Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Yerel Yönetimler Sempozyumunda Yaptıkları Konuşma

09.01.2019

Değerli misafirler,

Kıymetli akademisyenler,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine, bu gazi mekana hoş geldiniz.

Türkiye Belediyeler Birliği ile Cumhurbaşkanlığı Yerel Yönetim Politikaları Kurulu tarafından düzenlenen toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde yerel yönetimler konulu bu sempozyumu düzenleyenler ile tebliğler ve tartışmalarıyla toplantımıza katkı verecek tüm dostlarımıza teşekkür ediyorum. Yerel yönetimlerde etik konusundaki çalışmalarıyla bu sürece destek veren Kamu Görevlileri Etik Kurulumuza da ayrıca teşekkür ediyorum.

Bu sempozyumun 31 Mart Mahalli İdareler Seçimleri öncesinde gerçekleştiriliyor olmasını da çok ama çok isabetli buluyorum. Oturum başlıklarının hem yerel yönetimlerle ilgilenen akademisyenlere ve politika belirleyicilere hem de uygulayıcı konumdaki belediye başkanlarımıza ışık tutacak mahiyette olduğunu görüyorum.

Bilimin ışığıyla aydınlanmamış yolların nereye çıktığını kestirmek çok zordur. Yerel yönetimler sempozyumu istifade etmesini bilen herkes için kendi alanında geleceğe yakılmış bir ışıktır aslında. Sempozyum tartışmalarının ve sonuçlarının hayata geçirilmesi konusunda kurumlarımızın hassasiyet göstermesi, verilen emeğin karşılığını bulması bakımından da çok çok önemli. Bir kez daha hepinize toplantımıza iştirakleriniz için teşekkür ediyorum.

Değerli misafirler;

Türkiye, son 5 yıllık dönemde pek çok tarihi üst üste yaşadı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş sürecimiz hiç şüphesiz bunların en önemlilerinden biridir.  Esasen Türkiye’nin yönetim sistemi tartışmaları yeni değildir, çok eskilere dayanır. Osmanlı döneminde Meşrutiyetin ilanıyla başlayan, Kurtuluş Savaşımızın Cumhuriyetle birlikte keskin bir değişim yaşayan yönetim sistemi arayışımız çok partili hayata geçişin ardından da sürdü. Parlamenter sistem içinde koalisyonlarla geçen yılların ülkemize çok ağır maliyeti oldu. Sürekli krizler, kaoslar, darbeler, cuntalar, istikrarsızlıklar ile akıllarda kalan bu dönemlerde her sorumluluk sahibi devlet ve fikir adamı yönetim sistemimizin değişmesi gerektiğini hep söylemişlerdir.

Biz de eskiden beri ama özellikle de 2011 yılından bu yana ısrarla yönetim sistemimizin değişmesi gerektiğini hep ifade ettik.

Önümde şöyle koalisyon hükümetleriyle geçen dönemlere ait bir tablo var. Bunların içerisinde üç dönem veya 3 yıl hariç diğerleri hep koalisyonlar. Ve bu dönemlerin içerisinde şöyle enflasyonu bir çıkarayım istedim, 30 yıl, son 30 yıl. Bunun 14 yılının enflasyon ortalaması 70,3. Fakat şu anda muhalefete bakıyoruz, diyor ki; ‘enflasyonun en yüksek olduğu dönem şu andaki iktidarın dönemi’ diyor. Ben resmi rakamla konuşuyorum, atarak-tutarak değil, içimizde hocalarımız var, içimizde milletvekillerimiz var, bakan arkadaşlarım var, hepsinin de bunu araştırması mümkün.

Bakınız; 1989 enflasyon 64.3, tek partili dönem, Anavatan Partisi.

1990 enflasyon 60.4, Anavatan iktidarı.

1991 enflasyon 71.1, Anavatan dönemi.

1992 DYP-SHP, enflasyon 66.

1993 enflasyon 71.1, DYP-SHP.

1994, burası bir felaket, enflasyon 120.3, iktidar DYP-SHP.

1995 enflasyon 76.1, iktidar yine DYP-SHP.

1996 enflasyon 79.8, iktidar Refah-DYP.

1997 enflasyon 99,1, Anavatan-DSP.

1998 enflasyon 69.1, iktidar Anavatan-DSP.

1999, üçlü bir iktidar var, ama enflasyon 68,8.

2000, orada da bakıyoruz ilk defa koalisyonlar döneminde biraz düşüyor, 39, yine üçlü bir iktidar.

2001, orada yine 68,5 enflasyon, üçlü bir koalisyon.

2002’ye geliyorum, burada bu üçlü koalisyonun düştüğü nokta 29,8.

Ortalaması bu 14 yılın 70,3 enflasyon. Ve ondan sonra bizim iktidara gelişimizle birlikte artık koalisyonlar dönemi bitiyor, tek başımıza hep bizim iktidarlarımız ve 16 yılın enflasyonda ortalaması 9,54.

Gerçek ortada, hepsinde tek başımıza iktidarız. İşte burada da yine bakıyoruz; 2003’te 12.7, 2004 9.4, 2005 7.7, 2006 9.7, 2007 8.4, 2008 10.1, 2009 6.5, 2010 6.4, 2011 10.5, 2012 6.2, 2013 7.4, 2014 8.2, 2015 8.8, 2016 8.5, 2017 11.9, en yüksek 2018 20.3 bu, ama ortalama 9,54.

Şimdi Ana Muhalefet çıkıyor, ‘en yüksek enflasyon AK Parti iktidarları döneminde olmuştur’ diyor. Yani yalan üzerine siyaset, yalan üzerine yerel yönetim kurulu olduğu zaman, işte orada çöp, çukur, çamurdan kurtulamazsınız.

Değerli dostlar;

İstanbul’a Belediye Başkanı olduğum zaman ben CHP zihniyetinden İstanbul’u teslim almıştım. Nasıl bir İstanbul teslim aldığımı İstanbul’da yaşayan dostlar çok çok iyi bilirler. Çöp dağlarının olduğu bir İstanbul, hava kirliliğinin ileri derecede olduğu ve bazı medya organlarının maske dağıttığı bir İstanbul. Hatta Ümraniye vahşi çöp depolamasının patlaması neticesinde 39 vatandaşımızın öldüğü ve oranın da Belediye Başkanı yine CHP’liydi, ama tabi çöp depolamayı Büyükşehirler yapıyor ve o zaman da yine Belediye Başkanı vardı ve şimdi kendini savunuyor, ‘grev vardı, ne yapayım’ diyor. Tamam da, greve gidildiyse senin beceriksizliğinden gidildi veya greve gitmemenin yöntemleri var, çözseydin.

Bakın şu anda İzmir’de de İZBAN’da grev var, baktık ki anlaşamıyorlar, çözemiyorlar, mecburen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile biz grevi 2 ay erteledik, yetkim oraya kadar olduğu için 2 ay erteledik, ondan sonra hakem kuruluna gidecek. Niye? Bizim derdimiz var, dertliyiz. Yani orada vatandaşımızı sokaklarda sersefil yapma hakkımız var mı? Bunu çözmek durumundayız. Yüzde 50’sini devlet yapmış İZBAN’ın, yüzde 50’sini belediye yapmış. Niçin yapılmış bunlar? Halkımızı huzurlu bir şekilde ulaşımını sağlayabilmek için yapmış. Ve işte dün itibarıyla oradaki grev 2 ay süreyle ertelenmiş oldu.

Türkiye’nin yeni yönetim sistemine geçme kararı biliyorsunuz yine çok ağır bir dizi krizin ardından ortaya çıktı. Gezi Olaylarıyla biliyorsunuz sokaklar, 17-25 Aralık darbe girişimiyle emniyet-yargı, bürokrasi vasıtasıyla hükümeti, çukur eylemleriyle ülkemizin birliğini, Güneydoğu Anadolu’nun ne hale geldiğini özellikle bölgede yaşayan kardeşlerim iyi bilir, 2015’te üst üste yaşadığımız seçimlerle siyasi istikrarımızı, Suriye ve Irak kaynaklı tehditlerle sınırlarımızı hedef alan çok yönlü ve çok boyutlu saldırılara hep bu süreçte maruz kaldık.

En son 15 Temmuz darbe girişimi bize ülkemizin geleceğini güvence altına alabilmek için derhal harekete geçmemiz gerektiğini gösterdi. AK Parti olarak Milliyetçi Hareket Partisi ile vardığımız uzlaşma sayesinde, önce Meclis’te, ardından halkoylamasıyla milletimiz nezdinde bu değişimi tescil ettirdik. Yeni sistemi yürütme organı tümüyle Cumhurbaşkanı’nın uhdesinde kalacak yasama yetkileri tamamen Meclis’e ait olacak, yargıda bağımsız ve tarafsız çalışacak şekilde oluşturduk. Böylece eskiden sadece kağıt üzerinde kalan güçler ayrılığını gerçek anlamda hayata geçiren bir yapı ortaya çıkardık. Böylece Türkiye uzun zamandır arayışı ve özlemi içinde olduğu yeni yönetim sistemine kavuştu, çünkü bunun tartışması yeni değil.

Rahmetli Türkeş döneminde bu yerini almış, ondan sonra aynı şekilde yine merhum Özal’ın da, merhum Demirel’in de merhum Erbakan’ın da üzerinde ısrarla durduğu bu yönetim sistemi bizim dönemimizde tartışılmaya başlamadı, o zamandan beri tartışılıyor. Ama işin daha da gerisi var, nere? Osmanlı. Orada da zaten bu sistem var. 24 Haziran seçimleriyle de bu sistemi tüm unsurlarıyla uygulamaya başladık.

Tabi bu arada ülkemizin huzurundan ve istikrarından rahatsız olan çevrelerde boş durmadı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişimizin hemen ardından bu defa ekonomik bir saldırıyla karşı karşıya kaldık. Hamdolsun bu saldırıyı da kısa sürede bertaraf ettik. Ekonomimizi yeniden dengeye kavuşturarak hedeflerimize ulaşma kararlılığımızı bir kez daha dosta düşmana gösterdik. Kur, faiz, enflasyon üçgeninde yaşanan sıkıntıların süratle telafisi için sanayiden esnafa, çiftçiden ihracatçıya kadar her kesime yönelik çok önemli destek programları hazırlayıp uygulamaya geçirdik.

Bu arada Suriye başta olmak üzere ülkemize yönelik terör tehditlerini kaynağında ortadan kaldırma politikamızı kararlılıkla sahaya yansıtmayı da sürdürüyoruz.

Gerek son 16 yılda ülkemizi demokraside ve ekonomide getirdiğimiz seviye, gerekse yeni yönetim sistemimizin imkanları maruz kaldığımız saldırılara daha hızlı ve etkin karşı koyabilmemizi temin etti. İnşallah 2019 yılıyla birlikte Türkiye yeni ve güçlü bir yükseliş dönemine geçecektir, bundan kimsenin endişesi olmasın. Bu süreçte her alanda olduğu gibi yerel yönetimler konusunda da yeni bakış açılarına, yeni ufuklara, yeni araçlara ihtiyacımız olacaktır. Açılış töreni vesilesiyle birlikte olduğumuz yerel yönetimler sempozyumunun bu çerçevede önemli bir dönüm noktası teşkil edeceğine inanıyorum.

Ve yine bu vesileyle bir konuyu burada işlemek istiyorum, o da eşimin de özellikle başını çekmiş olduğu Sıfır Atık Projesi konusunda ben yerel yönetimlerin çok çok kararlı, çok çok ısrarlı olması gereğini savunuyorum. Nedir? Son zamanlarda biliyorsunuz biz bu plastik poşetler, bunun benzeri birçok ürünlerle ilgili olarak bir savaş başlattık. Ve malum 500 yıl, 750-1000 yıl toprak bunu ne yapamıyor? Eritemiyor. Buna karşı bir savaş.

Şimdi bu savaşımızı kararlı bir şekilde başlattık. Hatırlıyorum anacığım evde file dokurdu, sizin de öyleydi belki değil mi? Fileyle giderdik alışverişi yapardık gelirdik. Ama filenin tabi öyle hemen atmıyorsun, gerekirse tekrar yıkıyorsun tekrar alışverişe gidiyorsun. Ve bunun toprakla bir dostluğu var, yani atacak olsan bile çünkü oradan. Ve o zamanlar birde bunlar kenevirden yapılıyordu, ülkemizde keneviri yok ettik.

Benim memleketim Rize, Rize’mizde bizim kenevir vardı. Ve kenevirden fanila dokurlardı, atlet dokurlardı, çünkü teri emmesi filan çok çok farklı. Fakat o bize dost görünen düşmanlar ülkemden, Rize’mden keneviri söküp aldılar. Rize’de şimdi kenevir üretilmiyor ve biz şimdi keneviri dışarıdan ithal ediyoruz. Ve burada kenevire dayalı eğer bazı yapılması gereken şeyler varsa o ithal ürünlerle yapıyoruz. Ama şimdi yeniden bu alanda inşallah Gıda Tarım Bakanlığımız bir çalışmanın içerisine giriyor ve bu adımları atacağız, yeniden bunu üreteceğiz inşallah.

Arkadaşlarıma onu söyledim dedim ki; biz bu kampanyada, 31 Mart kampanyasında biz file kullanalım, biz bez torba kullanalım ve bu bez torbayla, fileyle biz kampanyamızı yapalım. Asla naylon poşet biz kullanmayacağız. Ve birileri bir yerden bu işi başlatması lazım dedik, bu da kime yakışır? Eğer biz bu işi savunuyorsak bize yakışır. Ve şu anda biz de bunun çalışmasını yapıyoruz. Güzel olacak, şık olacak. Olur ya, belki birileri de kalkar yine naylon poşetlerle piyasaya çıkabilirler. Yani birbirimizden bunları ayırt etmesi bakımından önem arz ediyor.

Değerli arkadaşlar;

31 Mart yerel seçimlerinin bu anlamda çok büyük önemi var. Türkiye’nin kalkınmasında, gelişmesinde, özellikle doğrudan halkın hayatına dokunan hizmetlerin ifasında mahalli idarelerimizin çok önemli rolü var. Yapılamaz denmesin, işte biz çöp olayını İstanbul’da elhamdülillah 1,5 yılda çözdük ve vahşi depolamayı bıraktık, modern depolamaya geçtik. Elektrik enerjisi üretiminden tutun, bunun yanında kompost gübre üretimine varıncaya kadar bu adımları attık. Şimdi bu işi bazı büyükşehirlerimiz daha da geliştirdi, daha iyi bir konuma geldiler. Ankara Büyükşehir’de de şu anda bu çok daha farklı bir konuma geldi. Diğer bazı büyük şehirlerimizde yine aynı şekilde bu var, devam ediyor. Ve azimli, kararlı olduğumuz zaman yapamayacağımız hiçbir şey yok.

Çünkü biz bu ayrıştırmayı yapmadığımız takdirde, yani metali ayıramazsak, naylonu ayıramazsak, organik-inorganik bu çözümü yapamazsak, o zaman biz bu belediyeciliği başaramayız. Ama bunu başarırsak, o zaman geri dönüşümü de ne yapacağız? Sağlamış olacağız, olay bu kadar basit. Bir belediye başkanı da bunu bilecek. Onun için belediye meclis üyeleri oluşturulurken yolda kimi bulursan meclis üyesi yapmayacaksın, işi bileni alacaksın. Bunların içinde çevrecisi olacak, hukukçusu olacak, inşaat mühendisi olacak, mimarı olacak, mali müşaviri olacak vesaire işi bilenler. Onlarla beraber eğer bir belediye meclisi oluşursa, onlarla beraber imar komisyonlarını oluşturursak, o zaman dikey mimari değil yatay mimari şehirlerimizde yer alır, sadece yatay mimariyle kalmayız, yatayın dışında da o yerelin özellikleri neyse onunla örtüşen bir adım atarız. Oradaki yerel mimariyi hep konuşuruz, Safranbolu evleri, Beypazarı.

Safranbolu evleri de peki şimdi yeni yeni Safranbolular oluşturabiliyor musun? Mesele bu, bunu yapmamız lazım. Başta bizim yapmamız lazım. Niye? TOKİ olarak bu işin savaşını başından beri 16 yıldır veriyorum, 860 bin konut yaptık. ‘Peki, başardın mı kardeşim?’ dersen, inanın başaramadım. Niye? Bu işi insanla yapacaksınız, bunu müteahhit firmalarla yapacaksınız. Kısmen bazı yerlerde başarılı olduk, ama bazı yerlerde maalesef başarılı olamadık.

Bu konuda ben ekranları başında bizi izleyen tüm belediye başkanlarıma da sesleniyorum, TOKİ’ye yine sesleniyorum, özel sektörün mensuplarına da sesleniyorum; gelin ne olur ülkemizi katletmeyelim. Efendim, işte bizde arazi yok, yer yok, ne yapalım? Ne demek yer yok, olduğu kadar yap kardeşim.

İnsanoğlu toprağa yakın yaşamalı, topraktan uzak yaşamamalı; bunu bir defa sağlamamız lazım. Eğer arazileri iyi değerlendirirsek yer çok. Ve göreceksiniz o zaman vatandaşın huzuru da mutluluğu da çok daha farklı olacak, bu adımları atmamız lazım.

İşte ben son 1 yıldır özellikle Millet Bahçeleri üzerinde duruyorum, Millet Kıraathaneleri üzerinde duruyorum, niye? Her şey insan için de ondan dolayı duruyorum. Belediyelerin 1 numaralı sorunu nedir? İnsan için yatırımdır, Türkiye için, şehirlerimiz için yatırımdır. Eğer biz bu millet bahçelerimizi yaygınlaştırırsak, işte o zaman yeşil noktasında da kişi başına düşen yeşil alan daha da ne olacaktır? Artacaktır.

Zaman zaman İstanbul’a gittiğimizde şöyle baharda filan bakıyorsun aileler deniz kenarındaki o hazırlanmış olan parklarda oynuyorlar, piknik yapıyorlar vesaire. Ama şimdi bu millet bahçeleriyle bu piknik alanları daha da ne olacak? Artacak. Ve anneler-babalar çocuklarıyla beraber hafta sonlarını oralarda çok daha rahat geçirecekler. Bir de Millet Bahçesinin veya farklı bir yerde Millet Kıraathanelerini yaptığımızda, gençlerimizin toplandıkları, kitap okudukları yerler artmış olacak. Ve gayrimeşru alışkanlıklardan da Millet Kıraathaneleriyle ne yapmış olacağız? Gençlerimizi kurtarmış olacağız, o bakımdan bu da çok önemli. Belediyeler ve il özel idareleri tarafından verilen hizmetler merkezi yönetimlerin çalışmalarının adeta tamamlayıcısı niteliğindedir.

Yerinden yönetim ilkesinin icracı birimleri olan belediyeler ve il özel idarelerinin öncelikleri; idari ve mali özerkliğe sahip olmaları sebebiyle yerleşim birimlerimizin ihtiyaçlarına göre şekillenebilmektedir.

Tabii en az bunun kadar önemli gördüğüm bir diğer husus da ülkemizde demokrasinin gelişmesinde mahalli idarelerin üstlendiği tarihi fonksiyondur. Muhtar seçiminden başlayıp belde, ilçe, il veya büyükşehir belediye başkanlıklarına ve belediye meclis üyeliklerine kadar giden süreç demokrasimizin adeta laboratuvarı niteliğindedir.

Fakat burada bir şeyi özellikle ifade etmek gerekir; özellikle de burada şehircilik veya şehirlerarası göçler, hatta hatta iniyorum aşağıya doğru şimdi, ilçeler beldeler. Bizim beldede bizim amcaoğlunun kazanması lazım veya bizim aşiretten filancanın kazanması lazım.  Ne yapalım? Ankara’dan, İstanbul’dan göç yapalım.

Değerli arkadaşlar;

Böyle bir şey olamaz, bu işgalin farklı bir türüdür. Ve bundan sonra biz bu tür şeyleri İçişleri Bakanlığımız ile de daha yakın takibe alacağız, çünkü bunun adı demokrasi değildir, böyle bir demokrasi olmaz. Taşıyalım gidelim, bindirilmiş kıtalarla seçim kazanalım; olmaz böyle şey. Kim oralarda yaşıyorsa seçimi onlar yapsın, neticesine de herkes katlansın. O da nereye yerleşmişse orada yapsın.

Böyle bir yanlış anlayış üzerine ne belediyecilik ne demokrasiyi yakıştıramayız. Bunlar doğru şeyler değil. Onun için buradaki kararlılığımızı unutmadığımızı özellikle ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar;

Şahsım başta olmak üzere pek çok kişinin ülke siyasetindeki önü belediyelerdeki çalışmaları ve başarıları sayesinde açılmıştır. Aynı durum toplum açısından da geçerlidir.

Mahalli hizmetlerle ilgili yöneticilerini doğrudan seçme ve denetleme imkanına sahip olan milletimiz, bu tecrübeyi ülke genelinde daha etkin şekilde kullanma imkanına kavuşmaktadır.

Tabi küreselleşme denen olgu mahalli idarelerin önemini ortadan kaldırmamış, tam tersine daha da güçlendirmiştir. Ülkemizde de mahalli idarelerin yaptıkları hizmetlerin kapsamı ve çeşitliliği giderek artmaktadır. Nüfusu 150 binin üzerindeki tüm illerimize teşmil ettiğimiz büyükşehir uygulamasıyla, belediyecilik alanında Türkiye adeta çehre değiştirmiştir.

Belediyeler artık sadece yol, kanalizasyon, su, çöp, temizlik konularıyla uğraşan kurumlar olmaktan çıkıp, az öne de ifade edildi, bunların yanında sosyal, kültürel, sanatsal pek çok projenin yürütücüsü haline gelmişlerdir. Günümüzde insana dair ne varsa her şey belediyelerin görev alanına girmektedir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ülkemizde zaten gelişmekte olan bu mahalli idareler anlayışını çok daha ileri bir düzeye çıkartacağına inanıyorum.

Yeni sistemin kurumsal yapılarını oluştururken, Cumhurbaşkanlığı bünyesinde bir Yerel Yönetim Politikaları Kurulu oluşturduk. AK Parti olarak 31 Mart için hazırladığımız seçim manifestomuzda yeni mahalli idareler anlayışımızın ana başlıklarını milletimizle paylaşarak bu konuda da ülkemize öncülük etmekte kararlıyız.

Siyasette çıkış noktamız olan belediyelerin çağımızın ve ülkemizin ihtiyaçlarına göre sürekli daha ileriyle gitmesi için üzerimize düşenleri yapmayı sürdüreceğiz.

Değerli arkadaşlar;

Az önce kısmen değinildi ama ben de ‘et tekraru ahsen velev kane yüzseksen’ diyerek değineceğim. O da şu; Şehir demek, medeniyet demektir. Medine şehir, medeni de şehirli anlamına gelir. Toplumların yükselişleri ve yıkılışları hep medeniyetle ilişkileri oranındadır ve onunla alakalıdır. Bazıları medeniyeti sadece fiziki yapı ve kültürel iklim olarak görür, halbuki medeniyetin özünde inanç ve ahlak vardır. İnancın ve ahlakın sükut ettiği medeniyetlerin yıkımı ya kendiliğinden gerçekleşir ya da herhangi bir dış etki bu kaçınılmaz akıbete vesile olur.

Modern dünyanın problemi, medeniyetini inanç ve ahlaktan yoksun bir şekilde yükseltmeye çalışmasından dolayıdır. Biz bu yanlışa inşallah düşmeyeceğiz. Medeniyetimizi tarihimizin ve kültürümüzün birikimleri üzerine bina ederken, inancı ve ahlakı asla ihmal etmeyeceğiz. Şehirlerimizde yaşanan sıkıntıların sebebi işte bu ihmallerdir. Geçmişteki ihmallerin ürünü olan acil ihtiyaçlar sebebiyle gözden ırak tutulan medeniyet değerlerimizi yeniden ihya etmekle işe başlayacağız. Yeni dönemde şehirlerimizin imarını ve inşasını bu anlayışla biçimlendireceğiz.

Merkezinde insanın olmadığı hiçbir işin hayırlı neticeler doğurması mümkün değildir. Sizlerin de takip ettiği gibi, uzunca bir süredir en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm yerleşim yerlerimizde, tekrar ediyorum, yatay mimari konusunda ısrar ediyorum. Hayatın her alanında insanların karşılıklı etkileşimini ve dayanışmasını mümkün kılan yerleşim yerlerine ancak bu şekilde kavuşabileceğimize inanıyorum. Aksi takdirde, ortaya çıkacak sosyal maliyet bu modelin yükleyeceği maddi bedelin çok üzerinde olacaktır.

Böyle gelmiş böyle gider diyemeyiz, yeni dönemde kendi medeniyet birikimimize ve özlemimize uygun şehircilik anlayışının gelişip yaygınlaşması için her türlü çabayı göstereceğiz.

Bakın burada ilginç bir örnek vereceğim, denizlerimizin kenarlarında, orman alanlarımızda, yani buraları betona, toprağa çevirme gayreti içerisinde olanlar var. Şu para var ya nelere muktedir değil, bu kapitalizm nelere muktedir değil. Orman-morman ne var-ne yok kesiyor, atıyor, götürüyor, ha oraya ben bir dikey mimari yapayım, oradan da malı götüreyim; yapılan iş bu. Yani doğa şöyle olmuş-böyle olmuş umurunda değil. Bize de örnek veriyor, işte Manhattan şöyle. Bırak batsın senin Manhattan’ın, bizim medeniyetimizde ne diyor, biz ona bakalım, ona göre yapalım bu işi. Sanki orada yaşayanlar çok mutlu; mutlu değiller. Öyleyse biz medeni olmayı bileceğiz ki o beton yükselişlerde değil, toprağa yakın olma şeklindeki mimari anlayışımızda bulacağız.

Onun için de belediye başkanlarımız, bütün yanındaki mimarıyla, inşaat mühendisleriyle, çevre, tüm bunlarla bu işe çok dikkat etmesi lazım, bu hassasiyet içerisinde bu adımları atması lazım. Ben bu noktada Çevre ve Şehircilik Bakanıma da söylüyorum, kimsenin gözünün yaşına bakmayacaksın, yıkmaksa yıkacağız. Ama daha önce bu müsaadeyi almış, orada yapacak bir şeyimiz yok, hukuken bitirmişler bu işi. Ama böyle bir şey olmamızsa kesinlikle müsaade yok, böyle gitmemiz lazım. Çünkü biz böylesine köklü bir değişimin ancak merkezi idare ile mahalli idarelerin iş birliği yapmasıyla mümkün olduğuna inanıyoruz.

Hangi partiden olursa olsun, tüm belediye başkanlarımızı geleceğimizin inşası olarak gördüğüm bu sürece aktif olarak katılmaya davet ediyorum. Gerekirse bu yeni şehircilik atılımımızı Türkiye Belediyeler Birliğimizin çatısı altında da yürütebiliriz. Amacımız, 82 milyon vatandaşımızın tamamını kucaklayacak bir çalışmayla ülkemizin her köşesinde aynı anda değişimi gerçekleştirmektedir. Şimdiden bu büyük medeniyet hamlemize katkı verecek herkese teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar;

Türkiye veya Türk milleti olarak tarih boyunca hiçbir zaman dikensiz, taşsız, zahmetsiz yollarda yürümedik. Her anımız tetikte, her günümüz mücadeleyle geçti, bugünde aynı durumdayız. Bakınız Mimar Sinan’ın ömründe yaklaşık 780 projesi var bunlar hayata geçmiş projeler. Aradan yüzyıllar geçti, ama biz hala Mimar Sinan’ın camileriyle, kervansaraylarıyla, medreseleriyle ne yapıyoruz? Övünüyoruz. Peki, aynı şeyi şimdi övünebiliyor muyuz? Acaba yüzyıllar sonra bu tür eserleri görebilecek miyiz? Biz yaşamayacağız tabi o ayrı bir konuda, ama ortada görünen bir gerçek var, şimdi bizim bunu başarmamız lazım. Öyle eserler ortaya koyalım ki torunlarımızın torunları, torunları onlar inşallah bu eserleri görecek diyelim.

İçeride ve dışarıda terör örgütlerinden, onların destekçilerine kadar pek çok nifak odağına karşı geceli, gündüzlü de ayrıca mücadelemizi sürdürüyoruz. Millet olarak biz gördüğümüz, bildiğimiz, karşımıza cesaretle çıkan düşmandan korkmayız. Bizim için asıl büyük tehdit farklı kimlikler ve görüntüler altında içimize sızdırılmış olan düşmanlardır.

Son dönemde bu düşmanların en sinsisinin, en alçağının, en tehlikelisinin saldırısına maruz kaldık, bu da FETÖ terör örgütü. Milletimizin dini değerlerini, yardımseverlik duygusunu, eğitim hassasiyetini istismar ederek ülkemizi işgal etme hesabı yapanlara kapıyı içeriden açmaya kalkmıştır.

Bu ülkenin insanlarını ve imkanlarını düşmanlarımıza peşkeş çekmeye çalışan FETÖ’nün hamlelerini milletimizle birlikte önce 17-25 Aralık’ta, sonra da 15 Temmuz’da durdurmayı Allah’a hamdolsun başardık.

Biz 17-15 Aralık’ta bu alçaklara karşı mücadele çağrısı yaptığımızda birileri ülkenin ve milletin beka meselesi olan bu konuyu günlük siyasetlerine meze etmeye kalktılar. Hatta bazılarının aklını başına getirmeye 15 Temmuz darbe girişimi bile yetmedi. FETÖ’nün milletimize saldırısına değil de buna karşı aldığımız tedbirlere darbe diyecek kadar idrak yoksunu bu çevreler hala aynı teraneleri ısıtıp ısıtıp gündeme getiriyorlar. Onların bu ferasetsizliğinden cesaret alan terör örgütü mensupları mahkemelerde ve cezaevlerinde devlete meydan okuma cüretine kapılıyorlar.

Mahkemeler karar aşamasına geldikçe kendilerini bekleyen acı sonu gören örgüt mensupları davaları uzatmak, mahkemeleri itibarsız hale getirmek, devlet görevlilerini yıldırmak için akıl almaz yöntemlere de bu arada başvuruyorlar.

Hakimlerimiz, savcılarımız, jandarma ve polis teşkilatlarımız adeta iğneyle kuyu kazarcasına sabırla, sebatla kararlılıkla bu süreci yürütüyorlar. Terör örgütü mensupları için her seçim, her önemli olay bir umut vesilesi haline dönüştü. Şahsımın ve bu noktada Partimin ayağının tökezlemesini böylece yeniden ipleri ellerine geçirmeyi umut ediyorlar. Halbuki milletimiz bunları ciğerlerine kadar gördü, tanıdı, hükmünü de verdi.

Buradan ülkemiz içindeki ve dışındaki tüm FETÖ’cülere sesleniyorum; Artık sonunuz geldi, gidecek yeriniz, atacak adımınız kalmadı. Başınızdaki FETÖ denen adamın arkasındakiler ne zamana kadar arkasında durur bilemem, ama eninde, sonunda o da gelecek gelecek.

Elebaşlarınızın bir kısmı sizleri kelimenin tam anlamıyla satarak rahatça yaşayabileceklerini düşündükleri yerlere kaçtılar, kaçıyorlar hala. Ama hiç heveslenmesinler, hepsini de saklandıkları deliklerde bulup birer birer adaletin karşısına çıkartacağız topluyoruz. Cezaevlerinde olup da hala esip gürleyen örgüt mensuplarının yaptıkları iş neye benziyor biliyor musunuz? Mezarlıkta ıslık çalmaya benziyor durum bu. Korkunun ecele faydası yok.

Milletimize yaptıkları ihanetin bedelini cezaevinde demir parmaklıklar ardında, oradan çıktıktan sonra da halkımızın nefret dolu bakışları altında ömürleri boyunca ödeyecekler. Çünkü biz özellikle de 251 şehidimizin, evet bedenini her ne kadar şehadet makamında izliyorsak da onlar da bizi o şehadet makamından izliyorlarsa da biz onlarla beraberiz. 2193 gazimizi de asla yalnız bırakmadık, bırakmayacağız. Bu mücadeleye hayatlarını adayan tüm kamu görevlilerinin teminatı tüm kurumlarıyla devletimiz, tüm bireyleriyle milletimiz ve hepsiyle birlikte şahsımdır.

FETÖ’yü kamudan büyük ölçüde hamdolsun tasfiye ettik, iş dünyasındaki irtibatlarını, imkanlarını neredeyse yavaş yavaş sıfırlıyoruz. Belediyelerdeki son kalıntıları da inşallah 31 Mart itibariyle milletimiz tarafından tasfiye edilmiş olacaktır. Hemen her gün bir başka ülkeden FETÖ mensuplarına yönelik operasyonlar ve işlemler için iş birliği çağrısı alıyoruz. Dünyada saklanacak hiçbir yerleri kalmayana kadar peşlerinden gideceğiz.

Bu vesileyle, 15 Temmuz şehitlerimizi bir kez rahmetle yad ediyorum, gazilerimize sıhhat ve afiyet diliyorum. Milletimizin 31 Mart’ta arkalarında FETÖ gölgesi bulunanlara derslerini bir kez daha vereceğine ben yine yürekten inanıyorum.

Bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Yerel Yönetimler Sempozyumunun başarılı geçmesini diliyor, emeği geçenleri özellikle tebrik ediyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.

Kalın sağlıcakla.