şekilde değerlendirilmelidir. İnsanlık Holokost felaketi sonrasında nasıl antisemitizm ile mücadele etmişse, yükselen İslam düşmanlığıyla da aynı kararlılıkla mücadele etmektir.
Bugün uluslararası toplum DEAŞ eylemleri sonrasında nasıl tepki veriyorsa, aynı güçlü tepkiyi Neonazi saldırıları karşısında da göstermelidir. Çünkü bunların hepsi aynı madalyonun farklı yüzleridir. Bunların hepsi masumların kanıyla beslenen parazitlerdir.
Özellikle Batılı basın yayın organları kendilerini çok ciddi bir özeleştiriye tabi tutmak zorundadır. Müslümanları ötekileştirerek, mültecileri düşmanlaştırarak kendilerine iktidar yolu açan politikacılar söylemlerine çeki düzen vermelidir. Hep bizden bunu beklememeli, biz sadece ortada bir zulüm varsa bu zulmün karşısında dik durmaya çalışıyoruz.
Hukuki düzenlemelerden cezaların arttırılmasına, okul müfredatından terör tanımının genişletilmesine kadar bir dizi önlemin acilen hayata geçirilmesi gerekiyor.
Londra’da, Paris’te, Brüksel’de, Amsterdam’da yaşanan araba kazalarında bile hemen terör ihtimali aranırken, organize ve örgütlü saldırılarının adil suç kapsamında değerlendirilmesini doğru bulmuyoruz. Nefret suçlarını önemsizleştirmenin hiç kimseye bir faydası yoktur.
İsrail’in Kudüs’te ve tüm Filistin’de dünyanın gözü önünde sürdürdüğü terör devleti uygulamalarını gizlemeye, saklamaya çalışmak beyhudedir.
Neonazi terörünü daha fazla görmezden gelmenin maliyeti çok ağır olacaktır. Hele hele gerçekleri dillendirdiğimiz için şahsımı hedef almak Batı dünyasında nefret objesi haline getirmek kimseye bir fayda sağlamaz. Biz doğru bildiklerimizi söylemekten hamdolsun bugüne kadar çekinmedik, asla çekinmeyiz.
Irkçı medya kuruluşlarının Neonazilerin söylemlerine lojistik destek veren Türk ve Müslüman düşmanı siyasetçilerinde baskılarına boyun eğmez. 40 yıldır manşetlerle çarpışıyoruz, iftira kampanyalarıyla mücadele ediyoruz. Dün olduğu gibi bugün de, yarın da hakkı söyleyecek, hakikati haykıracağız.
Tabii burada bir hakkı da teslim etmemiz gerekiyor. Yeni Zelanda makamlarına ve halkına teşekkürü bir borç biliyorum. Başbakan Sayın Ardern başta olmak üzere Yeni Zelanda Hükümetine olay karşısında gösterdikleri hassasiyet ve kararlı duruş için şahsım, ülkem ve teşkilatım adına teşekkür etmek istiyorum.
Sayın Ardern tarafından gösterilen tepki, sergilenen empati ve Müslümanlarla dayanışma, tüm dünya liderlerine örnek olmalıdır. Sayın Ardern’in dediği gibi, elbette terör saldırısını gerçekleştiren caninin adını anmamalıyız.
Ancak bu vahşi terör eyleminin unutulup gitmesine de müsaade etmemeliyiz. Bu teröristi hak ettiği şekilde cezalandırarak, tüm bağlantılarını ortaya çıkartarak aynı hevesleri taşıyanlara çok güçlü bir mesaj vermeliyiz.
Kardeşlerim;
Şüphesiz İslam düşmanlığı ve kültürel ırkçılık ile mücadelede asıl görev Batılı devletlere düşüyor. Ancak Müslümanlar olarak bizim de bu sorunu artık daha ciddi bir şekilde ele almamız gerekiyor. Zira bu mesele artık milyonlarca kardeşimizin can emniyetini, mal güvenliğini, temel hak ve hürriyetlerini hedef alıyor.
İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde atabileceğimiz pek çok adım olduğunu düşünüyorum. 10 yıllık eylem planında İslam düşmanlığı konusuna yer vermiştik, maalesef bu konuda olması gereken düzeyde bir çaba sergilenmiyor. Müslümanlara yönelik nefret suçlarını tespit ve takip edecek, bunları sürekli gündemde tutacak güçlü bir mekanizmaya ihtiyaç var. Teşkilatın kurumsal olarak kendini bu asimetrik tehdide adapte etmesi şarttır.
Teşkilat bünyesindeki bağımsız İnsan Hakları Komisyonunun güçlendirilmesi dahil elimizdeki siyasi, bürokratik ve sivil toplum araçlarını nasıl daha etkin olarak kullanabileceğimizi burada tartışmalıyız.
Ayrıca İslam düşmanlığını Birleşmiş Milletler ile Avrupa Birliği gibi platformlara taşıyarak paydaşlarımızın sayısını da artırmalıyız.
Hepsinden önemlisi; ümmetin bekasını ilgilendiren hususlarda tek yürek, tek bilek olup beraberce hareket etmeliyiz. İslam dünyasının ve insanlığın ortak geleceğini tehdit eden meselelerde kısa vadeli çıkarlar, orta ve uzun vadeli menfaatlerimizin önüne geçmemelidir.
Türkiye olarak, Zirve Dönem Başkanı olarak elimizden gelen her türlü katkıyı vermeye hazır olduğumuzu özellikle ifade etmek istiyorum.
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, Yeni Zelanda saldırısında şehit olan kardeşlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralıların en kısa sürede tekrar sağlıklarına kavuşmalarını Rabbimden niyaz ediyorum.
Şehitlerimizin ailelerine ve Yeni Zelanda halkına başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Yeni Zelanda Hükümetine hassasiyetleri için, dayanışma, sahiplenme ve işbirlikleri için özellikle şükranlarımı sunuyorum.
Bugün burada vereceğiniz mesajların İslam düşmanlığı, yabancı karşıtlığı ve kültürel ırkçılıkla mücadelede bir mihenk taşı olacağına inanıyorum.
Teşrifleriniz için sizlere bir kez daha gönülden teşekkür ediyorum.
Rabbim yar ve yardımcımız olsun.
Tekrar şehitlerimiz için El Fatiha.