Aziz milletim,
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
Kıymetli misafirler;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Grup Toplantımızın partimiz ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
31 Mart mahalli seçimleri öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’mizi yine yoğun bir gündem bekliyor. Milletimize taahhüdümüz olan kanunların çıkartılması konusunda gerek komisyonlarda, gerek Genel Kurulda sizlere çok önemli görevler düşüyor. Her kurum gibi Meclisimizin itibarı da yaptığı işlere ve bu işlerin kalitesine bağlıdır. Milletimizin beklentilerine cevap verecek bir Meclis, gerçek anlamda milli iradenin temsilciliği unvanını hak edebilir.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da birileri Meclis’i çalıştırmamak, milli iradenin tecellisini engellemek için tüm güçleriyle çalışacaktır. Sizlere düşen hem bu kifayetsizlere hak ettikleri cevapları vermek, onlara meydanın boş olmadığını göstermek, hem de yasama sürecinin kesintisiz çalışmasını sağlamaktır.
Her yerde olduğu gibi Meclis’te de saflar netleşmiştir. Bir yanda AK Parti ve onunla ülkenin, milletin, devletin bekası konusunda birlikte yol yürüyen Milliyetçi Hareket Partisi ile yerli-milli duruş sahibi kesimler vardır. Diğer yanda ise Ana Muhalefet Partisi ve artık onunla aynı yolda yürüdüğü gün gibi aşikâr hale gelen bölücü örgütün güdümündeki partiyle benzeri yapılar vardır. Milletimiz işte bu net fotoğraflar arasında bir tercih yapacaktır.
Biz ülkemizde yerli-milli siyasetin karşılığının yüzde 100 olduğuna inanıyoruz. Aldığımız oy ile bu oran arasındaki fark, bizim ulaşıp kendimizi, davamızı, hizmetlerimizi, hedeflerimizi, vizyonumuzu anlatamadığımız kesimlerden oluşuyor. Oy alamadığımız seçmenleri, gönüllerine giremediğimiz, belki de bunun için henüz kendilerine ulaşamadığımız vatandaşlarımız olarak görüyoruz. Bunun için 31 Mart seçimleri sürecinde geçmişte kimin hangi partiye oy verdiğine bakmaksızın milletimizin her bir ferdine ulaşıp kendimizi ifade etmeliyiz. İşte bunun için hizmet siyaseti diyoruz, gönül belediyeciliği diyoruz.
Şu ana kadar açıklamadığımız sadece 6 il veya büyükşehir adayımız kaldı. İlçeleriyle birlikte Ankara, İstanbul ve İzmir adaylarımızı şahsım, Denizli’yi Genel Başkan Vekilimiz Numan Kurtulmuş, Sivas’ı da Genel Başkan Yardımcımız Mahir Ünal kamuoyuna tanıttı. Büyükşehirlerin bir kısmını yine bizzat biz açıklayacağız. Bu hafta sonu Cuma’dan itibaren Trabzon, Kocaeli ve Sakarya, bu şehirlere giderek milletimizin huzuruna adaylarımızı çıkartacağız. Diğer illerimizin ilçeleriyle birlikte aday tanıtımlarını ise Genel Merkezden yapacağımız görevlendirmelerle hafta sonuna kadar gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Bugün Merkez Karar Yönetim Kurulunda arkadaşlarımıza görev dağılımlarını ifade edeceğiz, anlatacağız ve yarından itibaren arkadaşlarımız da illerimize hareket ederek illerimizde bu çalışmaları yürütecek ve adaylarımızı illerimizde tanıtımını yapacaklar. Tüm belediye başkan adaylarımızın şimdiden ülkemize, şehirlerimize, ilçelerimize hayırlı olmasını diliyorum.
Cumhur İttifakı çatısı altında Milliyetçi Hareket Partisi ile belediye başkanlığı seçimlerinde yapacağımız işbirliğinin de hayırlı neticelere vesile olmasını temenni ediyorum. Böylece siyasi tarihimizde ilk defa bir mahalli seçimde veya seçimlerde, öyle gizli-kapaklı değil, öyle kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla değil, her şeyin milletimizle paylaşıldığı şeffaf bir ittifak yapılmış oluyor.
Burada bir şeyi çok açık, net söyleyeceğim. Ekranları başında bizi izleyen, aynı zamanda teşkilatımın tüm mensuplarına sesleniyorum; yapmış olduğumuz bu ittifak konusunda her şeyden önce tüm teşkilat mensuplarımızın, Partimizin Merkez Karar ve Yönetim Kurulunun, MYK’nın almış olduğu kararlara ve yapmış olduğumuz istişareler neticesinde verdiğimiz kararlara saygı duymasını özellikle rica ediyorum.
Sizler belki işin bir yanından olaylara bakabilirsiniz, bizler ise olayları enine-boyuna istişaresini yapıyor ve kararımızı da ona göre veriyoruz. Herhalde bizler bu yürüyüş esnasında özellikle de kaybetmeyi değil hep Cumhur İttifakı olarak kazanmaya karar vermiş bir davayız, bir hareketiz; bunu böyle bilmenizi istiyorum. Onun için de aramızdaki bu bağları kimse zayıflatma yoluna gitmesin. Kimse de kalkıp ‘ben’ diye hareket etmesin. Burada ‘ben’ yok, burada ‘biz’ var; herkes buna uysun. Öyle ki aday tanıtım toplantılarımızda ittifakta destekleyeceğimiz Milliyetçi Hareket Partisi adaylarına da kendi adaylarımızla birlikte sahnede yer veriyor, onları da milletimize ilan ediyoruz. Rabbim bizleri çıktığımız bu yolda mahcup etmesin diyorum.
Değerli arkadaşlar;
Cumhur İttifakı, 31 Mart akşamı inşallah zaferle bu yoldan çıkacaktır, ben buna inanıyorum.
Karşımızda malum, Sayın Bahçeli’nin ifadesiyle ‘zillet ittifakı’, benim ifademle de ‘illet ittifakı’ var. Bunlara karşı inşallah zaferimizi ilan edeceğiz. Ve vatanseverliğin, milliyetperverliğin ne olduğunu yerelde de göstereceğiz. İktidarıyla, yereliyle omuz-omuza, el-ele bir yürüyüş ve ülkemizin değişiminde de inşallah bu sürecin çok çok hayırlı olacağına inanıyorum.
Hep söylediğim gibi, bugün Türk siyasetinin en önemli sorunu, Ana Muhalefettir. Daha doğrusu sorun, Ana Muhalefetin iktidara talip bir siyasi organizasyon gibi değil de marjinal bir örgüt gibi davranıyor olmasıdır. Bu partinin teşkilatları içinde, özellikle de seçmenleri arasında elbette ülkesinin ve milletinin menfaatini düşünen pek çok kişi vardır. Yerli ve milli duruş sahibi CHP’lileri tenzih ederek söylüyorum ki; bugün CHP yönetimi maalesef cumhuriyetçilikle de, halkçılıkla da, demokrasiyle de, tarihimizle de, kültürümüzle de uzaktan yakından ilgisi olmayan bir zihniyetin eline geçmiştir.
CHP adına konuşan, CHP adına söz söyleyen ahkâm kesim birtakım isimlerin yaptıklarına baktığımızda, kimi zaman acı acı gülümsüyor, kimi zaman içten içe üzülüyor, kimi zaman öfkeleniyoruz. Tabi sıkıntının asıl kaynağı bu partinin başındaki zattır. Ön tekerler nereye giderse arkadakilerde onu izlermiş. Bu zat sorsanız demokratlığı kimseye bırakmaz, ağzını her açtığında Batı ülkelerinden örnekler verir. Ama kendisi Genel Başkanlık koltuğunda oturduğu 9 yılda, 9 seçim kaybetmiş olmasına rağmen oraya çivilenmiş gibi yerinden kıpırdamaz. Hatta öyle garanticidir ki, koltuğunu riske atmamak için cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmaya bile cesaret edemedi, edemez.
Buna karşılık konu iftiraya, yalana, hakarete gelince aslan kesilir. Kendisine karşı açtığımız davaların, kazandığımız tazminatların haddi hesabı yok. Onaylanıp daha gelecek olanlar da var o ayrı. Kardeşlerim, can çıkar, huy çıkmaz misali hangi yola başvurursak vuralım bu zatı gerçek bir demokrat gibi siyaset yapmaya ikna edemedik.
Bu süreçte dikkatimizi çeken bir başka husus da CHP’nin başındaki zatın ve kimi belediye başkanlarının içlerindeki Bizans aşkı oldu. CHP’nin başındaki zatın öve öve bitiremediği Gezi Olaylarında duvarlara ne yazıldığını hatırlıyorsunuz değil mi? Evet, bu zatın demokrasinin ve özgürlüğün sesi diye tarif ettiği Gezi Olaylarında duvarlara ‘Zulüm 1453’te başladı’ sloganı yazılmıştı. Ankara’daki Malazgirt 1071 Bulvarının inşasını protesto ederken Bizans askeri kıyafeti giyen provokatörleri savunan da bu zattı.
Geçtiğimiz hafta CHP’li Edirne Belediye Başkanının astığı afişler konuşuldu. Serhat şehri Edirne’nin ismini bir kenara bırakıp Bizans dönemindeki ismiyle hazırlanan afişler CHP zihniyetinin yeni bir tezahüründen başka bir şey değildir. Bu heykeldeki Kıbrıs Türk’ü temsilcisinin yüzünün tahrip edilmiş olması da ayrı bir garabet örneğidir.
Bunların İstanbul Büyükşehir Adayının Kıbrıs ile ilgili yaptırdığı heykele adadaki tüm Türklerin katledilmesini savunan Rum liderini koyması da aynı hastalıklı zihnin eseridir. Sorsanız bu yaptıkları işi rahmetli Gazi Mustafa Kemal’in ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ sözüyle izah etmeye kalkarlar. Hâlbuki Gazi bunlara yurtta sulhu ülkenizin düşmanlarını yücelterek yapın dememiştir. Tam tersine Gazi’nin yurtta sulh sözüyle kast ettiği şey tam da bizim seçtiğimiz 16 yıldır yaptığımız şeylerdir. Biz yurtta sulhu öyle sloganla değil, demokrasimizi ve ekonomimizi güçlendirerek, özellikle de savunma sanayimizi, ordumuzu, sınırlarımızın güvenliği tahkim ederek sağlayabileceğimizi biliyoruz. Eğer Gazi’nin ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ ifadesi sürekli olarak geçerliliğini savunsaydı Çanakkale’yi nereye koyacağız? Kocatepe’yi nereye koyacağız? Orada Gazi kimlerle niçin savaştı? O zaman gelin bunu da izah edin.
Değerli arkadaşlar,
Uzunca bir süredir Türkiye’de ülkenin ve milletin hayrına yapılan hangi iş varsa CHP hepsinin de karşısında yer almıştır. CHP zihniyeti tek parti devrinden beri uçak ve silah fabrikalarını kapatmış, otomobil üretme girişimlerini engellemiş, altyapı yatırımlarını yasaklamış, savsaklamış velhasıl tüm hizmetleri engellemek için var gücüyle çalışmıştır. Osmanlı döneminde başlayan, Gazi’nin de hassasiyetle sürdürdüğü demir yolu hamlesini onun ölümüyle hemen durduran yine CHP olmuştur.
Hatırlayınız, boğazdaki her üç köprünün de inşasına en büyük muhalefeti bunlar yaptı. Denizin altından Marmaray ve Avrasya Tüneline en büyük muhalefeti yine bunlar yaptı. Hatta İnönü, Menderes Boğaz’a köprü projesini ilk gündeme getirdiğinde tartışmayı yıkarız diyecek kadar ileri götürmüştü. Daha önce köprü projesinin gündeme getiren merhum Nuri Demirağ kendisini engelleyen dönemin Başbakanı İnönü ve Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya için şayet gelecekte köprü yapılırsa üzerine İnönü ve Çetinkaya geçemez diye yazılmasını vasiyet etmiştir. Herhalde ben de bir vasiyet yapabilirim, Bay Kemal geçemez.
Keban Barajı gündeme geldiğinde CHP zihniyeti ne dedi biliyor musunuz bu projeye? Kurbağalara göl yapıyorsunuz diye engellemeye çalıştı, bunlar bir garip ya. Seyhan Barajına karşı çıkma sebepleri ise köstebeklerin araziyi delerek bendi yıkacağı gibi akıllara seza bir iddiaydı. Kalkınmanın temel unsuru olan enerji santrallerini yapan hükümetleri, CHP ‘ne yapacaksınız bu kadar elektriği, toprağa mı vereceksiniz?’ diyerek sıkıştırıyordu. İstanbul’un imar çalışmaları yapılırken CHP’liler Barbaros Bulvarı, Büyükdere Caddesi, Vatan Caddesi, Millet Caddesi, şimdiki E-5 gibi yollara uçak mı indireceksiniz buralara diyerek karşı çıkmıştı.
Marmaray’a, Avrasya Köprüsü’ne de işte bunlar bu şekilde muhalefet ettiler. Şayet CHP kafasına kalsaydık İstanbul’da yaşayan ve bu şehri ziyaret eden onlarca milyon insan Avrupa ve Anadolu yakaları arasına hala sandalla, vapurlarla geçmeye çalışacaktı. Evet, varlık sebebini medeniyetimize ve kültürümüze ait ne varsa hepsini de yok etmek, yeni atılan adımları da engellemeye çalışmak olarak belirlemiş bir partiyle karşı karşıyayız.
Biz milletin hakkının, hukukunun, özgürlüğünün alanını genişletmeye çalıştıkça, bunların faşist yüzleri açığa çıkıyor. Bu ülkenin meşrebi ve duruşu belli olan Cumhurbaşkanını bira içmeye, Mozart dinlemeye zorlamak, faşistliğin dik alasıdır. Bu ülkenin başörtülü hanımlarına ‘Suudi Arabistan’a gidin’ demek, faşistliğin en sefil halidir.
İşte en son biliyorsunuz şurada 2-3 gün önce bir konserden çıkan başı açık, başı örtülü kızlarımıza orada gelip bu şekilde sataşıp, ‘Suudi Arabistan’a gidin, burada ne işiniz var’ diyenlerin halini düşünün. Adı da neymiş, sanatçıymış, buyurun. Dert başka, ne derseniz deyin bu ülkede insanları yaşam biçimiyle uğraşan CHP zihniyetidir. AK Parti tam aksine bu ülkede yaşam çeşitlerini garanti altına alan bir siyasi zihniyettir. Bu milleti ‘bidon kafalı’ diyerek, ‘göbeğini kaşıyan adam’ diyerek, ‘makarnacı, kömürcü’ diyerek, ‘dağdaki çobanın oyuyla benimki bir mi’ diyerek aşağılayanların faşistliği lime lime üzerlerinden dökülmektedir.
Hâlbuki demokrasilerde herkesin inancına, kültürüne, değerlerine saygı duymak esastır. Türkiye’de sadece bu faşistler insanları içki içenler-içmeyenler, başı örtülüler-başı açıklar, sakallılar-sakalsızlar diye ayırır. Yıllardır ağızlarından düşürmedikleri yaşam tarzı dayatması sadece bu faşist CHP zihniyetine mahsustur. Bizim inancımız da, töremiz de böyle bir dayatmaya izin vermez. Asırlardır her türlü farklılığı uyum içinde bağrında yaşatan Anadolu irfanı bu durumu ayrışma değil, zenginlik kaynağı olarak görür.
CHP’nin demokrasi karnesindeki sıfırlar bunlarla da sınırlı değildir. 1946 seçimlerinden sonra Ankara’nın ilçelerinden birinde daha sonra CHP’den milletvekili seçilecek olan bir kaymakama, Demokrat Parti’ye oy veren köylülere eşek semeri vurduracak kadar alçalabilmişlerdir. Bu ülke neler gördü. Daha fazla zamanınızı almamak için bu örnekleri uzatmıyorum.
Neresinden tutsanız elinizde kalan bu CHP zihniyeti, inşallah önümüzdeki seçimlerde milletimizden hak ettiği dersi bir kez daha alacaktır. Yeter ki biz milletimize verdiğimiz sözlerin arkasında duralım. Yeter ki biz milletimize hakim değil, hadim olmaya geldiğimizi unutmayalım. Yeter ki biz AK Parti’nin milletin partisi olduğunu, milletle birlikte bugünlere geldiğini ve yine milletle birlikte geleceği yürüyeceğini unutmayalım. 31 Mart seçimleri inşallah milletimizle olan hasbihalimizi, gönül bağımızı tazeleme ve güçlendirme vesilesi olacaktır.
Değerli arkadaşlar;
Geçtiğimiz yılın son Grup Toplantımızda milletimize asgari ücrette beklentilerin üzerinde zam ile birlikte istihdam teşvikleri, asgari ücret destekleri, elektrik ve doğalgazda indirim müjdeleri vermiştik. Her yeni gösterge, her yeni gelişme, Ağustos ayında ülkemizi hedef alan finansal etkisi yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladığını gösteriyor.
Tabi ki gidecek daha çok yolumuz var. Bütçe disiplininden, tasarruflardan, yapısal reformlardan taviz vermeden bu yolu yürüyeceğiz. Bir taraftan tüm göstergelerde pozitif gelişmeler sağlarken, diğer taraftan her güzel gelişmeyi milletimize müjde olarak yansıtacağız. Bu anlayışla hazırladığımız bir dizi müjdeyi daha buradan milletimizle paylaşmak istiyorum.
16 yıllık AK Parti iktidarlarının en büyük özelliği, sosyal devlet olmanın tüm gereklerini yerine getirmesidir. Bugün de çok önemli bir sosyal devlet adımı atıyoruz, düzenli sosyal yardım alan ihtiyaç sahibi vatandaşlarımızın aylık 150 kilovat saate kadar elektrik tüketimlerini devlet olarak biz üstleniyoruz. Bu kapsamda yaklaşık 2,5 milyonun üzerindeki hanede her ay ortalama 80 liralık elektrik faturasını devlet karşılamış olacak.
Bir diğer önemli müjdemiz; kredi kartı borcunu ödemekte güçlük çeken vatandaşlarımızadır. Bu vatandaşlarımıza mevcut borçlarını daha kolay ödeyebilmeleri için bir imkân sağlıyoruz. Ziraat Bankası aracılığıyla ödeme güçlüğü yaşayan vatandaşlarımızın kredi kartı borçları tek bir çatı altında toplanacak. Vatandaşımız hangi bankaya kredi kartı borcu olursa olsun Ziraat Bankasından alacağı bu krediyle borcunu kapatacak, sonra çok uygun şartlarda ister 24 ay, ister 60 ay vadeyle aylık gelirine uygun bir şekilde bu borcunu ödeyecek.
Geçiyorum bir diğer müjdemize; Halkbank bugüne kadar esnaf ve sanatkârların uygun şartlarda finansmana erişimine öncülük etti. 2002 yılında 154 milyon lira olan, burası çok önemli, Bay Kemal bir şeyler söylüyor ya, şimdi bugün tabi muhakkak bunun da yalan olduğunu söyler. Hazine destekli esnaf kredileri bakiyesi 2018 yılında nereye yükseldi biliyor musunuz? 31,1 milyar liraya yükseldi; nereden nereye. Bir başka ifadeyle, esnafa destek 202 kat arttı. Çok iyi hesap bilir ya, onun için kestirmeden gidiyorum.
2002 yılında 64 bin olan kredili esnaf sayısı, 2018 yılında yaklaşık 7 kat artış ile 500 bine ulaştı. AK Parti iktidarları döneminde toplamda 1,8 milyon esnaf ve sanatkâra 93,4 milyar lira kredi kullandırıldı. 2002 yılında esnafa uygulanan faiz oranı, Bay Kemal, bak burayı da iyi dinle, yüzde 47’deyken bugün bu faiz oranı yüzde 5 seviyesine geriledi.
Halkbank esnaf ve sanatkârların işletme ve yatırım kredisi ihtiyaçlarını karşılamak üzere 2019 yılında yaklaşık 350 bin esnafa 22 milyar liralık kredi kullandıracak.
Şimdi burada bir şeye daha gireceğim, diyor ya ‘tarıma en ufak bir destek verilmedi, çiftçi sefil, arsası ellerinden alındı, hayvancılıkta battı’ diyor ya. Bay Kemal, bu ay bizi iyi takip et. Bak ben sana şimdi rakamları açıklıyorum, iyi takip et. Ağustos ayında birçok adımları attık, spekülatif kur saldırısı, şu-bu, filan-falan. Ama şimdi ben size Ocak ayında ödenecek tarımsal desteklemeleri söyleyeceğim, İzmir’de açıkladım, et tekraru ahsen velev kane yüzseksen, bir de burada açıklayacağım. Herhalde tercümesini bilenler vardır CHP’nin içinde, onlar tercüme ederler.
Fark ödemesi buğday, mısır, çeltikte 550 milyon TL;
Buzağı desteği ödemeleri 525 milyon TL;
Çiğ süt desteği ödemeleri 340 milyon TL;
Yem bitkileri desteği 268 milyon 600 bin TL;
Sertifikalı tohum kullanım desteği 100 milyon TL;
Çevre amaçlı tarım alanı koruma desteği 84 milyon 500 bin TL;
Diğer desteklemeler 167 milyon 200 bin TL;
Toplamda 2 milyar 35 milyon 300 bin TL, hayırlı olsun, tarımsal destek. Yani bu eski rakamla ne demek? 2 katrilyon Bay Kemal; hiçbir şey verilmiyor. Ben bugüne kadar verilenleri zaten söylemiyorum, Başbakanlığım döneminden tutun da bugüne kadar tarıma verdiğimiz destekleri söylemiyorum. Ama hiçbir zaman ağzı var hakkı konuşmaz, gözü var doğruyu görmez, kulağı var yine duymaz, çünkü kalp mühürlü.
Kardeşlerim;
Bütün kurla ilgili oyunlara rağmen aldığımız tedbirlerle başlayan dengelenme sürecinin etkisini esnafımıza süratle yansıtmak için bu tutarın 10 milyar liralık kısmını ilk çeyrekte kullandırma kararı aldık. Bu uygulamanın detayları yarın Halkbank tarafından kamuoyuyla paylaşılacak.
Son olarak iş dünyamıza bir müjde daha veriyorum; sigorta prim teşviki uygulaması kapsamında 500 ve üzeri sigortalı çalıştıran iş yerleri için 3 puan desteği 5 puana çıkartıyoruz. 500 altı sigortalı çalıştıran yerler için ise 5 puan uygulamasını aynen devam ettiriyoruz.
Diğer yandan, geçtiğimiz haftalarda Ziraat Bankası çiftçilerimizle bir müjde paylaşmıştı ama duymayanlar olabilir. Burada bir kez daha hatırlatalım dedim. Onun için, Ziraat Bankası dar günlerinde çiftçiye destek olmak için kredi ödemelerinde farklı erteleme, yeniden vadelendirme ve yapılandırma alternatiflerini geliştirdi. İnşallah bu düzenleme ile çiftçi borçlarına yıllık yüzde 11 faiz oranı uygulanarak 1 yıla kadar vadelendirme imkânı getirildi. Bu uygulama kapsamında kısa sürede yaklaşık 2 bin üreticimiz başvuruda bulundu.
Tüm bu müjdelerin dar gelirlilerimize, sanayicilerimize, esnafımıza, çiftçimize, tüm milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli arkadaşlar;
Mahalli seçimler ve Ana Muhalefet sorunumuzla uğraşırken ekonomiyi, tedbirleri bu noktada özellikle gayretle ele alırken, ülkemizin kadim çıkarlarını koruma görevimizi de asla ihmal etmedik.
Suriye ve Irak’taki gelişmelerle Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege meselelerini, aynı şekilde Karadeniz ve Kafkasya’daki hadiseleri yakından takip ediyoruz.
Özellikle Suriye meselesinde kritik bir dönemden geçiyoruz. Türkiye olarak Suriye’de en başından beri ilkeli bir tutum içindeyiz. Suriye’nin toprak bütünlüğü, Suriye halkının kendi geleceğini tayin etme hakkı, yeni anayasa ve özgür seçimler gibi konularda en başından beri aynı kararlı duruşu sergiliyoruz. Topraklarında 3,5 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacıyı barındıran bir ülke olarak bu krizin en büyük insani yükünü biz üstlendik. Daha önemlisi, Suriye’deki terör örgütlerine karşı gerçek anlamda mücadele eden ve başarı kazanan tek ülke Türkiye’dir.
Fırat Kalkanı Harekâtında hakkında onca efsane üretilen DEAŞ’ı, 3 bin teröristi etkisiz hale getirerek darmadağın eden Türkiye olmuştur. Kahraman askerlerimiz tarafından söndürülen DEAŞ balonu sayesinde Suriye hızla bu beladan kurtulma sürecine girdi.
Ancak Bolton’ın İsrail’den verdiği mesajı bizim kabullenmemiz, bunu yutmamız mümkün değil. Bunlar bu ülkede benim Kürt vatandaşım kimdir, YPG-PYD bunlar kimdir, PKK kimdir, herhalde bunları tanımıyorlar. Hiçbir zaman PKK terör örgütü, PYD-YPG terör örgütleri benim Kürt vatandaşlarımın, kardeşlerimin temsilcisi olamaz. Yani Amerika eğer bunları Kürt kardeşlerimiz olarak değerlendiriyorsa burada çok ciddi bir yanılgı içerisindeler.
Biz bu terör örgütü mensuplarını ister Kürt vatandaşlarımızın içerisinden çıkmış olsun, ister Arapların içerisinden çıkmış olsun, ister Türklerin içerisinden çıkmış olsun, eğer teröristse gereğini yaparız hakkından geliriz, yani terörist olacak. Bunlar işte Kürt, bunlara dokunmayın; yok böyle bir şey, yok böyle bir şey. Teröre yeni bir tarif mi geliştirdiniz? Böyle bir şey olamaz. Arap aynı şey, Türklerin, Türkmenlerin içinden de bunlar çıkmış olabilir, nereden çıkarsa çıksın eğer teröristse gereğini yaparız ve bu konuyla ilgili olarak John Bolton çok ciddi bir yanlış yapmıştır. Kim bu şekilde düşünüyorsa onlar da yanlış içerisindedir. Ve bizim bu noktada asla taviz vermemiz mümkün değil ve Suriye’deki terör koridoru içerisinde yer alanlar bir defa gerekli olan dersi alacaklardır. Bizim YPG’yle, PYD’le, PKK ile DEAŞ’ın arasında en ufak bir fark yoktur.
Aynı şekilde Zeytin Dalı Harekâtı ile de biliyorsunuz bir başka oyunu bozduk. Rusya ve İran’la vardığımız anlaşma sayesinde İdlib’de yeni bir insani krizin yaşanmasına engel olduk. Münbiç’te uzun süre Amerika tarafından oyalandık, hala oyalanıyoruz, ancak orada da önemli bir mesafe kat etmiş durumdayız. Aynı şekilde Fırat’ın doğusundaki terör yapılanmasıyla ilgili kararlılığımızı da tüm dünyaya gösterdik.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Trump ile 14 Aralık’ta yaptığımız telefon görüşmesi bu bakımdan tarihi bir dönüm noktasıdır. Bu görüşmede Sayın Trump’a Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki terör örgütüyle yürüttükleri ortaklıktan duyduğumuz memnuniyetsizliği açık bir dille ifade ettik. Kendisinin bu işbirliğini DEAŞ’ın bölgedeki varlığıyla ilişkilendirmesi üzerine de, bunun için PKK-PYD’ye ihtiyaçları olmadığını, Türkiye’nin DEAŞ’la mücadeleyi yürütebileceğini Özgür Suriye Ordusu ile beraber bunu halledebileceğini de ifade ettim.
Bizim bu teklifimiz üzerine Sayın Trump kendisinin zaten Suriye’den çekilme niyeti olduğunu, DEAŞ’ın kalan unsurlarıyla mücadeleyi Türkiye’nin üstlenmesi durumunda bunu derhal yapabileceğini belirtti. DEAŞ bittiğinde Amerika’nın Suriye’deki varlığına gerek kalmayacağını söyleyen Sayın Trump’a bu konuda her türlü inisiyatif üstlenme sözü verdim. Bunun ardından da ekiplerimize meselenin detaylarını konuşmaları talimatını verme kararı aldı.
Tabi şu hususu da özellikle belirtmek istiyorum; Amerikan yönetimleriyle daha önceden de yaşadığımız bir durum bu görüşmenin ardından yeniden karşımıza çıktı. Biz Sayın Trump’la bu net anlaşmaya varmış olmamıza rağmen yönetimin farklı kademelerinden farklı sesler gelmeye başladı. Bununla birlikte Sayın Trump’ın Suriye konusuna bakış açısı ve buradan çekilme konusundaki kararlılığı bizim referans noktamız olmaya devam ediyor. Biz Sayın Başkan ile vardığımız anlaşma gereğince Suriye’de hala faaliyet gösteren DEAŞ unsurlarına yönelik bir askeri harekât için hazırlıklarımızı büyük ölçüde tamamladık.
Aynı şekilde DEAŞ’la birlikte PYD, YPG gibi bu terör örgütlerine yönelik de adımlarımızı atmakta kararlıyız. Çok yakında Suriye topraklarındaki bu terör örgütlerini etkisiz hale getirmek üzere harekete geçeceğiz. Bu müdahalemize engel olmaya çalışan başka teröristler de olursa elbette onların da hakkından gelmek boynumuzun borcudur.
Sınırlarımızın dibinde ülkemize yönelik hazırlık yapan bir terörist güruhuna izin vermemizi bekleyenler varsa şimdiden onlara yanıldıklarını söylemek istiyorum. Türkiye’nin Suriye meselesindeki hassasiyetlerini ve kararlılığını anlamamış olanlara bu meseleyi tekrar ve tekrar anlatmak bizi yormaz. Ama hassasiyetimizi bildikleri halde terör örgütünün arkasında duranlara da diyecek iki çift sözümüz tabi ki vardır. Onu da yüzlerine karşı söylüyoruz, söyleriz. Türkiye her zaman sözünü tutan bir ülke olmuştur ve müttefiklerinden de aynı hassasiyeti beklemektedir.
Değerli arkadaşlar,
Suriye meselesinde Türkiye’nin inisiyatifi arttıkça yeni yalanlar ve çarpıtmalar tedavüle sürülmeye başlandı. Türkiye’nin Suriye’deki Kürtleri katledeceği iftirasını ortaya atanlar aslında meselenin gerisindeki gerçeği çok iyi biliyorlar. Bu söylemin amacı Suriye’deki duruma yakından vakıf olmayanların kararlarını ve uluslararası kamuoyunu etkilemektir. Biz canlarını ve geleceklerini kurtarmak için Suriye’den ülkemize gelen hiçbir kişiye ne dinini, ne kökenini, ne meşrebini, ne de başka herhangi bir vasfını sormadık, sormayız.
Şu anda Kobani’den ülkemize gelen 200 bin Kürt kardeşimizi bu ülkede kim barındırıyor? Batı mı barındırıyor, bir başkası mı barındırıyor? Onlar şu anda bizim güvenlik şemsiyemizin altında ülkemizde yaşıyorlar. Bunu görmeyeceksin, geleceksin ‘Kürtleri öldürmeyin’ diyeceksin. Hangi Kürt öldürüldü teröristten başka. Teröristleri öldürmek için ne gerekiyorsa yaparız; Cudi’ye de gireriz, Gabar’a da gireriz, Tendürek’e de gireriz ve gereğini yaparız. Geçmişte de aynısını yaptık, bundan sonra da yapacağız. Ne dedim? İnlerine gireriz ve giriyoruz.
Mesela, Saddam Irak’ın kuzeyine yönelik bir saldırı başlattığında canlarını kurtarmak için ülkemize yönelen yarım milyon insana hiç tereddüt etmeden sınırlarını açan yine biz olduk. Esed yönetimi Suriye’de insanlara baskı yaptığında kökenlerine ve meşreplerine bakmadan hepsinin de hakkını-hukukunu biz savunduk.
Her kim ki mazlumu Türk diyerek, Türkmen diyerek, Kürt diyerek, Arap diyerek, Ezidi diyerek yaftalıyorsa, bilin ki o zalimin ortağıdır. Bizim için bölgemizdeki her bir insan bin yıldır aynı ekmeği yediğimiz, aynı suyu içtiğimiz, aynı sevinci, aynı kederi paylaştığımız kardeşimizdir.
Türkiye hiçbir yere bir toplumu veya masum insanları yok etmeye gitmez. Türkiye sadece yaşatmaya gider, huzur vermeye gider, güven sağlamaya gider, kalpleri fethetmeye gider. Tek istisnamız; terör örgütleridir, teröristlerdir. Nasıl Arapların içinden teröristler çıkıyorsa, Türklerin içinden teröristler çıkıyorsa, elbette Kürtlerin içinden de teröristler çıktı, çıkıyor. Bu durumda biz yine teröristin kimliğine bakmıyoruz. Sadece elindeki silahı kime yönelttiğine, gerçekleştirdiği eyleme, döktüğü kana, yaptığı zulme bakarak teröristleri masum halktan ayırt ediyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda yılbaşı gecesi bir eğlence merkezini basan, 39 kişiyi öldüren DEAŞ’lı ile Beşiktaş’ta bombalı saldırı gerçekleştirip 46 vatandaşımızı katleden PKK’lının bizim gözümüzde hiçbir farkı yoktur. Sınırlarımızın ötesinden bomba atarak, roket atarak, uzun namlulu silahlarla ateş ederek vatandaşlarımızın canına ve malına kastedenlerin kim olduğuyla değil ne yaptığıyla ilgiliyiz.
Biz Türkiye nüfusunu etnik kökenlerine göre asla ayırmadığımız gibi komşularımıza da kesinlikle aynı gözle bakmadık, bakmayız. Bunun için Suriye’de Türkiye’nin Kürtleri hedef aldığı yalanı; en alçak, en onursuz, en çirkin, en bayağı iftiradır.
Değerli kardeşlerim;
DEAŞ sınırlarımızın hemen bitişiğindeki Ayn el-Arab veya Kobani şehrine saldırdığında buradan kaçan 100 binin üzerindeki kişiye sınırlarımızı ve yüreğimizi açmakta tereddüt etmedik. Üstelik bunların içinde ülkemize sızmaya çalışan teröristler bulunma ihtimaline rağmen bu erdemli tavrı gösterdik.
PKK-PYD bu şehri ele geçirdiğinde bu kardeşlerimizin yüzbine yakını ülkemizde kalmaya devam etti, çünkü onlar da biliyorlar ki bir terör örgütü gidip yerine bir başka terör örgütü geldiğinde ne canları, ne malları, ne namusları güven altında olmayacaktır. Nitekim öyle de oldu, bölücü terör örgütü Suriye’de nereye hakim olmuşsa orada insanlara zulmetmiştir, mallarını ellerinden almıştır, çocuklarına musallat olmuştur, baskıyla, tehditle, şantajla insanları huzursuz etmiştir. PKK-PYD’nin DEAŞ ile mücadelesi de koca bir yalandan ibarettir.
Kardeşlerim,
Bu iki örgüt arasındaki kavga, ilke değil çıkar kavgasıdır. DEAŞ gidip, PKK-PYD geldiğinde masum insanlar açısından araçların ve binaların üzerindeki paçavralar dışında değişen hiçbir şey olmamaktadır. Türkiye’nin bu iki örgütü birlikte hedef alması etnik veya dini bir husumetten değil, tam tersine teröristlere karşı izlediği politikadan kaynaklamaktadır. Amerikalı ve Avrupalı dostlarımıza da aynısını tavsiye ediyoruz, Suriye halkını ne rejimin katliamları, ne de terör örgütlerinin zulmü altında bırakmak bize yakışmaz.
İşte Fransa’da Sarı Yelekliler içlerinde PKK var, acaba bunu hiç inceldiler mi, araştırdılar mı? Bak biz buradan biliyoruz, içinde PKK’lılar var, bu gerçeği görmeleri lazım. Ve yarın diğer ülkelerde de aynısı olacak. Bu PKK denilen terör örgütü onlardan besleniyor, onlardan gücünü alıyor, bumerang gibi. Bize akıl verenler, önce kendi şöyle durumlarını bir test etsinler.
Bu sürecin insani yükünü tek başına omuzlayan bir ülke olarak, hiç kimse bizden kendi güncel çıkarları için, beka meselemizden vazgeçmemizi beklememelidir. Biz, istiklali ve istikbali için 15 Temmuz’da topyekûn ölümü göze almış bir millet olarak, Suriye’de de, diğer bölgelerde de yapmamız gereken neyse onu hayata geçirmekten geri durmayacağız. Aynı bedeli göze alan varsa buyursun çıksın karşımıza.
Bu vesileyle, evet, geçen günlerde ne yazık ki bir öğrencisi tarafından öldürülerek şehit olan Ceren öğretmenlere, onun şahsında tüm öğretmenlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Sözlerime Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin hissiyatımızı yansıttığına inandığım şu güzel şiiriyle son vermek istiyorum:
“Hak şerleri hayr eyler,
Zan etme ki ğayr eyler,
Ârif ânı seyreyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Sen Hakka tevekkül kıl,
Tefvîz et ve rahat bul,
Sabreyle ve razı ol
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Kalbin Âna berk eyle,
Tedbîrini terk eyle,
Takdîrini derk eyle,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.”
Kalın sağlıcakla.