Aziz milletim,
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
Kıymetli misafirler;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Grup Toplantımızın partimiz ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
Mahalli seçimlerle ilgili hazırlıklarımızı hızlı bir şekilde sürdürüyoruz. Bugüne kadar Ankara, İstanbul, İzmir, Trabzon, Kocaeli, Sakarya illerine giderek ilçeleriyle birlikte adaylarımızın tanıtımlarını gerçekleştirdik. Bu hafta sonu Samsun ve Ordu, önümüzdeki hafta sonu da Erzurum, Gaziantep, Antalya adaylarımızın tanıtım törenlerine inşallah bizzat iştirak edeceğim.
Partimizin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyeleri de diğer illerimizdeki adaylarımızın tanıtım törenlerini beldeleri ve ilçeleriyle birlikte yaptılar, yapıyorlar. Büyükşehir ve il adaylarımızdan açıklamadığımız 6 yer kalmıştı, bunlardan 4’ünde cumhur ittifakı çerçevesinde Milliyetçi Hareket Partisi adaylarını destekliyoruz. Kalan iki ilimizden Aydın’da Büyükşehir Belediye Başkan adayımızı Aydın Milletvekilimiz Mustafa Savaş olarak belirledik ve geçtiğimiz Cumartesi günü ilan ettik. Muğla Büyükşehir Belediye Başkan adayımızı da önümüzdeki Pazar günü kamuoyuna açıklıyoruz. Mustafa Savaş kardeşimizi Aydın’a, Aydın’ı da Mustafa Savaş kardeşimize emanet ediyoruz.
31 Ocak’ta artık seçim kampanyamızın resmi başlangıcını da inşallah büyük aday tanıtımı ve manifesto toplantımızla başlatacağız. Bu tarihe kadar tüm adaylarımızın illerinde tanıtım sürecini tamamlamış oluyoruz. Belediye başkanlarımızdan yeniden aday olanlar ile ilk defa aday gösterdiğimiz arkadaşlarımıza seçim yarışında başarılar diliyorum. Bu büyük hizmet bayrağını yeni arkadaşlarımıza devredecek olan belediye başkanlarımıza, şehirlerine ve ülkemize yaptıkları katkılar için teşekkür ediyoruz. Aday adayı olarak bu hizmet yarışına katılan tüm arkadaşlarımıza da özellikle şahsım, partim, milletim adına şükranlarımı sunuyorum.
Belediye başkanı ve meclis üyesi adaylarımızın açıklandığı ana kadar parti içinde süren yarış bir demokrasi yarışıdır. Bir hizmete talip olma yarışıdır. Adayımızın açıklandığı anda tüm arkadaşlarımızın teşkilatımızın etrafında kenetlenmesini, tüm dikkatlerini, vakitlerini, enerjilerini, imkânlarını seçim zaferimiz için kullanmalarını istiyorum.
Daha önce çeşitli vesilelerle ifade ettim, burada bir kez daha söylüyorum; kendisi veya istediği birisi aday olamadı diye partimize tavır alan kişi, bizim gözümüzde zaten hiçbir zaman AK Partili olmamış, olamamış demektir. Bunların hepsini de günü geldiğinde değerlendirmek üzere biz de bir kenara koyuyoruz, kusura bakmasınlar. Biz bugüne kadar, egosunun değil davasının peşinden gidecek gönül erleriyle yol yürüdük, aynı şekilde de devam edeceğiz.
Hizmet yarışında bayrağın ne zaman hangi görevde kime tevdi edileceği nasip işidir. Geçmişte milletvekili olan, il, ilçe başkanı, Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi, bürokrat olan arkadaşlarımızdan bugün belediye başkan adayı olanlar var, bugün büyükelçi olanlar var, bunların hepsi nasip. Biz layığı olan veya layık olanı kenara koymadık, koymayız da.
Aynı şeklide milletvekillerimiz arasında geçmişte pek çok görevi üstlenmiş arkadaşlarımız bulunuyor. Demek ki meselemiz sen-ben kavgası değil, davaya, ülkeye ve millete hizmet olduğu zaman görev her an herkese düşebilir, düşüyor. Önemli olan, bu imtihan dönemlerini başarıyla geçebilmektir. Şimdiden teşkilatlarımıza ve adaylarımıza seçim çalışmalarında muvaffakiyetler temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlar;
Her seçim döneminde olduğu gibi 31 Mart öncesinde de ülkemizde gerçekten çok garip, gerçekten çok hazin birtakım birliktelikler ortaya çıkmaya başladı. CHP, 2014 mahalli seçimlerini FETÖ’cülerin verdiği malzemelerle yürütmüş ve onların amaçlarına hizmet edecek şekilde çalışmıştı. Baktı ki FETÖ’cüler tek başına yetmiyor, şimdi onun yanına PKK’lıları, hamur tutkalıyla biraraya getirilmiş birilerini daha aldılar.
Tabii bu cephe de CHP’yi başarıya ulaştırmaya yetmeyecek, çünkü CHP asıl yanına alması gereken kesimden, yani milletin kendisinden ısrarla uzak duruyor. Milletin içinde olmadığı bu tür siyaset mühendisliği projelerinin bir yerlere göz kırpmaktan, mesaj vermekten öte neticelere vesile olabilmesi mümkün değildir.
Biz cumhur ittifakını 15 Temmuz’da önce milletin gönlünde kurduk, ondan sonra siyasette ve seçimlere taşıdık. Aslına bakılırsa, milletsiz siyaset bunların kolayına geliyor. Dünyada neler oluyor diye bir dertleri yok, bölgemizde neler oluyor diye dertleri de yok, hele hele ülkede neler oluyor diye dertleri hiç yok. Tek dertleri, Meclis’teki sandalyelerini ve tamamına yakınını ideolojik oylarla kazandıkları belli belediyelerdeki güçlerini korumaktan ibarettir. Hedef küçük olunca, hesap da küçük oluyor, siyaset de küçük oluyor.
Türkiye’nin başına hangi bela musallat olsa, bunlar hemen ellerini ovuşturmaya başlıyor, sonuçta ülkenin zarar görmesi umurlarında değil. Şayet bu sebeple ortaya bir boşluk çıkarsa, zahmetsiz, uğraşsız, bedelsiz bir şekilde iktidarın üzerine konmanın hayalini kuruyorlar.
Bunun için 2013’teki Gezi ve 17-25 Aralık musibetlerine, 2014’teki mahalli seçimlere ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine, 2015’te ardı ardına yaşadığımız milletvekili seçimlerine ve çukur olaylarına, 2016’daki 15 Temmuz darbe girişimine, 2017 halkoylamasına ve Amerika Birleşik Devletleri’nin ülkemize yönelik olumsuz adımlarına, geçtiğimiz yılki seçimlere ve ekonomide yaşanan dalgalanmaya, tüm bu konulara hep, ‘acaba bu sefer olacak mı’ gözüyle bakmışlardır.
Dikkat ediniz, milleti ikna edip oyunu alarak, yani demokrasi içinde iktidara gelmeyi akıllarından dahi geçirmiyorlar. Bu amaçla milletin önüne koydukları hiçbir projeleri, ciddiye alınacak hiçbir vaatleri, hiçbir mücadeleleri yok. Umutlarını sadece ve sadece şahsımın ve AK Partinin herhangi bir sebeple ayağının tökezlemesine bağlamış durumdalar. Hamdolsun, şu ana kadar milletimiz onlara bekledikleri fırsatı vermedi. Biz de gece-gündüz çalışarak içeride ve dışarıda ülkemize yönelen tüm tehditlere karşı göğsümüzü siper ederek her türlü krizin ve saldırının üstesinden gelerek 2023 hedeflerine doğru adım adım yürümeyi sürdürüyoruz.
Sıkıntılar yok mu? Elbette var. Programlarımızda, projelerimizde aksaklıklar yaşanmıyor mu? Elbette yaşanıyor. Ama bunların hiçbiri de ülkemizi yeniden eski günlerine geriletecek, Türkiye’yi hedeflerinden uzaklaştıracak hususlar değildir. Karşımıza çıkartılan engeller sebebiyle kaybettiğimiz vaktin kıymetinin farkındayız. Bunu telafi etmek için de daha çok çalışıyor, daha hızlı adımlar atıyoruz. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesi, bu bakımdan Türkiye için tarihi bir fırsat oldu. İnşallah Meclis’imizle, Cumhurbaşkanlığımızla, esnafımızla, üreticimizle, sanayicimizle, tüccarımızla, ihracatçımızla, sivil toplum kuruluşlarımızla el ele vererek Türkiye’yi hedeflerine ulaştıracağız.
Değerli arkadaşlar;
Ülkemizin nereden nereye geldiğini göstermek bakımından sık sık tek parti devri zihniyetini anlatmamdan bazıları rahatsız oluyor. Halbuki bu devri iyi bilmezsek, gereken dersleri çıkartmazsak, ne bugün bulunduğumuz yeri doğru şekilde anlayabiliriz, ne de geleceğimize güvenle bakabiliriz.
Gazi Mustafa Kemal’in ve dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın binbir zahmetle kurmaya çalıştıkları savunma sanayimizi tek parti zihniyetinin nasıl baltaladığını anlatmayalım mı? Bu amaçla yurt dışına gönderilip eğitilen teknik personelimizin geriye döndüklerinde alakasız işlerde çalıştırılıp, bir kısmının da yabancı şirketlerin temsilciliğini yapmaya zorlandığı ifşa etmeyelim mi? Kendi savaş uçaklarımızı üretmek için harekete geçenlerin önünün bedava uçak bahanesiyle nasıl kesildiğini söylemeyelim mi? ‘Nasıl olsa hazırı var, benzerini yapmak için niye uğraşalım’ diyen kafanın hala ortalıkta dolaştığını gördüğümüz, bildiğimiz halde bu gerçekleri her fırsatta milletimizle paylaşmayalım mı?
Nuri Demirağ’ın önünün nasıl kesildiğini bilmezsek, şu anda aynı amaçla yola çıkmış müteşebbislerimize verdiğimiz desteğin anlamını milletimize nasıl izah edebiliriz? Savunma sanayimizi güçlendirmek değil, adeta tıpkı bir gemi çıpası gibi yavaşlatmak için çalışan kurumları gerçek anlamda üretken hale getirme gayretlerimizin sebebini anlatmayalım mı?
Evet, Türkiye bu zihniyeti tek bir zerresi kalmayana kadar ezip yok etmelidir. Cumhuriyet dönemi düşünce hayatının sol sosyalist çizgideki isimlerinden biri Niyazi Berkes bakınız Milli Şef dönemini nasıl anlatıyor: “Türk düşünüş tarihinde bu devir kadar utanç verici, bu devir kadar saldırganlığın terbiyesizleştiği bir devir yoktur.” Bunu Niyazi Berkes söylüyor. Milli Şef dönemindeki utanç verici olaylara karşı ses çıkarmayanlar, Menderes döneminde kendilerine özgürlük ortamını sunanlara saldırmaktan çekinmemişlerdir.
Bu kafa merhum Turgut Özal’a, merhum Türkeş’e, merhum Erbakan’a da aynı saldırganlıkla yaklaşmışlardır. AK Parti döneminde yine aynı sapkın zihniyet iflah olmaz bir saldırganlık ve edepsizlikle üzerimize gelmişlerdir. Kılıçdaroğlu ve avenesinin referansı, işte bu tek parti dönemidir. Biz Türkiye’yi bunlara rağmen 16 yılda 3,5 kat büyüttük, inşallah yine bunlara rağmen 2023 hedeflerine ulaştıracağız.
Mahalli seçimler bu büyük yürüyüşümüzde bizim için yeni bir moral, yeni bir soluk yenileme vesilesi olacaktır. Geçtiğimiz 14 seçimde nasıl milletimize gidip kendimizi, yaptıklarımızı, yapacaklarımızı anlatıp desteğini aldıysak, bu seçimde de aynısını yapacağız ve milletimizin desteğini alacağız. Onların yalanları, iftiraları, çarpıtmaları varsa, bizim de icraatlarımız, projelerimiz, hedeflerimiz, gayretimiz, hepsinden önemlisi Allah’ımız var, milletimize olan güvenimiz var.
Değerli arkadaşlar;
Türkiye, son yıllarda gerçekten çok tarihi sınamaları üst üste veren ve halen vermeye devam eden bir ülkedir. Bizim son 5-6 yılda yaşadıklarımızın sadece birine maruz kalan bütün ülkelerin nasıl sendelediklerini, nasıl paniklediklerini görüyoruz. Hamdolsun, Türkiye tüm bu süreçlerden alnının akıyla çıkmayı başarmıştır.
Bir süredir gündemimizdeki konular arasında yer alan Suriye meselesinde son dönemde önemli kazanımlar elde ediyoruz. Ülkemizde bulunan 3,5 milyonun üzerinde sığınmacı ve sınırlarımızda yol açtığı ciddi güvenlik tehditleri yanında, siyasi ve ekonomik geleceğimiz bakımından da bu meselenin üzerine kararlılıkla gitmek zorundayız.
Değerli kardeşlerim;
Buradan tüm dünyaya sesleniyorum, sadece ülkeme değil, ülkemize gelen bütün bu mülteciler içerisinde sadece Suriye değil Irak’tan da gelenler oldu. Ta Saddam Hüseyin döneminden itibaren biz Keldanileri, Ezidileri, Kürtleri, Arapları ülkemizde misafir ettik mi? Ettik ve o dönemde 500 bine yakın mülteciyi biz ülkemizde misafir ettik. Şimdi de yine Suriye’den ve Irak’tan Araplar ağırlıklı olmak üzere, Kobani’den 200 bini aşkın 300 bine yakın Kürt kardeşimizi biz ülkemizde misafir ettik mi? Ettik. Hala ediyor muyuz? Hala ediyoruz. Biz teröristlere kapılarımızı kapattık, teröristleri bu ülkede asla barındırmayacağız, bunu herkesin bilmesi lazım, kabullenmesi lazım. Biz terörle el ele gezemeyiz, teröristlere birlikte olamayız, onun için PKK, PYD, YPG, DEAŞ, bunlar bizim yanımıza asla sokulamaz. Ve bunlar o açtıkları çukurlarda, ülkemizde nasıl onları o çukurlara gömdüysek, sınırlarımız dışında da yine aynı şekilde onları o çukurlara gömeriz.
Zeytin Dalı Harekâtında ne yaptıysak, Fırat Kalkanı Harekâtında DEAŞ’ın bölgedeki bütün attığı adımları biz adeta yüzlerine çaldık. PKK, YPG’nin Afrin’deki varlığına çok büyük darbe vurduk. İdlib’de Rusya ve İran’la birlikte başlattığımız inisiyatifle, her ne kadar bazı aksaklıklar vuku bulsa da, bölgede yeni bir insani kriz yaşanmasının önüne geçtik. İnşallah bu sıkıntıları da çözecek ve İdlib’i tıpkı destek verdiğimiz diğer bölgeler gibi huzur ve güven beldesi haline getireceğiz.
İşte dün akşam baktım ki bölgede, evet, Afrin’de takımlar kurulmuş ve orada gençler futbol maçı oynuyorlar, bak nereden nereye geldi. Bu bir kararlılığın neticesidir. Ve iki tane orada yeşil saha futbol sahası yapmışız, bütün oradaki gençler o maçı izliyorlar. Mesele bu değil mi? Mesele bu. Barış lafla olmaz, icraatla olur. Sevgi lafla olmaz, icraatla olur. İşte biz bu icraatlarla ortaya bunları koyduk. Şimdi sırada Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki terör unsurlarıyla daha aşağılarda yuvalanan DEAŞ artıkları bulunuyor. Suriye meselesinin çözümünün formülünü hep bu ülkenin toprak bütünlüğüyle her kesimin hakkını, hukukunu koruyacak, beklentilerini karşılayacak geniş uzlaşmaya dayalı yeni anayasa ve özgür seçimler olarak ifade ettik, bugün de aynı noktadayız. Ne diyor Akif:
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!
Boğamazsam da hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu.”
Evet, zulmü alkışlamayacak, istiklalimize de sıkı sıkıya sahip çıkağız. Tabii şu gerçeği de çok iyi biliyoruz: Suriye’yi kan ve gözyaşı gölüne çeviren nice güçler bölgede cirit atarken, Türkiye’nin elleri, kolları bağlı bir şekilde beklemesini isteyenler, aynı krizi bizim topraklarımıza da taşıma hesabı yapanlardır. Hiç kimseye böyle bir fırsatı vermedik, vermeyeceğiz, kendimizle birlikte Suriyeli kardeşlerimizin haklarını sonuna kadar savunacağız.
Değerli arkadaşlar;
Amerika’yla Suriye meselesinde uzunca bir süre farklı yaklaşımlara sahip olduk, bu bizi tabii üzdü. Niye üzdü? Çünkü biz stratejik ortağız. Olaylara farklı yaklaşımlarımız olabilir, ama aynı hedefe kilitlenmek üzere olur. Aynı hedefe değil de farklı hedef olunca, o zaman açılar da farklılaşır, bu defa farklı yerler vurulur. Özellikle Obama döneminde bize verilen sözlerin yerine getirilmemesinden tutun da, terör örgütleriyle al takke ver külah ilişkilerine kadar pek çok sorunlu konuyla ilişkilerimiz adeta zehirlendi.
Sayın Trump’ın Başkan seçilmesinin ardından kendisinin Suriye meselesinde farklı yaklaşımlar içinde olduğunu görmekten tabii ki memnuniyet duyduk. Ancak, bize ifade edilen bu yaklaşımlar maalesef uzunca bir süre fiilen sahaya yansımadı. Bunun üzerine biz de kendi politikalarımız doğrultusunda askeri harekât planlarımızı tamamlayıp hazırlıklarımızı yaptık.
Geçtiğimiz ay tam sahaya çıkmak üzere hazırlıklarımızı son kez gözden geçirirken, Sayın Trump’la bir telefon görüşmesi gerçekleştirdik. Bu görüşme bizim açımızdan gerçekten umut verici bir içeriğe sahipti. Sayın Başkan Amerika’nın Suriye’deki askerlerini tümüyle çekeceğini, DEAŞ artıklarıyla mücadeleyi de Türkiye’ye bırakacaklarını gayet açık ve net bir dille bize ifade etti. Biz de Fırat Kalkanı Harekatındaki göğüs göğse çarpışmalarımızı hatırlatarak, Suriye’de DEAŞ’la mücadelenin önceliklerimizin başında geldiğini belirttik.
İlerleyen süreçte Amerika ile Suriye konusundaki ilişkilerimizin olumlu yönde seyrine sıcak bakmayan yönetimdeki kimi isimlerin değişmesi umutlarımızı daha da artırdı. Bunun üzerine askeri harekatımızı biz de beklemeye aldık. Elbette arada birtakım çatlak sesler çıkıyordu, ama biz asıl muhatabımızın Sayın Trump olduğunu bildiğimiz için bunları çok da önemsemiyorduk.
Ne var ki, dün Sayın Trump’ın kişisel sosyal medya hesabından verilen birtakım mesajlar doğrusu beni ve arkadaşlarımı üzdü. Hemen harekete geçtik ve dün gece bu meseleleri kendisiyle telefonda tekrar konuştum, gayet müspet bir görüşme oldu. Kendisi Amerikan askerlerinin Suriye’den çekilme kararını bir kez daha teyit etti. Suriye’de Türkiye sınırı boyunca bizim tarafımızdan oluşturulacak güvenli bölge dahil, hatırlayın ta Obama döneminden itibaren benim vurguladığım bu güvenli bölge konusu, 20 mil olarak kendisi tarafından da ifade edildi ki, bu da 30 kilometreyi aşkın bir derinlikte bir güvenli bölge, böyle bir hat. Gündemimizdeki tüm konularda ekiplerimiz arasında süren görüşmelerin devamına karar verdik.
Türkiye olarak önceliğimizin DEAŞ ve diğer terör örgütleriyle etkili bir şekilde mücadele etmek olduğunu özellikle vurguladık. Bizim Suriye’de hiçbir etnik ve dini grup gözetmeden herkese kucak açtığımızı, buna karşılık PKK-YPG’nin kendisine tabi olmayan Arap, Kürt, Türkmen, Hıristiyan tüm gruplara zulmettiğini ifade ettik ve bunların belgelerini de kendi danışmanlarına ulaştırdığımızı, verdiğimizi de kendisine tekrar söyledim. Bundan da memnun oldu; oradaki özellikle tabii Hıristiyanlara yönelik bu terör örgütlerinin neler yaptıklarından herhalde çok da bilgisi yoktu ki bu konudaki bizim bu aydınlatmamızdan memnun olduğunu da ifade etti.
Görüşmemizde sadece bunlarla da kalmadık, ikili ticaret hacmimizi 75 milyar dolara çıkarma hedefimiz doğrultusunda daha hızlı ve kapsamlı adımlar atma kararına vardık. Böylece ilişkilerimizde Suriye özelinde başlayan olumlu seyri arımızdaki diğer ihtilaflı meselelerle sınırlamayıp ekonomik alana da taşıma perspektifimizi güçlendirmiş olduk.
Türkiye, siyasetin ve diplomasinin imkanlarını sonuna kadar kullanmayı savunan bir ülke olarak, bu meseleyi müttefiklik ruhuna uygun şekilde çözmek için üzerine düşenleri yapmaya devam edecektir. Yeter ki bizim hakkımıza, hukukumuza, hassasiyetlerimize riayet edilsin. Bu yapıldığı sürece dostlarımızla sonuna kadar yol yürümekten asla geri durmayız, çekinmeyiz. Sayın Trump’la dün akşam tüm bu konularda tarihi öneme sahip bir anlayış birliğine vardığımıza inanıyorum.
Değerli arkadaşlar;
Bu vesileyle uluslararası çevrelerde bir süredir sıkça dile getirilen çok önemli bir yanılgıyı düzeltmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu ülkede yaşayan herkesin, en başta da Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla tüm kardeşlerimizin devletidir, hangi inanç grubundan olursa olsun hepsinin devletidir. Biz ülkemizde bugüne kadar asla bu tür ayrımcılıklara müsaade etmedik, bundan sonra da etmeyiz. Zira bizim temel ilkemizde, hep söylediğim gibi ‘yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü’ ilkesi yatmaktadır.
Tabii Türkiye sadece bu kadar da değil, yakın çevresinden başlayarak kendisiyle gönül bağı içindeki herkesin, yine en başta da sınırlarımızın hemen yanı başında yaşayan Kürt kardeşlerimizin de devletidir. İşte onun için biz Kobani’ye kapılarımızı açtık ve 300 bine yakın Kürt kardeşimiz şu anda bizim ülkemizde yaşıyor, demek ki bunu bilmeyenler var, bunu anlamayanlar var, anlamak istemeyenler var.
Onun için de de ben 31 Mart için şimdiden sesleniyorum, Kürt kardeşlerimize sesleniyorum, bu oyuna gelmeyin. PKK’nın desteğindeki terörden beslenen siyasi partilere, onların yandaşlarına oylarınızı vererek zayi etmeyin, tehditlere aldırmayın. Artık işte Cudi’de, Gabar’da, Tendürek’te bu terör örgütlerini nasıl o mağaralarda inlerine gömdüysek, bundan sonra da gömmeye devam edeceğiz. Asla buralardan taviz söz konusu değildir. Çünkü bu milletin özgürlüğüne, bu milletin kendi içindeki dayanışmasına göz dikenlere asla prim vermeyeceğiz ve vermeyiz.
Nitekim sınırlarımızın öte tarafında ne zaman bir sıkıntı yaşansa, tüm kardeşlerimiz gibi Kürt kardeşlerimiz de, Türkmen kardeşlerimiz de, Arap kardeşlerimiz de güvenli bir sığınak olarak hemen Türkiye’ye yönelmektedir. Türkiye, sınırları içindeki tüm vatandaşlarının, sınırları dışındaki tüm kardeşlerinin hamisi değil bizatihi kendi ülkesidir, kendi vatanıdır.
Sınırlarımız dışında yaşayan her bir kardeşimizin bulunduğu topraklarda huzur, güven ve refah içinde olması bizi memnun eder, mutlu eder. Bunun yanında canları, malları, özgürlükleri tehdit altına giren herkesin yanında olmak da bizim hem tarihi, hem de insani görevimizdir.
Aslında Türkiye’nin çevresiyle olan ilişkilerindeki yanlış algılar, sadece belli ülkelere mahsus değildir. Bize ‘Suriye’de niye varsınız?’ diyenler oluyor, Bay Kemal gibi. Bize ‘Irak’la niye ilgileniyorsunuz?’ diyenler oluyor Bay Kemal gibi. Bize ‘Kudüs konusunda niye bu kadar hassasiyet gösteriyorsunuz?’ diyenler oluyor Bay Kemal gibi. Bize ‘Libya’nın sizinle ne ilgisi var?’ diyenler oluyor Bay Kemal gibi. Bize ‘Kafkasların, Balkanların, Karadeniz havzasının, Akdeniz havzasının kuzeyiyle ve daha aşağısıyla, Afrika’nın, Güney Asya’nın sizinle ne alakası bulunuyor?’ diyenler oluyor Bay Kemal gibi. Utanmasalar ata yurdumuz ‘Orta Asya’yla, Türkistan’la niye bu kadar ilgileniyorsunuz?’ diyecekler, hatta bunu söyleyenler de var.
Halbuki biz tarihimizle, kültürümüzle, medeniyetimizle, gönlümüzle tüm bu coğrafyalarla iç içeyiz. Biz 20 milyon kilometrekarelik topraklardan küçüle küçüle küçüle 780 bin kilometrekareye gelmedik mi? Bizim bu topraklarda bir tarihimiz var, bir kültürümüz var, biz oralardan buralara geldik. Ama bu tarih bilmezler, cinsini cibilliyetini bilmeyenler bu işten anlamazlar, bunun kadr-ü kıymetini de bilmezler.
Daha önemlisi; Anadolu’nun asırlara sari insani zenginliği itibariyle bu coğrafyaları biz yüreğimizde, kalbimizde yaşatıyoruz. İşte daha başbakanlığım döneminde hemen bizler nerelere gittik? Orta Asya’ya gittik ve o topraklarda tarihi eserler, o anıtlarda müzelerimizin yeniden inşasını yaptık. Moğolistan’a gittik, Moğolistan’da aynı adımları attık, oralarda da o tarihi eserleri ayağa kaldırdık. Ve pisti-misti olmayan yerlere uçakla iniş yaptık. Niye? Bu tarih, bu bir sevdadır dedik, bu bir aşktır, bu bir derttir dedik, onun için oralara gittik.
Ülkemizde tüm bu coğrafyalardan zaman içinde gelmiş, özellikle son bir asırda adeta akın akın yığılmış milyonlarca insan var. Balkanlar’da, Bosna Hersek’te o tarihi eserleri ayağa kim kaldırdı? Biz kaldırdık. Makedonya’da biz kaldırdık. Niye durmadık? Çünkü orada tarih var. Aliya öyle dedi; “Tayyip, evladım; buralar evladı Fatihandır, buraları sakın terk etmeyin” dedi, ertesi gün ölüm haberini aldım. Onun için de bizim oralara bakışımız farklıdır, öyle rastgele bakamayız. Ama bunlardaki göz rastgele bakma gözüdür, farkımız bu.
Bir de yine, asırlar içinde buralardan tüm o coğrafyalara devlet görevlisi olarak, asker olarak, tüccar olarak, ilim-irfan faaliyetleri için gitmiş milyonlarca kardeşimiz var. Bunların önemli bir bölümü zaman içinde dilini, kıyafetini, kültürünü yaşadığı coğrafyaya uydurmuş olsa da, gönlünün derinliklerinde ülkemizle bağını hala muhafaza ediyor. Dolayısıyla tüm bu coğrafya bizim birinci dereceden ilgi alanımız içindedir. Nasıl vücudun herhangi bir uzvu zarar gördüğünde tüm beden acıyla sarsılırsa, buralardaki her sıkıntı da bizi aynı derinlikte etkiler.
Türkiye’nin Suriye’deki varlığını başka herhangi bir devletin veya gücün varlığıyla karşılaştırmak, tarihe de, medeniyetimize de, kültürümüze de hakarettir. Asıl biz orada olmazsak, orada yaşananlara sırtımızı dönersek, birilerinin yaptığı gibi oradan gelenlere sınırlarımızı ve gönüllerimizi kapatırsak kendimize ihanet etmiş oluruz.
Her şeyi para, her şeyi petrol, her şeyi çıkar olarak görenler Türkiye’nin bu insani ve onurlu tavrını anlayamaz. Bizim Suriye ve diğer konularda attığımız her adım, kullandığımız her inisiyatif, yaptığımız her fedakarlık, harcadığımız her kuruş işte bu duruşun bir ifadesidir.
Türkiye’nin ve Türk milletinin beka meselesi olarak gördüğü bu konuda nereye kadar gidebileceğini anlamak isteyenlere ben yine İstiklal Şairimizle cevap veriyorum:
“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki Hakk yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz;
Düşer mi tek taşı sandın harim-i namusun,
Meğer ki harbe giden son nefer şehid olsun.
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa,
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar
Taşıp da kaplasa âfakı bir kızıl sarsa,
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!”
Bu duygularla bir kez daha sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Hayırlı ve başarılı bir Meclis haftası diliyorum. Kalın sağlıcakla.