İslam İşbirliği Teşkilatı Birinci Yargı Konferansında Yaptıkları Konuşma

14.12.2018

 

Bismillahirrahmanirrahim.

İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerin değerli yüksek mahkeme başkanları, Değerli misafirler,

Kıymetli kardeşlerim;

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Selâmün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatü. Ülkemize ve güzel İstanbul’umuza hoş geldiniz.

Ben de az önce Sayın Başkanın ifade ettiği gibi kısa bir süre önce memleketim Rize’de şehit edilen İl Emniyet Müdürü kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum. Yine aynı şekilde dün Başkentimiz Ankara’daki bir tren kazasında ebediyete intikal eden 9 kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılarımıza da şifalar niyaz ediyorum.

Değerli kardeşlerim;

‘Hukukun üstünlüğü ve temel hakların korunmasında yüksek yargının rolü’ konulu konferansımızın başarılı geçmesini, hepimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Bu konferansın düzenlenmesinde emeği geçen Anayasa Mahkemesi Başkanımız ve ekibine teşekkür ediyorum. İslam dünyasının dört bir yanından toplantımızı şereflendiren siz değerli yüksek mahkeme başkanlarına ve hukuk insanlarına daha huzurlu ve güvenli bir dünya idealine yaptıkları katkılar için özellikle şükranlarımı sunuyorum.

Değerli misafirler;

Adalet kavramı ilk insandan bugüne kadar üzerinde en çok konuşulan, tartışılan konular arasındadır. Bizim ülkemizde “adalet olunca yiğitliğe lüzum kalmaz” diye bir söz vardır. Yine ülkemizde yaşamış bir büyük gönül sultanı, “Yeryüzü ve gökyüzü adalet sayesinde ayakta durur” demiştir.

Tarihimizin önemli hukukçularından Ebussuud Efendi ile Osmanlı’nın güçlü hükümdarı Sultan Süleyman’a atfedilen bir menkıbe vardır. Sultan Süleyman aynı zamanda hocası da olan Ebussuud Efendiye sorar; “Meyve araçlarını sarınca karınca, / Günah var mı karıncayı kırınca?” Ebussuud Efendi de, aynı nezaketli üslupla cevap verir: “Yarın Hakk’ın divanına varınca / Süleyman’dan hakkını alır karınca.” Evet, ancak işte böyle ince bir adalet anlayışıyla yönetilen devlet 600 yıl yaşayabilirdi, nitekim de öyle oldu.

Filozoflar adaletin sadece erdemlilere, fazilet sahiplerine mahsus bir özellik olduğunu söyler. Aynı şekilde vicdanlarda karşılığı olmayan adaleti sadece kanunlarla ve kolluk gücüyle sağlamak mümkün değildir. Adaleti sadece zayıfların hak arama yolu olarak görmenin sonu, güçlülerin adaletsizliklerini haklı çıkarmaya kadar varır.

Hâlbuki adalet, asıl güçlüde olursa anlamlıdır. Güçlülerin erdemli, erdemlilerin güçlü olmadığı bir dünyada yaşadığımızı kabul etmek durumundayız. Bugün dünyada güçlü olanlar maalesef adaleti değil sadece kendi çıkarlarını daha ileriye taşımanın peşindedir. Tarih bize adalet çizgisinden sapan toplumların ve devletlerin yıkılışının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Geçmişte dünyanın önemli bir bölümünde hükümran olmayı başarmış nice güçlü liderin ardından inşa ettiği her şeyin yıkılıp gitmesinin sırrı, adalete dayalı bir düzen kuramamış olmasıdır. Zulümle payidar olunmayacağının sayısız örneği vardır.

Maalesef bugün dünyanın pek çok yerinde, özellikle de bölgemizde vicdanları kanatan zulümler yaşanıyor. İslam dünyasını DEAŞ, El Kaide, Boko Haram, Eş Şebab, FETÖ gibi terör örgütleri vasıtasıyla cendereye almaya çalışanların asıl hedefi, Müslümanların hayat damarlarını kurutmaktır. Hâlbuki Müslümanın olduğu yerde sömürü olmaz, soykırım olmaz, husumet olmaz, adaletsizlik olmaz, gelir dağılımı çarpıklığı olmaz, olmamalıdır. Ama bugün maalesef bu kötülüklerin hepsi de İslam dünyasının üzerinde bir kara bulut gibi dolaşıyor. Bizlere düşen işte bu kara bulutları dağıtmak için neler yapmamız gerektiğini bulmak ve hayata geçirmektir.

İşte kısa bir süre önce basın dünyasından önemli bir ismin, Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’umuzda, hemen şuracıkta, Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda öldürülmesi olayı bir kenara atılacak konu değildir. Aslında konu her yönüyle açık, bunun failinin kim olduğu da bana göre belli. Zira İstanbul’umuza gönderilen 15 kişinin içinde olduğu çok açık, net. Olayın işlendiği, operasyonun yapıldığı yer de belli.

Tabii biz, bize gönderilen yetkililere şunu sorduk: Bu 15’in içinde fail var, bu faili siz biliyorsunuz. Ve siz bu faili çıkarmakta da mahirsiniz. Verdikleri cevap, ‘şu anda 18 kişiyi biz tutukladık.’ Daha sonra bunu 22’ye çıkardılar. Peki, şimdi faili de ortaya çıkarın. Tabii önceleri bu suçu buraya yıkmanın gayreti içerisine girdiler. Ne dediler?  Dediler ki; ‘Cemal Kaşıkçı oradaki nikâh muamelesini yaptı ve çıktı.’ Hâlbuki yalan. Dışarıda nişanlısı var. Bu sıradan bir insan değil, düşünce dünyasında yeri olan, kalemi olan bir insan. Oradan çıkıp da nişanlısını almadan ayrılıp gitmesi mümkün mü? Değil. Tabii daha sonra, ‘biz bunu demek istemedik.’ İleri gittiler ve Dışişleri Bakanları şu ifadeyi kullandı: ‘Yerli işbirlikçilerle bunu yaptık.’ Peki, kimdir bu yerli işbirlikçi, bunu söyleyin. Ve bize bunu söylemedikleri gibi, ‘ben böyle bir ifade kullanmadım’ diyerek gene yalan söylediler.

Ve çok daha enteresanı, tabii biz ses kayıtlarından şunu da öğrenmiş olduk: Gelenlerin içinde şu andaki Veliaht Prensin en yakınında olanlar bu işin aktif rol üstlenici, aldığı talimatı yerine getirenler orada. Bakın her şey şu anda gün yüzüne çıkıyor. Bizden şunu istediler: ‘Ben Başsavcımı göndersem, Başsavcınızla görüştürür müsünüz?’ ‘Buyurun gelsin’ dedim, Başsavcımızla görüşsün. Geldi, görüştüler, ama ipe un serdiler. En ufak bir bilgiyi-belgeyi benim İstanbul Başsavcıma vermediler. Ama İstanbul Başsavcım ona gerekli olan her türlü bilgiyi verdi. Çünkü fail ortada, bunu biliyorlar. Yardım-yataklık yapan, onlar da yanında. Ve haftanın Cuma gününde bir grup buraya geliyor, Pazartesi gecesi, Salı ikinci grup geliyor ve operasyonu tamamlıyorlar, işi bitirip gidiyorlar. Ama Başsavcı da buradan giderken beş valiz kuruyemişle gidiyor. Çünkü dert başka. Ve bütün bunlarla beraber bize gönderdikleri elemanlarına biz her şeyi açıkça anlattık, ama onlar yine gizlemeye devam ettiler.

Ve bu arada enteresan olan şey şu: İslam dünyasından bazı kesimler ve ülkeler, ne yazık ki doların veya riyalin kurbanı olanlar, bu olaylar karşısında hakkı ve hakikati adalet çerçevesi içerisinde söylemediler. Batı dünyasında da aynı şekilde birçok baronlar, onlar da bunu söyleyemiyorlar. Niye? Dolarlar gelecek, bundan dolayı.

Şimdi petrolün zengini durumunda olan bu ülke ne yazık ki hala kararını vermedi, veremedi. Fakat hak yerini bulacak. İşte dün Amerikan senatosundaki gelişmeleri duydunuz ve bu daha gelişerek devam edecek. Neden? Zira biz Amerikalılara, istihbarat örgütüne, yetkililerine bütün bilgileri verdik. İngilizler istedi onlara da verdik, Almanlar istedi onlara da verdik, Suudi Arabistan’a verdik, Fransızlara verdik. Dedik ki, kim isterse biz hepsine bunu vermeye hazırız? Neden? Adalet mülkün esasıdır, adalet yerine bulsun diye verdik.

Ve uluslararası hukukta da suçun işlendiği yer burası olduğu için dedik ki, verin biz yargılayalım, bakın vermiyorlar. Ve Dışişleri Bakanı açıklama yapıyor, ‘vatandaşlarımızı veremeyiz’ diyor, şu ifadeye bak. Zerre kadar adalet anlayışı olsa, ‘ne demek tabi ki veririz buyurun siz yargılayın’ diyebilirdi. Neden diyemiyorlar? Çünkü bu işin sıçrayacağı yer neresi olduğu ortaya çıkıyor.

İşte Birleşmiş Milletlerde Amerika’nın Daimi Temsilcisi Nikki Haley biliyorsunuz açıklama yaptı ve açıkça isim verdi. Bu da bir şeyi gösteriyor bütün çıplaklığıyla artık iş ortaya çıkıyor. Bizim temennimiz de bu işin gerçek manada ortaya çıkmasıdır. Sonuna kadar kovalayacağız, bırakmak yok; ki adalet yerini bulsun.

Değerli misafirler;

Türkiye’nin bölgesinde uyguladığı politikanın temelinde zalime karşı mazlumların safında yer alma, sadece bununla da kalmayıp sahada fiilen adalete sağlama yaklaşımı bulunuyor. Irak’ı ve Suriye’yi yıllarca DEAŞ’la mücadele görüntüsü altında yakıp yıkanlar ne kadar suçluysa, onlara bu fırsatı verenler de aynı derecede vebal altındadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden birini hemen sınırlarımızın yanı başındaki Suriye’de görüyoruz. Suriye topraklarının üçte birini işgal altında tutan bir terör örgütü Amerika’nın ve kimi Avrupa ülkelerinin desteğiyle her türlü zulmü, her türlü ihaneti sergiliyor.

Biz bu terör örgütüyle doğrudan ülkemizi de hedef aldığı için elbette çok daha etkili bir şekilde mücadele ediyoruz. Ama aslında bu örgüte karşı tüm İslam dünyasının topyekûn mücadele etmesi gerekir. Çünkü bu örgüt vasıtasıyla Suriye’nin bir bölümü medeniyetimizin ve kültürümüzün dışına çıkartılmaya, adeta bağrımıza bir hançer saplanmaya çalışılıyor. Bizim böyle bir terör örgütüne, böyle bir tehdide göz göre göre izin vermemiz düşünülemez.

Bunun için daha önce Cerablus’ta, Afrin’de, Rusya’yla vardığımız anlaşmayla İdlib’de yaptığımız gibi Fırat’ın doğusundaki bölgeleri de huzura ve güvene kavuşturmakta kararlıyız. Nitekim dün akşam itibariyle Irak’ta operasyonlarımızı yaptık. Ve sürekli sınırlarımıza tehdit oluşturan Sincar’da ve Mahmur’un etekleri Karaçar’da buralardaki atılan adımlara karşı operasyonumuzu yaptık. Durduk mu? Yok, bunun gerisi gelecektir. Neden? Çünkü oradan eğer bize bir tehdit varsa, ki var, bu tehdidin cevabı da anında verilecektir. Bu terör örgütlerini ya yok edecekler, onlar etmiyorsa biz yok edeceğiz.

Dün Tel Rifat’tan Afrin’deki askerlerimize yönelik kalleş saldırı, aldığımız kararın ne kadar isabetli olduğunu göstermiştir. Sınırlarımıza yığılan silahların ve teröristlerin eninde sonunda bizi hedef alacağı gerçeğini bu olay bir kez daha ispatlamıştır. Nitekim sadece Suriye’nin kuzeyine malum Amerika’nın 22 üssü var orada ve buraya 20 bini aşkın tır silah gönderildi, araç gereç gönderildi. Kime geliyor bunlar? Oradaki bu PKK, PYD, YPG, bunlara geliyor ve bunlar vasıtasıyla bunlar kullanıyor. Ve bunlar bizim elimize de geçince biz bunların nereden geldiğini, kimler vasıtasıyla gönderildiğini de görüyoruz. Ve istihbaratta malum bir insani istihbarat var, bir de teknik istihbarat var. Hem insani istihbaratı kullanıyoruz hem teknik istihbaratı kullanıyoruz, bütün bunlarla beraber nerede ne var, ne kadar araç geldi, girdi, nereye neyi getirdi bunları da öğreniyoruz. Ve bunları bizler ilgililere en üst noktada ben Sayın Obama’ya da Sayın Trump’a da bunların hepsini anlatmış bir insanım tarihleriyle her şeyiyle. Fakat hepsi de bakıyorsunuz duyar gibi görünüyorlar, ama duymuyorlar, gereğini yapmıyorlar.

Dedik ya adalet; bu olmayınca, o anda işte o gören gözler bir anda görmez oluyor. Bugüne kadar stratejik ortağız, NATO’da beraberiz, uluslararası birçok kuruluşla beraberiz. Bizimle beraber bu adımları atmayanlar veya atamayanlar, bu tür kuruluşlarla hiçbir ilgisi alakası olmayan ülkelere ne yapacaklarını düşünün.

Şimdi bizden yeni bir plan istiyorlar, -bizde bir söz var- ‘cambaza bak cambaza, oyunu haline getirdikleri Münbiç hikâyesiyle bizim dikkatimizi dağıtmaya, kararlılığımızı bozmaya çalışıyorlar. Münbiç Arapların yaşadığı yüzde 85-90 itibariyle bir yerdir, ama orayı tamamen o terör örgütlerine vermiş durumdular. Bize söz verdiler ‘onlardan orayı boşaltacağız, onları Fırat’ın doğusuna göndereceğiz’ dediler göndermediler. Şimdi de diyoruz ki, temizlediniz temizlediniz, çıkardınız çıkardınız, çıkarmadığınız takdirde biz Münbiç’e de gireceğiz.

Açık konuşuyorum, Türkiye Fırat’ın doğusundaki terör bataklığına müdahale konusunda yeteri kadar zaman kaybetmiştir. Bundan sonrası için tek bir günlük gecikmeye dahi tahammülümüz yoktur. Afrin operasyonunda sahada karşılaştığımız manzara istihbarat birimlerimizden gelen raporlarla tescillidir. Bu veriler bize Fırat’ın doğusunda neler yapıldığını ve şayet hemen harekete geçmezsek ileride karşımıza neler çıkacağını göstermeye yeterlidir.

Şu gerçeğin de bilinmesini istiyorum: Biz Suriye’de attığımız adımlarla sadece kendi ülkemizin güvenliğini sağlamakla kalmıyor, ümmetin ve tüm insanlığın izzetini de koruyoruz. Hiçbir asabiye veya mezhep fanatizmi bu gerçeğin üzerini örtemez. Kendi hesaplarının peşinde koşmayan, hakkaniyetle meseleye eğilen herkes bu hakikati görecektir. Bölgede gerçekten huzurun, adaletin, ahlakın peşinde olanlara düşen, yürüttüğü bu mücadelede Türkiye’ye destek olmalıdır.

Değerli misafirler;

Adalet konusunda en büyük tehlikelerden biri de, yargı kurumunun akıl ve muhakemeyi bir kenara bırakıp kendi ideolojik saplantılarının peşine düşenlerin kontrolü altına girmesidir. Türkiye, FETÖ meselesinde bu sıkıntıyı yaşamıştır. Önce Emniyet ve yargı içindeki elemanları vasıtasıyla, ardından da ordu içindeki militanlarını kullanarak ülkemizde darbe yapmaya kalkışan bu örgütün mensupları şimdi hukuk önünde hesap veriyor.

Yaşadığımız ihanet ne kadar büyük olursa olsun, biz bunlarla mücadelemizi hukuktan, adaletten, haktan ve vicdandan taviz vermeden yürütüyoruz. Rehavete kapılmıyor, kararlılığımızı hep canlı tutuyor, ama hukuk devleti ilkesine de titizlikle bağlı kalmayı sürdürüyoruz. Hep söylediğim gibi, hiçbir suçlunun cezasız kalmasına izin vermediğimiz gibi, tek bir masumun da haksızlığa uğramasına rıza gösteremeyiz.

Adalet ve onun uygulama aracı olan hukuk, yasalar, yargı mekanizmaları toplumun tamamı tarafından görüldükleri ölçüde etkilidir. Türkiye bu konuda tarihi bir imtihana maruz kalmış ve süreçten alnının akıyla çıkmayı başarmıştır.

Ülkemizin demokrasisine de, hukuk devleti niteliğine de, hak ve özgürlükler konusundaki samimiyetine de kimsenin söyleyecek bir sözü olamaz.

Lafa geldiğinde demokratlığı, özgürlükçülüğü, farklılıklara saygıyı kimseye bırakmayan Batılı ülkelerin en küçük bir tehdit karşısında nasıl faşizan uygulamalara yöneldiğine hep birlikte şahit oluyoruz. Demokrasi ve hukuku bir makyaj olarak kullananlarla aynı değerleri hayatının merkezine yerleştirenler arasındaki fark, ancak bu tür sınamalar sayesinde ortaya çıkabiliyor.

Üzüntüyle ifade etmek isterim ki; İslam toplumlarının çoğunun yönetimleri henüz bu sınamalara dahi maruz kalmayacak derecede adaletten, hukuktan, özgürlüklerden uzak bir görüntü içindedir. Bunu bir özeleştiri olarak söylüyorum. İşte az önce merhum Cemal Kaşıkçı cinayeti sonrasında sergilenen tavırlar bu gerçeği bir kez daha adeta yüzümüze çarpmıştır. Haksız yere bir cana kıymanın inancımızdaki yeri ortadayken, üstelik de gerçekten insanlık dışı bir yöntemle işlenen bu cinayetin takibini neredeyse şu anda tek başımıza yapıyoruz.

Bu eksiklerimizi gidermeden İslam toplumları olarak hak ettiğimiz yere gelebilmemiz, Rabbimizin ve Peygamber Efendimizin bize müjdelediği huzura ve saadete kavuşabilmemiz mümkün değildir. Konferansımızın tüm bu meselelerin konuşulduğu, tartışıldığı, çözüm yollarının ortaya konulduğu bir platforma dönüşmesini diliyorum.

Bir kez daha iştirakleriniz için her birinize şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, kalın sağlıcakla.