ODTÜ Teknokent Açılışında Yaptıkları Konuşma

06.02.2019

Değerli hocalarımız,

Değerli misafirler;

Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Açılışını yaptığımız ODTÜ Teknokent Bilişim İnovasyon Merkezi’mizin üniversitemize, bilim ve teknoloji dünyamıza, firmalarımıza, araştırmacılarımıza hayırlı olmasını diliyorum. Bir ihtisas teknoparkı olan bu merkezin ülkemize kazandırılmasını sağlayan Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız ile ODTÜ yönetimini özellikle şahsım, milletim adına tebrik ediyorum.

Bilişim ve telekom alanında teknoloji geliştirme çalışmaları yapmak üzere burada faaliyet yürütecek firmalarımıza başarılar temenni ediyorum. Yeni fikirlerin teknolojiye dönüşmesine vesile olmak üzere kurulan öğretim elemanları ve öğrenciler ile genç girişimcilerin çalışmalarının destekleneceği buradaki kuluçka merkezini de çok çok önemli görüyorum.

Türkiye’nin hedeflerine ulaşabilmesi için bu tarz merkezlerimizin olması ve bunları çoğaltmamız gerçekten çok gerekli. İnsanımızın zekasını ve pratikliğini bilimsel ve teknolojik disiplinle fikre, araştırma-geliştirmeye, ürüne, üretime dönüştürdüğümüzde ülkemizin herkesi şaşırtacak bir hızla yükselişe geçeceğine inanıyorum.

Bundan 20 yıl önce ülkemizde yaşayan birisine şu anda bulunduğumuz yeri anlatsaydık, herhalde bizi hayal kurmakla suçlarlardı. Ama işte hayalleri artık gerçeğe dönüştürdük. Şimdi gençlerimizle birlikte daha büyük hayaller kurmamız ve bunları gerçeğe dönüştürmek için çalışmamız gereken bir dönemdeyiz. Ülkemizin sınırlarını aşıp tüm dünyaya hitap eden başarılara imza atmadan bunu gerçekleştiremeyiz. Açılışını yaptığımız merkezimiz inşallah bu yönde atılmış bir adım olacaktır.

Değerli dostlar;

Orta Doğu Teknik Üniversitemizin kuruluş hikâyesi, ülkemizde bilimin ve teknolojinin serencamını göstermesi bakımından çarpıcı bir örnektir. ODTÜ, Türkiye’nin ve Ortadoğu ülkelerinin kalkınmalarına katkıda bulunmak, bunun için gereken insan kaynağını yetiştirmek üzere –az önce de ifade edildi- malum 1956’da enstitü olarak kurulmuş, üç yıl sonra da üniversite statüsü kazanmıştır. Her yeni kuruluş gibi ODTÜ’nün de ilk yılları sıkıntılı geçmiş, daha sonra bugünkü yerine taşınmasıyla hızla gelişmeye başlamıştır. Türkiye’de hem üniversite yerleşimi, hem de kendisine tahsis edilen arazi bakımından kendi alanının en büyük kurumlarından biri olan ODTÜ, başarılarıyla hep adından söz ettirmiştir.

Ülkemizin bir dönemini esir alan ideolojik kavgalar elbette ODTÜ’yü de etkilemiştir, buna rağmen ODTÜ bilim ve teknoloji alanındaki marka değerini korumayı ve geliştirmeyi hep bilmiştir. Bugün eğitimde ve öğretimde, bilim ve teknolojide ODTÜ markası hala ilk sıralarda yer almaya devam ediyorsa, bunu kurulduğu toprakların mayasının sağlamlığına borçludur.

Eskiler, ‘sui misal emsal olmaz’ derler. Biz de bu anlayıştan hareketle ODTÜ’yü hep başarılarıyla, yetiştirdiği kaliteli öğrencileriyle, sahip olduğu yüksek standartlı öğretim kadrosuyla, altına imza attığı bilim teknoloji faaliyetleriyle değerlendiriyoruz. Esasen ODTÜ’nün kuruluş amacı, tam da bizim 16 yıldır inşa etmeye çalıştığımız politikanın ifadesi gibidir.

Üniversitemizin kuruluş kanununda aynen şöyle diyor, bunu çok önemsiyorum: “Türkiye ve Ortadoğu’nun kaynaklarının inkişafına ve iktisadi meselelerinin halline bilhassa ehemmiyet verilmek üzere Türk milletine ve diğer milletlere fayda sağlayacak araştırmalar yapmak.” Evet, biz işte bu amacı her alanda gerçekleştirmenin mücadelesini verdik, veriyoruz. Lisans, yüksek lisans, doktora çalışmalarında ortaya koyduğu başarılar, ODTÜ’nün kendisine verilen göreve aradan geçen 60 yılı aşkın süreye rağmen hala sımsıkı bağlı olduğunu gösteriyor. Bu önemli eğitim kurumunu ülkemize kazandıranlara ve bugünlere gelmesinde emeği geçenlere teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar;

Biz insanlık tarihinin en eski eğitim kurumlarına ev sahipliği yapmış bir coğrafyada yaşıyoruz. Harran’dan Nusaybin’e, Cizre’den Hatay’a, İzmir’den Bursa’ya, Erzurum’dan İstanbul’a kadar ülkemizin her köşesi kadim eğitim kurumlarının izleriyle doludur. Böyle bir mirasa sahip olmaktan şeref duyuyoruz, ama aynı zamanda bu mirasa layık olmanın sorumluluğunu da üstlenmiş bulunuyoruz.

Tarihimiz boyunca diğer kurumlarımız gibi yükseköğretimimizde de değişen şartlara, ihtiyaçlara, taleplere göre sürekli yenilenmiş, sürekli gelişmiş, Cumhuriyet döneminde de bu değişim sürmüştür. Üniversitelerimizi küresel yarışta en büyük güç kaynağımız olarak görüyoruz.

Bilim, eğer ahlaki değerlere yaslanıyorsa, o nispette insana ve topluma hizmet eder. Bilimsel faaliyetlerin ve araştırmaların ürüne dönüşmesi, ticarileşmesi elbette önemlidir. Ancak, bilimin kendisinin ticari meta haline gelmesine izin vermemeliyiz. Biz, mirasçısı olduğumuz medeniyetlerin bilime katkılarını devam ettirmekle görevliyiz.

Bu anlayışla yükseköğretimde çok büyük atılımlar gerçekleştirdik; üniversite sayımızı 76’dan 206’ya, üniversite öğretim elemanı sayısını 76 binden 162 bine, öğrenci sayımızı 1,6 milyondan 8 milyona, yabancı öğrenci sayısını 15 binden 143 bine çıkartarak Türkiye’nin bu alanlardaki niceliksel tüm tıkanıklarını aştık.

Son Almanya seyahatimde Sayın Merkel’e sordum, ‘sizde üniversite öğrencisi ne kadar’ diye. Verdiği rakam 3 milyon, nüfus bizden fazla. ‘Sizde ne kadar?’ dedi. Ben de dedim bizde 8 milyon, tabii orada bir şaşkınlık geçirdi. Tabii bir nitelik, nicelik meselesi var; ama biz bunu önümüzdeki yıllarda da aşacağımıza inanıyorum. Ve biz patlamamızı, sıçramamızı yaptığımız zaman, çok çok farklı yapacağımıza inanıyorum. Yeni dönemde artık niteliğe, kaliteye yoğunlaşmamız gerekiyor. Beşeri sermayemiz bizin en büyük gücümüzdür, bunun için de yükseköğretim sistemimizi kurumlarıyla ve yönetimiyle çok daha ileriye taşımamız şarttır.

Açık konuşmak icap ederse, hali hazırda çok ideal bir yükseköğrenim sistemine sahip olmadığımız bir gerçektir. Türkiye geliştikçe, güçlendikçe, ileriye gittikçe, bu alanda daha kapsamlı ve büyük adımlar atmakta kararlıyız. Cumhurbaşkanı hükümet sistemi diğer hususlar gibi yükseköğretim alanındaki reformlarımız için de bize büyük imkanlar sağlıyor. Son dönemde Yükseköğretim Kurumumuz YÖK’ün attığı adımları bu reformların bir öncüsü, bir habercisi olarak kabul ediyorum.

Araştırma üniversitelerinden misyon farklılaşmasına ve kalite kuruluna kadar yapılan tüm çalışmaları yakından izliyorum. Bu girişimlerden elde edilen sonuçların değerlendirilerek en kısa sürede sistemin işleyişine yansıtılacağına inanıyorum. Özellikle tıp, mühendislik ve hukuk gibi temel alanlarda eğitim kalitesinin yükseltilmesine yönelik reformlara olan ihtiyacımız çok daha acildir.

Vakıf üniversitelerimizin kendilerine sağlanan onca ayrıcalığa rağmen, kimi istisnalar hariç, eğitim-öğretimde kalitenin yükseltilmesi beklentilerimize yeteri kadar katkıda bulunamadıklarını görüyoruz. Hatta bazı vakıf üniversitelerimizin vakıf mantığıyla asla uyuşmayacak şekilde sadece kazanç odaklı faaliyet gösterdiklerini de üzüntüyle müşahede ediyoruz. Bu meselenin üzerinde de hassasiyetle durulması gerekiyor.

Ayrıca, denklik konusunun da yine bu kalite anlayışı çerçevesinde geliştirilecek objektif kriterlere bağlanarak hızla çözülmesine ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. İnşallah tüm bu meseleleri önümüzdeki dönemde hal yoluna koyacak, Türkiye’yi yükseköğrenimde parmakla gösterilen ülkeler arasına sokacağız.

Değerli arkadaşlar;

Dünyada artık bağımsızlığın ölçüleri olan toprak, bayrak, milli para gibi özellikle bu kriterlere yenilerinin eklendiği bir döneme giriyoruz; bunların en başında da teknolojik bağımsızlık geliyor. Veri üretiminden güvenliğine, savunma, sağlık, eğitim, bilişim teknolojilerinden yapay zekaya kadar her alanda kendi ayaklarımızın üzerinde durmak mecburiyetindeyiz. Şayet biz bunu beceremezsek, zorunlu olarak ipin ucu başka birilerinin eline geçecektir. Nasıl topraklarımıza hükmetmeden bağımsız olamazsak, teknolojiye hakim olmadan da bağımsızlığımızı sürdüremeyiz. Üstelik bizim kendimizle birlikte kalbini ve umudunu bize yöneltmiş tüm dostlarımıza, kardeşlerimize karşı da sorumluluklarımız var, teknolojik bağımsızlığımız işte bu sebeple de çok önemlidir.

Bilgi temelli kalkınmanın temel şartı, kendi değerlerimizi özümsemiş ve bununla birlikte bilim ve teknolojinin, eskilerin deyimiyle, hani o künhüne vakıf bir nesil yetiştirmek, bu bizim için öncelikli bir adım olmalı. Teknolojiyi sadece kullanan değil, tasarlayan, geliştiren ve üreten bir ülke konumuna gelmedikten sonra bu hedefe ulaşamayız.

Eğer teknoloji çok hızlı gelişiyorsa, bizim ondan daha hızlı hareket etmemiz, bunun için de daha çok çalışmamız şarttır. Madem çocuklarımız artık doğdukları andan itibaren dijital bir dünyaya gözlerini açıyorlar, öyleyse biz de tüm hazırlığımızı buna göre yapacağız. Bilgiye erişimi sınırlandırmanın değil, tam tersine çeşitlendirmenin ve bilinçli kullanımının yollarını arayacağız. İşte bu noktada en büyük görev üniversitelerimize düşüyor, saygıdeğer hocalarımıza düşüyor. Üniversitelerimiz gerek eğitim-öğretim, gerek araştırma-geliştirme faaliyetleriyle bu sürecin öncüsü, sürükleyicisi olmalıdır.

Küresel rekabette öne geçebilmek için, ülkemizin tüm imkanları gibi üniversitelerimize de en etkin şekilde kullanmalıyız. Geçtiğimiz günlerde Milli Savunma Bakanlığı Harita Genel Müdürlüğümüz tarafından hazırlanan Harita Genel Müdürlüğü Küre ve Harita Genel Müdürlüğü Atlas Milli Harita uygulamalarımızın tanıtım törenine katıldım. Orada da ifade ettiğim gibi, dünya yapay zeka çalışmalarıyla yeni bir teknoloji seviyesine doğru gidiyor. Her ülke teknolojide bu yeni döneme kendi hedeflerine göre isimler veriyor, işte mesela Almanlar buna endüstri 4.0 diyor, Japonlar toplum 5.0 yaklaşımı üzerinde çalışıyor, Amerika’da yaşam 3.0, dördüncü devrim, birey 4.0 türü tartışmalar var, biz ise ‘milli teknoloji hamlesi ve dijital Türkiye’ diyerek bu süreçte yerimizi alıyoruz.

Tabii bu süreçte yetişmiş insan kaynağımızı geliştirmekle sorumlu olan üniversitelerimize çok daha büyük görevler düşüyor. Üniversite-sanayi iş birliğini çok daha ileri seviyelere taşımalıyız. Bu konuda ben Çin Halk Cumhuriyeti’ni çok başarılı görüyorum; özellikle bir ziyaretimde Samsung’u şöyle bir göreyim demiştim, gittiğimde üniversiteyle olan iş birliğini görünce gerçekten kendilerine hayran olmamak mümkün değildi. Yani part time olarak öğrenciler üniversiteden çıkıyor, hemen Samsung’a geliyor, orada da çalışmaya başlıyorlar. Dolayısıyla teori-pratik buluşmasını orada görünce tabi ki o insanın yetişmemesi için hiçbir sebep kalmıyor. Belli de bir ücret oradan alma imkanı var, dolayısıyla burs diye bir sorun da ortada kalmıyor. Yani Samsung eğer bugün dünyada bu kadar önemli bir yeri yakalıyorsa, ha bunun altında neler yatıyor, bunu da bizzat gördük. Bunu bizim yapmamamız için hiçbir sebep yok, biz de bunu başarırız.

Üniversitelerle sanayiyi, yenilikçi fikirlerin ürüne dönüştürülmesi ortak gayesi etrafında buluşturan teknoparkların desteklenmesi bu bakımdan çok önemli... ODTÜ şu anda bu adamı atmış durumda, biran önce bunun neticesini de inşallah bu teknoparktan almamız lazım. Teknoparkların kuruluş amaçlarının dışına çıkartılmasına engel olmak için buralarda faaliyet yürütecek firmaların seçiminde hassasiyet gösterilmelidir. Rastgele birilerine şöyle bir yer verelim, o da gelsin burada bunu kursun, yok, şöyle gerçekten bu noktada idealizmi olan, bu noktada kendini ispatlamış olanlarla bu işi yürütüp, ha o türlerine de çok daha farklı yerlerde bu imkanlar sağlanabilir. Ama öncelikle biz neticeyi nerede daha çabuk alacağız, buna odaklanmamız lazım.

Özellikle doktora programlarına aynı doğrultuda ağırlık verilmesine de ihtiyaç var. Gerek yurt içi, gerek yurt dışı programlarıyla doktoralı yetişmiş insan sayımızı ne kadar yükseltebilirsek, bu yarıştaki yerimizi o kadar sağlam tutabiliriz. Araştırma programlarının hem koordinasyonunu, hem etkinliğini, hem verimliliğini yükseltmek için ilgili kurumlarımız arasında daha sıkı bir iş birliğine gitmemiz lazım.

Değerli arkadaşlar, saygıdeğer hocalarım;

Görüldüğü gibi üniversitelerimizle birlikte daha yapacak çok işimiz bulunuyor. Türkiye, üniversite yönetimlerinin özerkliği ve kendilerine tahsis edilen kaynaklar bakımından dünyada gerçekten iyi bir yerdedir. Bugün bizim artık 81 ilimizde üniversitemiz var, öğrenciyi ayağına çeken üniversiteler değil, artık öğrencinin ayağına giden üniversitelerimiz var. Bu bizim için tabii ki çok çok önemli bir adımdı ve bunu gerçekleştirdik. Üniversitelerimiz ellerindeki kaynakları, imkanları, yetkileri en doğru şekilde kullanarak Türkiye’nin gelişmesine, kalkınmasına, büyümesine katkı verdikleri oranda değerlenecek, güçlenecektir.

Kendini bilime ve teknolojinin gelişmesine adamış yönetimler elinde üniversitelerimizin yakın gelecekte arzu ettiğimiz kalite seviyesine ulaşacaklarına doğrusu ben canı gönülden inanıyorum, hocalarımızın da aynı inançta olduğunu düşünüyorum.

Cumhurbaşkanı olarak bugün kadar olduğu gibi bundan sonra da daima yanınızda bulunacağımdan asla şüpheniz olmasın. Türkiye’yi hep birlikte hedeflerine ulaştıracağız. Bu benimle olacak bir iş değil, ben siyaset olarak, ülkemin başındaki bir yönetici olarak varım, sizler ise ilim ve irfanın temsilcileri olarak varsınız. Eğer bizler de bütünleşirsek o zaman gerçekten milliyetperver, vatansever bir nesli yetiştirir ve ülkemizi uçururuz.

Bu duygularla bir kez daha açılışını yaptığımız ODTÜ Teknokent Bilişim İnovasyon Merkezi’nin hayırlı olmasını diliyor, emeği geçenleri kutluyorum. Burada çalışacak hocalarımıza, şirketlerimize, araştırmacılarımıza başarılar temenni ediyor, sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.