Birinci Yaşlılık Şûrasında Yaptıkları Konuşma

20.02.2019

Sevgili ak saçlı, ak sakallı büyüklerimiz,

Değerli misafirlerimiz, hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum.

Birinci Yaşlılık Şûramızın ülkemiz, milletimiz, özellikle de yaşlılarımız için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

Bu şûrayı düzenleyene Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımız ile şûranın gerçekleşmesinde emeği geçen herkesi kutluyorum. Görüşleri, tespitleri, teklifleri ve tartışmalarıyla şûraya katkı sağlayacak herkese şimdiden teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, sevgili büyüklerimiz;

İlk insandan bugüne kadar yaşlılık hayatın kaçınılmaz bir dönemi olarak karşımıza çıkıyor. Dünyaya gelip de er veya geç vakti, saati geldiğinde dar-ı bekaya göç etmemiş kimse yoktur. Tarihte, fikirde, sanatta, edebiyatta, felsefede önemli eserler vermiş kişilerin pek çoğu yaşlılık üzerine, yaşlanma üzerine düşünmüşler ve önemli sözler söylemişlerdir.

Mesela Yunus Emre şöyle diyor:

“Geldi geçti ömrüm benim,

Şol yel esip geçmiş gibi.

Hele bana şöyle gelir,

Şol göz yumup açmış gibi.”

Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı romanında Yüzbaşı Cemil, Teğmen Faruk’a, ‘yaşlandık mı dersin?’ diye sorar. Teğmen Faruk’un bu soruya cevabı; ‘bizim yorgunluğumuz gövdemizden değil, ruhumuzdan olsa gerek’ der. Evet, yaşlılık gövdelerden önce ruhlara çöker.

Bir başka düşünür; ‘gençlik bilgeliği öğrenme, yaşlılık da uygulama dönemidir’ diyor. ‘Hepiniz inancınız kadar genç, şüpheniz kadar ihtiyar, kendinize olan güveniniz kadar genç, korkunuz kadar ihtiyar, umudunuz kadar genç, yeisiniz kadar ihtiyarsınız’ diyen yazara hak vermemek elde mi? Atalarımız, akıl yaşta değil baştadır der ama bunun bir de aklı başa yaş getirir şeklinde devamı vardır. Yaşlılığı bir dağa tırmanmaya benzeten bir yazar, çıktıkça yorgunluğun arttığını, nefesin daraldığını, ama görüş açısının genişlediğini söylüyor.

Herkesin uzun yaşamak istediği ama yaşlanmak istemediği bir dünyanın içindeyiz. En önemlisi de hangi yaşta bulunduğumuzdan ziyade, o vakte kadar ne yaptığımız, nasıl yaşadığımızdır. Bugün bulunduğumuz yaşlara kadar gelmiş olmamız, Rabbimizin bizlere bir lütfudur.

Daha doğarken gözlerini hayat yumandan her yaşta bu dünyayı terk edene kadar bize göre zamansız pek çok ölüme şahitlik ettik. Bunun yanında, yaşı 70-80-90-100, yanımda oturan amca 100’ü aşmış ve hatta daha fazla olan nice büyüklerimizi biliyoruz. Öyleyse, kaçınılmaz olan yaşlılık için üzülmek yerine, bu dönemimizi en güzel şekilde değerlendirmenin gayreti içinde olmalıyız.

Dünya nüfusu, özellikle de gelişmiş ülkelerde hızla yaşlanıyor. Birkaç asır önce 40’ı bulmayan ortalama hayat süresi, bugün 70’in üzerindedir, hatta bazı ülkelerde 90’ı zorlamaktadır. Bu durum, çözüm bekleyen pek çok meseleyi de beraberinde getiriyor.

Değerli misafirler;

Özellikle gelişmiş ülkeler hızla yaşlanan nüfusları sebebiyle ciddi bir gelecek endişesi içindedir. Batı ülkelerinde azalan genç nüfusun yerini, daha ziyade diğer coğrafyalardan gelen göçmenler kapatıyor. Buna karşılık Asya ve Afrika kıtaları ile Günel Amerika ortalamanın çok üzerinde büyüyen nüfuslarıyla adeta dünyanın geleceğine talipler. Türkiye’nin durumu her ne kadar Batı ülkeleri kadar vahim değilse de çok da iç açıcı gözükmüyor.

Ülkemizde 65 yaş ve üzeri nüfus oranı yüzde 8,8’e kadar ulaşmıştır, bu da 7,2 milyon yaşlıya sahip olduğumuz anlamına geliyor. Yaşlı nüfus oranımızın yıllar içinde artması ve 2040 yılında şimdikinin yaklaşık 2 katına ulaşması bekleniyor. İşte bunun için katıldığım tüm nikah törenlerinde gençlerimize en az 3 çocuk, mümkünse daha fazlasını tavsiye ediyorum. Onun için bir olur garip olur, iki olur rakip olur, üç olur denge olur, dört olur bereket olur, gerisi Allah Kerim diyorum. Mecburuz, çünkü bu yapıyı dinamik, genç nüfus yapısını sağlam tutalım. Bilhassa da bizim gibi ülkeler için nüfus güçtür. Nüfusumuzu en iyi şekilde beslemek, eğitmek, donatmak, istihdam alanları oluşturmak, altyapı hizmetleri vermek şartıyla bu gücü kullanabileceğimizi biliyoruz. Ama ortada yeterli nüfus yoksa, diğer imkanların bir süre sonra kendiliğinden yok olup gitmesi veya el değiştirmesi kaçınılmazdır.

Nüfus yapımızdaki bu değişim bize, diğer pek çok nüfusun veya birçok hususun yanı sıra, yaşlılarımıza götürülecek hizmetlerin arttırılması gerektiğine de işaret ediyor. Yaşlı hizmetlerini sadece maddi imkanlarla sınırlı görmek, onlara yapılacak en büyük haksızlıktır. Asıl olan, yaşlılarımızın aile bütünlüğü içinde etkinliklerini ve üretkenliklerini koruyarak sosyal çevreleriyle birlikte bu dönemlerini geçirebilmelerini temin etmektir. Yaşlılarla ilgili politikalarımızı işte bu anlayışla belirleme ve uygulamaya geçirmeliyiz. Elbette kimsesi kalmayan veya ailesiyle hayatını sürdürme imkanından mahrum olan yaşlılarımız için huzurevinden bakım ve rehabilitasyon merkezlerine kadar her türlü altyapıyı oluşturmalıyız. Kendi evinde hayatını sürdürmek isteyenler için de evde temizlik, yemek, sağlık hizmeti desteği gibi imkanları da sunmalıyız, işte bunları biz yapıyoruz, bizden önce böyle bir şey yoktu. Hatta hasta vatandaşlarımızın evde tedavilerini yapıyoruz. Niçin? Hastaneye gelemeyebilir, götürecek bir yakını olmayabilir. Davete anında icabetle oralara doktorlarımız giderek evinde müdahaleyi yapıyorlar.

Asıl olan, yaşlılarımızın aileleriyle birlikte ve sosyal hayatın içinde ömürlerini geçirmelerini sağlamak olmalıdır. Biz, yaşlılarını ‘koca’ diyerek en yüksek makama oturtan, ‘ak saçlı’ diyerek, ‘ak sakallı’ diyerek en üst toplumsal payeyi veren, bilgeliği ve pirliği onlarla simgeleyen bir kültüre sahibiz.

Cennet anaların ayağı altındadır hadisi şerifini herhalde bilmeyen yoktur. Ben anacağımın ayağının altını öperdim, anam ayağını çekerdi. ‘Anacağım, bana cennet kokusunu çok mu görüyorsun’ derdim, ağlardı. Tavsiye ediyorum, analarınızın ayaklarının altını öpün. Onlar gibisi yok, onlar olduğu için biz varız, onlar olmasa biz yoktuk.

Zaman zaman bazı araçların arkalarında okuduğum bir yazıda, anamın duası, babamın gölgesi yeter diyor. Gerçekten de bizim milletimiz için başka hiçbir beklentiye girmeden, sadece duası bile anaya, babaya ömür boyu hizmet etmek için yeterli bir sebeptir. Şayet bir evde büyükanne, büyükbaba, anne, baba ve torunlar birarada yaşayabiliyorsa, o ev gerçekten günün 24 saati yaşayan, günün 24 saati içinde huzur bulunan bir yerdir, olması gereken budur. Ama bu var mı şimdi? Maalesef yok. Şimdi kaçan kaçana, artık ben yetiştim diyor birisi gidiyor bir tarafa, öbürü ben yetiştim diyor o da gidiyor bir tarafa, halbuki aslolan bu değil. Tabi özellikle büyük şehir hayatının böyle bir aile modelini giderek zorlaştırdığının farkındayız. Fakat bu durumun aile büyükleriyle ilişkilerin neredeyse bayram ziyaretlerinin bile ihmal edildiği bir periyoda dönüşmesini asla kabul edemeyiz. Ben kimsenin özel hayatına karışamam o ayrı mesele, ama doğrusu ben kabullenemiyorum. Aynı şehirde yaşayıp da en azından her hafta sonu anne, babalarımızı torunlarıyla bir araya getirmiyorsak hem çocuklarımıza hem büyüklerimize haksızlık yapıyor, vebal altına giriyoruz demektir. Bizim en az yaşlı bakım hizmetleri kadar, en az aktif yaşlanma konusu kadar bu meseleye de önem vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Hatta gerekiyorsa bunun için teşvik mekanizmaları kurmalıyız. Ülkemizde özellikle de sıkıntılı dönemlerde ana, baba ocağının sığınılacak güvenli bir liman olarak görülmesi, köklerimizin hala sağlam olduğunu gösteriyor. Hepimizin yetişmesinde emeği olan fikir ve gönül dünyamızın şekillenmesinde katkısı bulunan aile büyüklerimizin bize kattığı zenginlikten çocuklarımızı mahrum etmemeliyiz. Medeniyet ve kültür değerlerimizin nesillerden nesillere aktarılması konusunda büyüklerimizin rolünün okuldan, öğretmenden, kitaptan daha fazla olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla, yaşlılarımıza sahip çıkmak aynı zamanda geleceğimize sahip çıkmaktır.

Değerli misafirler,

İnsanların hayat süresi uzadıkça yaşlılıkla ilgili konular daha çok tartışılmaya, daha çok konuşulmaya başlanmıştır, aktif yaşlanma kavramı da bunlardan biridir. Bu kavramla uzun iş hayatını tamamlayıp, kendi gelirine sahip bir şekilde emekli olan yaşlıların, sağlık, güvenlik ve sosyal hayata katılım hususundaki imkanlarının en üst düzeye çıkartılması amaçlanıyor. Hayat boyu öğrenme dediğimiz süreç ile aktif yaşlanma arasında yakın bir ilişki vardır. Bu hem yaşlılarımızın hayatlarını daha kolay sürdürmelerini sağlayacak bilgileri öğrendikleri hem de kendi tecrübelerini diğer insanlara aktardıkları çift yönlü bir süreçtir.

Esasen şöyle tarihe bir baktığımızda en önemli eserlerin pek çoğunun yaşlılık döneminde verildiğini görürüz. Mimar Sinan en muhteşem eseri olan Selimiye Camiini inşa ettiğinde kaç yaşında biliyor musunuz? 80 yaşındaydı. 80 yaşında Selimiye Camiini inşa etti. Biruni, Cabir, Farabi, Cezeri, Kindi, Piri Reis, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi nice alimlerimiz asırlara ışık tutan eserlerini bugün yaşlılık dediğimiz dönemlerinde vermişlerdir. Aynı şekilde diğer medeniyetlerinde pek çok önemli eserlerinde yaşlılık dönemlerinde bu işi başaran şahsiyetlerin imzaları vardır. Her ne kadar gençler ileriye, ihtiyarlar geriye bakarlar denirse de bu her zaman doğru değildir. Son nefesine kadar hep ileriye bakan nice bedeni yaşlı, ruhu genç insanımız vardır.

Gerçekten de insan gençliğinde öğrenirken, yaşlılığında anlar. İşte o anlama kabiliyetinin değerine paha biçilmez. Bunun için yüzümüz değil, asıl aklımız buruşmaya başladığında yaşlanırız diyoruz. Bizi yaşlandıran nüfus kağıdımızdaki rakamlar değil, ülkemize, milletimize, şehrimize, ailemize hala verecek bir şeylerimiz varken bunlardan imtina etmektir. Maddi ve manevi anlamda üretkenliğini devam ettiren yaşlılarımız kendileriyle birlikte topluma da çok büyük katkıda bulunmuş oldu.

Bakanlığımız 2019-2023 dönemini kapsayan bir yaşlı vizyon belgesi hazırlıyor. Bu çalışma da yaşlılarımızın pek çok alana aktif katılımını desteklemeyi amaçlayan programlar da yer alıyor. Esasen 2003 yılından bu yana yaşlılarımız için çok önemli hizmetleri hayata geçirdik. Huzur evlerinde bakılan yaşlı sayısı 5 bini bile bulmazken, bugün 14 bine yaklaştı. Kimsesizlerin kimsesi bir sosyal devlet olduğumuzu göstererek hiçbir yaşlımızı sokakta veya çaresiz bir şekilde dört duvar arasında bırakmıyor, hepsini de sahip çıkıyoruz.

Devletin yaptığı öncülük, ülkemizdeki toplam huzur evi sayısı ve kapasitesinde de önemli artışa vesile oldu. Bugün ülkemizdeki 396 huzur evinde 33 bin 146 kapasite var. 65 yaşını geçenlere ödenen yaşlılık maaşı biz geldiğimizde neydi biliyor musunuz? 24 lira. Şimdi 601 liraya çıkartarak hiçbir vatandaşımızın mağdur olmamasını temin ettik. Bu ödemeyi tüm hane halkının değil, sadece maaşa hak kazanan kişinin kendisi ve eşinin gelirine göre yapıyoruz. Geliri asgari ücretin 3’te 2’sinden az olan yaşlılarımıza özel kuruluşlardan hizmet alımı yoluyla bakım hizmeti de veriyoruz. Engelli yaşlılarımızın evlerinde bakımı için de ödenen tutar 1305 liradır. Yaşlılarımızın toplumsal hayata katılımlarını teşvik etmek için 65 yaş üzeri herkesin tüm şehir içi ulaşım hatlarından ücretsiz, şehirlerarası demir yolu ve deniz yolu ulaşım hatlarından ise yüzde 50 indirimli yararlanabilmelerini biz sağladık biz.

Belediyelerin evde bakım ve gündüzlü bakım hizmetlerini desteklemek için şu ana kadar 35 binden fazla kişiye ulaşan yaşlı destek programını başlattık. Yaygınlaştırmaya başladığımız aktif yaşam merkezleriyle yaşlıların ve engellilerin sosyal hayata katılımlarını kolaylaştırıyoruz. Emeklilerimize ödemeye başladığımız iki dini bayramda biner liralık bayrak ikramiyeleri de yaşlılarımız için önemli bir destek olmuştur. Bunların yanında daha pek çok hizmetle yaşlılarımız için kimsesizlerin kimsesi olma sözümüzü yerine getiriyoruz.

Değerli misafirler,

Antik Roma döneminin filozoflarından Cicero eski Atina’ya ilişkin şöyle bir hadise anlatır: Atina’da ihtiyar bir adam tiyatroya gider, kendisine Atinalıların oturduğu bölümde kimse yer vermez. Bunun üzerine ihtiyar Spartalıların olduğu oturduğu bölüme geçmek zorunda kalır. Orada hemen ihtiyara bir yer açılır, Atinalılar ise bu davranışı alkışlarla karşılarlar. Çünkü Atinalılar iyilik nedir bilirler, ama yapmak istemezler. Evet, dünyamızın hızla Atinalılaştığı bir dönemde yaşlılarımıza sahip çıkmayı, onlara saygıda kusur etmemeyi, onları hep el üstünde tutmayı boynumuzun borcu olarak görüyoruz.

Yaşlıların tek başına hayatlarını sürdürdüğü, çocukların da tek başlarına büyüdüğü bir dünya değerli kardeşlerim, bizim dünyamız değildir. Biz, köklerimizle varız. Biz, sizlerle varız, sizlerle olacağız. Köklerimizin en güçlü göstergesi de yaşlılarımızla, ak saçlılarımızla kurduğumuz ilişki biçimdir. Huzurevi tabelalarının arttığı değil, kuşakların aynı çatı altında birlikte yaşadığı veya ilişkilerin her gün kesintisiz sürdüğü bir Türkiye istiyoruz. Anneciğini, babacığını huzurevine bırakan evlatlar değil, onlarla beraber yaşayan evlatlar istiyoruz. Tarihimizde ve kültürümüzde zaten var olan bu toplumsal yapıyı korumak ve ihya etmek için çalışmayı sürdüreceğiz. İşte bunun için, Şeyh Edebali ne diyor: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”

Yaşlılar Şûrasının bu doğrultuda yapılacak çalışmaların daha derli toplu, daha bilinçli ve daha süratli yürütülmesine vesile olacak bir milat haline dönüşmesini temenni ediyorum.

Sözlerime bir şairimizin dizileriyle son vermek istiyorum:

“Bana artık dingin olmak,

Bana yalınlık yaraşır.

İçimde şiirin güzelliği,

Yaşamak sevinciyle yarışır.

Güzeller güzeli ömrüm,

Sana gitgide sevdalanıştayım.

Nice emeklerle dokunmuş,

Bir ince, bir nazlı nakıştayım.”

Her birinize sağlıklı, huzurlu, daha nice güzel anılar biriktireceğiniz, güzel başarılara imza atacağınız Allah’tan uzun ömürler diliyorum.

Kalın sağlıcakla.